gece bekçileri Sayfaya git: 1, 2, 3 ... 16, 17, 18, Sonraki |
Yazar
Mesaj
Korku damarlarında akan zehir gibidir… kalbine inmesine izin verirsen hayatını yönlendirir…
Küçük ilçenin en yüksek binasının çatısındaydım. Güneşin batışını ve havanın çilekli puding rengine dönüşmesi izlemek en çok hoşuma giden şeydi. Uzak da olsa sorumluluklarını ve kendini düşünmeden yaşamın tadını çıkarmak bazen bizlerin de en çok özlediği şeylerdi…
Bulunduğum ilçe küçük bir ilçedir nüfuz 10.000 i geçmez ve yazları sıcak ve kurak kışları soğuk ve yağışlı tipik karasal iklim özellikleri taşıyan şirin bir ilçe… insanları ise dışarıdan bakıldığında normal hayatlarına devam eden aileleri için çabalayıp çalışan insanlar… önceleri tarım ve hayvancılık gibi işlerle uğraşmış ve devlet dairelerinin sayısı çoğalınca memurluğa yönelmiş insanlarımız… fazla göç almamasına rağmen diğer kültürlere çok da yabancı değil insanlarımız ve sıcakkanlı yapıları ile hemen benimsenirler.
İşte böyle bir ilçede doğup büyüdüm ben. Ailem akrabalarım ve arkadaşlarım tanıdığım ve güvendiğim herkes doğduğumdan beri yanımdadır. Ne zaman başım sıkışsa her zaman birilerinin yanımda olduğunu bilirim ve sevdiklerim… onlara asla zarar gelmesine izin vermem… vermeyiz.
Cumartesi haftanın en sevilen günüdür. Aileler piknik yapmak için, çalışanlar gezmek için öğrenciler tatil için hep cumartesi gününü beklerler. Haftanın en sevilen gününün benim için en berbat zamanlar olduğu düşüncesi ne ironik…
Çatı katında kimsenin beni göremeyeceği bir yerde olması gereken değişimimi beklerken yine bunları düşünüyordum. İki yıldır bu sürecin içinde olmama rağmen verdiği fiziksel rahatsızlık hissi hiç azalmamıştı fakat ben günbegün olgunlaşıyordum ve artık amacımı düşündüğüm zamanların sayısı artıyordu. Normal bir ergen gibi bende saçma sapan aile sorunları ve sevgili kaprisleri ile oyalanmayı isterdim diye düşünürdüm ilk zamanlar henüz 13 yaşında bir çocuk için yapılabilecek şeyler bunlardı ve bir de dersler konusunu dünyanın en önemli meselesi haline getirmek… şimdi 15 yaşındaki halime bakıyorum ve düşünüyorum iki yıl beni bu hale getirebildiyse kim bilir ilerde nasıl olacağım… bunları düşünürken bizim portakal yavaş yavaş ortadan kayboluyordu. Portakal ben ve arkadaşlarım arasında güneş e taktığımız bir lakaptır. Sürekli güneşten bahsedince etraftan gelen tepkiler üzerine (ki günde en az 10 defa konusu açılıyor) portakal demeye başladık güneşe ve artık herkes portakalın şişman ve tıfıl bir arkadaş olduğunu sanıyor.
“portakalın gelmesini bekliyorum”
“bugün portakal ile görüşeceğim”
“geçen yine portakalla otururken” vb…
Ve beklediğim ad geldi yine…Güneş ışıkları vücudumdan çekildiği anda vücudumda da değişiklikler başladı… her zamanki gibi önce titreme daha sonra da müthiş bir acı… öyle yoğun bir acı ki yeryüzündeki bütün kılıçlar bütün mızraklar aynı anda size saplanmış gibi hissedeceğiniz türden… durduğum yerde bu acıyı bastırdım vazifemi düşünerek ve acı geçtiğinde arkama bıraktığım sırt çantamdan özel kıyafetlerimi alıp hemen üstüme geçirdim ve tek bir hareketle değişim için çıkardığım günlük kıyafetimi çatıdaki özel bölmeye koydum.
Yıllardır süregelen bu lanette bugün benim günümdü. Cumartesi… ve ben yine gece bekçilerinin tek dişi elemanı geceye uçmaya hazırdım…
Küçük ilçenin en yüksek binasının çatısındaydım. Güneşin batışını ve havanın çilekli puding rengine dönüşmesi izlemek en çok hoşuma giden şeydi. Uzak da olsa sorumluluklarını ve kendini düşünmeden yaşamın tadını çıkarmak bazen bizlerin de en çok özlediği şeylerdi…
Bulunduğum ilçe küçük bir ilçedir nüfuz 10.000 i geçmez ve yazları sıcak ve kurak kışları soğuk ve yağışlı tipik karasal iklim özellikleri taşıyan şirin bir ilçe… insanları ise dışarıdan bakıldığında normal hayatlarına devam eden aileleri için çabalayıp çalışan insanlar… önceleri tarım ve hayvancılık gibi işlerle uğraşmış ve devlet dairelerinin sayısı çoğalınca memurluğa yönelmiş insanlarımız… fazla göç almamasına rağmen diğer kültürlere çok da yabancı değil insanlarımız ve sıcakkanlı yapıları ile hemen benimsenirler.
İşte böyle bir ilçede doğup büyüdüm ben. Ailem akrabalarım ve arkadaşlarım tanıdığım ve güvendiğim herkes doğduğumdan beri yanımdadır. Ne zaman başım sıkışsa her zaman birilerinin yanımda olduğunu bilirim ve sevdiklerim… onlara asla zarar gelmesine izin vermem… vermeyiz.
Cumartesi haftanın en sevilen günüdür. Aileler piknik yapmak için, çalışanlar gezmek için öğrenciler tatil için hep cumartesi gününü beklerler. Haftanın en sevilen gününün benim için en berbat zamanlar olduğu düşüncesi ne ironik…
Çatı katında kimsenin beni göremeyeceği bir yerde olması gereken değişimimi beklerken yine bunları düşünüyordum. İki yıldır bu sürecin içinde olmama rağmen verdiği fiziksel rahatsızlık hissi hiç azalmamıştı fakat ben günbegün olgunlaşıyordum ve artık amacımı düşündüğüm zamanların sayısı artıyordu. Normal bir ergen gibi bende saçma sapan aile sorunları ve sevgili kaprisleri ile oyalanmayı isterdim diye düşünürdüm ilk zamanlar henüz 13 yaşında bir çocuk için yapılabilecek şeyler bunlardı ve bir de dersler konusunu dünyanın en önemli meselesi haline getirmek… şimdi 15 yaşındaki halime bakıyorum ve düşünüyorum iki yıl beni bu hale getirebildiyse kim bilir ilerde nasıl olacağım… bunları düşünürken bizim portakal yavaş yavaş ortadan kayboluyordu. Portakal ben ve arkadaşlarım arasında güneş e taktığımız bir lakaptır. Sürekli güneşten bahsedince etraftan gelen tepkiler üzerine (ki günde en az 10 defa konusu açılıyor) portakal demeye başladık güneşe ve artık herkes portakalın şişman ve tıfıl bir arkadaş olduğunu sanıyor.
“portakalın gelmesini bekliyorum”
“bugün portakal ile görüşeceğim”
“geçen yine portakalla otururken” vb…
Ve beklediğim ad geldi yine…Güneş ışıkları vücudumdan çekildiği anda vücudumda da değişiklikler başladı… her zamanki gibi önce titreme daha sonra da müthiş bir acı… öyle yoğun bir acı ki yeryüzündeki bütün kılıçlar bütün mızraklar aynı anda size saplanmış gibi hissedeceğiniz türden… durduğum yerde bu acıyı bastırdım vazifemi düşünerek ve acı geçtiğinde arkama bıraktığım sırt çantamdan özel kıyafetlerimi alıp hemen üstüme geçirdim ve tek bir hareketle değişim için çıkardığım günlük kıyafetimi çatıdaki özel bölmeye koydum.
Yıllardır süregelen bu lanette bugün benim günümdü. Cumartesi… ve ben yine gece bekçilerinin tek dişi elemanı geceye uçmaya hazırdım…
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Minako-chan
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
amanın naptın müdür ya ...
pardon ben yazım hatası göremedim yada hakikaten kendimi kaptırdım fark etmedim.
Vampir dimi bu körolmayasıca
Sarımsakları hazırlayın millet bu kıs bizide yiyecek...
Neyse ki ben ( usagi ), istanbuldayım buraya gelmez sanırım küçük kasabada takılsın bu
korkarım ben ya
pardon ben yazım hatası göremedim yada hakikaten kendimi kaptırdım fark etmedim.
Vampir dimi bu körolmayasıca
Sarımsakları hazırlayın millet bu kıs bizide yiyecek...
Neyse ki ben ( usagi ), istanbuldayım buraya gelmez sanırım küçük kasabada takılsın bu
korkarım ben ya
Spoiler:
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): kai suzuke
Annemin sesini duyar duymaz uyandım. Fakat yatak öyle bir çekiyordu ki o mıknatıs ben demir sanki… uyandığım halde yataktan kalkmamak benim için dünyadaki en büyük zevklerden biriydi. Bacaklarımı uzatıp çekerek ve kollarımı hareket ettirerek yatakta hareket etmek ve bir beş dakika daha izinli olduğunu bilmek müthiş huzurlu hissettiriyordu. Annem mutlaka bir beş dakika erken seslenirdi huyumu bildiği için. Ve ben beş dakika boyunca kendime uyanmam gerektiğini hatırlatıp kalkardım.
O gün yine her zamanki gibi yataktan çıkıp banyoya geçtim. Her gün mutlaka banyo yapmak zorundaydım. Kısa sürede bir duş alıp çıktım ve odama geçerek okul üniformasını üzerime geçirdim. Renklerinden nefret etsem de (İskoç etekleri gibi) mecbur her gün giyiyordum. Mutfağa geçtim ve babamı işittim. Yeni bir toplantı yapılacağından bahsediyordu. Son zamanlarda çok sık toplantı yapmaya başlamıştık. Ağzımdan çıkan “of” sesine engel olamadım. Arkasını döndüğünde kabullenmiş bir ifade ile babama baktım. Hiçbir şey söylemedi. Annem hemen araya girerek kahvaltı edip etmeyeceğimi sordu cevabımı bile bile. Hiçbir zaman kahvaltı etmezdim ki…
evden aceleyle çıktım ve kulaklıklarımı takarak müzik dinlemeye başladım. Evimin ilerisindeki uzun bayıra geldiğimde sırtını direğe yaslamış, yüzünde hafif bir tebessüm miraç ı gördüm. Yanına yürüyüp “ne haber gerzek” dedim. Sırıtışı genişlendi ve “selam tosbacık” diyerek cevap verdi.” Portakal ile görüşmen nasıl gitti” kendimden emin gülümsedim “her zamanki gibi iyiydi. Abartılacak bir durum yok” miraç ise “abartan sensin tosbacık hadi hızlan biraz yoksa müdürden fırçayı seninle birlikte yemek zorunda kalacağım rencide olmak istemeyiz değil mi?” hızlı hızlı yürüyerek okulun bahçesine geldik. Saate bakıp zil için on dakika erken olduğunu gördüm. Atatürk büstünün önünde beklemeye başladık.
Miraç dün izlediği film hakkında konuşuyordu. Ben ise herhangi bir konu hakkında konuşmaya çekiniyordum. Sürekli her lafıma bir yorumu olan ve beni aşağılamayan çalışan bir hıyarla ne konuşabilirdim ki. Diğerlerinin gelip beni kurtarmalarını bekliyordum. Sıkıldığımı anlıyordu ve bu onu daha da eğlendiriyordu. Bazen bu tavrının dış görünüşünden kaynaklandığını düşünüyordum. Oldukça hoştu ve her zaman bakımlıydı. Tırnaklarının uzadığını ya da saçının bir an bozulduğunu görmemiştim. Elleri için krem dudakları için stick kullanırdı ve bir gün kendimi tutamayıp “keşke cinsiyetlerimiz farklı olsaydı sen kız ben erkek olsaydım” demiştim. Dünya yakışıklı bir erkek kaybederdi ve güzel bir kız kazanırdı demişti. Sonra muzip muzip bakıp “sen boşuna düşünme bir değişikliğe uğramazdın zaten” demişti. Tam ayağa kalkmıştım ki (girişeceğimi sesmiş olmalıydılar) sami omzumdan tutup yerime oturtmuştu. Kafamı diğerlerine çevirdiğimde herkesin kendini tuttuğunu görmüştüm. Gülmemeye çalışıyorlardı.Hayatımda ilk defa o zaman herkese arkamı dönmek istemiştim. Koşarak eve gelip hıçkırarak ağlamıştım. O akşam hepsi de en sevdiğim yemeklerden alıp evime gelmişlerdi.söz konusu yemek olunca dayanamadığımı biliyorlardı ya da annem ispiyonlamıştı. Hep birlikte özür konuşması yaptılar miraç ise “bak ufaklık ağabeylere küsülmez ben ne dersem diyim alınmaca yok” demişti.o zamandan sonra ne kadar kavga etsek de hiç birine küsmedim. Ara sıra kendimi tutamayıp bir tane patlattığım oluyordu ama yine de her kavga tatlıya bağlanıyordu. Belki de aralarındaki en küçük ben olduğum için çıkışlarımı mazur görüyorlardı. Ben ise zamanla sevmeye başladım arkadaşlarımı. Her ne kadar arkadaşlarımı kendim seçmek istemiş ve seçememişsem de idare etmeyi öğrenmiştim.
. Bazen de şöyle düşünüyorum. Onların yaşlarındaki erkekler aklı bir karış havada gezerken doğruklarından itibaren sıkı bir çalışma ve sorumluluk duygusu ile yetişmişler kendilerini başkalarının yaşamına adamışlardı. Ara sıra eğlenmeleri için bana takılmalarına izin verebilirdim. Bu durumdan her ne kadar nefret etsem de bunca uğraşlarının ve sıkıntılarının arasında yapılan ufak şakaların kinini tutmamalıydım.
Yine sabır çekerek gurubun diğer üyelerini beklemeye başladım çok geçmeden sami, emin ve Gökhan okul kapısında belirdiler.”geciktiniz” diye bağırdım miraç bir kahkaha koyverdi. Yanımıza geldiklerinde zil çalmıştı ve ben guruptan ayrılarak kendi sınıfımdaki sırama geçtim.
O gün yine her zamanki gibi yataktan çıkıp banyoya geçtim. Her gün mutlaka banyo yapmak zorundaydım. Kısa sürede bir duş alıp çıktım ve odama geçerek okul üniformasını üzerime geçirdim. Renklerinden nefret etsem de (İskoç etekleri gibi) mecbur her gün giyiyordum. Mutfağa geçtim ve babamı işittim. Yeni bir toplantı yapılacağından bahsediyordu. Son zamanlarda çok sık toplantı yapmaya başlamıştık. Ağzımdan çıkan “of” sesine engel olamadım. Arkasını döndüğünde kabullenmiş bir ifade ile babama baktım. Hiçbir şey söylemedi. Annem hemen araya girerek kahvaltı edip etmeyeceğimi sordu cevabımı bile bile. Hiçbir zaman kahvaltı etmezdim ki…
evden aceleyle çıktım ve kulaklıklarımı takarak müzik dinlemeye başladım. Evimin ilerisindeki uzun bayıra geldiğimde sırtını direğe yaslamış, yüzünde hafif bir tebessüm miraç ı gördüm. Yanına yürüyüp “ne haber gerzek” dedim. Sırıtışı genişlendi ve “selam tosbacık” diyerek cevap verdi.” Portakal ile görüşmen nasıl gitti” kendimden emin gülümsedim “her zamanki gibi iyiydi. Abartılacak bir durum yok” miraç ise “abartan sensin tosbacık hadi hızlan biraz yoksa müdürden fırçayı seninle birlikte yemek zorunda kalacağım rencide olmak istemeyiz değil mi?” hızlı hızlı yürüyerek okulun bahçesine geldik. Saate bakıp zil için on dakika erken olduğunu gördüm. Atatürk büstünün önünde beklemeye başladık.
Miraç dün izlediği film hakkında konuşuyordu. Ben ise herhangi bir konu hakkında konuşmaya çekiniyordum. Sürekli her lafıma bir yorumu olan ve beni aşağılamayan çalışan bir hıyarla ne konuşabilirdim ki. Diğerlerinin gelip beni kurtarmalarını bekliyordum. Sıkıldığımı anlıyordu ve bu onu daha da eğlendiriyordu. Bazen bu tavrının dış görünüşünden kaynaklandığını düşünüyordum. Oldukça hoştu ve her zaman bakımlıydı. Tırnaklarının uzadığını ya da saçının bir an bozulduğunu görmemiştim. Elleri için krem dudakları için stick kullanırdı ve bir gün kendimi tutamayıp “keşke cinsiyetlerimiz farklı olsaydı sen kız ben erkek olsaydım” demiştim. Dünya yakışıklı bir erkek kaybederdi ve güzel bir kız kazanırdı demişti. Sonra muzip muzip bakıp “sen boşuna düşünme bir değişikliğe uğramazdın zaten” demişti. Tam ayağa kalkmıştım ki (girişeceğimi sesmiş olmalıydılar) sami omzumdan tutup yerime oturtmuştu. Kafamı diğerlerine çevirdiğimde herkesin kendini tuttuğunu görmüştüm. Gülmemeye çalışıyorlardı.Hayatımda ilk defa o zaman herkese arkamı dönmek istemiştim. Koşarak eve gelip hıçkırarak ağlamıştım. O akşam hepsi de en sevdiğim yemeklerden alıp evime gelmişlerdi.söz konusu yemek olunca dayanamadığımı biliyorlardı ya da annem ispiyonlamıştı. Hep birlikte özür konuşması yaptılar miraç ise “bak ufaklık ağabeylere küsülmez ben ne dersem diyim alınmaca yok” demişti.o zamandan sonra ne kadar kavga etsek de hiç birine küsmedim. Ara sıra kendimi tutamayıp bir tane patlattığım oluyordu ama yine de her kavga tatlıya bağlanıyordu. Belki de aralarındaki en küçük ben olduğum için çıkışlarımı mazur görüyorlardı. Ben ise zamanla sevmeye başladım arkadaşlarımı. Her ne kadar arkadaşlarımı kendim seçmek istemiş ve seçememişsem de idare etmeyi öğrenmiştim.
. Bazen de şöyle düşünüyorum. Onların yaşlarındaki erkekler aklı bir karış havada gezerken doğruklarından itibaren sıkı bir çalışma ve sorumluluk duygusu ile yetişmişler kendilerini başkalarının yaşamına adamışlardı. Ara sıra eğlenmeleri için bana takılmalarına izin verebilirdim. Bu durumdan her ne kadar nefret etsem de bunca uğraşlarının ve sıkıntılarının arasında yapılan ufak şakaların kinini tutmamalıydım.
Yine sabır çekerek gurubun diğer üyelerini beklemeye başladım çok geçmeden sami, emin ve Gökhan okul kapısında belirdiler.”geciktiniz” diye bağırdım miraç bir kahkaha koyverdi. Yanımıza geldiklerinde zil çalmıştı ve ben guruptan ayrılarak kendi sınıfımdaki sırama geçtim.
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Minako-chan
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): bezgin
Okulumuz 300 kişilik bir okul hemen hemen herkesin birbirini tanıdığı türdendi. Arada kavga çıkar hareketlilik olurdu yada müdür bir şeye sinirlenir “eşek herifler” diye bağırırdı. Sadece bizim gruba laf gelmezdi. Hiç kimse sesini çıkarmazdı çünkü ideal bir gruptuk. En inekleri bendim zaten diğerleri de kişilikleri ve efendilikleri ile meşhurdu. Gökhan tam bir asildi, resmiyet ve ciddiyete çok önem verirdi ve bir bayana (ben de olsam) her zaman çok kibar davranırdı. Koyu kahve saçları ve kısık, zeytin yeşili gözleri, yanık buğday teni ile film aktörlerine benzerdi. Bunlara bir de uzun bir boy ve biçimli bir vücut eklenince idol olması kaçınılmazdı. Her seferinde kapıdan gelip gözükmesine rağmen yine de kimse alışamamıştı Gökhan’a. Bazen bu durum beni çok eğlendirdi. Kıs kıs gülmekten kendimi alamazdım çünkü farklı tepkiler duyabiliyordum. İç çekme sesleri ve nefes verme sesleri birbirine karışıyordu. Gökhan ise umurunda değilmiş gibi davranırdı fakat ben biliyordum ki 17 yaşındaki her erkek gibi onun da hoşuna gidiyordu. Sami ise her babanın sahip olmak istediği bir evlattı, becerikli kendinden emin güvenilir duruşuyla hep özenilen erkek modeli oluşturuyordu. İri vücudu kumral saçları ve mavi gözleriyle çok babacan ve merhametliydi. Bir o kadar da duygusaldı.arada türküler söylerdi bize yada eski zamanlara ait hikayeler anlatırdı. Hüzünlü bir olayda hemen gözleri dolardı ve beyaz tenli olduğu için hemen kızarırdı. En çok rahatsız olduğu durum da buydu. Tabi kimse dalga geçmeye cüret edemezdi. Miraç ise soğuk duruşu ve tavırlarıyla öğretmenlerin bile çekindiği birisiydi. Esmer, geniş omuzlu, koyu renk gözlü, bakanları korkutan bir özelliği vardı. Normal baktığında bile çekinirlerdi. Hiç anlayamıyordum. Bu kadar ürkütücü görünen birisi nasıl bu kadar popüler olabiliyordu. Emin ise gurubun en tatlı en şeker üyesiydi. Dik ve karmaşık siyah saçları, kocaman kahverengi gözleri ve bebeksi bir yüzü vardı. Durup dururken güldürebilirdi sizi ve benim gruba adapte olmamı en çok o sağlamıştı. En bıktığım zamanlarda bile emin i göreceğim diye gidiyordum yanlarına. Tüm bu özelliklerinin yanı sıra insanlarla aralarındaki mesafeleri hep korurlardı.
Her ders arası Gökhan yanıma gelirdi beni sınıftan alır doğruca bahçedeki her zamanki yerimize götürürdü. Canım sıkılmasın diye her an yanımda olurlardı sadece ders zamanı yalnız kaldığımı hissederdim. Sanırım bu nedenle derslerde çok başarılıydım. Çünkü konuşacak veya takılacak kimse olmazdı yanımda.
Yine ders bitiminde kapıda gökhanı gördüm. Göz göze gelince gülümseyerek göz kırptı. Çabucak yerimden kalkıp yanına gittim. Sonrada birlikte arka bahçeye geçtik. Emin miraç ve sami bizi bekliyorlardı. Sami elindeki çayı bana vererek” yorgun görünüyorsun” dedi. Mavi gözlerinde merak ve ilgi vardı. Diğerleri de bana doğru bakınca rahatsız oldum. Klasik bir “yoo” cevabı verdim. Haklıydı bu hafta çok yorulmuştum. Geçirdiğim en yoğun cumartesilerden biriydi ve sorumluluğumun altında ezilmekten korkuyordum. Son zamanlarda işittiğim sözler de cabasıydı. Bunları düşünürken bile suçlu hissediyordum. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettim. Emin kolunu omzuma attı ve yüzüne ciddi bir ifade oturtmaya çalıştı“ miraç ne konuşmuştuk seninle” dedi. Birden herkes miraç a baktı. Miraç önce onlara sonra bana bakıp ellerini kaldırarak “bu sefer ben masumum” dedi.O anda kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Anlam verememişlerdi fakat sami nin bakışlarındaki ciddiyeti görebiliyordum. Her gün “bu gurupta ne işim var” dediğimi biliyordu “erkek olmam gerekirdi” dediğimi de ya da doğumum sırasında cinsiyetim öğrenilince herkesin kahrolduğunu bildiğimi de biliyordu.sonuçta yaptığım iş bir erkek işiydi ve ben maalesef bir kızdım basit sıradan bir kız… Ama sorumluluğumun bilincinde olduğumu ve tanıdığım herkesi ne kadar sevdiğimi de biliyordu. Vazgeçmemeyi umut ettiğim gibi o da umut ediyor ve bana güveniyordu. Bu laneti beraber yok edeceğimize inanıyordu…
yeni seneniz hayırlı olsun:)))
Her ders arası Gökhan yanıma gelirdi beni sınıftan alır doğruca bahçedeki her zamanki yerimize götürürdü. Canım sıkılmasın diye her an yanımda olurlardı sadece ders zamanı yalnız kaldığımı hissederdim. Sanırım bu nedenle derslerde çok başarılıydım. Çünkü konuşacak veya takılacak kimse olmazdı yanımda.
Yine ders bitiminde kapıda gökhanı gördüm. Göz göze gelince gülümseyerek göz kırptı. Çabucak yerimden kalkıp yanına gittim. Sonrada birlikte arka bahçeye geçtik. Emin miraç ve sami bizi bekliyorlardı. Sami elindeki çayı bana vererek” yorgun görünüyorsun” dedi. Mavi gözlerinde merak ve ilgi vardı. Diğerleri de bana doğru bakınca rahatsız oldum. Klasik bir “yoo” cevabı verdim. Haklıydı bu hafta çok yorulmuştum. Geçirdiğim en yoğun cumartesilerden biriydi ve sorumluluğumun altında ezilmekten korkuyordum. Son zamanlarda işittiğim sözler de cabasıydı. Bunları düşünürken bile suçlu hissediyordum. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettim. Emin kolunu omzuma attı ve yüzüne ciddi bir ifade oturtmaya çalıştı“ miraç ne konuşmuştuk seninle” dedi. Birden herkes miraç a baktı. Miraç önce onlara sonra bana bakıp ellerini kaldırarak “bu sefer ben masumum” dedi.O anda kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Anlam verememişlerdi fakat sami nin bakışlarındaki ciddiyeti görebiliyordum. Her gün “bu gurupta ne işim var” dediğimi biliyordu “erkek olmam gerekirdi” dediğimi de ya da doğumum sırasında cinsiyetim öğrenilince herkesin kahrolduğunu bildiğimi de biliyordu.sonuçta yaptığım iş bir erkek işiydi ve ben maalesef bir kızdım basit sıradan bir kız… Ama sorumluluğumun bilincinde olduğumu ve tanıdığım herkesi ne kadar sevdiğimi de biliyordu. Vazgeçmemeyi umut ettiğim gibi o da umut ediyor ve bana güveniyordu. Bu laneti beraber yok edeceğimize inanıyordu…
yeni seneniz hayırlı olsun:)))
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Minako-chan
1. sayfa (Toplam 18 sayfa) [ 259 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |