Gölge Göleti (Kage Ike) |
Sailor Moon Forum -> Fanart ve Fanfic |
Yazar
Mesaj
KARAKTER SINIRI NEDENİYLE DİĞER BÖLÜMLER İÇİN KONUUYU GÖZDEN GEÇİRİNİZ. ŞU AN 6 BÖLÜM YAYINLANMIŞTIR.
Yani inşallah daha önce burada yayınlamamışımdır. Yayınlamadım diye hatırlıyorum XD Gerilim türünde yazmaya çalışıyorum. Birkaç forumda paylaşmıştım bunu. İlk ciddi yazdığımdı. Teşekkürler. Baya uzun ama XD Birde karakter sınırı varmış fkdjghkdjghks 6. bölüm var işte. Okunursa falan koyarım, diğer forumlarda bulursanız oralardan da okuyabilirsiniz XD Yorumlarınızı önemsiyorum. Teşekkürler.
Bölüm 1 : Giriş
Bölüm 2 : Ev Sahibi
Bölüm 3 :Yaşamak
Bölüm 4 : Korku
Bölüm 5 : Korku - 2
Yani inşallah daha önce burada yayınlamamışımdır. Yayınlamadım diye hatırlıyorum XD Gerilim türünde yazmaya çalışıyorum. Birkaç forumda paylaşmıştım bunu. İlk ciddi yazdığımdı. Teşekkürler. Baya uzun ama XD Birde karakter sınırı varmış fkdjghkdjghks 6. bölüm var işte. Okunursa falan koyarım, diğer forumlarda bulursanız oralardan da okuyabilirsiniz XD Yorumlarınızı önemsiyorum. Teşekkürler.
Bölüm 1 : Giriş
Spoiler:
İnsanlar... Dünya üzerinde yaşayan, küçük görünen ancak düşünemeyeceğimiz kadar büyük olan dünyalar gibidirler. Her insan kendi hayatının baş rolündedir. Canı yanar, mutlu olur, arkadaşları vardır ya da yoktur. Şu kocaman evrende bir toz zerresinden bile daha küçük olan insanlar... Bütün bu evreni ve insanları barındıran hayat nehri... Ve ölüm... Hayat belkide ölüme giden yol... Hayat hem bizim hem de bizim değil.
Ölüme giden hayat nehrinin bir çok kanalı vardır. Hayat nehri ölüme doğru giderken dallanır budaklanır, yer altına iner ya da gökyüzüne doğru fışkırır. Hayat nehrine ait her su kanalı, bir insan hayatıdır. Bu kanallardan geçen su kirli de olabilir, baktığınızda kalbinizden geçenleri dahi görebileceğiniz kadar berrak da olabilir. Ya da içerisinde bir ceset yol alıyordur. Ne var ki şu bir gerçek: ne olursa olsun kesin olarak bizi gideceğimiz yere götüren ya da götürecek olan tek yol hayat nehridir. Ne kadar canınız yanarsa yansın, suyunuz çamurlaşsın kesinlikle ölüme ulaşırsınız. İstesenizde istemesenizde. Huzurla yada korkuyla...
Anlatacağım olaylar bir gölette geçiyor. Hayat nehrinden ayrılıp ölüme doğru yola çıkan bir insan topluluğunun bir araya gelerek oluşturduğu bir gölet. Genelde göletlerdeki su ölüme hep ağır ağır ilerler. Çünkü bir arada olan insanlar mutludur. Hayatları kısa dahi olsa onlara uzun gelir. Fakat bu göletteki su çok hızlı bir şekilde hareket ediyor. Kurtulmak istercesine. Acaba neden? Belkide içinde yüzen ve berrak rengini kırmızıya boyayan cesetten hemen kurtulmak istiyordur. Belkide içerisindeki insanlar o kadar acı çekmiş, çekiyor yada çekecektir ki hemen ölüme ulaşmak istiyordur.
Artık kan kırmızısı yansımaya bakalım ve olayları başlatalım. Küçük bir kasaba. Her yerde çiçekler, çocuklar, kelebekler ve kediler... Evler gayet şirin. Fakat her gözde acı ve endişe var. Her kalpte sevdiklerini kaybetme korkusu, dehşet var. Ayrıca bu kasabanın tam ortasında olan evin yaydığı negatif enerji. Eski bir ev. Ancak içerisinde ne bir örümcek ne de bir başka canlı. Ağır rahatsız edici bir koku. Bu ev hayat nehrinin buradaki insanlar içi akıttığı suyun geçtiği dar bir bölge. İnsanlar bu eve yaklaştığında nehirleri daraldığından kalpleri daralır, korkuya kapılırlar. Çok eski olduğundan sanırım tarihi eser konumunda. Hem bu yüzden hem de bu korkunun verdiği acıyla bu ev hâlâ yaşıyor. Orta büyüklükte bir bahçesi ve bahçede küçük bir masa var. Masanın çevresinde küçük tabureler. Eski ama tozlu değil. Sanki her gün birisi gelip tozunu alıyormuş gibi. Sanki bu evi bir şeye hazırlıyormuş gibi. Sanırım kimse yaşamıyor. Ama bir dakika, madem kimse yaşamıyor, peki tüm taburelerin üzerinde sadece rüzgar olmasına rağmen sokak lambalarıyla beraber taburenin üzerine oturuyormuş gibi görünen geceden bile daha karanlık olan bu gölge kime ait?
Ölüme giden hayat nehrinin bir çok kanalı vardır. Hayat nehri ölüme doğru giderken dallanır budaklanır, yer altına iner ya da gökyüzüne doğru fışkırır. Hayat nehrine ait her su kanalı, bir insan hayatıdır. Bu kanallardan geçen su kirli de olabilir, baktığınızda kalbinizden geçenleri dahi görebileceğiniz kadar berrak da olabilir. Ya da içerisinde bir ceset yol alıyordur. Ne var ki şu bir gerçek: ne olursa olsun kesin olarak bizi gideceğimiz yere götüren ya da götürecek olan tek yol hayat nehridir. Ne kadar canınız yanarsa yansın, suyunuz çamurlaşsın kesinlikle ölüme ulaşırsınız. İstesenizde istemesenizde. Huzurla yada korkuyla...
Anlatacağım olaylar bir gölette geçiyor. Hayat nehrinden ayrılıp ölüme doğru yola çıkan bir insan topluluğunun bir araya gelerek oluşturduğu bir gölet. Genelde göletlerdeki su ölüme hep ağır ağır ilerler. Çünkü bir arada olan insanlar mutludur. Hayatları kısa dahi olsa onlara uzun gelir. Fakat bu göletteki su çok hızlı bir şekilde hareket ediyor. Kurtulmak istercesine. Acaba neden? Belkide içinde yüzen ve berrak rengini kırmızıya boyayan cesetten hemen kurtulmak istiyordur. Belkide içerisindeki insanlar o kadar acı çekmiş, çekiyor yada çekecektir ki hemen ölüme ulaşmak istiyordur.
Artık kan kırmızısı yansımaya bakalım ve olayları başlatalım. Küçük bir kasaba. Her yerde çiçekler, çocuklar, kelebekler ve kediler... Evler gayet şirin. Fakat her gözde acı ve endişe var. Her kalpte sevdiklerini kaybetme korkusu, dehşet var. Ayrıca bu kasabanın tam ortasında olan evin yaydığı negatif enerji. Eski bir ev. Ancak içerisinde ne bir örümcek ne de bir başka canlı. Ağır rahatsız edici bir koku. Bu ev hayat nehrinin buradaki insanlar içi akıttığı suyun geçtiği dar bir bölge. İnsanlar bu eve yaklaştığında nehirleri daraldığından kalpleri daralır, korkuya kapılırlar. Çok eski olduğundan sanırım tarihi eser konumunda. Hem bu yüzden hem de bu korkunun verdiği acıyla bu ev hâlâ yaşıyor. Orta büyüklükte bir bahçesi ve bahçede küçük bir masa var. Masanın çevresinde küçük tabureler. Eski ama tozlu değil. Sanki her gün birisi gelip tozunu alıyormuş gibi. Sanki bu evi bir şeye hazırlıyormuş gibi. Sanırım kimse yaşamıyor. Ama bir dakika, madem kimse yaşamıyor, peki tüm taburelerin üzerinde sadece rüzgar olmasına rağmen sokak lambalarıyla beraber taburenin üzerine oturuyormuş gibi görünen geceden bile daha karanlık olan bu gölge kime ait?
Bölüm 2 : Ev Sahibi
Spoiler:
Güneş doğuyor. İnsanlar uykuda. Gençler okula, yetişkinler ise işlerine gidecekler. Kediler etrafa yayılmaya başladılar. Şu an herkes için uyanma vakti. Ya da değil. Eski ev sanki güneş doğdukça daha derin bir uykuya dalıyor. Gece taburelerde oturan gölge gitmiş. Sadece gölge... Vücut veya varlık olmaksızın.
Bu kasabadaki insanlar hep endişelidir. Evet bazı insanlar doğuştan endişe ve korkuyla sarılmıştır. Ama hayat nehri öyle bir nehirdir ki insanlara bir an dahi olsa bu keder kurtuldukları anlar oluşturur. Sanırım bu an da o anlardan bir tanesi. Bir grup arkadaş ve okula gitme telaşı. Gerçekten de her şeyi unutmuş gibiler.
-HĞAAAAAA!!! Okuldan nefret ediyorum. Benim tatlı uykum. Benim uykum benim tatlı uykum!!!
-Sarah kes mızmızlanmayı, erken yat diyorum sana. Acele et geç kalacağız. YİNE!
Bir evin önünde toplanan 10 kız. Bağrışıp duruyorlar. Her şeyi unutmuş, bugünün onlara getireceği şeyden habersiz bir şekilde. Ya da geleceğin...
Karşıdan 3 delikanlı geliyor. Biri esmer, birisi siyah saçlı ve iri iri ve ortadaki ise ikisinden de uzun olan... Sarı saçlı mavi gözlü... Bu çocuk unutmuşa benzemiyor. Kalbinde hâlâ aynı keder ve korku var. Gözlerinde aynı dehşet sahneleri.
Bugün güneş neşeli. Fakat bu neşe olumlu mu olumsuz mu bilemeyeceğim. Öyle bir neşe ki gölgeler oluşmaya şimdiden başladı. Bu kasaba düşündüğünüzden daha garip olabilir.
Zar zor da olsa artık hazırlar ve yola koyuluyorlar söylene söylene. Hâlâ mutlular ve endişelerini unutmuş durumdalar. Yakışıklı prensimiz hariç. İlerledikçe daha da artıyor endişesi. Onu korkutan ne? Her şey normal. İlerliyorlar. Fakat bu güzel anlar fazla sürmeyecek. İlerledikleri yoldan dönmeleri gerekiyor. O dolambaca ilerlerken hiç bir şeyi unutmamış olan gencin kalbi daha da bir korkuyla doluyor ve...
Olacak olan oluyor işte. Herkesin sabahleyin bugünün güzel geçeceği umuduyla kendi hayat nehirlerinden aldıkları suyla doldurdukları ve özenle kalplerinin en güzel köşesine koydukları o su dolu bardak yere düşüyor, kırılıyor. Acılarını tekrar hatırlıyorlar kederle. Herkesin gözünde can yakan yansımalar. Bir şeye bakıyorlar. Öyle bir şeye bakıyorlar ki bu şey onların nefes almalarına engel oluyor sanki. Bir süre öylece kalıyorlar. Karşılarında "O Ev" le birlikte. Neden bu ev o kadar korkunç? Direk kalplere yansıyor sanki. Çünkü hissedildiği ilk anda acı veriyor, karartıyor kalpleri.
Hızlı adımlarla geçiyorlar oradan ve okula varıyorlar. Normal bir gün...
-Okul Çıkışı-
-Selest! Hazırladığım dosya nerede? Eğer kayıp olmuşsa programa benim mezarımı kazmayı da eklemek zorunda kalırız!
-Aslında güzel bir program olabilirdi fakat dosya çantanda.
-Kendine ait bir şeyi ararken neden ilk başta çantana bakmıyorsun ki?
-Acele edin yine geç kalacağız. Hep geç kalıyoruz. Hep sizin yüzünüzden geç kalıyoruz. Bu gidişle adımız "Geç Kalanlar" olacak! Program yine aksadı zaten. Acele edin!
-Sakin ol Saki - chan! Yüzünü çok kasıyorsun. Yüzünde kırışıklıklar oluşabilir!
-Programımızda şu an kasabaya yeni taşınacak olan kişiyi karşılamak var. Bu yüzden terminale gidiyoruz. Ayrıca bu yüzden acele edin!
-Sakin Saki - chan!
Okuldan çıkıyorlar. Böyle kalabalık bir arkadaş topluluğu görmek nadirdir. Toplam 13 kişi. Terminale geliyorlar. Kıvırcık saçlı biraz da uykulu görünen sarışın kız bir pankart açıyor.
-"Kasabamıza yeni taşınan kişiii! Bu tarafa!" mı?
-Otobüs buraya geldiğinde bir sürü insan olacak. O kadar insanın içinden bizim aradığımız kişiyi nasıl bulacağız sanıyorsunuz? Acaba hangi eve taşınacak? Bizim evi yanındaki evin çaprazındaki eve mi, yoksa bizim evin kırk ev sağındaki evin arkasındaki eve mi?
Bekliyorlar. Acaba gelecekte burada olup o kişiyi bekledikleri andan kurtulmak isteyecekler mi? O kişiyi hiç tanımama arzusunda bulunacaklar mı? Çünkü artık geliyor. Geri dönüşü olmayan bir keder onları bekliyor.
Otobüs geldi. İnsanlar yavaş yavaş iniyorlar. Gerçekten de çok insan var. Bütün gözler pankarta bakıp onlara doğru gelecek olan kişiyi bekliyor. Eğer kaçmak istiyorsanız şimdi kaçmalısınız. Çünkü geliyor. Bundan sonra her şey olduğundan daha farklı olacak. En sonunda otobüsteki son kişinin adımı görülüyor. Artık kaçamazsınız.
Atmosfer değişiyor. Herkes bir garip hissediyor. Gördükleri manzara hem çok güzel hem de çok gizemli.
Bir kız. Aşağı yukarı onların yaşlarında gibi görünüyor. Ateş kızılı saçları ve daha önce hiç görmedikleri bir tonda yeşil gözleri var. Teni o kadar beyaz ki hasta olduğunu sanıyorsunuz. Saçları belinden de aşağı ve dümdüz. Pembe tonlarında bir elbise giymiş. Saçlarının örgüsü ve bu elbiseyle kesinlikle bir hanımefendiye benziyor. Fakat asıl gizemli olan... Gölgesi... Gölgesi şu an orada bulunanlardan bile daha karanlık. O kadar karanlık ki ilk başta sonsuz bir çukura benziyor. Bu gölgenin kasabada belirmesi üzerine diğer tüm gölgeler ürperiyor. Kız elinde bavuluyla sadece ufuğa bakıyor.
Sarah'ın uykusu kaçıyor birden ve fısıldıyor yanındaki sarışın delikanlıya:
-Arnold, sence bu... o mu?
Herkes bira ürkmüş durumda. Fakat O daha bir ürkmüş. Daha bir ürkmüş ki deniz gözleri sonuna kadar açılmış. Bu kızı sanki bir yerlerden tanıyor. Sanki bu hissi daha önce hissetmiş.
Bir kuş kadar hafif görünen kız öylece baktıktan sonra gözlerini kapatıyor. Bir şey dinliyormuşcasına. Sonra aniden başını ve gözlerini çeviriyor. Öyle bir çeviriyor ki bütün sessizlik alt üst oluyor. Gözlerini aniden çevirdiği mavi gözlere daha önceden bakmışcasına bakıyor. Herkes şaşırmış. Birbirine bakan iki çift göz... Evet yanılmıyorlar. Tabiat bu olaya daha önce de tanıklık etmişti. Öyle ki bu durum kan kırmızısı göletimiz içerisinde umutsuzca yüzen ve akıntıya kapılmayı bekleyen cesedi bile ürpertiyor. Bir ceset olsa bile...
Hayalet tipli kızımız en sonunda adımlar atmaya başlıyor. Herkes bir rüyadan çıkmışcasına tekrar irkiliyor. En sonunda hayalet, uykulu kıza elini uzatıyor ve bir ölünün tonunda olan konuşmasıyla ses telleri dans ediyor:
-Merhaba. Ben Alice. Sanırım beni bekliyordunuz.
Sarah bu atmosferden kurtulmak istiyor ve tüm neşesini salıyor:
-Merhaba! Kasabamıza yeni taşınan kişi sensin sanırım. Ben Sarah. Bunlarda... eee... Selest, Tina, Tinka, Saki, Lola, Momo, Erica, Lisa ve Cassandra. Bu yakışıklılar da Ronald, Jacop ve Arnold. Hoşgeldin! Tanıştığımıza çok memnun olduk!
-Ben de öyle. ...
- o zaman biz seni evine geçirelim ama bizlere tam olarak nereye taşınacağın söylenmedi.
-(Etrafa bakınarak) Buraya daha önceden gelmiştim. Doğrusu ben de resmi olarak adresini bilmiyorum. Ama yürüyebiliriz.
-Peki öyleyse. (Küçük bavulu süzer.) Mobilyaların ve diğer eşyaların daha sonra mı gelecek?
-Hayır. Onlar çoktan eve yerleştirildi. Beni bekliyorlar.
-(Şaşırmış bir şekilde.) Tamam öyleyse ilerleyelim. Yorulmuşsundur bavulunu alabiliriz. Casandra!
-Gerek yok benim tutmam daha güvenli.
Bu tuhaf konuşmadan sonra yürümeye başladılar. Böyle durumlarda Sara'ın neşe dolu kalbi çok işe yarıyor. Çünkü eminim ki başka hiç kimse onunla konuşmaya cesaret edemezdi. Herkes ne kadar tuhaf olduğunu düşünüyor. Yürüyüş boyunca Sarah bile konuşmuyor. Büyük bir sessizlik. Herkes öylece yola dikmiş gözlerini. Alice, sessizliği tekrar bozuyor ve:
-Burası.
Herkes görevlerini yerine getirmenin verdiği rahatlamayla başlarını kaldırrırken yaşayacakları acıdan habersiz. Eve baktıklarında birileri tam kalplerinden vuruyor sanki onları. Nasıl olur? Nehirleri darladıkça daralıyor. Tam kırılmış parçalarını onarmaya çalışırken kalplerinde kırılan bardaklarının, bardaklar tuzla buz oluyor. O kadar korkuyorlar ki gözlerine en büyük acıları yansıyor. Eşni öldüren bir baba, tam karşıda araba altında kalan bir kız kardeş, yetimhanede geçen acı günler, hastanelerdeki ölüm kokusu...
-Bir yanlış anlaşılma olmalı. Biz tekrar soralım istersen. Yani bu bu b burası olması mümkün değil!
Alice demir bahçe kapısına doğru ilerliyor. Sarah koluna yapışıyor:
-Ne yaptığını sanıyorsun? Geri çekil! Burası değil! Olamaz!
-Korkmanıza gerek yok. Eminim. Bana hiç değişmeyeceğine dair söz verildi. Sözde duruldu. Hiç değişmemiş. Teşekkür ederim. Artık gidebilirsiniz.
Bu tuhaf kelimeler karşısında delirecek noktaya geldiler. Saki:
-Sen ne saçmalıyorsun? Aklını mı kaçırdın. Daha fazla yaklaşma!
Alice bir süre baktı. Elini yavaşça cebine soktu ve bir şey çıkardı. Bu kırılmış gibi yarım bir kalp şeklinde siyah renkte bir tahta parçasıydı.
Bu ev sahibi olduğunun kanıtıydı. Çünkü demir kapının üstünde kalbin diğer yarısı vardı. Bir anahtar...
Sarah umutsuzca sıkıca kavradığı kolu bıraktı. Aklı almıyordu bir türlü. Bu nasıl olabilirdi?
-Tekrar teşekkür ederim. Artık uzaklaşın.
Eğer Alice'in gözlerine bakmaya devam ederlerse kötü bir şey olacak hissine kapılmışlardı. Arnold öylesine korkmuştu ki şaşıramamıştı bile. Alice kalp şeklindeki tahta parçasını diğerinin yanına yerleştirdi. Bu gerçekten de bir anahtardı. Kapı açılıyordu. Sarah artık dayanamazdı. Hızlı adımlarla orada uzaklaşmaya başladı. Tina:
-Sarah!
Sarah'a seslenirken istem dışı nefes nefese kaldığını fark etti. Son kez Alice'e baktı. Alice yavaşça bahçeye adım attı ve bahçe kapısını kapattı. Ne anlama geldiği anlaşılmayan bir bakıştan sonra eve doğru yürümeye başladı.
Sarah bayağı ilerlemişti. Saki titriyordu. Sarah'a baktı. Sonra peşinden koşmaya başladı. Koşarken haykırıyordu:
-Ne bekliyorsunuz?Görevimizi yaptık. Bugünki program bitti. Herkes evine!
Bunu üzerine herkes hızlı adımlarla dağılmaya başladı. Arnold bir an öldüğünü sandı. Fakat artık gitmeliydi. Daha fazla kalamazdı.
Evet Kage Kasabasındaki herkes endişelidir ve korkar. Umutsuzca acılarını unutacakları o tatlı anları beklerler. Beklerler çünkü yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Sadece beklerler ve korkarlar. Sadece korkarlar...
Güneş batıyor.Bir kabus olmadığını anladıkları bu olaydan sonra gençlerin kalpleri hâlâ karanlık. Yarın normal bir gün olmayacak. Bundan sonra hiçbir yarın normal olmayacak.
Güneş tamamen yeryüzünden silindi. Etraf karanlık. İnsanlar uykuda. Ya da uyumaya çalışıyorlar... O evde artık birisi yaşıyor. O evin ışığı yanıyor. İçeride birisi nefes alıyor. Alice öylece koltukta oturuyor. Evin içi dışarıdan göründüğünden daha büyük. İnsanda kaybolabileceği hissini uyandırıyor. Alice başını hafifçe kaldırıp gözleri kaydırıyor. Saat 9. Ayağa kalkıyor ve bahçeye çıkıyor. Yavaş hem de çok yavaş adımlarla o masaya doğru ilerliyor. Tüm sokak lambalarının aksine evin tam yanındaki masa ve küçük taburelere bakan sokak lambası şimdi yanmaya başlıyor. Işık kendini masada belli ettikçe yerdeki karanlık gölge daha da belirginleşiyor. Bu o gölge. Gerçekte taburede kimse oturmamasına rağmen, oturuyormuş gibi görünüyor. Bir kadın. Gölge yavaşça başını Alice'e çeviriyor. Alice bir süre baktıktan sonra tüy kadar hafif bir hareketle elini kaldırıyor ve taburelerde biri varmışcasına bakarak merhaba niyetine el sallıyor. Bunu üzerine yerdeki toprak hareketlenmeye başlıyor. Sanki, sanki birisi parmağıyla bahçe zeminine bir şeyler yazıyor. Önce çizgiler sonra harfler. En sonunda yerde bir kelime beliriyor:
-HOŞ GELDİN.
Bu kasabadaki insanlar hep endişelidir. Evet bazı insanlar doğuştan endişe ve korkuyla sarılmıştır. Ama hayat nehri öyle bir nehirdir ki insanlara bir an dahi olsa bu keder kurtuldukları anlar oluşturur. Sanırım bu an da o anlardan bir tanesi. Bir grup arkadaş ve okula gitme telaşı. Gerçekten de her şeyi unutmuş gibiler.
-HĞAAAAAA!!! Okuldan nefret ediyorum. Benim tatlı uykum. Benim uykum benim tatlı uykum!!!
-Sarah kes mızmızlanmayı, erken yat diyorum sana. Acele et geç kalacağız. YİNE!
Bir evin önünde toplanan 10 kız. Bağrışıp duruyorlar. Her şeyi unutmuş, bugünün onlara getireceği şeyden habersiz bir şekilde. Ya da geleceğin...
Karşıdan 3 delikanlı geliyor. Biri esmer, birisi siyah saçlı ve iri iri ve ortadaki ise ikisinden de uzun olan... Sarı saçlı mavi gözlü... Bu çocuk unutmuşa benzemiyor. Kalbinde hâlâ aynı keder ve korku var. Gözlerinde aynı dehşet sahneleri.
Bugün güneş neşeli. Fakat bu neşe olumlu mu olumsuz mu bilemeyeceğim. Öyle bir neşe ki gölgeler oluşmaya şimdiden başladı. Bu kasaba düşündüğünüzden daha garip olabilir.
Zar zor da olsa artık hazırlar ve yola koyuluyorlar söylene söylene. Hâlâ mutlular ve endişelerini unutmuş durumdalar. Yakışıklı prensimiz hariç. İlerledikçe daha da artıyor endişesi. Onu korkutan ne? Her şey normal. İlerliyorlar. Fakat bu güzel anlar fazla sürmeyecek. İlerledikleri yoldan dönmeleri gerekiyor. O dolambaca ilerlerken hiç bir şeyi unutmamış olan gencin kalbi daha da bir korkuyla doluyor ve...
Olacak olan oluyor işte. Herkesin sabahleyin bugünün güzel geçeceği umuduyla kendi hayat nehirlerinden aldıkları suyla doldurdukları ve özenle kalplerinin en güzel köşesine koydukları o su dolu bardak yere düşüyor, kırılıyor. Acılarını tekrar hatırlıyorlar kederle. Herkesin gözünde can yakan yansımalar. Bir şeye bakıyorlar. Öyle bir şeye bakıyorlar ki bu şey onların nefes almalarına engel oluyor sanki. Bir süre öylece kalıyorlar. Karşılarında "O Ev" le birlikte. Neden bu ev o kadar korkunç? Direk kalplere yansıyor sanki. Çünkü hissedildiği ilk anda acı veriyor, karartıyor kalpleri.
Hızlı adımlarla geçiyorlar oradan ve okula varıyorlar. Normal bir gün...
-Okul Çıkışı-
-Selest! Hazırladığım dosya nerede? Eğer kayıp olmuşsa programa benim mezarımı kazmayı da eklemek zorunda kalırız!
-Aslında güzel bir program olabilirdi fakat dosya çantanda.
-Kendine ait bir şeyi ararken neden ilk başta çantana bakmıyorsun ki?
-Acele edin yine geç kalacağız. Hep geç kalıyoruz. Hep sizin yüzünüzden geç kalıyoruz. Bu gidişle adımız "Geç Kalanlar" olacak! Program yine aksadı zaten. Acele edin!
-Sakin ol Saki - chan! Yüzünü çok kasıyorsun. Yüzünde kırışıklıklar oluşabilir!
-Programımızda şu an kasabaya yeni taşınacak olan kişiyi karşılamak var. Bu yüzden terminale gidiyoruz. Ayrıca bu yüzden acele edin!
-Sakin Saki - chan!
Okuldan çıkıyorlar. Böyle kalabalık bir arkadaş topluluğu görmek nadirdir. Toplam 13 kişi. Terminale geliyorlar. Kıvırcık saçlı biraz da uykulu görünen sarışın kız bir pankart açıyor.
-"Kasabamıza yeni taşınan kişiii! Bu tarafa!" mı?
-Otobüs buraya geldiğinde bir sürü insan olacak. O kadar insanın içinden bizim aradığımız kişiyi nasıl bulacağız sanıyorsunuz? Acaba hangi eve taşınacak? Bizim evi yanındaki evin çaprazındaki eve mi, yoksa bizim evin kırk ev sağındaki evin arkasındaki eve mi?
Bekliyorlar. Acaba gelecekte burada olup o kişiyi bekledikleri andan kurtulmak isteyecekler mi? O kişiyi hiç tanımama arzusunda bulunacaklar mı? Çünkü artık geliyor. Geri dönüşü olmayan bir keder onları bekliyor.
Otobüs geldi. İnsanlar yavaş yavaş iniyorlar. Gerçekten de çok insan var. Bütün gözler pankarta bakıp onlara doğru gelecek olan kişiyi bekliyor. Eğer kaçmak istiyorsanız şimdi kaçmalısınız. Çünkü geliyor. Bundan sonra her şey olduğundan daha farklı olacak. En sonunda otobüsteki son kişinin adımı görülüyor. Artık kaçamazsınız.
Atmosfer değişiyor. Herkes bir garip hissediyor. Gördükleri manzara hem çok güzel hem de çok gizemli.
Bir kız. Aşağı yukarı onların yaşlarında gibi görünüyor. Ateş kızılı saçları ve daha önce hiç görmedikleri bir tonda yeşil gözleri var. Teni o kadar beyaz ki hasta olduğunu sanıyorsunuz. Saçları belinden de aşağı ve dümdüz. Pembe tonlarında bir elbise giymiş. Saçlarının örgüsü ve bu elbiseyle kesinlikle bir hanımefendiye benziyor. Fakat asıl gizemli olan... Gölgesi... Gölgesi şu an orada bulunanlardan bile daha karanlık. O kadar karanlık ki ilk başta sonsuz bir çukura benziyor. Bu gölgenin kasabada belirmesi üzerine diğer tüm gölgeler ürperiyor. Kız elinde bavuluyla sadece ufuğa bakıyor.
Sarah'ın uykusu kaçıyor birden ve fısıldıyor yanındaki sarışın delikanlıya:
-Arnold, sence bu... o mu?
Herkes bira ürkmüş durumda. Fakat O daha bir ürkmüş. Daha bir ürkmüş ki deniz gözleri sonuna kadar açılmış. Bu kızı sanki bir yerlerden tanıyor. Sanki bu hissi daha önce hissetmiş.
Bir kuş kadar hafif görünen kız öylece baktıktan sonra gözlerini kapatıyor. Bir şey dinliyormuşcasına. Sonra aniden başını ve gözlerini çeviriyor. Öyle bir çeviriyor ki bütün sessizlik alt üst oluyor. Gözlerini aniden çevirdiği mavi gözlere daha önceden bakmışcasına bakıyor. Herkes şaşırmış. Birbirine bakan iki çift göz... Evet yanılmıyorlar. Tabiat bu olaya daha önce de tanıklık etmişti. Öyle ki bu durum kan kırmızısı göletimiz içerisinde umutsuzca yüzen ve akıntıya kapılmayı bekleyen cesedi bile ürpertiyor. Bir ceset olsa bile...
Hayalet tipli kızımız en sonunda adımlar atmaya başlıyor. Herkes bir rüyadan çıkmışcasına tekrar irkiliyor. En sonunda hayalet, uykulu kıza elini uzatıyor ve bir ölünün tonunda olan konuşmasıyla ses telleri dans ediyor:
-Merhaba. Ben Alice. Sanırım beni bekliyordunuz.
Sarah bu atmosferden kurtulmak istiyor ve tüm neşesini salıyor:
-Merhaba! Kasabamıza yeni taşınan kişi sensin sanırım. Ben Sarah. Bunlarda... eee... Selest, Tina, Tinka, Saki, Lola, Momo, Erica, Lisa ve Cassandra. Bu yakışıklılar da Ronald, Jacop ve Arnold. Hoşgeldin! Tanıştığımıza çok memnun olduk!
-Ben de öyle. ...
- o zaman biz seni evine geçirelim ama bizlere tam olarak nereye taşınacağın söylenmedi.
-(Etrafa bakınarak) Buraya daha önceden gelmiştim. Doğrusu ben de resmi olarak adresini bilmiyorum. Ama yürüyebiliriz.
-Peki öyleyse. (Küçük bavulu süzer.) Mobilyaların ve diğer eşyaların daha sonra mı gelecek?
-Hayır. Onlar çoktan eve yerleştirildi. Beni bekliyorlar.
-(Şaşırmış bir şekilde.) Tamam öyleyse ilerleyelim. Yorulmuşsundur bavulunu alabiliriz. Casandra!
-Gerek yok benim tutmam daha güvenli.
Bu tuhaf konuşmadan sonra yürümeye başladılar. Böyle durumlarda Sara'ın neşe dolu kalbi çok işe yarıyor. Çünkü eminim ki başka hiç kimse onunla konuşmaya cesaret edemezdi. Herkes ne kadar tuhaf olduğunu düşünüyor. Yürüyüş boyunca Sarah bile konuşmuyor. Büyük bir sessizlik. Herkes öylece yola dikmiş gözlerini. Alice, sessizliği tekrar bozuyor ve:
-Burası.
Herkes görevlerini yerine getirmenin verdiği rahatlamayla başlarını kaldırrırken yaşayacakları acıdan habersiz. Eve baktıklarında birileri tam kalplerinden vuruyor sanki onları. Nasıl olur? Nehirleri darladıkça daralıyor. Tam kırılmış parçalarını onarmaya çalışırken kalplerinde kırılan bardaklarının, bardaklar tuzla buz oluyor. O kadar korkuyorlar ki gözlerine en büyük acıları yansıyor. Eşni öldüren bir baba, tam karşıda araba altında kalan bir kız kardeş, yetimhanede geçen acı günler, hastanelerdeki ölüm kokusu...
-Bir yanlış anlaşılma olmalı. Biz tekrar soralım istersen. Yani bu bu b burası olması mümkün değil!
Alice demir bahçe kapısına doğru ilerliyor. Sarah koluna yapışıyor:
-Ne yaptığını sanıyorsun? Geri çekil! Burası değil! Olamaz!
-Korkmanıza gerek yok. Eminim. Bana hiç değişmeyeceğine dair söz verildi. Sözde duruldu. Hiç değişmemiş. Teşekkür ederim. Artık gidebilirsiniz.
Bu tuhaf kelimeler karşısında delirecek noktaya geldiler. Saki:
-Sen ne saçmalıyorsun? Aklını mı kaçırdın. Daha fazla yaklaşma!
Alice bir süre baktı. Elini yavaşça cebine soktu ve bir şey çıkardı. Bu kırılmış gibi yarım bir kalp şeklinde siyah renkte bir tahta parçasıydı.
Bu ev sahibi olduğunun kanıtıydı. Çünkü demir kapının üstünde kalbin diğer yarısı vardı. Bir anahtar...
Sarah umutsuzca sıkıca kavradığı kolu bıraktı. Aklı almıyordu bir türlü. Bu nasıl olabilirdi?
-Tekrar teşekkür ederim. Artık uzaklaşın.
Eğer Alice'in gözlerine bakmaya devam ederlerse kötü bir şey olacak hissine kapılmışlardı. Arnold öylesine korkmuştu ki şaşıramamıştı bile. Alice kalp şeklindeki tahta parçasını diğerinin yanına yerleştirdi. Bu gerçekten de bir anahtardı. Kapı açılıyordu. Sarah artık dayanamazdı. Hızlı adımlarla orada uzaklaşmaya başladı. Tina:
-Sarah!
Sarah'a seslenirken istem dışı nefes nefese kaldığını fark etti. Son kez Alice'e baktı. Alice yavaşça bahçeye adım attı ve bahçe kapısını kapattı. Ne anlama geldiği anlaşılmayan bir bakıştan sonra eve doğru yürümeye başladı.
Sarah bayağı ilerlemişti. Saki titriyordu. Sarah'a baktı. Sonra peşinden koşmaya başladı. Koşarken haykırıyordu:
-Ne bekliyorsunuz?Görevimizi yaptık. Bugünki program bitti. Herkes evine!
Bunu üzerine herkes hızlı adımlarla dağılmaya başladı. Arnold bir an öldüğünü sandı. Fakat artık gitmeliydi. Daha fazla kalamazdı.
Evet Kage Kasabasındaki herkes endişelidir ve korkar. Umutsuzca acılarını unutacakları o tatlı anları beklerler. Beklerler çünkü yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Sadece beklerler ve korkarlar. Sadece korkarlar...
Güneş batıyor.Bir kabus olmadığını anladıkları bu olaydan sonra gençlerin kalpleri hâlâ karanlık. Yarın normal bir gün olmayacak. Bundan sonra hiçbir yarın normal olmayacak.
Güneş tamamen yeryüzünden silindi. Etraf karanlık. İnsanlar uykuda. Ya da uyumaya çalışıyorlar... O evde artık birisi yaşıyor. O evin ışığı yanıyor. İçeride birisi nefes alıyor. Alice öylece koltukta oturuyor. Evin içi dışarıdan göründüğünden daha büyük. İnsanda kaybolabileceği hissini uyandırıyor. Alice başını hafifçe kaldırıp gözleri kaydırıyor. Saat 9. Ayağa kalkıyor ve bahçeye çıkıyor. Yavaş hem de çok yavaş adımlarla o masaya doğru ilerliyor. Tüm sokak lambalarının aksine evin tam yanındaki masa ve küçük taburelere bakan sokak lambası şimdi yanmaya başlıyor. Işık kendini masada belli ettikçe yerdeki karanlık gölge daha da belirginleşiyor. Bu o gölge. Gerçekte taburede kimse oturmamasına rağmen, oturuyormuş gibi görünüyor. Bir kadın. Gölge yavaşça başını Alice'e çeviriyor. Alice bir süre baktıktan sonra tüy kadar hafif bir hareketle elini kaldırıyor ve taburelerde biri varmışcasına bakarak merhaba niyetine el sallıyor. Bunu üzerine yerdeki toprak hareketlenmeye başlıyor. Sanki, sanki birisi parmağıyla bahçe zeminine bir şeyler yazıyor. Önce çizgiler sonra harfler. En sonunda yerde bir kelime beliriyor:
-HOŞ GELDİN.
Bölüm 3 :Yaşamak
Spoiler:
Güneş günün başlangıcını haber veriyor. İnsanlar yavaş yavaş uyanıyorlar yarı ölümden.
İşte o, normal olmayan yarınlar başladı.
İnsanlar yaşar. Duygular ve olaylar gibi bütün ayrıntılar bu kavramda gizlidir. Yaşar, hayatının ne zaman sonlanacağını bilmeden.
Hayat nehrinin hangi hızda aktığını bilmeden, ne kadar yolu kaldığını, suyunun berrak ya da çamurlaşmış olup olmadığını bilmeden.
Kader... Ben insanların kaderlerini fikirleriyle ve kalpleriyle değiştirebileceğine inanırım.
Ya da kader, sadece insanın ne yapacağını önceden bilinmesidir. Kişi kaderini kendi belirler.
Ailesini, ırkını ve cinsiyet gibi olgularını kendi seçmiş olmasada kendi kaderini kendi çizer.
Bu konularda ona seçim hakkı tanınmaz. Tanınmaz, çünkü insana hayatını elinden geldiğince güzel şekillendirebilmesi için bir hediyedir bu.
İnsana onun ruhunu tamamlayan en iyi özellikler ve aile verilerek bırakılır dünyaya. Bu sadece başlangıç hediyesidir. Hayatınızı kendiniz
şekillendirirsiniz. Bu yüzden ne zaman, nerede ve ne olacağı her zaman belirsizdir. Belki de hayata o heyecanı veren şey de budur.
Arnold bunları düşünürken ve okul için evden ayrılmadan önce son kez sordu kendine:
-O kız bize ne getirecek?
En geç kalkan hep Sarah olduğundan, genelde sabahleyin onun evinin önünde toplanırlar. Bu an genelde acılarını unuttukları anlardan biridir.
Bu anlarda hep bağırsalar da birbirlerine, fakat bilir hepsi, birbirlerini sevdikleri yazar hepsinin kaderlerinde.
Bugün herkes durgun ve düşünceli. Kasabalı daha bir korkmuş. O ev... Orada birisi nefes alıyor.
Bugün bağrışmaların olduğu tek yer kasaba yöneticisinin odası.
-O eve birisinin taşınacağını öğrendiniz ve buna izin mi verdiniz?
-Neden bu kadar sinirlendiğini anlamıyorum. Orası sadece bir ev. Beni telefonla aradığında anahtarını tarif etti ve ev sahibi olduğunu söyledi.
Anlattığı o tuhaf şey evin bahçe kapısında da var.
-O evle alakalı tek bilgimiz bir zamanlar içerisinde KAGE Alice adında bir kadın yaşadığı.
Kasabamızdaki en yaşlı insan 123 yaşında ve kendini bildi bileli evin bomboş aynı şekilde olduğunu söylüyor.
Bu kadın burada ne zaman yaşamış olabilirki? Ufff! Bu evin garip olduğunu benden daha iyi biliyorsun. Peki ev sahibinin adı ne?
Yönetici bir an duraksadı ve endişeli gözlerle okul müdürüne baktı:
-KAGE Alice.
Kasabanın tek gürültülü alanı okul. Bugün ıssız, sessiz. Herkes korkmuş. Düşündükleri tek şey eve giderken o evin yanından nasıl geçecekleri.
Momo:
-Hayatım boyunca düşünsem o eve birinin taşınacağını düşünmezdim.
Erica:
-O ev kendimi bildim bileli boştur bomboştur hem de. Birinin taşınacağını bırak o kız evin sahibiymiş. Ben hep sahipsiz olduğunu düşünmüştüm.
Cassandra:
-Yeterince korkuyorduk zaten. O kız iyi şeyler getirmeyecek. Zaten tuhaf tuhaf konuşuyordu.
Sarah:
-Evet çok tuhaftı. Evin aynısı gibi kalacağı ona önceden söylenmiş gibi şeyler saçmalıyordu. ... Ao! Acaba bir uzaylı mıdır dersiniz?
Lisa:
-Aklına gelebilecek en korkunç şey bu muydu yani?
Saki:
-İşler çığrından çıktı. Öyle ki programı doğru dürüst hazırlayamadım bile. Pof!
Selest:
-Korkudan uyuyamadığım için gözlerimin altı mosmor! Bu hiç iyi değil!
Lola:
Salatalık!
Lisa:
-Yanında salatalık mı taşıyorsun sen?
Lola:
Güzel bir bayanın ne zaman şok geçireceği belli olmaz. Ama her zaman tedbirli olabilir.
Tina ve Tinka:
-Bizce bunlardan daha korkun bir şey var.
Tina ve Tinka endişeli görünüyordu. Herkes meraklanmıştı.
-Büyük babamızın söylediğine göre, çok uzun yıllar önce o evde bir kadın yaşarmış. Ve o kadının adı... adı...
Saki:
-Evet, adı?
-Adı Alice'miş.
Herkes tekrar yalpalamıştı. Bunun sadece bir tesadüf olduğuna inanmak istediler. Evet çoğu kez istediğimiz şeylere inanmak isteriz.
Fakat hayat bizlere çoğu kez istemediğimiz şeyler sunar.
Okul bitti. Herkes korkuyla evlerine doğru adım atmaya başladı. Bizimkiler kızlar önde erkekler arkada ileliyorlar. Ronald:
-Arnold, bence parkın içinden geçelim. Yani illaki o evin yanından geçmemize gerek yok.
Jacop:
-Olabilir aslında bir şeyler de atıştırırız hem.
Arnold:
-Olmaz.
-Eh! Peki neden?
-Çünkü o eveden korktuğumuz ve başımıza kötü bir şey gelecek korkusuyla parktan geçmek istiyoruz. Bence... Bence hayatımızı kaçtığımız şeye göre yönlendirirsek, korktuğumuz şey gerçek olmasa bile o varmış gibi hareket ettiğimizden o şeye hayat verebiliriz.
Orası sadece bir ev. Bizler de hayatımızı yaşayan normal insanlarız. O kız da öyle...
İlerledikçe adımlar ne kadar yavaşlarsa yavaşlasın, kalpler ne kadar korkarsa korksun o eve vardılar. Aslında her zamanki korkunçluğundaydı. Sadece o eve taşınan kızı düşünmek onu daha da korkunç gösteriyordu.
Evet her şey fikirlerde bitiyor.
Farklı olan tek şey evin önündeki yolda oluşan kalabalıktı. Arnold kalabalığı geçip herne olduysa oraya ulaşmak için insanların arasından geçmeye başladı. İnsanlar kendi aralarında konuşuyorlardı:
-Bu yöneticinin çocuğu değil mi?
-Evet o.
-Şimdi pataklar onları.
-Zavallı çocuk!
Kage Kasabası korkunçluğuyla birlikte serseri gruplarıyla da yaşıyordu. Ayrıca ezilenlerle. Bir grup serseri. Ortada zenci bir genç. Kasabalılar arasında akli dengesi yerinde değilmiş gibi bilinir.
Öyle olabilir de olmayabilir de?
-Ne yapıyorsunuz? Şu rezilliği hemen kesin. Yoksa ben kesmek zorunda kalacağım!
Bu arada Jacop zenci çocuğu yerden kaldırıyordu. Besbelli dayak yemişti. Jacop:
-Oji? İyi misin?
-Ben ben ben... b be ben... Ben o evin içini çok merak ediyorum! Sahibi gelmiş. Ben ben belki ben şeyy belki sahibi bana içini gösterir diye düşünmüştüm. Ben ben...
-Ooo, prensimiz gelmiş.Meraklanma bu sefer garip gelsede iyi bir şeyler yapmaya çalışyorduk. Bu mankafa o eve girmye kalkıştı. Bizde durdurmaya.
Ronald:
-Bu dövmeniz için bir sebep değil!
-Seninde prensin yanında dura dura g*tün kalktı!
Sarah:
-Yine kavga başlayacak!Lanet olası serseri!
Ortalık kızıştı. Herkes bir anda o evin önlerinde olduklarını unutmuştu. Bu serseriler içerisinde Arnold'un bulunduğu bir kavgaya hazırlandıklarına göre, ya çizgiyi aşmışlardı, ya da kendilerine çok güveniyorlardı.
Hayat nehri böyle akıp giderken, herkes kavganın başlamasını bekliyordu. Çünkü bu durumda başka ne olabilirdi ki? Fakat Hayat Nehri O Evin bahçe kapısının açılmasıyla birlikte ters yönde akmaya başladı birden!
Herkesin nutku tutulmuştu. Bazıları hayatlarının burada son bulacağını düşünüyordu. Bazıları dua etmeye başlamış, bazıları ise çoktan koşmaya...
Bu Alice'di. Yine dün giydiği gibi tatlı bir elbise giymişti. Bu seferki maviydi ve saçları yine örgülüydü. Upuzun saçları...
Alice yavaşça kalabalığın arasına girdi. Yaklaştığı insanlar hemen yol açıyordu. Alice olan kagaşanın içerisinde tekrar yere düşmüş ola oJi'ye bakıyordu. En sonunda daha da bir yaklaştı ve çömeldi.
Sonra kalpleri titreten bir tonla ses telleri dans etmeye başladı:
-Evimin içini mi merak ediyorsun?
-E e e ev... evet!
-Tabi ki görebilirsin. ... Fakat daha yeni geldiğim için evim çok dağınık. Bu akşam sekize ne dersin. İlk misafirim olursun.
Herkes şaşırmıştı. O çocuk gerçekten de o eve girecek miydi?
-Ge gerçekten mi? Gelebilir miyim? Ta t ta tam tamam! Bu aşam sekizde!
Alice gülümsedi ve tekrar yavaş adımlar atarak bahçeye girip kapıyı kapattı. Bahçe kapısının demirliklerinden aynı tempoda evin içine girdiğini görenler iyice korkmuş ve hayrete düşmüşlerdi.
Kimseler hiçbir şey diyemedi.
Alice çocuğu o an içeri almadı çünkü evin dağınık olduğunu söyledi. Fakat hiç de öyle görünmüyor. Aynısı gibi tertemiz ve düzenli. Tıpkı 150 yıl önce olduğu gibi...
Acaba koltukta öylece oturan Alice akşam için ne planlıyor?
-Saat sekiz çeyrek kala-
Sarah'ın evinde toplanan ençlerimiz düşünceli.
Tina:
-Arnold, belkide onu durdurmalıyız. Ya da gidip izlemeliyiz. Neler oluyor böyle?
Momo:
-uFF! oji salağın teki olsa da onu böyle bırakmak hiç içimden gelmiyor.
Jacop:
-O kız kesinlikle çok korkunç!
Tüm bu iç karartıcı konuşmalar havada süzülürken Arnold sadece düşünüyordu. O kızı önceden nerede görmüştü? Ya da böyle bir hisse neden kapılmıştı.
Çocuklar iyice endişenlenmiş olay tartışmaya dönüşmüştü artık.
Saki:
-Ne vardı sanki biz aldık onu terminalden. Sarah böyle saf olduğun için bunlar başımıza geliyor.
-İyilik yapmak saflıksa sen kesinlikle çamura bulanmışsın!
-YETER!
Odada birden doğan bu güçlü ses karşısında herkes öyle kalakalmıştı. O nadiren sinirlenirdi.
Selest:
-E biz... Şeyy.. Arnold üzgünüz fakat endişeleniyoruz.
-Neden endişeleniyorsunuz ki! Orası sadece bir ev ve o kız da sadece bir kız! Bizlerse sadece onu karşıladık.
Korkmamıza gerek yok. Sadece tuhaf o kadar. Her zaman gördüğümüz birisi olmadığı için bu çok doğal.
Saki:
-Aslında haklısın... Özür dilerim Sarah...
-Asıl ben özür dilerim...
-Tam programda şu an belgesel saati var. Lola, hazır mısın?
-E e tamam Saki - chan, sanırım hazır?
Arnold tüm bunları söylemişti, fakat yana yakıla o kızı unutmaya çalışıyordu.
İnsanlar yaşar. Yaşamak insanı insan yapan en önemli özelliktir. İnsanlar mutlu olurlar, acı çekerler. Acaba gerçekten de inandıkları şeylere hayat verebilirler mi?
Arnold buna inandığı için bir şekilde arkadaşlarına engel olabiliyordu. Fakat bütün kasaba... Bütün kasaba acı içindeydi, o ev ve o kızı düşünüyorlardı.
Olacağı mı vardı yoksa gerçekten kasabalıların acılarıyla beraber mi doğdu bilinmez? Fakat oluyordu. Oji o eve doğru yürüyordu.
Bahçe kapısına gelmişti. Elinde şemsiyesi... Yağmur yağıyordu. İlk başta zil falan aradı. Fakat görünürde bir şey yoktu. Bu sırada masa ve taburelere bakan sokak lambası kısık bir şekilde yanıyordu.
Alice aynen önceki gbi koltukta oturuyordu. Hiçbir şey yapmamış şekilde. Sonra birden birileri ona bir şeyler fısıldamış gibi kısık yanan sokak lambasına baktı. Daha sonra ise kendine kendi konuşurcasına dudakları hareket etmeye başladı:
-Sen ne kadar uğraşırsan uğraş! Acı bir gerçek. Uyarsan da yakınındakileri. Çok insan var. Çok acı var. Bu evde ölen kadının acısı bu acılarla birleşince lanet başlayacak...
Bu kelimeler dudaklarından yağmur gibi yağdı. Sonra kalktı ve bahçeye çıktı. Oji'ye gülümseyerek kapıyı açtı.
-M m merhaba! Ben Oji.. Ben gelecektim ya hani. Söylemiştiniz siz!
Alice gülümseyerek:
-Biliyorum. Hoş geldin. İçeri geç.
Birlikte içeri geçtiklerinde sokak lambası hâlâ kısık bir şekilde yanıyordu.
içeri geçtiler.
-Burası salon.
-Çok ç çok byükmüş.Çok paranız olmalı.
-(Gülümseyerek) Burası bana miras kaldı. Pek zengin sayılmam.
Birlikte birkaç oda daha gezdiler. Bu ev... Bu ev kesinlikle büyük bir acıya şahitlik etmişti.
Sonra mutfağa geçtiler. Alice bir fincan kahveyi Oji'ye uzatarak:
-Anlat bakalım bir şeyler. Ben burada yeniyim. Ve yeni şeyler dinlemeyi severim. Oji ve Alice saat dokuza kadar gayet normal bir şekilde sohbet etmişlerdi. Oji Alice'den sadece birkaç yaş küçüktü. Ona acı içinde geçen çoculuk yıllarından ve ne kadar yalnızlık
çektiğinden bahsetti. Alice sadece dinliyor ve gülümsüyordu. Sanki onda bir şeyler keşfetmişcesine.
Saat artık dokuz. Alice anlamlı bir şekilde saate baktıktan sonra:
-Oji, bu evin gerçek sahibiyle tanışmak ister misin?
-Tanışa bilir miyim? O o hayatta mı ki?
-Evet, en azından sayılır. Şimdi bahçeye çık ve o masada otur. Oturduğunda o dayaına gelecektir. Yeni insanlarla tanıştığında yanında başka insanların olmasından hoşlanmaz. Bu yüzen ben burada kalacağım.
Onu seveceğine eminim.
-Ta tamam!
-Fakat Oji...
-E evet...?
-Unutma seni bir kez hissettiği zaman ondan kaçamazsın. Sakın kaçmaya çalışma. Çünkü ... kaçamazsın...
Oji pek bir şey anlamamıştı. Tanışacağı kişinin yalnız birisi olduğunu düşünmüştü sadece. Aslında haklıydı da. O kişi... Çok hem de çok yalnızdı.
Genelde herkes Oji'nin akli dengesinin yerinde olmadığını düşnür. Fakat sadece fazla acı çekmiş olan birisi. Eğer o kişiler Alice kadar iyi görebilselerdi.
Oji'nin kalbinin diğer tanıkdıkları çoğu insanın kalbinden daha büyük olduğunu görebilirlerdi.
Oji yavaşça taburelerden birine oturup beklemeye başladı. O sırada sokak lambası hâlâ kısık bir şekilde yanarken Oji oturduktan sonra ışığının gücü artmaya başladı. Bunu fark eden Oji sokak lambasına baktı.
Bu Oji'ye göre bile tuhaftı. Oji anlamasa da ışık şiddetlendikçe yerdeki gölge de bir o kadar belirginleşiyordu. En sonunda ışık tamamen yanmıştı.
Oji etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Sonra ışığa tekrar baktı ve belkide gölgesinin oluşmuş olabileceğini düşündü. Ona göre gölgeler eğlenceliydi.
Oji kafasını gölgesine çevirdi. Gerçekten de bir gölgesi vardı. Mutluydu. Fakat bu mutluluk soru işaretlerine dönüştü. Çünkü gölgesinin yanında bir gölge daha vardı. Kafasını masanın karşısına çevirirken
ya tanışacağı kişiyi ya da Alice'i görmeyi umuyordu. Fakat... Fakat kimseler yoktu...
Oji korkmuştu. Kafasını ve gözlerini bir taburelre bir de yerdeki gölgeye çevirip duruyordu. Bir an kaçmak istedi. Kaçmak...
-Kaçmamalısın. Çünkü... kaçamazsın.
Alice'in bu cümlesi yankılandı kulaklarında. Demek bu yüzden söylemişti. Korkutucu olduğu için.
Bir kadın. Vücut olarak değil de sadece bir gölge olarak var ola bir kadın. Oji belki gölgenin sahibinin başka bir yerde olabileceğini düşündü. Etrafına baktı.
Sadece gölge ve kendisi vardı. Gölge sanki karşısına oturmuş ona bakıyordu. Oji bir süre öyle kalakaldı. O sırada hâlâ yağmur yağıyordu ve Oji'nin elinde şemsiyesi vardı.
Oji'nin kalbini büyük yapan şey bu olsa gerek aklına gelen ilk şey bu gölge her kimse bir kadındı ve ıslanıyor olmalıydı. Çünkü bir şemsiyesi yoktu.
Evet Oji o gölgeyi görebiliyordu. Onu görebilenlerden biriydi.
Herkes evlerine çekilmiş. Korku içinde uyuyanlar, uyumaya çalışanlar ve diğerleri. Tüm insanlar başka şeylerle uğraşırken, Oji... Oji gölgenin ıslandığını düşünüyordu.
Şemsiyesini ona vermeliydi. O ne de olsa bir kadındı. Fakat acaba Alice ona bir tür şaka mı yapıyordu. Çünkü bu gölge birazcık dahi olsa Alice'i andırıyordu.
Oji yavaşça elindeki şemsiyeyi yere doğru, gölgeye doğru uzatmaya başladı. Bir süre bekledi fakat bir şey olmuyordu. Sonra tekrar gölgelere baktı. Elini uzattığından karman çorman bir şey gibi görünüyorlardı. Sonra düşündü. Bu gölgenin sahibi ya gerçekten de karşısında oturuyorsa!
Oji büyük bir dehşet içinde elini kaldırdı. Gölgelere bakarak şemsiyeyi bu esrarengiz gölgenin sahibi gerçekten de karşısındaymış gibi tekrar uzattı.
Bir süre bekledi ve... Evet Oji haklıydı. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama birisi şemsiyeyi tutmuştu ve kendine doğru çekiyordu.
Oji şemsiyeyi bıraktı. Gerçektende birisi onu çekiyordu. Donra hemen gölgelere bakt. O kadın... Okadın gerçekten de tutmuştu şemsiyeyi. Tutmuştu ve gerçektende yağmurdan korunmak istercesine
kedine doğru çekmişti.
Oji sadece bakıyordu. Sadece bakıyordu ve anlamaya çalışıyordu. Çıkarabildiği tek sonuç:
O yaşıyordu. Görünmüyor olsa da, sadece bir gölgeden ibaret olsa da... O yaşıyordu.
İşte o, normal olmayan yarınlar başladı.
İnsanlar yaşar. Duygular ve olaylar gibi bütün ayrıntılar bu kavramda gizlidir. Yaşar, hayatının ne zaman sonlanacağını bilmeden.
Hayat nehrinin hangi hızda aktığını bilmeden, ne kadar yolu kaldığını, suyunun berrak ya da çamurlaşmış olup olmadığını bilmeden.
Kader... Ben insanların kaderlerini fikirleriyle ve kalpleriyle değiştirebileceğine inanırım.
Ya da kader, sadece insanın ne yapacağını önceden bilinmesidir. Kişi kaderini kendi belirler.
Ailesini, ırkını ve cinsiyet gibi olgularını kendi seçmiş olmasada kendi kaderini kendi çizer.
Bu konularda ona seçim hakkı tanınmaz. Tanınmaz, çünkü insana hayatını elinden geldiğince güzel şekillendirebilmesi için bir hediyedir bu.
İnsana onun ruhunu tamamlayan en iyi özellikler ve aile verilerek bırakılır dünyaya. Bu sadece başlangıç hediyesidir. Hayatınızı kendiniz
şekillendirirsiniz. Bu yüzden ne zaman, nerede ve ne olacağı her zaman belirsizdir. Belki de hayata o heyecanı veren şey de budur.
Arnold bunları düşünürken ve okul için evden ayrılmadan önce son kez sordu kendine:
-O kız bize ne getirecek?
En geç kalkan hep Sarah olduğundan, genelde sabahleyin onun evinin önünde toplanırlar. Bu an genelde acılarını unuttukları anlardan biridir.
Bu anlarda hep bağırsalar da birbirlerine, fakat bilir hepsi, birbirlerini sevdikleri yazar hepsinin kaderlerinde.
Bugün herkes durgun ve düşünceli. Kasabalı daha bir korkmuş. O ev... Orada birisi nefes alıyor.
Bugün bağrışmaların olduğu tek yer kasaba yöneticisinin odası.
-O eve birisinin taşınacağını öğrendiniz ve buna izin mi verdiniz?
-Neden bu kadar sinirlendiğini anlamıyorum. Orası sadece bir ev. Beni telefonla aradığında anahtarını tarif etti ve ev sahibi olduğunu söyledi.
Anlattığı o tuhaf şey evin bahçe kapısında da var.
-O evle alakalı tek bilgimiz bir zamanlar içerisinde KAGE Alice adında bir kadın yaşadığı.
Kasabamızdaki en yaşlı insan 123 yaşında ve kendini bildi bileli evin bomboş aynı şekilde olduğunu söylüyor.
Bu kadın burada ne zaman yaşamış olabilirki? Ufff! Bu evin garip olduğunu benden daha iyi biliyorsun. Peki ev sahibinin adı ne?
Yönetici bir an duraksadı ve endişeli gözlerle okul müdürüne baktı:
-KAGE Alice.
Kasabanın tek gürültülü alanı okul. Bugün ıssız, sessiz. Herkes korkmuş. Düşündükleri tek şey eve giderken o evin yanından nasıl geçecekleri.
Momo:
-Hayatım boyunca düşünsem o eve birinin taşınacağını düşünmezdim.
Erica:
-O ev kendimi bildim bileli boştur bomboştur hem de. Birinin taşınacağını bırak o kız evin sahibiymiş. Ben hep sahipsiz olduğunu düşünmüştüm.
Cassandra:
-Yeterince korkuyorduk zaten. O kız iyi şeyler getirmeyecek. Zaten tuhaf tuhaf konuşuyordu.
Sarah:
-Evet çok tuhaftı. Evin aynısı gibi kalacağı ona önceden söylenmiş gibi şeyler saçmalıyordu. ... Ao! Acaba bir uzaylı mıdır dersiniz?
Lisa:
-Aklına gelebilecek en korkunç şey bu muydu yani?
Saki:
-İşler çığrından çıktı. Öyle ki programı doğru dürüst hazırlayamadım bile. Pof!
Selest:
-Korkudan uyuyamadığım için gözlerimin altı mosmor! Bu hiç iyi değil!
Lola:
Salatalık!
Lisa:
-Yanında salatalık mı taşıyorsun sen?
Lola:
Güzel bir bayanın ne zaman şok geçireceği belli olmaz. Ama her zaman tedbirli olabilir.
Tina ve Tinka:
-Bizce bunlardan daha korkun bir şey var.
Tina ve Tinka endişeli görünüyordu. Herkes meraklanmıştı.
-Büyük babamızın söylediğine göre, çok uzun yıllar önce o evde bir kadın yaşarmış. Ve o kadının adı... adı...
Saki:
-Evet, adı?
-Adı Alice'miş.
Herkes tekrar yalpalamıştı. Bunun sadece bir tesadüf olduğuna inanmak istediler. Evet çoğu kez istediğimiz şeylere inanmak isteriz.
Fakat hayat bizlere çoğu kez istemediğimiz şeyler sunar.
Okul bitti. Herkes korkuyla evlerine doğru adım atmaya başladı. Bizimkiler kızlar önde erkekler arkada ileliyorlar. Ronald:
-Arnold, bence parkın içinden geçelim. Yani illaki o evin yanından geçmemize gerek yok.
Jacop:
-Olabilir aslında bir şeyler de atıştırırız hem.
Arnold:
-Olmaz.
-Eh! Peki neden?
-Çünkü o eveden korktuğumuz ve başımıza kötü bir şey gelecek korkusuyla parktan geçmek istiyoruz. Bence... Bence hayatımızı kaçtığımız şeye göre yönlendirirsek, korktuğumuz şey gerçek olmasa bile o varmış gibi hareket ettiğimizden o şeye hayat verebiliriz.
Orası sadece bir ev. Bizler de hayatımızı yaşayan normal insanlarız. O kız da öyle...
İlerledikçe adımlar ne kadar yavaşlarsa yavaşlasın, kalpler ne kadar korkarsa korksun o eve vardılar. Aslında her zamanki korkunçluğundaydı. Sadece o eve taşınan kızı düşünmek onu daha da korkunç gösteriyordu.
Evet her şey fikirlerde bitiyor.
Farklı olan tek şey evin önündeki yolda oluşan kalabalıktı. Arnold kalabalığı geçip herne olduysa oraya ulaşmak için insanların arasından geçmeye başladı. İnsanlar kendi aralarında konuşuyorlardı:
-Bu yöneticinin çocuğu değil mi?
-Evet o.
-Şimdi pataklar onları.
-Zavallı çocuk!
Kage Kasabası korkunçluğuyla birlikte serseri gruplarıyla da yaşıyordu. Ayrıca ezilenlerle. Bir grup serseri. Ortada zenci bir genç. Kasabalılar arasında akli dengesi yerinde değilmiş gibi bilinir.
Öyle olabilir de olmayabilir de?
-Ne yapıyorsunuz? Şu rezilliği hemen kesin. Yoksa ben kesmek zorunda kalacağım!
Bu arada Jacop zenci çocuğu yerden kaldırıyordu. Besbelli dayak yemişti. Jacop:
-Oji? İyi misin?
-Ben ben ben... b be ben... Ben o evin içini çok merak ediyorum! Sahibi gelmiş. Ben ben belki ben şeyy belki sahibi bana içini gösterir diye düşünmüştüm. Ben ben...
-Ooo, prensimiz gelmiş.Meraklanma bu sefer garip gelsede iyi bir şeyler yapmaya çalışyorduk. Bu mankafa o eve girmye kalkıştı. Bizde durdurmaya.
Ronald:
-Bu dövmeniz için bir sebep değil!
-Seninde prensin yanında dura dura g*tün kalktı!
Sarah:
-Yine kavga başlayacak!Lanet olası serseri!
Ortalık kızıştı. Herkes bir anda o evin önlerinde olduklarını unutmuştu. Bu serseriler içerisinde Arnold'un bulunduğu bir kavgaya hazırlandıklarına göre, ya çizgiyi aşmışlardı, ya da kendilerine çok güveniyorlardı.
Hayat nehri böyle akıp giderken, herkes kavganın başlamasını bekliyordu. Çünkü bu durumda başka ne olabilirdi ki? Fakat Hayat Nehri O Evin bahçe kapısının açılmasıyla birlikte ters yönde akmaya başladı birden!
Herkesin nutku tutulmuştu. Bazıları hayatlarının burada son bulacağını düşünüyordu. Bazıları dua etmeye başlamış, bazıları ise çoktan koşmaya...
Bu Alice'di. Yine dün giydiği gibi tatlı bir elbise giymişti. Bu seferki maviydi ve saçları yine örgülüydü. Upuzun saçları...
Alice yavaşça kalabalığın arasına girdi. Yaklaştığı insanlar hemen yol açıyordu. Alice olan kagaşanın içerisinde tekrar yere düşmüş ola oJi'ye bakıyordu. En sonunda daha da bir yaklaştı ve çömeldi.
Sonra kalpleri titreten bir tonla ses telleri dans etmeye başladı:
-Evimin içini mi merak ediyorsun?
-E e e ev... evet!
-Tabi ki görebilirsin. ... Fakat daha yeni geldiğim için evim çok dağınık. Bu akşam sekize ne dersin. İlk misafirim olursun.
Herkes şaşırmıştı. O çocuk gerçekten de o eve girecek miydi?
-Ge gerçekten mi? Gelebilir miyim? Ta t ta tam tamam! Bu aşam sekizde!
Alice gülümsedi ve tekrar yavaş adımlar atarak bahçeye girip kapıyı kapattı. Bahçe kapısının demirliklerinden aynı tempoda evin içine girdiğini görenler iyice korkmuş ve hayrete düşmüşlerdi.
Kimseler hiçbir şey diyemedi.
Alice çocuğu o an içeri almadı çünkü evin dağınık olduğunu söyledi. Fakat hiç de öyle görünmüyor. Aynısı gibi tertemiz ve düzenli. Tıpkı 150 yıl önce olduğu gibi...
Acaba koltukta öylece oturan Alice akşam için ne planlıyor?
-Saat sekiz çeyrek kala-
Sarah'ın evinde toplanan ençlerimiz düşünceli.
Tina:
-Arnold, belkide onu durdurmalıyız. Ya da gidip izlemeliyiz. Neler oluyor böyle?
Momo:
-uFF! oji salağın teki olsa da onu böyle bırakmak hiç içimden gelmiyor.
Jacop:
-O kız kesinlikle çok korkunç!
Tüm bu iç karartıcı konuşmalar havada süzülürken Arnold sadece düşünüyordu. O kızı önceden nerede görmüştü? Ya da böyle bir hisse neden kapılmıştı.
Çocuklar iyice endişenlenmiş olay tartışmaya dönüşmüştü artık.
Saki:
-Ne vardı sanki biz aldık onu terminalden. Sarah böyle saf olduğun için bunlar başımıza geliyor.
-İyilik yapmak saflıksa sen kesinlikle çamura bulanmışsın!
-YETER!
Odada birden doğan bu güçlü ses karşısında herkes öyle kalakalmıştı. O nadiren sinirlenirdi.
Selest:
-E biz... Şeyy.. Arnold üzgünüz fakat endişeleniyoruz.
-Neden endişeleniyorsunuz ki! Orası sadece bir ev ve o kız da sadece bir kız! Bizlerse sadece onu karşıladık.
Korkmamıza gerek yok. Sadece tuhaf o kadar. Her zaman gördüğümüz birisi olmadığı için bu çok doğal.
Saki:
-Aslında haklısın... Özür dilerim Sarah...
-Asıl ben özür dilerim...
-Tam programda şu an belgesel saati var. Lola, hazır mısın?
-E e tamam Saki - chan, sanırım hazır?
Arnold tüm bunları söylemişti, fakat yana yakıla o kızı unutmaya çalışıyordu.
İnsanlar yaşar. Yaşamak insanı insan yapan en önemli özelliktir. İnsanlar mutlu olurlar, acı çekerler. Acaba gerçekten de inandıkları şeylere hayat verebilirler mi?
Arnold buna inandığı için bir şekilde arkadaşlarına engel olabiliyordu. Fakat bütün kasaba... Bütün kasaba acı içindeydi, o ev ve o kızı düşünüyorlardı.
Olacağı mı vardı yoksa gerçekten kasabalıların acılarıyla beraber mi doğdu bilinmez? Fakat oluyordu. Oji o eve doğru yürüyordu.
Bahçe kapısına gelmişti. Elinde şemsiyesi... Yağmur yağıyordu. İlk başta zil falan aradı. Fakat görünürde bir şey yoktu. Bu sırada masa ve taburelere bakan sokak lambası kısık bir şekilde yanıyordu.
Alice aynen önceki gbi koltukta oturuyordu. Hiçbir şey yapmamış şekilde. Sonra birden birileri ona bir şeyler fısıldamış gibi kısık yanan sokak lambasına baktı. Daha sonra ise kendine kendi konuşurcasına dudakları hareket etmeye başladı:
-Sen ne kadar uğraşırsan uğraş! Acı bir gerçek. Uyarsan da yakınındakileri. Çok insan var. Çok acı var. Bu evde ölen kadının acısı bu acılarla birleşince lanet başlayacak...
Bu kelimeler dudaklarından yağmur gibi yağdı. Sonra kalktı ve bahçeye çıktı. Oji'ye gülümseyerek kapıyı açtı.
-M m merhaba! Ben Oji.. Ben gelecektim ya hani. Söylemiştiniz siz!
Alice gülümseyerek:
-Biliyorum. Hoş geldin. İçeri geç.
Birlikte içeri geçtiklerinde sokak lambası hâlâ kısık bir şekilde yanıyordu.
içeri geçtiler.
-Burası salon.
-Çok ç çok byükmüş.Çok paranız olmalı.
-(Gülümseyerek) Burası bana miras kaldı. Pek zengin sayılmam.
Birlikte birkaç oda daha gezdiler. Bu ev... Bu ev kesinlikle büyük bir acıya şahitlik etmişti.
Sonra mutfağa geçtiler. Alice bir fincan kahveyi Oji'ye uzatarak:
-Anlat bakalım bir şeyler. Ben burada yeniyim. Ve yeni şeyler dinlemeyi severim. Oji ve Alice saat dokuza kadar gayet normal bir şekilde sohbet etmişlerdi. Oji Alice'den sadece birkaç yaş küçüktü. Ona acı içinde geçen çoculuk yıllarından ve ne kadar yalnızlık
çektiğinden bahsetti. Alice sadece dinliyor ve gülümsüyordu. Sanki onda bir şeyler keşfetmişcesine.
Saat artık dokuz. Alice anlamlı bir şekilde saate baktıktan sonra:
-Oji, bu evin gerçek sahibiyle tanışmak ister misin?
-Tanışa bilir miyim? O o hayatta mı ki?
-Evet, en azından sayılır. Şimdi bahçeye çık ve o masada otur. Oturduğunda o dayaına gelecektir. Yeni insanlarla tanıştığında yanında başka insanların olmasından hoşlanmaz. Bu yüzen ben burada kalacağım.
Onu seveceğine eminim.
-Ta tamam!
-Fakat Oji...
-E evet...?
-Unutma seni bir kez hissettiği zaman ondan kaçamazsın. Sakın kaçmaya çalışma. Çünkü ... kaçamazsın...
Oji pek bir şey anlamamıştı. Tanışacağı kişinin yalnız birisi olduğunu düşünmüştü sadece. Aslında haklıydı da. O kişi... Çok hem de çok yalnızdı.
Genelde herkes Oji'nin akli dengesinin yerinde olmadığını düşnür. Fakat sadece fazla acı çekmiş olan birisi. Eğer o kişiler Alice kadar iyi görebilselerdi.
Oji'nin kalbinin diğer tanıkdıkları çoğu insanın kalbinden daha büyük olduğunu görebilirlerdi.
Oji yavaşça taburelerden birine oturup beklemeye başladı. O sırada sokak lambası hâlâ kısık bir şekilde yanarken Oji oturduktan sonra ışığının gücü artmaya başladı. Bunu fark eden Oji sokak lambasına baktı.
Bu Oji'ye göre bile tuhaftı. Oji anlamasa da ışık şiddetlendikçe yerdeki gölge de bir o kadar belirginleşiyordu. En sonunda ışık tamamen yanmıştı.
Oji etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Sonra ışığa tekrar baktı ve belkide gölgesinin oluşmuş olabileceğini düşündü. Ona göre gölgeler eğlenceliydi.
Oji kafasını gölgesine çevirdi. Gerçekten de bir gölgesi vardı. Mutluydu. Fakat bu mutluluk soru işaretlerine dönüştü. Çünkü gölgesinin yanında bir gölge daha vardı. Kafasını masanın karşısına çevirirken
ya tanışacağı kişiyi ya da Alice'i görmeyi umuyordu. Fakat... Fakat kimseler yoktu...
Oji korkmuştu. Kafasını ve gözlerini bir taburelre bir de yerdeki gölgeye çevirip duruyordu. Bir an kaçmak istedi. Kaçmak...
-Kaçmamalısın. Çünkü... kaçamazsın.
Alice'in bu cümlesi yankılandı kulaklarında. Demek bu yüzden söylemişti. Korkutucu olduğu için.
Bir kadın. Vücut olarak değil de sadece bir gölge olarak var ola bir kadın. Oji belki gölgenin sahibinin başka bir yerde olabileceğini düşündü. Etrafına baktı.
Sadece gölge ve kendisi vardı. Gölge sanki karşısına oturmuş ona bakıyordu. Oji bir süre öyle kalakaldı. O sırada hâlâ yağmur yağıyordu ve Oji'nin elinde şemsiyesi vardı.
Oji'nin kalbini büyük yapan şey bu olsa gerek aklına gelen ilk şey bu gölge her kimse bir kadındı ve ıslanıyor olmalıydı. Çünkü bir şemsiyesi yoktu.
Evet Oji o gölgeyi görebiliyordu. Onu görebilenlerden biriydi.
Herkes evlerine çekilmiş. Korku içinde uyuyanlar, uyumaya çalışanlar ve diğerleri. Tüm insanlar başka şeylerle uğraşırken, Oji... Oji gölgenin ıslandığını düşünüyordu.
Şemsiyesini ona vermeliydi. O ne de olsa bir kadındı. Fakat acaba Alice ona bir tür şaka mı yapıyordu. Çünkü bu gölge birazcık dahi olsa Alice'i andırıyordu.
Oji yavaşça elindeki şemsiyeyi yere doğru, gölgeye doğru uzatmaya başladı. Bir süre bekledi fakat bir şey olmuyordu. Sonra tekrar gölgelere baktı. Elini uzattığından karman çorman bir şey gibi görünüyorlardı. Sonra düşündü. Bu gölgenin sahibi ya gerçekten de karşısında oturuyorsa!
Oji büyük bir dehşet içinde elini kaldırdı. Gölgelere bakarak şemsiyeyi bu esrarengiz gölgenin sahibi gerçekten de karşısındaymış gibi tekrar uzattı.
Bir süre bekledi ve... Evet Oji haklıydı. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama birisi şemsiyeyi tutmuştu ve kendine doğru çekiyordu.
Oji şemsiyeyi bıraktı. Gerçektende birisi onu çekiyordu. Donra hemen gölgelere bakt. O kadın... Okadın gerçekten de tutmuştu şemsiyeyi. Tutmuştu ve gerçektende yağmurdan korunmak istercesine
kedine doğru çekmişti.
Oji sadece bakıyordu. Sadece bakıyordu ve anlamaya çalışıyordu. Çıkarabildiği tek sonuç:
O yaşıyordu. Görünmüyor olsa da, sadece bir gölgeden ibaret olsa da... O yaşıyordu.
Bölüm 4 : Korku
Spoiler:
Yeni şeylerin başlangıcı... Güneşin doğumu nedense çoğu yerde yeni şeylerin başlangıcı olarak nitelendirilir. Eğer bizler de böyle sayarsak yeni şeyler yakında. Çünkü güneş doğuyor. Kage Malikânesinin yanındaki küçük deponun kırık tahtaları arasından ışık süzülüyor Oji'nin gözlerine. Nedense rahat uyuduğunu hissediyor. Peki ya gece olanlar? Bir rüya mıydı? Yoksa kabus mu? Ya da şaka. Oji'nin aklında geceden kalanlar sadece korku ve şaşkınlık. Fakat... Fakat nedense mutlu. Mutlu çünkü ilk kez duygularını dile getirmiş olduğunu düşünüyor. Gece yaşananlar gerçek olmasa bile güzel ve gizemliydi. Oji'nin kafası karışık. Zaten genelde de olayları zor algılayabiliyorken böyle bir şey ona ağır.
Tüm bu karışıklıkla etrafına bakındı. Kırık tahta parçalarından dışarısı görünüyordu. Güneş yeni yeni doğuyordu. Oji biraz olsun rahatlamak amacıyla deponun gıcırdayan kapısını araladı. Güneşin doğuşunu izlemek istiyordu.
İlk başta bir kızıllık, tıpkı Alice'in saçları gibi. Sonra da ışık, daha çok, daha çok ışık. Her yer aydınlanıyor. Bu ışık... Bu ışık tıpkı Alice'in gözlerindeki pırıltılar gibi. Ve gölgeler... Güneşin tüm ışığına rağmen kapkaranlık gölgeler. Gölgeler... Tıpkı, 1. KAGE Alice gibi.
Oji tüm bu karmaşık duygular ve benzetmeler içerisinde yüzüyorken malikânenin kapısı yavaşça açıldı. Anlaşılan Alice'de erkenciydi. Üzerine yine bir elbise giymişti. Her giydiği elbise onu daha da bir hanımefendi gibi gösteriyordu. Saçları yine örülüydü. Teni bembeyaz, gölgesi ise kapkaranlıktı.
-Günaydın. İyi uyudun mu? O kadar da içeri davet ettim. Şahsen deponun daha rahat olduğunu düşünmüyorum.
-Gü günaydın. E ev evet! Çok iyi uyudum. Çç çok teşekkür ederim. En azından benim karton evimden kat kat iyidir. Te te tek tekrar tekrar teşekkürler. Sizi evinizde rahatsız etmek istemem. Hem... Hem onunla konuşmak eğlenceliydi sanırım...
-(Gülümseyerek) Buna sevindim. .......... Oji?
-E e vet?
-İstersen burada sürekli kalabilirsin.
-Ne? E yani şeyy gerçekten mi?
-Burası büyük bir malikâne, bende elbise giymiş tatlı bir kızım. Sence de bir hanımefendi değil miyim?
-(Konu değiştiği için şaşkın) Ta tabi ki öylesiniz? Siz be bebenim gördüğüm en en en e en hanım ha hanımefendi kişisiniz!
-O zaman her hanımefendinin bir de uşağa ihtiyacı vardır. İster depoda istersen bir odada kalırsın. Nasıl olsa oda çok. Bahçe işlerine bakarsın. Hem ben buraları pek iyi tanımadığım için bana yardımcı olursun.
-Be be ben.. Ben! Ben ço ç çok isterim! Ben... Ben ço çok teşekkür ederim! Be-
-Teşekküre gerek yok. Asıl kabul ettiğin için ben teşekür ederim. Aslında bu senin isteğine bağlı bir şey değil zaten. Onu görebiliyorsun. Onunla bir kere tanıştığın için her gece burada olmalısın. Yoksa peşini bırakmaz. Göründüğünden daha tehlikelidir. Onu uzun süre burada tutamam.
-Ya yani onunla her gece konuşabilir miyim?
-Evet. Bu artık bir zorunluluk. Sevinmişe benziyorsun. Buna sevindim. Hadi bakalım uşak! İlk görevin olarak beni okula götürebilirsin mesela!
-Ta ta tabi!
Evet güneş artık doğdu. Yeni bir gün, yeni bir dost... Ve daha beklenmedik birçok yeni şey...
Okul vakti yaklaşıyor. Öğrenciler sokaklara dökülmüş koşuşturuyorlar.
-Çooook!! Uykum var!!! Neden bu okul biraz daha geç başlamaz?
Jacop:
-Belkide erken yatmayı denemelisin tatlım.
-Uff! Ama erken yatmak sıkıcı pof!!..........
(Dik dik bakar)
Jacop:
-Sarah neden böyle bakıyorsun?
-... Uuuuuuuu fark ettim de sen kocaman bir yastığa benziyorsun!! Ya da kocaman pofuduk bir ayıcık!!! Benim yakışıklı ayıcığım çok uykum var hadi beni sırtına al!!
-Sarah kesinlikle erken yatmaya başlamalısın. Ya da bir gözlüğe ihtiyacın vardır. Çekiştirip durma!
-Lütfen lütfen lütfen lütfeeen!!
-Fuf! Peki peki fakat bundan sonra erken yatacağına söz ver.
-Ahh!! Çok şey istiyorsun ama XDeeeeeeeeeee
Cassandra:
-Hğaaaa ödevi unuttuğuma inanamıyorum!
Lisa:
-O kadar da hatırlatmıştım. Aklın nerede senin?
-Ama çok yoruluyorum. Şu Saki'nin gıcık programları burnumdan getiriyor her şeyi. Hâlâ uykum var. Hğaaaaaa Sarah kesinlikle çok şanslı! Ben de beni sırtında okula götürecek bir sevgili bulmalıyım!
-Kaytarmaya çalışmayın! Programlı olmazsak bütün işler birbrine karışır. Kendin yerine bir başkasının programını hazırladığı için mutlu olmalısın! Program olmazsa ne zaman ne yapılacağı bilinmez. İnsan tembelleşir! Kafası kalınlaşmaya başlar!
Lola:
-Saki - chan! Yine başlama! Sakin olmalısın Saki - chan!
Selest:
-Lola, hava iyice rüzgarlanmaya başladı. Cildim kuruyabilir. Nemlendiricimi ver hemen!
-Tabi Hime! Buyurun Hime!
Momo:
Tina!! Tinka!! Şu müziğin sesini biraz kısın. Ne anlıyorsunuz şu gürültüden!
-Buna gürültü değil ağır metal deniyor! Hem biz gayet eğleniyoruz! Sen neden eğlenmiyorsun. Wuhuuu!! İşte en sevdiğimiz kısım!!
"Bu sabah yemekte sucuk varrr!! Akşam kestiğim ineğin etinden yaptım! Evet hanımlaaaaar!! Ben yemekten anlarım!!!! "
-Biri üzerime toprak atsın!!!
Sevdikleriyle beraber olmak insana güven ve huzur verir. Yalnız olmadığını hatırlatır her zaman. Sevenlerinin olduğunu, ona yardım edebilecek ellerin var olduğunu bilmesini sağlar. Belkide insanoğlunu ayakta tutan en güçlü kavramlardan birsidir dostluk.
Tüm bu kargaşa içerisinde okulun bahçesine doğru ilerliyorlardı. Akıllarında ödevler, uyku, müzikler... Mutlu olmak istiyorlardı.
Okulun bahçesine girdiler. Herkes bir garipti okulda. Neler oluyordu?
Momo:-Erica sence neler oluyor!
Erica donmuştu sanki. Öylece karşıya bakıyordu. Momo meraklanmıştı. O da başını karşıya çevirdi. Fakat manzara iç açıcı değildi. Okul müdürünün yaında duran kızıl saçlı elbiseli kız... Nedense insanı çok korkutuyordu...
"Acaba derslere girecek miydi? Herkes taş kesilmişti. Oji hemen yanında duruyordu. Bir dakika Oji nasıl hayatta kalmıştı? Onu bir şekilde etkisi altına mı almıştı? O kız gerçekten de bir hayalet ya da uzaylı mı?"
Sarah aklındaki bu düşüncelerle titreme başlamıştı. Hemen Jacop'un arkasına geçti. Kendince içinden geçirdi:
-Ölmek istemiyorum!
Alice müdüre son kez baktıktan sonra çıkışa doğru ilerlemeyebaşladı. Belkide sadece kayıt yaptırmıştı. Ya da değil! Çünkü Alice gittikten hemen sonra müdür mikrofona geçerek:
-Herkes Konferans Salonu 2'ye! Hemen!
Konferans Salonu 2... Burası saklanma yeri değil miydi? Üstü örtülü bir şekilde bu şekilde isimlendirilmişti. Bir şey mi olmuştu? Öğrenciler endişeli endişeli merdivenleri inmeye başladılar.
Kage Kasabası taş çatlasa 250 kişidir. Fazla büyük değil. Okulun altındaki bu büyük alan kasabanın kurulma tarihlerinde olağan savaşlara karşı önlemlerden kalan bir miras.
Fakat daha da şaşırtıcı olan şey gerçektende bütün köyün saklanma alanında olduğuydu. Yönetici küsrüdeydi ve Arnold'a gelmesi için bir işaret yaptı. Arnold ayrılarak babasının yanına geçti.
Okul Müdürü Bay Lenard da yanlarındaydı. Bütün öğretmenler, bütün kasabalı. Ne olmuşsa kesinlikle o kızın bu işte bir parmağı vardı.
Yönetici Bay Bill:
-Lütfen sessiz olalım kardeşlerim! Buraya önemli bir olayı tartışmaya geldik. Şimdi sözü Okul Müdürü Bay Lenard'a bırakıyorum. Lütfen sessizce dinleyelim ve sakin olalım.
-Teşekkürler efendim. Evet herkes burada değil mi? Dışarıda birileri kaldı mı? Çocuk yaşlı herkes burada olmalı! Peki güzel. Şimdi sizlere anlatacağım şey karşısında sizlerin sakin olmanızı dileyeceğim.
Lütfen! Lütfen sakin ve soğuk kanlı olmaya çalışın. Bildiğiniz üzere Kasabamızın adı KAGE. Ayrıca kasabamızın tam ortasında bulunan... tam ortasında bulunan o evin ismi de Kage Malikânesi.
Bunu duyar duymaz herkes telaşlanmıştı. Neden o evden bahsediyordu? Ne olmuştu? Ne olacaktı? Uğultu gittikçe büyüyordu.
-Lütfen sakin ve sessiz olalım. Merak etmeyin şu anda güvendeyiz. Sadece sesszi olun.
-Bunu nereden biliyorsun ki sen? Bizi neden topaladınız? Sen sadece bir okul müdürüsün? Güvende olup olmayacağımızı bilemezsin!
-Lütfen sesiz olalım. Evet ben sadece bir okul müdürüyüm. Fakat anlattıklarımı dinlerseniz anlayacaksınız. Evet söylediğim gibi isim benzerliği söz konusu.
Atalarımız bu kasabaya bir asır kadar önce yerleşmişler. Peki şimdi kasabamızın en olgun kişisine soralım! Sayın Kasoro! Sizler 123 yaşındasınız. bİZLERE O EVLE İLGİLİ BİLDİKLERİNİ SÖYLER MİSNİZ LÜTFEN!
Bembeyaz ve fazlasıyla kırışmış bir cildi olan adam Tina ve Tinka yardımıyla doğrultu. Biraz öksürüp etrafına bakındı. Sonra da anlatmaya başladı:
-Ben doğduğumda kasabamız yeni yeni kurulmuştu. Öhö! Öhö! Ve ... Ve o ev aynısı gibi.. Gerçekten söylüyorum... Bu dönemin ev stilini nasıl öğrenmişler bilmiyorum ama o ev aynısı gibi oradaydı.
Hepimiz oradan korkardık. Çünkü farklıydı ve yanına yaklaştığımızda.. Öhö! Öhö öhö! Ve yanına yakşaltığımızda kendimizi nedense kötü hissediyorduk. Toz ya da başka bir şey yüzünden değil. Sanki negatif bir enerji yayıyordu.
Ayrıca... Ayrıca hani o evin yanındaki sokak lambası. Şu garip olan. Evet o da her zaman evle birlikteydi.
Kasabalı iyice ürkmüştü. Çıkmak isteyenler oldu.
Arnold:
-Lütfen sakin olun! Burada birlikteyiz! Ve bu sorunu çözmeye çalışıyoruz! Korkulacak bir durum yok! Lütfen devam edin Bay Kasoro!
-E şey.. Öhö öhö! Evet o lamba da evle birlikteydi. Lanet midir başka bir şey midir gerçekten bilmiyorum. Bi ara dedemden o evde bir zamanlar
KAGE Alice adında bir kadın yaşadığını öğrendim sadece. Kadın çok güzelmiş. Belkide kasabanın kurucularındandır. Gerçekten başka bir şey bilmiyorum. Söyle bana müdür! Neler oluyor?
-(Yutkunarak) Teşekkürler Bay Kasoro. Şimdi lütfen sakin olun. Evet, ev kendimizi bildik bileli esrarengiz bir şekilde aynısı gibi durmakta. Fakat şahsen ben o sokak lambasına dikat etmemiştim.
Bu da işi daha da karanlığa sokuyor. Şimdi olayların devamını yöneticimizden dinliyoruz.
-Evet, teşekkür ederim. Ben ofisimdeydim. Bir anda telefon çalmaya başladı. Açtım. Bir süre ses gelmedi. Sonra bir uğultuyla duymaya başladım. Sanki... Sanki bir ölü gibi konuşan bir kızıdı. Korkmuştum. Bana Kage Malikânesi'nin durumunu sordu.
İyice telaşlanmıştım. Bana sakin olmamı, o evin sahibi olduğunu ve elinde o evin anahtarı olduğunu söyledi. Kırık kalp şeklindeki siyah parça.
Evet, lütfen sesiz olalım. Biliyorum. O şey gerçektende evin bahçe kapısında bulunuyordu. Ona aynı şekilde durduğunu söyledim ve sormaya başladım. Bu evin gizemini herkesten çok ben merak ediyorum. Çünkü eğer bir tehlike arz ediyorsa. Bunu engelemek benim görevim.
Kız bana sakin olmamı daha fazla soru sormamamı söyledi. Ve aynen şöyle dedi:
-(Yutkunarak) Lütfen sakin olun. Daha fazla soru sormayın. Çünkü cevaplamayacağım. Bu hem sizin hem de benim güvenliğim için. 3 gün sonra gelmeyi düşünüyorum. Şimdiden teşekkürler.
Bu korkutucuydu. Telefonu kapatmak üzere olduğunu anladım. Sonra telaşla şu an nerede olduğunu, bunca zamandır evin neden boş olduğunu, bu numarayı nasıl bulduğunu ve ismini sordum.
Telefondan yine bir süre ses gelmedi. Sonra duyduğum ses telefondan elen son ses oldu. Aynen şöyşeydi:
-Ben KAGE Alice.
Kasabalı korkmuştu. Polis zor bastırıyordu.
-lütfen sakin olun. Bana güvenmelisniz. Şu an gerçekten güvendeyiz. Asıl dışarısı tehlikeli olabilir. Evet bayağı bir korktuğumdan hemen Lenard'ı aradım. Sesinin ölü gibi gelişinden dolayı onu ilk başta...
ilk başta. O ilk bir zamanlar o evde yaşayan Alice olduğunu sandım. Ayrıca onun sesini sanki daha önce duymuştum. Yani bu ölü gibi ses tonunu gerçekten ilk defa duyduğuma eminim fakat... Fakat nedense önceden duyduğum bir sesmiş gibi hissttiriyor.
İnsalar soğuk soğuk terliyorlardı. Yöneticinin çaresizliğini görünce daha da bir üzülmeye başladılar.
-Sonra onu kimin karşılayacağına karar vermeye çalıştık. Belkide biz gitmeliydik. Nasıl olsa o kadar yıldan bu yana o evin sahibi geliyordu. Fakat korkuyorduk. Bundan sonrasını oğlum Arnold'dan dinleyeceksiniz.
-Evet, bu korkutucu bir durum. Babam onu kendi karşılamaya karar verdi. Fakat ona engel oldum.
Sarah ve diğerleri iyice şaşırmıştı.
-Evet engel oldum. Engel oldum çünkü... Çünkü ben garip de olsa bir inanca sahibim ve bu bana engel oldu. Bana göre eğer hayatımızı bir şey varmış gibi yaşarsak ve planlarımızı ona göre ayarlarsak, o şey gerçekte var olmasa bile ona hayat verebiliriz.
Bu teorime karşılık sizlere ne bir kanıtım var ne de bir örneğim. Nedense kendimi bildim bileli buna inanırım. Babam oraya kendidisi gidiyordu. Çünkü bir tehlike olduğunu düşünüyordu ve korkuyordu.
Ben de bu inancımdan yola çıkarak normal bir karşılama yapalım dedim. Dostlarımla beraber onu karşılamaya gittik. Gerçekten tuhaf birisi.
Kızıl saçlı, yeşil gözlü ve teni çok beyaz. Hasta mıdır bilemiyorum. Bizlere buraya daha önceden geldiğini, evin tam adresini bilmesede yürüyebileceğini, evin aynısı gibi kalacağı konusunda ona bir çeşit söz verildiğini söyledi.
Dün de Oji'yi saat sekizde evine davet etti. Açıkçası çok karışık görünüyor ve neler olduğunu bilmiyoruz. Fakat nedense babam gibi ben de o kızı bir yerlerden gördüğüm hissine kapılmış durumdayım. Ayrıca bu sabah olanlar, Bay Lenard?
-Evet bu sabah erkenden yanında Oji'yle beraber okula geldi. Oji'nin akli dengesinin pek iyi olmadığını biliyoruz. Fakat sanırım Oji'i hizmetine almış. Kayıt yaptırmak istediğini söyledi. Karşısında tir tir titriyordum. Bana korkmamam gerektiğini söyledi.
Ben ce bir şeyler biliyor ve bu şeyler iyi şeyler değil. Kaydını yaptırdım ve ona KAGE Alice'isordum. Yani öncekini. Bana...Bana ONUN SOYUNDAN GELDİĞİNİ SÖYLEDİ.
insanların ağzı bir karış açıktı. Neden tüm bunlar onun başına geliyordu?
-Sakin olun lütfen! Gitmeden önce Oji'yi tutup anlatmasını isteyecektim. Fakat sanki düşüncemi anlamışcasına bana yaklaşmıyor ve onun yanından da ayrılmıyordu. n sonunda giderken bana bir kağıt parçası verdi... Ve şöyle dedi:
-Bunu şimdi açmayın. Herkesle birlikte okuyun. Ve... Ve kesinlikle uymaya çalışın.
-Bir an tehtid ediliyorum sandım. Aslında kendim okumaya gerçekten korktum. İşte bu kağıt parçası. Şahsen bunu kendimin okumasını istemiyorum. Arnold? Ne dersin?
Herkes şaşırmıştı. Kabusta olduğunu düşünüp kendine tokat atanlar. Baygınlık geçirenler. Bir şeyler oluyordu.
Arnold endişeli gözlerle babasına baktı. Babası onay işareti verdi. Yavaşça kağıdı eline aldı ve açtı. Sonra okumaya başladı.
-Ben KAGE Alice. Evet o KAGE Alice'in soyundan geliyorum. Sizlere anlattıklarıma kesinlikle uymalısınız. Evet o malikânenin sahibiyim. Hasta falan da değilim. Sadece fazla beyazım. Yönetici ailesine sesleniyorum. Evet sanırım ben de sizleri bir yerlerden
görmüşüm gibi düşünüyorum. Ayrıca bunun nedeninin de biliyorum sanırım. Oji'yi hizmetime almış bulunmaktayım. Ne olursa olsun sizlere bir şey söylemeyecektir. Nedense korkuyorsunuz. Fakat korkmamalısınız. Ben sadece bir kızım ve o ev de sadace bir ev.
Yine de korkacaksınız. Bu yüzden şimdi söyleyeceklerimi kesinlikle uygulamalısnız.
-Ne olursa olsun normalmiş gibi davranmalısınız. Bundan sonra bunun imkansız olduğunu biliyorum. Fakat elden geldiğince böyle olmalı.
-Eğer sevdiklerinizi korumak istiyorsanız, onları hep sevin, ihanet etmeyin ve yanlarında olduğunuzu hep hatırlatın.
-Acının kanlı elerine kesinlikle düşmemelisiniz. Biz içerisinde bulunduğumuz şu an da ya da o anlarda bilmesek bile her zaman bir yerlerde bir umut vardır. Yaşamamızı sağlayan bir durumdur bu. Bu yüzden hep umutlu olun.
-Sonolarak benden, Oji'den ve evimden ne olursa olsun uzak durun.
Ben szilere uyarımı yapmış bulunmaktayım. En önemlileri acı içinde karanlığa sürüklemmemek ve benden uzak durmanız. Çünkü bundan sonra biriken her acınız ve karamsarlığınız sizlere daha büyük bir felaket olarak geri dönecektir.
Ona yaşam vermemek sizin ellerinizde. Yaptığınız her şeyin kaynağında iyilik yatmalı.
-KAGE ALİCE-
Kasabalı öldüğünü hissediyordu. Bu tuhaf öğütler de nbeyin nesiydi. Bir süre sessizlik oluştu .En sonunda Selest sessizliğ bozdu:
-Ve bu aynı zamanda Arnold'un inancını kanıtlayan şeydir. Her ne oluyorsa, senin inancına göre şekilleniyor Arnold.
Herkes donmuştu. Okul Müdürü:
-Ayırca bana şu anda güvende olduğumuzu söyledi. Yani elimizden geldiğince korkmamalıymışız. Bu yüzden lütfen normal bir şekilde devam edin ve edelim.
İnsanlar okuldan çıkarken bu onlara yasaklandığı hâlde kara kara düşünüyorlardı. Korkuyorlardı. Huzur hiç bu kadar uzakta olmamıştı. Sakince evlerine çekildiler.
Sokaklarda sadece rüzgar vardı.
İnsan neden korkar? Sevdiklerini kaybetmekten, ya da herhangi bir şey kaybetmekten, acı çekmekten, ölmekten. Öyle ki insanlar öyle varlıklardır ki korkmaktan korkarlar. Bu yüzden neden korkulduğunu ya da korkmanın ne olduğunu açıklamak zor.
Korku hakkında bence kesin olarak bildiğimiz tek şey, bizlere hem olumlu hem de olumsuz şeyler kattığıdır. Peki bir şeyler oluşturduğu gerçekten doğru mudur?
Etrafta korkunun verdiği atmosferle Kage kasabası uykuda. Güneş batmaya, akşam doğmaya başlıyor. Şimdi evlerden birine göz atalım. Burada gördüğüm kadarıyla dünki serseriler kalıyorlar.
Evin durumu pek iç açıcı değil. İçkiler, sigaralar, yerlerde yüzen hentai animeler... Bşr kaç soytarı tipli çocuk ellerinde içkileriyle televizyon izliyor.
Kage kasabasındaki çoğu ev tek katlıdır. Kage Malikânesi istisna olarak üç katlı. Şu an içerisine baktığımız ev de tek katlı. Güneş battığından gölgeler etrafta dans ediyor.
-Hohoo!! Hatuna bak be!!
-Neden buralarda yok hiç bunlardan yaa!!
-Olsada sana bakar mı ki gerzek seni!
-Lan içki bitti Şirooo!! Şiroo!!
-Ne var yine başım çatlayacak zaten!!
-İçki getirsene lan! Hadi hadi!
-Uf tamam..
Şiro dünki kavgadaki konuşkan gencimiz. Fazla içmekten kafası uçmuş durumda.Yalpalaya yalpalaya içkilerin bulunduğu odaya giriyor.
Bu odada büyük bir pencere var ve gölgeler gayet belirgin. Sanırım burayı mutfak olarak da kullanıyorlar. Bir kaç tabak çanak, bıçak, kaşık falan masanın üzerinde dağılmış durumda.
Şiro bardağı içkiyle dorduldurtan sonra diğer odya geçmek için kapıya yöneliyor. Fakat fazla içkiden başı sancıyor birden. Gözlerini kapatıyor biraz. Sonra açıyor.
Şiro şu an ayakta ve elinde bir bardak var. Diğer eli normal. Gözlerini açtıktan sonra biraz etrafa bakıyor ve gözleri gölgesinde birleşip dehşetle açılmaya başlıyor.
Şiro aynısı gibi bir elinde içkisisiyle ayakta duruyor. Diğer eli normal. Gölgesinin de bu şekilde olması gerekir değil mi? Çünkü gölgeler bizlerden var olur ve bizlerin aynılarıdır. Öyleyse neden Şiro'nun gölgesi diğer eliyle ona el sallıyor?
İlk başta çok içtiğinde hayal gördüğünü düşünüyor. Gözlerini ovuyor. Fakat gölgesi... Gölgesi gerçekten de ona el sallıyor. Bağırmaya başlıyor. Arkadaşları onun bulunduğu odaya geliyorlar.
-Bana şu yerdeki şeyi görmediğinizi, çok içtiğimden sadece hayal gördüğümü söyleyin! El sallıyor! El sallıyor! Bu nasıl olur?
Arkadaşları da dehşete düşüyorlar. Daniel:
-N'oluyo lan!
Stefan:
-Bu içkiden değil! İçkiden değil çünkü ben içmedim ve lanet şeyi görebiliyorum!
-Neler oluyor?
-birilerini çağırın!
Şiro:
-Çocuklar, heeey!! Hareket edemiyorum!!!
Şiro'yu çekmeye başlıyorlar fakat hareket etmiyor bir türlü! Neler oluyor!?
Şiro'yu çekmeyeçalışırken gölge el sallamayı bırakıyor. Ayakları hâlâ Şiro'nun ayaklarına bağlı olsa da masanın gölgesine doğru ilerliyor.
Masanın gölgesine onu yere serercesine vuruyor. Masa gerçekten de yere seriliyor. Üzerindeki tabaklar ve bıçakla birlikte. Gölge tekrar el sallamaya başlıyor.
BUnu yaparken bir yandan da bıçağın gölgesine doğru ilerliyor. Bıçağın gölgesini eline alıyor. Nasıl oluyor bilmiyorlar ama bıçak da bu duruma göre birden havalanıyor ve kayboluyor.
Bıçak sadece bir gölge olarak Şiro'nun gölgesinin elinde şimdi.
İnsan ne zaman ve nasıl öleceğini bilemez. Ya da hayat nehrinin kat edecek daha ne kadar yolu kaldığını. Tüm acıları mutlulukları ve işledikleri günahlar geçiyor gözlerinin önünden.
Birileri fısıldıyor onlara. Bu... Bu sanki su şırıltısı gibi bir ses.
-Yolun sonuna geldik.
Şiro'nun gölgesi elindeki bıçakla sırayla arkadaşlarının gölgelerini bıçaklıyor. Güneşin batışının kızıllığına bir de kan kızıllığı ekleniyor. Çığlıklar, göz yaşları. Gençler tekeker teker yere seriliyorlar.
Gölge en sonunda Şiro'ya dönüyor. Hâlâ el sallıyor.
-Nesin sen be!!? Ne yaptın!! Daniel!! Stefan!! Ses verin!! Öldünüz mü!!! AAAAAA!!!!
Şiro'nun hayatında son olarak gördüğü sahne gölgesinin elindeki bıçağı kendine saplamasıysı. Nasıl oluyorsa gölge kendine saplamıştı bıçağı ama Şiro kendine saplanmış gibi hissediyordu. Havaya doğru fışkıran kanlar...
Tüm bunlar olurken Alice çay içiyordu. Birden tüm olanlardan haberi varmışcasına ayağa fırladı. Elindeki fincanı da düşürdü. Alice'in ayaklarının yanından çay, Şiro'nun ise kan akarken Alice şaşkın bir şekilde o sokak lambasına bakıyordu.
Hayatında ilk defa korktuğunu hissediyordu. Oji de durumu anlamıştı. Alice'in dudaklarından acı içinde şu cümleler yağdı:
-Önceki nesillerin acıları da benim neslime eklendi ha? Kesinlikle şanslı bir muhafız değilim. Özür dilerim anne. Özür dilerim. Lanetin başlamasına engel olamadığım için... Özür dilerim.
Tüm bu karışıklıkla etrafına bakındı. Kırık tahta parçalarından dışarısı görünüyordu. Güneş yeni yeni doğuyordu. Oji biraz olsun rahatlamak amacıyla deponun gıcırdayan kapısını araladı. Güneşin doğuşunu izlemek istiyordu.
İlk başta bir kızıllık, tıpkı Alice'in saçları gibi. Sonra da ışık, daha çok, daha çok ışık. Her yer aydınlanıyor. Bu ışık... Bu ışık tıpkı Alice'in gözlerindeki pırıltılar gibi. Ve gölgeler... Güneşin tüm ışığına rağmen kapkaranlık gölgeler. Gölgeler... Tıpkı, 1. KAGE Alice gibi.
Oji tüm bu karmaşık duygular ve benzetmeler içerisinde yüzüyorken malikânenin kapısı yavaşça açıldı. Anlaşılan Alice'de erkenciydi. Üzerine yine bir elbise giymişti. Her giydiği elbise onu daha da bir hanımefendi gibi gösteriyordu. Saçları yine örülüydü. Teni bembeyaz, gölgesi ise kapkaranlıktı.
-Günaydın. İyi uyudun mu? O kadar da içeri davet ettim. Şahsen deponun daha rahat olduğunu düşünmüyorum.
-Gü günaydın. E ev evet! Çok iyi uyudum. Çç çok teşekkür ederim. En azından benim karton evimden kat kat iyidir. Te te tek tekrar tekrar teşekkürler. Sizi evinizde rahatsız etmek istemem. Hem... Hem onunla konuşmak eğlenceliydi sanırım...
-(Gülümseyerek) Buna sevindim. .......... Oji?
-E e vet?
-İstersen burada sürekli kalabilirsin.
-Ne? E yani şeyy gerçekten mi?
-Burası büyük bir malikâne, bende elbise giymiş tatlı bir kızım. Sence de bir hanımefendi değil miyim?
-(Konu değiştiği için şaşkın) Ta tabi ki öylesiniz? Siz be bebenim gördüğüm en en en e en hanım ha hanımefendi kişisiniz!
-O zaman her hanımefendinin bir de uşağa ihtiyacı vardır. İster depoda istersen bir odada kalırsın. Nasıl olsa oda çok. Bahçe işlerine bakarsın. Hem ben buraları pek iyi tanımadığım için bana yardımcı olursun.
-Be be ben.. Ben! Ben ço ç çok isterim! Ben... Ben ço çok teşekkür ederim! Be-
-Teşekküre gerek yok. Asıl kabul ettiğin için ben teşekür ederim. Aslında bu senin isteğine bağlı bir şey değil zaten. Onu görebiliyorsun. Onunla bir kere tanıştığın için her gece burada olmalısın. Yoksa peşini bırakmaz. Göründüğünden daha tehlikelidir. Onu uzun süre burada tutamam.
-Ya yani onunla her gece konuşabilir miyim?
-Evet. Bu artık bir zorunluluk. Sevinmişe benziyorsun. Buna sevindim. Hadi bakalım uşak! İlk görevin olarak beni okula götürebilirsin mesela!
-Ta ta tabi!
Evet güneş artık doğdu. Yeni bir gün, yeni bir dost... Ve daha beklenmedik birçok yeni şey...
Okul vakti yaklaşıyor. Öğrenciler sokaklara dökülmüş koşuşturuyorlar.
-Çooook!! Uykum var!!! Neden bu okul biraz daha geç başlamaz?
Jacop:
-Belkide erken yatmayı denemelisin tatlım.
-Uff! Ama erken yatmak sıkıcı pof!!..........
(Dik dik bakar)
Jacop:
-Sarah neden böyle bakıyorsun?
-... Uuuuuuuu fark ettim de sen kocaman bir yastığa benziyorsun!! Ya da kocaman pofuduk bir ayıcık!!! Benim yakışıklı ayıcığım çok uykum var hadi beni sırtına al!!
-Sarah kesinlikle erken yatmaya başlamalısın. Ya da bir gözlüğe ihtiyacın vardır. Çekiştirip durma!
-Lütfen lütfen lütfen lütfeeen!!
-Fuf! Peki peki fakat bundan sonra erken yatacağına söz ver.
-Ahh!! Çok şey istiyorsun ama XDeeeeeeeeeee
Cassandra:
-Hğaaaa ödevi unuttuğuma inanamıyorum!
Lisa:
-O kadar da hatırlatmıştım. Aklın nerede senin?
-Ama çok yoruluyorum. Şu Saki'nin gıcık programları burnumdan getiriyor her şeyi. Hâlâ uykum var. Hğaaaaaa Sarah kesinlikle çok şanslı! Ben de beni sırtında okula götürecek bir sevgili bulmalıyım!
-Kaytarmaya çalışmayın! Programlı olmazsak bütün işler birbrine karışır. Kendin yerine bir başkasının programını hazırladığı için mutlu olmalısın! Program olmazsa ne zaman ne yapılacağı bilinmez. İnsan tembelleşir! Kafası kalınlaşmaya başlar!
Lola:
-Saki - chan! Yine başlama! Sakin olmalısın Saki - chan!
Selest:
-Lola, hava iyice rüzgarlanmaya başladı. Cildim kuruyabilir. Nemlendiricimi ver hemen!
-Tabi Hime! Buyurun Hime!
Momo:
Tina!! Tinka!! Şu müziğin sesini biraz kısın. Ne anlıyorsunuz şu gürültüden!
-Buna gürültü değil ağır metal deniyor! Hem biz gayet eğleniyoruz! Sen neden eğlenmiyorsun. Wuhuuu!! İşte en sevdiğimiz kısım!!
"Bu sabah yemekte sucuk varrr!! Akşam kestiğim ineğin etinden yaptım! Evet hanımlaaaaar!! Ben yemekten anlarım!!!! "
-Biri üzerime toprak atsın!!!
Sevdikleriyle beraber olmak insana güven ve huzur verir. Yalnız olmadığını hatırlatır her zaman. Sevenlerinin olduğunu, ona yardım edebilecek ellerin var olduğunu bilmesini sağlar. Belkide insanoğlunu ayakta tutan en güçlü kavramlardan birsidir dostluk.
Tüm bu kargaşa içerisinde okulun bahçesine doğru ilerliyorlardı. Akıllarında ödevler, uyku, müzikler... Mutlu olmak istiyorlardı.
Okulun bahçesine girdiler. Herkes bir garipti okulda. Neler oluyordu?
Momo:-Erica sence neler oluyor!
Erica donmuştu sanki. Öylece karşıya bakıyordu. Momo meraklanmıştı. O da başını karşıya çevirdi. Fakat manzara iç açıcı değildi. Okul müdürünün yaında duran kızıl saçlı elbiseli kız... Nedense insanı çok korkutuyordu...
"Acaba derslere girecek miydi? Herkes taş kesilmişti. Oji hemen yanında duruyordu. Bir dakika Oji nasıl hayatta kalmıştı? Onu bir şekilde etkisi altına mı almıştı? O kız gerçekten de bir hayalet ya da uzaylı mı?"
Sarah aklındaki bu düşüncelerle titreme başlamıştı. Hemen Jacop'un arkasına geçti. Kendince içinden geçirdi:
-Ölmek istemiyorum!
Alice müdüre son kez baktıktan sonra çıkışa doğru ilerlemeyebaşladı. Belkide sadece kayıt yaptırmıştı. Ya da değil! Çünkü Alice gittikten hemen sonra müdür mikrofona geçerek:
-Herkes Konferans Salonu 2'ye! Hemen!
Konferans Salonu 2... Burası saklanma yeri değil miydi? Üstü örtülü bir şekilde bu şekilde isimlendirilmişti. Bir şey mi olmuştu? Öğrenciler endişeli endişeli merdivenleri inmeye başladılar.
Kage Kasabası taş çatlasa 250 kişidir. Fazla büyük değil. Okulun altındaki bu büyük alan kasabanın kurulma tarihlerinde olağan savaşlara karşı önlemlerden kalan bir miras.
Fakat daha da şaşırtıcı olan şey gerçektende bütün köyün saklanma alanında olduğuydu. Yönetici küsrüdeydi ve Arnold'a gelmesi için bir işaret yaptı. Arnold ayrılarak babasının yanına geçti.
Okul Müdürü Bay Lenard da yanlarındaydı. Bütün öğretmenler, bütün kasabalı. Ne olmuşsa kesinlikle o kızın bu işte bir parmağı vardı.
Yönetici Bay Bill:
-Lütfen sessiz olalım kardeşlerim! Buraya önemli bir olayı tartışmaya geldik. Şimdi sözü Okul Müdürü Bay Lenard'a bırakıyorum. Lütfen sessizce dinleyelim ve sakin olalım.
-Teşekkürler efendim. Evet herkes burada değil mi? Dışarıda birileri kaldı mı? Çocuk yaşlı herkes burada olmalı! Peki güzel. Şimdi sizlere anlatacağım şey karşısında sizlerin sakin olmanızı dileyeceğim.
Lütfen! Lütfen sakin ve soğuk kanlı olmaya çalışın. Bildiğiniz üzere Kasabamızın adı KAGE. Ayrıca kasabamızın tam ortasında bulunan... tam ortasında bulunan o evin ismi de Kage Malikânesi.
Bunu duyar duymaz herkes telaşlanmıştı. Neden o evden bahsediyordu? Ne olmuştu? Ne olacaktı? Uğultu gittikçe büyüyordu.
-Lütfen sakin ve sessiz olalım. Merak etmeyin şu anda güvendeyiz. Sadece sesszi olun.
-Bunu nereden biliyorsun ki sen? Bizi neden topaladınız? Sen sadece bir okul müdürüsün? Güvende olup olmayacağımızı bilemezsin!
-Lütfen sesiz olalım. Evet ben sadece bir okul müdürüyüm. Fakat anlattıklarımı dinlerseniz anlayacaksınız. Evet söylediğim gibi isim benzerliği söz konusu.
Atalarımız bu kasabaya bir asır kadar önce yerleşmişler. Peki şimdi kasabamızın en olgun kişisine soralım! Sayın Kasoro! Sizler 123 yaşındasınız. bİZLERE O EVLE İLGİLİ BİLDİKLERİNİ SÖYLER MİSNİZ LÜTFEN!
Bembeyaz ve fazlasıyla kırışmış bir cildi olan adam Tina ve Tinka yardımıyla doğrultu. Biraz öksürüp etrafına bakındı. Sonra da anlatmaya başladı:
-Ben doğduğumda kasabamız yeni yeni kurulmuştu. Öhö! Öhö! Ve ... Ve o ev aynısı gibi.. Gerçekten söylüyorum... Bu dönemin ev stilini nasıl öğrenmişler bilmiyorum ama o ev aynısı gibi oradaydı.
Hepimiz oradan korkardık. Çünkü farklıydı ve yanına yaklaştığımızda.. Öhö! Öhö öhö! Ve yanına yakşaltığımızda kendimizi nedense kötü hissediyorduk. Toz ya da başka bir şey yüzünden değil. Sanki negatif bir enerji yayıyordu.
Ayrıca... Ayrıca hani o evin yanındaki sokak lambası. Şu garip olan. Evet o da her zaman evle birlikteydi.
Kasabalı iyice ürkmüştü. Çıkmak isteyenler oldu.
Arnold:
-Lütfen sakin olun! Burada birlikteyiz! Ve bu sorunu çözmeye çalışıyoruz! Korkulacak bir durum yok! Lütfen devam edin Bay Kasoro!
-E şey.. Öhö öhö! Evet o lamba da evle birlikteydi. Lanet midir başka bir şey midir gerçekten bilmiyorum. Bi ara dedemden o evde bir zamanlar
KAGE Alice adında bir kadın yaşadığını öğrendim sadece. Kadın çok güzelmiş. Belkide kasabanın kurucularındandır. Gerçekten başka bir şey bilmiyorum. Söyle bana müdür! Neler oluyor?
-(Yutkunarak) Teşekkürler Bay Kasoro. Şimdi lütfen sakin olun. Evet, ev kendimizi bildik bileli esrarengiz bir şekilde aynısı gibi durmakta. Fakat şahsen ben o sokak lambasına dikat etmemiştim.
Bu da işi daha da karanlığa sokuyor. Şimdi olayların devamını yöneticimizden dinliyoruz.
-Evet, teşekkür ederim. Ben ofisimdeydim. Bir anda telefon çalmaya başladı. Açtım. Bir süre ses gelmedi. Sonra bir uğultuyla duymaya başladım. Sanki... Sanki bir ölü gibi konuşan bir kızıdı. Korkmuştum. Bana Kage Malikânesi'nin durumunu sordu.
İyice telaşlanmıştım. Bana sakin olmamı, o evin sahibi olduğunu ve elinde o evin anahtarı olduğunu söyledi. Kırık kalp şeklindeki siyah parça.
Evet, lütfen sesiz olalım. Biliyorum. O şey gerçektende evin bahçe kapısında bulunuyordu. Ona aynı şekilde durduğunu söyledim ve sormaya başladım. Bu evin gizemini herkesten çok ben merak ediyorum. Çünkü eğer bir tehlike arz ediyorsa. Bunu engelemek benim görevim.
Kız bana sakin olmamı daha fazla soru sormamamı söyledi. Ve aynen şöyle dedi:
-(Yutkunarak) Lütfen sakin olun. Daha fazla soru sormayın. Çünkü cevaplamayacağım. Bu hem sizin hem de benim güvenliğim için. 3 gün sonra gelmeyi düşünüyorum. Şimdiden teşekkürler.
Bu korkutucuydu. Telefonu kapatmak üzere olduğunu anladım. Sonra telaşla şu an nerede olduğunu, bunca zamandır evin neden boş olduğunu, bu numarayı nasıl bulduğunu ve ismini sordum.
Telefondan yine bir süre ses gelmedi. Sonra duyduğum ses telefondan elen son ses oldu. Aynen şöyşeydi:
-Ben KAGE Alice.
Kasabalı korkmuştu. Polis zor bastırıyordu.
-lütfen sakin olun. Bana güvenmelisniz. Şu an gerçekten güvendeyiz. Asıl dışarısı tehlikeli olabilir. Evet bayağı bir korktuğumdan hemen Lenard'ı aradım. Sesinin ölü gibi gelişinden dolayı onu ilk başta...
ilk başta. O ilk bir zamanlar o evde yaşayan Alice olduğunu sandım. Ayrıca onun sesini sanki daha önce duymuştum. Yani bu ölü gibi ses tonunu gerçekten ilk defa duyduğuma eminim fakat... Fakat nedense önceden duyduğum bir sesmiş gibi hissttiriyor.
İnsalar soğuk soğuk terliyorlardı. Yöneticinin çaresizliğini görünce daha da bir üzülmeye başladılar.
-Sonra onu kimin karşılayacağına karar vermeye çalıştık. Belkide biz gitmeliydik. Nasıl olsa o kadar yıldan bu yana o evin sahibi geliyordu. Fakat korkuyorduk. Bundan sonrasını oğlum Arnold'dan dinleyeceksiniz.
-Evet, bu korkutucu bir durum. Babam onu kendi karşılamaya karar verdi. Fakat ona engel oldum.
Sarah ve diğerleri iyice şaşırmıştı.
-Evet engel oldum. Engel oldum çünkü... Çünkü ben garip de olsa bir inanca sahibim ve bu bana engel oldu. Bana göre eğer hayatımızı bir şey varmış gibi yaşarsak ve planlarımızı ona göre ayarlarsak, o şey gerçekte var olmasa bile ona hayat verebiliriz.
Bu teorime karşılık sizlere ne bir kanıtım var ne de bir örneğim. Nedense kendimi bildim bileli buna inanırım. Babam oraya kendidisi gidiyordu. Çünkü bir tehlike olduğunu düşünüyordu ve korkuyordu.
Ben de bu inancımdan yola çıkarak normal bir karşılama yapalım dedim. Dostlarımla beraber onu karşılamaya gittik. Gerçekten tuhaf birisi.
Kızıl saçlı, yeşil gözlü ve teni çok beyaz. Hasta mıdır bilemiyorum. Bizlere buraya daha önceden geldiğini, evin tam adresini bilmesede yürüyebileceğini, evin aynısı gibi kalacağı konusunda ona bir çeşit söz verildiğini söyledi.
Dün de Oji'yi saat sekizde evine davet etti. Açıkçası çok karışık görünüyor ve neler olduğunu bilmiyoruz. Fakat nedense babam gibi ben de o kızı bir yerlerden gördüğüm hissine kapılmış durumdayım. Ayrıca bu sabah olanlar, Bay Lenard?
-Evet bu sabah erkenden yanında Oji'yle beraber okula geldi. Oji'nin akli dengesinin pek iyi olmadığını biliyoruz. Fakat sanırım Oji'i hizmetine almış. Kayıt yaptırmak istediğini söyledi. Karşısında tir tir titriyordum. Bana korkmamam gerektiğini söyledi.
Ben ce bir şeyler biliyor ve bu şeyler iyi şeyler değil. Kaydını yaptırdım ve ona KAGE Alice'isordum. Yani öncekini. Bana...Bana ONUN SOYUNDAN GELDİĞİNİ SÖYLEDİ.
insanların ağzı bir karış açıktı. Neden tüm bunlar onun başına geliyordu?
-Sakin olun lütfen! Gitmeden önce Oji'yi tutup anlatmasını isteyecektim. Fakat sanki düşüncemi anlamışcasına bana yaklaşmıyor ve onun yanından da ayrılmıyordu. n sonunda giderken bana bir kağıt parçası verdi... Ve şöyle dedi:
-Bunu şimdi açmayın. Herkesle birlikte okuyun. Ve... Ve kesinlikle uymaya çalışın.
-Bir an tehtid ediliyorum sandım. Aslında kendim okumaya gerçekten korktum. İşte bu kağıt parçası. Şahsen bunu kendimin okumasını istemiyorum. Arnold? Ne dersin?
Herkes şaşırmıştı. Kabusta olduğunu düşünüp kendine tokat atanlar. Baygınlık geçirenler. Bir şeyler oluyordu.
Arnold endişeli gözlerle babasına baktı. Babası onay işareti verdi. Yavaşça kağıdı eline aldı ve açtı. Sonra okumaya başladı.
-Ben KAGE Alice. Evet o KAGE Alice'in soyundan geliyorum. Sizlere anlattıklarıma kesinlikle uymalısınız. Evet o malikânenin sahibiyim. Hasta falan da değilim. Sadece fazla beyazım. Yönetici ailesine sesleniyorum. Evet sanırım ben de sizleri bir yerlerden
görmüşüm gibi düşünüyorum. Ayrıca bunun nedeninin de biliyorum sanırım. Oji'yi hizmetime almış bulunmaktayım. Ne olursa olsun sizlere bir şey söylemeyecektir. Nedense korkuyorsunuz. Fakat korkmamalısınız. Ben sadece bir kızım ve o ev de sadace bir ev.
Yine de korkacaksınız. Bu yüzden şimdi söyleyeceklerimi kesinlikle uygulamalısnız.
-Ne olursa olsun normalmiş gibi davranmalısınız. Bundan sonra bunun imkansız olduğunu biliyorum. Fakat elden geldiğince böyle olmalı.
-Eğer sevdiklerinizi korumak istiyorsanız, onları hep sevin, ihanet etmeyin ve yanlarında olduğunuzu hep hatırlatın.
-Acının kanlı elerine kesinlikle düşmemelisiniz. Biz içerisinde bulunduğumuz şu an da ya da o anlarda bilmesek bile her zaman bir yerlerde bir umut vardır. Yaşamamızı sağlayan bir durumdur bu. Bu yüzden hep umutlu olun.
-Sonolarak benden, Oji'den ve evimden ne olursa olsun uzak durun.
Ben szilere uyarımı yapmış bulunmaktayım. En önemlileri acı içinde karanlığa sürüklemmemek ve benden uzak durmanız. Çünkü bundan sonra biriken her acınız ve karamsarlığınız sizlere daha büyük bir felaket olarak geri dönecektir.
Ona yaşam vermemek sizin ellerinizde. Yaptığınız her şeyin kaynağında iyilik yatmalı.
-KAGE ALİCE-
Kasabalı öldüğünü hissediyordu. Bu tuhaf öğütler de nbeyin nesiydi. Bir süre sessizlik oluştu .En sonunda Selest sessizliğ bozdu:
-Ve bu aynı zamanda Arnold'un inancını kanıtlayan şeydir. Her ne oluyorsa, senin inancına göre şekilleniyor Arnold.
Herkes donmuştu. Okul Müdürü:
-Ayırca bana şu anda güvende olduğumuzu söyledi. Yani elimizden geldiğince korkmamalıymışız. Bu yüzden lütfen normal bir şekilde devam edin ve edelim.
İnsanlar okuldan çıkarken bu onlara yasaklandığı hâlde kara kara düşünüyorlardı. Korkuyorlardı. Huzur hiç bu kadar uzakta olmamıştı. Sakince evlerine çekildiler.
Sokaklarda sadece rüzgar vardı.
İnsan neden korkar? Sevdiklerini kaybetmekten, ya da herhangi bir şey kaybetmekten, acı çekmekten, ölmekten. Öyle ki insanlar öyle varlıklardır ki korkmaktan korkarlar. Bu yüzden neden korkulduğunu ya da korkmanın ne olduğunu açıklamak zor.
Korku hakkında bence kesin olarak bildiğimiz tek şey, bizlere hem olumlu hem de olumsuz şeyler kattığıdır. Peki bir şeyler oluşturduğu gerçekten doğru mudur?
Etrafta korkunun verdiği atmosferle Kage kasabası uykuda. Güneş batmaya, akşam doğmaya başlıyor. Şimdi evlerden birine göz atalım. Burada gördüğüm kadarıyla dünki serseriler kalıyorlar.
Evin durumu pek iç açıcı değil. İçkiler, sigaralar, yerlerde yüzen hentai animeler... Bşr kaç soytarı tipli çocuk ellerinde içkileriyle televizyon izliyor.
Kage kasabasındaki çoğu ev tek katlıdır. Kage Malikânesi istisna olarak üç katlı. Şu an içerisine baktığımız ev de tek katlı. Güneş battığından gölgeler etrafta dans ediyor.
-Hohoo!! Hatuna bak be!!
-Neden buralarda yok hiç bunlardan yaa!!
-Olsada sana bakar mı ki gerzek seni!
-Lan içki bitti Şirooo!! Şiroo!!
-Ne var yine başım çatlayacak zaten!!
-İçki getirsene lan! Hadi hadi!
-Uf tamam..
Şiro dünki kavgadaki konuşkan gencimiz. Fazla içmekten kafası uçmuş durumda.Yalpalaya yalpalaya içkilerin bulunduğu odaya giriyor.
Bu odada büyük bir pencere var ve gölgeler gayet belirgin. Sanırım burayı mutfak olarak da kullanıyorlar. Bir kaç tabak çanak, bıçak, kaşık falan masanın üzerinde dağılmış durumda.
Şiro bardağı içkiyle dorduldurtan sonra diğer odya geçmek için kapıya yöneliyor. Fakat fazla içkiden başı sancıyor birden. Gözlerini kapatıyor biraz. Sonra açıyor.
Şiro şu an ayakta ve elinde bir bardak var. Diğer eli normal. Gözlerini açtıktan sonra biraz etrafa bakıyor ve gözleri gölgesinde birleşip dehşetle açılmaya başlıyor.
Şiro aynısı gibi bir elinde içkisisiyle ayakta duruyor. Diğer eli normal. Gölgesinin de bu şekilde olması gerekir değil mi? Çünkü gölgeler bizlerden var olur ve bizlerin aynılarıdır. Öyleyse neden Şiro'nun gölgesi diğer eliyle ona el sallıyor?
İlk başta çok içtiğinde hayal gördüğünü düşünüyor. Gözlerini ovuyor. Fakat gölgesi... Gölgesi gerçekten de ona el sallıyor. Bağırmaya başlıyor. Arkadaşları onun bulunduğu odaya geliyorlar.
-Bana şu yerdeki şeyi görmediğinizi, çok içtiğimden sadece hayal gördüğümü söyleyin! El sallıyor! El sallıyor! Bu nasıl olur?
Arkadaşları da dehşete düşüyorlar. Daniel:
-N'oluyo lan!
Stefan:
-Bu içkiden değil! İçkiden değil çünkü ben içmedim ve lanet şeyi görebiliyorum!
-Neler oluyor?
-birilerini çağırın!
Şiro:
-Çocuklar, heeey!! Hareket edemiyorum!!!
Şiro'yu çekmeye başlıyorlar fakat hareket etmiyor bir türlü! Neler oluyor!?
Şiro'yu çekmeyeçalışırken gölge el sallamayı bırakıyor. Ayakları hâlâ Şiro'nun ayaklarına bağlı olsa da masanın gölgesine doğru ilerliyor.
Masanın gölgesine onu yere serercesine vuruyor. Masa gerçekten de yere seriliyor. Üzerindeki tabaklar ve bıçakla birlikte. Gölge tekrar el sallamaya başlıyor.
BUnu yaparken bir yandan da bıçağın gölgesine doğru ilerliyor. Bıçağın gölgesini eline alıyor. Nasıl oluyor bilmiyorlar ama bıçak da bu duruma göre birden havalanıyor ve kayboluyor.
Bıçak sadece bir gölge olarak Şiro'nun gölgesinin elinde şimdi.
İnsan ne zaman ve nasıl öleceğini bilemez. Ya da hayat nehrinin kat edecek daha ne kadar yolu kaldığını. Tüm acıları mutlulukları ve işledikleri günahlar geçiyor gözlerinin önünden.
Birileri fısıldıyor onlara. Bu... Bu sanki su şırıltısı gibi bir ses.
-Yolun sonuna geldik.
Şiro'nun gölgesi elindeki bıçakla sırayla arkadaşlarının gölgelerini bıçaklıyor. Güneşin batışının kızıllığına bir de kan kızıllığı ekleniyor. Çığlıklar, göz yaşları. Gençler tekeker teker yere seriliyorlar.
Gölge en sonunda Şiro'ya dönüyor. Hâlâ el sallıyor.
-Nesin sen be!!? Ne yaptın!! Daniel!! Stefan!! Ses verin!! Öldünüz mü!!! AAAAAA!!!!
Şiro'nun hayatında son olarak gördüğü sahne gölgesinin elindeki bıçağı kendine saplamasıysı. Nasıl oluyorsa gölge kendine saplamıştı bıçağı ama Şiro kendine saplanmış gibi hissediyordu. Havaya doğru fışkıran kanlar...
Tüm bunlar olurken Alice çay içiyordu. Birden tüm olanlardan haberi varmışcasına ayağa fırladı. Elindeki fincanı da düşürdü. Alice'in ayaklarının yanından çay, Şiro'nun ise kan akarken Alice şaşkın bir şekilde o sokak lambasına bakıyordu.
Hayatında ilk defa korktuğunu hissediyordu. Oji de durumu anlamıştı. Alice'in dudaklarından acı içinde şu cümleler yağdı:
-Önceki nesillerin acıları da benim neslime eklendi ha? Kesinlikle şanslı bir muhafız değilim. Özür dilerim anne. Özür dilerim. Lanetin başlamasına engel olamadığım için... Özür dilerim.
Bölüm 5 : Korku - 2
Spoiler:
Kage kasabasında bir telaş. Küçük evin önünde çığlıklar, ambulans ve polis sirenleri... Gazetecinin ihbarıyla olay yerine gelen polisler dehşet içinde.
Görüntü mide bulandırıcı. Katledilmiş 6 genç. Kandan tanınmıyorlar bile. En sonunda yönetici ve oğlu da olay yerine geliyor. Söyleyebildikleri tek şey:
-Bunu her kim yapmışsa, insan olamaz.
Atmosfer karanlık. Okula gitmeleri gerekn kişiler var. Fakat hiç de istekli görünmüyorlar.
Sarah:
-Okula gitmek istemiyorum. ... Yani normalden daha çok gitmek istemiyorum.
Saki:
-Hepimizin morali iyi değil. Ama gitmak zorunda olduğumuzu biliyorsun. Bay Çokiro yine matematik sınavının tarihini açıklamadı. Değişik bir anlatır ve biz orada olmazsak bize acımaz.
Lola:
-Hayat çok acımasız!
Selest:
-Şiir yazmaya mı karar verdiniz. Ortam zaten gergin, iyice çorba yapmayın!
Tine ve Tinka:
-Durum gerçekten vahim. Öyle ki müzik dinlemek dahi istemiyoruz.
Momo:
-Tamam, bu iyi değil. Beni daha fazla korkutmadan şu kulaklıkları kulağınıza takın hemen.
Erşca:
-Momo, çıkışta alışverişe ne dersim? Kesinlikle ihtiyacım var.
-İşe yarayacağına emin misin? Çünkü biz her gün senin isteğinle alışveriş yaparız farkındaysan.
Lisa:
-Değişik olup işe yaraması için Cassandra'yla birlikte gelebiliriz. Web sitemiz hacklendi.
Erica:
-Uuu! Kesinlikle gelmelisiniz. Üzüldüm.
Momo:
-Ben de üzüldüm. Oysa çok iyiydiniz.
------------------------------------------
Okulun bahçesine girmek üzereler.
Selest:
-Lola, nasılım? Yeni aldığımız allığı kullandım. Güzelim değil mi? (Üstüne başına bakıyor ve çekiştiriyor.)
-Tabi ki güzelsiniz Hime! Siz okulun en güzel kızısınız! Benim söylememe gerek yok!
-Biliyorum. Ronald sen de bak!
-Güzelliğin beni kör edecek. Nedense benim için değil de başkaları içinde güzel olmaya çalıştığın düşüncesine kapıldım.
-Güzel görünmeliyim. Herkes için. Fakat senin daha bir ayrı merak etme. Tamam, ders çıkışı beni alırsın. Hadi Lola!
Jacop:
-Arnold?
-Evet?
-Sence... Sence bu sabah olanlarla o kızın bir ilgisi var mıdır?
-... Nasıl bir beynin var senin? Yersiz yersiz korkutmasana!
-Ne bileyim? Sen ne düşünüyorsun?
-Bir şey düşünemiyorum aslında. Ya da düşünmek istemiyorum.
-Düşünemiyor musun? Kesinlikle bir şeyler iyi gitmiyor! Senin düşünemediğin şeyleri ben asla düşünemem zaten! ... O kadar kötü müydü?
-Oda kıpkırmızıydı ve bu domates değil di eminim. Bıçaklanmışlar. Ama şimdilik hiç bir şey anlayamadık. Bıçakta ne bir parmak izi var ne de bir doku parçası.
-Bütün bu gerginlikle nasıl derslere yoğunlaşacağız ki biz? Zaten normalde de bir şey anlamıyordum ki. Umarım Bay Çokiro sınavı bugün yapmaz.
-Bugün başıma kötü haber havarisi mi kesildin J? Çalıştın mı hiç?
-Ben mi* Tabi ki hayır. Sana sormuyorum. Çünkü tehlikeli zaman dilimine girdiğinden beri çalışıyorsundur eminim.
-Çalışıyorum ama yeterli verimlilikte değil. Sadece günde 3 saat. Puf! Bu gidişle düşük not alacağım!
-Sürekli nasıl en iyi arkadaşım olduğunu düşünüp duruyorum. Benim çalışma stilimi görsen camdan atlayacaksın demek ki.
---------------------------------------------------
Okulun bahçesine girdiklerinde okul müdürünün sesi tüm bahçede çınlıyordu:
-Arnold! Arnold! Tayfanı al ve odama gel hemen!
Sarah:
-Aaa! Kim bilir yine ne oldu?
Cassandra:
-Puf!
Daha da sıkılmış bir biçimde müdürün odasına geçtiler. Ortam olduğundan da garipleşmeye başlıyordu. Çünkü bütün sınıf arkadaşları da oradaydı.
Küçük odada sıklım sıkış oturuyorladı. Ya da oturmaya çalışıyorlardı.
Okul Müdür Lenard:
-Eveet! Eğer çabucak nefes almak istiyorsanız beni dikkatlice ve karşı çıkmadan dinleyin. Duydun değil mi Sarah?
-(Ağzında geveleyerek) Kesinlikle karşı çıkacağım bir şey.
-Bildiğiniz gibi... KAGE Alice okulumuza kayıt yaptırmı-
-Neeeeeee???!! Bizim sınıfa mı geliyor! Olamaz olamaza olamaz! Kesinlikle karşıyım. Sizler aklınızı mı kaçırdınız. Onu parmaklıklı bir odada
özel öğretmenlerle eğitmelisiniz. Hğaaaa! Bunu bana neden yapıyorsunuz?
-Sarah! Of! Jacop?
-Peki efendim. S, hadi biz dışarı çıkalım. (Sarah'ı kapıya doğru sürüklüyor)
-Neden ben? Lütfen bizim sınıfa gelmiş olmasın Hayır!!
-Tamam. Artık rahatlıkla devam edebiliriz. Endişelenmeye başladığınızı görebiliyorum. Fakat onu Arnold'ın olduğu sınıfa koymak daha uygun olur diye düşündüm.
Dışarıdan Sarah'ın sesi duyulur:
-O zaman parmaklıklı odaya Arnold'ı da sokarız. Gİrmezse ben iterim! Gerçekten!
-Eee... Devam edelim. Sizlerden isteyebileceğim tek şey sakin olmanız ve normallikle anormallik arasında kalmanız.
Saki:
-Eee. Bay Lenard siz iyi misiniz?
-Kurduğum cümlenin saçma olduğunu biliyorum. Benim kafam da pek iyi değil zaten. Hğaaa! Arnold şu inatçı babana bir türlü onu okula almama fikrini kabul ettiremedim!
Öhö öhö! Herneyse. Yani demeye çalıştığım, ondan uzak duracaksınız ama ayrıca sınıfın normal bir üyasiymiş gibi davranaaksınız. Sadece size önceden bildirmek istedim.
Korktuğunuzu biliyorum ama merak etmeyin. Onun dediklerine uymaya çalışıyoruz gördüğünüz gibi. Sabah ki olay da iyi gelmemiş anlaşılan. Geldi geçti.
Sakin olmaya çalışın. Onu sınıfın en arka ve köşe tarafına oturtacağız. Önünde ve sağında bir sıra boşluk olacak. Önüne Selest, sağına ise Arnold oturacak. Sarah'ı ise
sınıfın diğer köşesine oturtacağım. Jacop onun yanında olacak. Ayrıca eğer çok krkanlar olursa aranızda yer değiştirebilirsiniz.
Arnold:
-Efendi-
-Biliyorum biliyorum. Normal olmamız gerekiyor ama bu koordinatta ve önünün, sağının boş olmasını o istedi.
Herkes şaşırmıştı. Korkuyorlardı ve merak içindeydiler. Bu kız her şeyi neden en küçük ayrıntısına kadar düşünüyordu? Ne saklıyordu?
Odadan çıktıklarında sadece Sarh konuşuyordu:
-Arnold! Seni oyunbozan! Onunla aynı odada olmayı kabul etmedin değil mi? Uf! Merak etme sen1 Biz seni her tenefüs ziyeret ederdik.
Nasıl olsa parmaklıklı bir oda olacak! Hğaaa! Birisi şunu itmeme yardım etsin!
------------
Sınıfa ilerledikçe korkuları artıyordu. Bazıları çoktan eve gitmişti. Lisa önüne değil yalnızca pencerelere bakıyordu. Sonra:
-Hey! Bakın bu Oji! Okuldan ayrılıyor. Bu demek oluyor ki...
Selest:
-O burada...
Arnold:
-Söylendiği gibi sakin olmaya çalışın hiçbir şey olmayacak. Neden korkuyoruz ki?
Lola:
-Hime?
-Ne var Lola?
-Siz... Siz korkmuyor musunuz?
-Neden korkmalıymışım ki? O sadece garip birisi o kadar.
-Sanırım Lenard sensei bu yüzden seni onun önüne oturttu. Çok soğuk kanlısın.
-Evet öyleyim.
-Ronal - kun ve Cassandra - chan ayrı bir sınıfta oldukları için çok şanslılar değil mi?
-Bilemiyorum, Ronald'la aynı sınıfta olsak daha eğlenceli olabilirdi. Herneyse, sen de benim yanıma geçeceksin Lola.
-Ne? Ha evet tabi ki...
-(Gülümseyerek) Korkmana gerek yok. Ben hep yanında olacağım. ... Hem bir şey daha var.
-Nedir o?
-Onu gördün değil mi? Bir hayalete benzese de... Çok güzeldi değil mi?
-Eee şeyy...
-Evet, bu savaş demek. Bütün ilgiyi toplamasına yardım etme!
----------------------
Kalplerindeki acılarla, bu acıların onlara sardığı alışkanlık ve ruhlarla birlikte ilerliyorlardı. Artık sınıfın kapısına gelmişlerdi. Ve içeriye ilk adımlarını attılar.
Gerçektende sıralar Bay Lenard'ın dediği şekilde dizilmişlerdi ve... Ve o oradaydı. Kalemi ve defterini sıranın üzerine koymuş, öylece penceren dışarıya bakıyordu.
Gözleri cam gibiydi, Teni yine bembeyaz ve gölgesi kapkaranlıktı.
İlk başta bir sessizlik oluştu. Kimse ilk oturan kişi olmak istemiyordu. En sounda Selest ilerledi ve oturdu:
-Lola, hadi yanıma gel!
-E- elbette!
Bunun üzerine Arnold'da yerine geçti. Sonra Jacop, Sarah, Saki ve diğerleri. Kimse konuşamıyordu. Sarah bile.
Bu sırada desr matemetikti ve Bay Çokiro elinde sınav kağıtlarıyla endişeli bir şekilde sınıfa yaklaşıyordu. Sınıfa yaklaştıkça adımları yavaşlıyordu.
Son birkaç adım kala durdu. Girip girmeme konusunda emin değildi. Kendi kendine konuşuyordu:
-Of! Ne yapmaıyım! Hğ!! Hoh! Sakin ol! Sen Bay Çokiro'sun. Taş kalpli öğretmen Bay Çokiro. O sadece bir öğrenci. Benim öğretmen olduğum yerde o hiçbir şey yapamaz!
Bunlara benzer birkaç şey daha mırıldandı ve fişek gibi sınıfa girdi.
-Eveeeeeeettt!! Sınav vakti veletler!! ZUHAHHAHHAHHAHHAHAA!!
Sınıf:
-Olamazz!! Hayır!!!
Sarah:
-Hğaaa!! Bay Çokiro kesinlikle taş kalplisiniz!!
Selest:
-tam da ojelerimi sürdüğüm sırada mı? Peh!
Saki:
-Evvvet!! Sonunda beklediğim an geldi. Bugün için günde en az 7 saat çalıştım, hergün 7 saat spor yaptım!! Evveeet!! Bay Çokiro sizi tam anlamıyla destekliyorum!
-Aferin Saki!! Haftanın öğrencisi yine sen olacaksın buna eminim!
Erica:
-Sınava istekli görünen tek kişi Saki. Nasıl yaşıyorsun sen?
Bay okiro sırayla kağıtları dağılttı. Elinde son bir kağıt kalmıştı. Bunu Alice'e vermeliydi. Fakat bütün neşesi kaçmıştı. Sonra tekrar düşündü. O öğretmendi. Öğrencilere istediğini yaptırabileceğini düşünüyordu.
-Selest!! Bunu yeni arkadaşına uzat bakalım!
Kesinlikle herkes Selest'in ne kadar umursamaz olduğunu biliyordu. Selest hiçbir şey yokmuşcasına kağıdı aldı ve arkasına dönüp uzattı.
Alice yavaşça elini uzattı ve kağıda dokundu. Kesinlikle çok yavaş hareket ediyordu. Kağıdı alıken Selest'le gözgöze gelmişlerdi. Selest'in yaptığı tek şey önüne döndüğünde mırıldanmaktı:
-Lanet olsun! Çok güzel!
------------------------------------------
Yine kazık sorularla biten bir matematik sınavı. Bay Çokiro kağıtları hemen okurdu. Diğer ders de matematik olduğundan sonuçları öğrenebileceklerdi. Fakat çoğusuna göre bu iyi bir şey değildi.
Okul son derece sessizdi.
Cassandra:
-Haaaahh! İlk defa farklı sınıfta olduğum için seviniyorum.
Lisa:
-Uf acı bize Cas!Ödüm patlıyor hep!
-üF! Ne yapayım,?
Ronald:
-Benim cesur sevgilim, nasıl geçti bakalım? Bay Çokiro korktuğu şeyler için y
Görüntü mide bulandırıcı. Katledilmiş 6 genç. Kandan tanınmıyorlar bile. En sonunda yönetici ve oğlu da olay yerine geliyor. Söyleyebildikleri tek şey:
-Bunu her kim yapmışsa, insan olamaz.
Atmosfer karanlık. Okula gitmeleri gerekn kişiler var. Fakat hiç de istekli görünmüyorlar.
Sarah:
-Okula gitmek istemiyorum. ... Yani normalden daha çok gitmek istemiyorum.
Saki:
-Hepimizin morali iyi değil. Ama gitmak zorunda olduğumuzu biliyorsun. Bay Çokiro yine matematik sınavının tarihini açıklamadı. Değişik bir anlatır ve biz orada olmazsak bize acımaz.
Lola:
-Hayat çok acımasız!
Selest:
-Şiir yazmaya mı karar verdiniz. Ortam zaten gergin, iyice çorba yapmayın!
Tine ve Tinka:
-Durum gerçekten vahim. Öyle ki müzik dinlemek dahi istemiyoruz.
Momo:
-Tamam, bu iyi değil. Beni daha fazla korkutmadan şu kulaklıkları kulağınıza takın hemen.
Erşca:
-Momo, çıkışta alışverişe ne dersim? Kesinlikle ihtiyacım var.
-İşe yarayacağına emin misin? Çünkü biz her gün senin isteğinle alışveriş yaparız farkındaysan.
Lisa:
-Değişik olup işe yaraması için Cassandra'yla birlikte gelebiliriz. Web sitemiz hacklendi.
Erica:
-Uuu! Kesinlikle gelmelisiniz. Üzüldüm.
Momo:
-Ben de üzüldüm. Oysa çok iyiydiniz.
------------------------------------------
Okulun bahçesine girmek üzereler.
Selest:
-Lola, nasılım? Yeni aldığımız allığı kullandım. Güzelim değil mi? (Üstüne başına bakıyor ve çekiştiriyor.)
-Tabi ki güzelsiniz Hime! Siz okulun en güzel kızısınız! Benim söylememe gerek yok!
-Biliyorum. Ronald sen de bak!
-Güzelliğin beni kör edecek. Nedense benim için değil de başkaları içinde güzel olmaya çalıştığın düşüncesine kapıldım.
-Güzel görünmeliyim. Herkes için. Fakat senin daha bir ayrı merak etme. Tamam, ders çıkışı beni alırsın. Hadi Lola!
Jacop:
-Arnold?
-Evet?
-Sence... Sence bu sabah olanlarla o kızın bir ilgisi var mıdır?
-... Nasıl bir beynin var senin? Yersiz yersiz korkutmasana!
-Ne bileyim? Sen ne düşünüyorsun?
-Bir şey düşünemiyorum aslında. Ya da düşünmek istemiyorum.
-Düşünemiyor musun? Kesinlikle bir şeyler iyi gitmiyor! Senin düşünemediğin şeyleri ben asla düşünemem zaten! ... O kadar kötü müydü?
-Oda kıpkırmızıydı ve bu domates değil di eminim. Bıçaklanmışlar. Ama şimdilik hiç bir şey anlayamadık. Bıçakta ne bir parmak izi var ne de bir doku parçası.
-Bütün bu gerginlikle nasıl derslere yoğunlaşacağız ki biz? Zaten normalde de bir şey anlamıyordum ki. Umarım Bay Çokiro sınavı bugün yapmaz.
-Bugün başıma kötü haber havarisi mi kesildin J? Çalıştın mı hiç?
-Ben mi* Tabi ki hayır. Sana sormuyorum. Çünkü tehlikeli zaman dilimine girdiğinden beri çalışıyorsundur eminim.
-Çalışıyorum ama yeterli verimlilikte değil. Sadece günde 3 saat. Puf! Bu gidişle düşük not alacağım!
-Sürekli nasıl en iyi arkadaşım olduğunu düşünüp duruyorum. Benim çalışma stilimi görsen camdan atlayacaksın demek ki.
---------------------------------------------------
Okulun bahçesine girdiklerinde okul müdürünün sesi tüm bahçede çınlıyordu:
-Arnold! Arnold! Tayfanı al ve odama gel hemen!
Sarah:
-Aaa! Kim bilir yine ne oldu?
Cassandra:
-Puf!
Daha da sıkılmış bir biçimde müdürün odasına geçtiler. Ortam olduğundan da garipleşmeye başlıyordu. Çünkü bütün sınıf arkadaşları da oradaydı.
Küçük odada sıklım sıkış oturuyorladı. Ya da oturmaya çalışıyorlardı.
Okul Müdür Lenard:
-Eveet! Eğer çabucak nefes almak istiyorsanız beni dikkatlice ve karşı çıkmadan dinleyin. Duydun değil mi Sarah?
-(Ağzında geveleyerek) Kesinlikle karşı çıkacağım bir şey.
-Bildiğiniz gibi... KAGE Alice okulumuza kayıt yaptırmı-
-Neeeeeee???!! Bizim sınıfa mı geliyor! Olamaz olamaza olamaz! Kesinlikle karşıyım. Sizler aklınızı mı kaçırdınız. Onu parmaklıklı bir odada
özel öğretmenlerle eğitmelisiniz. Hğaaaa! Bunu bana neden yapıyorsunuz?
-Sarah! Of! Jacop?
-Peki efendim. S, hadi biz dışarı çıkalım. (Sarah'ı kapıya doğru sürüklüyor)
-Neden ben? Lütfen bizim sınıfa gelmiş olmasın Hayır!!
-Tamam. Artık rahatlıkla devam edebiliriz. Endişelenmeye başladığınızı görebiliyorum. Fakat onu Arnold'ın olduğu sınıfa koymak daha uygun olur diye düşündüm.
Dışarıdan Sarah'ın sesi duyulur:
-O zaman parmaklıklı odaya Arnold'ı da sokarız. Gİrmezse ben iterim! Gerçekten!
-Eee... Devam edelim. Sizlerden isteyebileceğim tek şey sakin olmanız ve normallikle anormallik arasında kalmanız.
Saki:
-Eee. Bay Lenard siz iyi misiniz?
-Kurduğum cümlenin saçma olduğunu biliyorum. Benim kafam da pek iyi değil zaten. Hğaaa! Arnold şu inatçı babana bir türlü onu okula almama fikrini kabul ettiremedim!
Öhö öhö! Herneyse. Yani demeye çalıştığım, ondan uzak duracaksınız ama ayrıca sınıfın normal bir üyasiymiş gibi davranaaksınız. Sadece size önceden bildirmek istedim.
Korktuğunuzu biliyorum ama merak etmeyin. Onun dediklerine uymaya çalışıyoruz gördüğünüz gibi. Sabah ki olay da iyi gelmemiş anlaşılan. Geldi geçti.
Sakin olmaya çalışın. Onu sınıfın en arka ve köşe tarafına oturtacağız. Önünde ve sağında bir sıra boşluk olacak. Önüne Selest, sağına ise Arnold oturacak. Sarah'ı ise
sınıfın diğer köşesine oturtacağım. Jacop onun yanında olacak. Ayrıca eğer çok krkanlar olursa aranızda yer değiştirebilirsiniz.
Arnold:
-Efendi-
-Biliyorum biliyorum. Normal olmamız gerekiyor ama bu koordinatta ve önünün, sağının boş olmasını o istedi.
Herkes şaşırmıştı. Korkuyorlardı ve merak içindeydiler. Bu kız her şeyi neden en küçük ayrıntısına kadar düşünüyordu? Ne saklıyordu?
Odadan çıktıklarında sadece Sarh konuşuyordu:
-Arnold! Seni oyunbozan! Onunla aynı odada olmayı kabul etmedin değil mi? Uf! Merak etme sen1 Biz seni her tenefüs ziyeret ederdik.
Nasıl olsa parmaklıklı bir oda olacak! Hğaaa! Birisi şunu itmeme yardım etsin!
------------
Sınıfa ilerledikçe korkuları artıyordu. Bazıları çoktan eve gitmişti. Lisa önüne değil yalnızca pencerelere bakıyordu. Sonra:
-Hey! Bakın bu Oji! Okuldan ayrılıyor. Bu demek oluyor ki...
Selest:
-O burada...
Arnold:
-Söylendiği gibi sakin olmaya çalışın hiçbir şey olmayacak. Neden korkuyoruz ki?
Lola:
-Hime?
-Ne var Lola?
-Siz... Siz korkmuyor musunuz?
-Neden korkmalıymışım ki? O sadece garip birisi o kadar.
-Sanırım Lenard sensei bu yüzden seni onun önüne oturttu. Çok soğuk kanlısın.
-Evet öyleyim.
-Ronal - kun ve Cassandra - chan ayrı bir sınıfta oldukları için çok şanslılar değil mi?
-Bilemiyorum, Ronald'la aynı sınıfta olsak daha eğlenceli olabilirdi. Herneyse, sen de benim yanıma geçeceksin Lola.
-Ne? Ha evet tabi ki...
-(Gülümseyerek) Korkmana gerek yok. Ben hep yanında olacağım. ... Hem bir şey daha var.
-Nedir o?
-Onu gördün değil mi? Bir hayalete benzese de... Çok güzeldi değil mi?
-Eee şeyy...
-Evet, bu savaş demek. Bütün ilgiyi toplamasına yardım etme!
----------------------
Kalplerindeki acılarla, bu acıların onlara sardığı alışkanlık ve ruhlarla birlikte ilerliyorlardı. Artık sınıfın kapısına gelmişlerdi. Ve içeriye ilk adımlarını attılar.
Gerçektende sıralar Bay Lenard'ın dediği şekilde dizilmişlerdi ve... Ve o oradaydı. Kalemi ve defterini sıranın üzerine koymuş, öylece penceren dışarıya bakıyordu.
Gözleri cam gibiydi, Teni yine bembeyaz ve gölgesi kapkaranlıktı.
İlk başta bir sessizlik oluştu. Kimse ilk oturan kişi olmak istemiyordu. En sounda Selest ilerledi ve oturdu:
-Lola, hadi yanıma gel!
-E- elbette!
Bunun üzerine Arnold'da yerine geçti. Sonra Jacop, Sarah, Saki ve diğerleri. Kimse konuşamıyordu. Sarah bile.
Bu sırada desr matemetikti ve Bay Çokiro elinde sınav kağıtlarıyla endişeli bir şekilde sınıfa yaklaşıyordu. Sınıfa yaklaştıkça adımları yavaşlıyordu.
Son birkaç adım kala durdu. Girip girmeme konusunda emin değildi. Kendi kendine konuşuyordu:
-Of! Ne yapmaıyım! Hğ!! Hoh! Sakin ol! Sen Bay Çokiro'sun. Taş kalpli öğretmen Bay Çokiro. O sadece bir öğrenci. Benim öğretmen olduğum yerde o hiçbir şey yapamaz!
Bunlara benzer birkaç şey daha mırıldandı ve fişek gibi sınıfa girdi.
-Eveeeeeeettt!! Sınav vakti veletler!! ZUHAHHAHHAHHAHHAHAA!!
Sınıf:
-Olamazz!! Hayır!!!
Sarah:
-Hğaaa!! Bay Çokiro kesinlikle taş kalplisiniz!!
Selest:
-tam da ojelerimi sürdüğüm sırada mı? Peh!
Saki:
-Evvvet!! Sonunda beklediğim an geldi. Bugün için günde en az 7 saat çalıştım, hergün 7 saat spor yaptım!! Evveeet!! Bay Çokiro sizi tam anlamıyla destekliyorum!
-Aferin Saki!! Haftanın öğrencisi yine sen olacaksın buna eminim!
Erica:
-Sınava istekli görünen tek kişi Saki. Nasıl yaşıyorsun sen?
Bay okiro sırayla kağıtları dağılttı. Elinde son bir kağıt kalmıştı. Bunu Alice'e vermeliydi. Fakat bütün neşesi kaçmıştı. Sonra tekrar düşündü. O öğretmendi. Öğrencilere istediğini yaptırabileceğini düşünüyordu.
-Selest!! Bunu yeni arkadaşına uzat bakalım!
Kesinlikle herkes Selest'in ne kadar umursamaz olduğunu biliyordu. Selest hiçbir şey yokmuşcasına kağıdı aldı ve arkasına dönüp uzattı.
Alice yavaşça elini uzattı ve kağıda dokundu. Kesinlikle çok yavaş hareket ediyordu. Kağıdı alıken Selest'le gözgöze gelmişlerdi. Selest'in yaptığı tek şey önüne döndüğünde mırıldanmaktı:
-Lanet olsun! Çok güzel!
------------------------------------------
Yine kazık sorularla biten bir matematik sınavı. Bay Çokiro kağıtları hemen okurdu. Diğer ders de matematik olduğundan sonuçları öğrenebileceklerdi. Fakat çoğusuna göre bu iyi bir şey değildi.
Okul son derece sessizdi.
Cassandra:
-Haaaahh! İlk defa farklı sınıfta olduğum için seviniyorum.
Lisa:
-Uf acı bize Cas!Ödüm patlıyor hep!
-üF! Ne yapayım,?
Ronald:
-Benim cesur sevgilim, nasıl geçti bakalım? Bay Çokiro korktuğu şeyler için y
^^'
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Migaki
Teşekkür ederim Umarım beğenirsiniz. Biraz abarttım mı ney fdkjghsdjks *O* Tekrar teşekkürler. Bu da 6. bölüm işte. Bakalım ne ara devam edersem ^^
Bölüm 6 : Alexandra Isabell Selestia
Bölüm 6 : Alexandra Isabell Selestia
Spoiler:
Jacop:
-Bence çok çalışıyorsun. Ortam zaten gergindi, bir de çok çalışınca hayal görmeye başladın bence. Öyle bir patlama olmuşsa bizim de duymamız gerekmez mi?
Arnold:
-Off! Kafam karışık benim de. Ama zaten normalden daha az çalışıyordum. Bahçe kapısının bir yarısı havada uçuşuyordu ve sonra kendimi pencerenin yanında baygın hâlde buldum. O kabus da kafamın karışıklığının cabası.
-Hmm... Bembeyaz bir ten. Kızılımsı saç - lar... !?
Yolda yürürken öylece kaldılar. Bu özellikler...
Jacop:
-İşler gerçekten uyuzlaşıyor! Bu o kız olmasın lan!?
-Hğa! Aslında şimdi düşününce gerçekten de benziyordu, fakat... Alice'in saçları düz ve tamamen kızıl. O kadının saçları kabarıktı ve bazı kısımları sarı bukleliydi.
-Saçlarını sürekli örüyor. Saçlarında sarı kısımlar olup olmadığını bilemeyiz bence. Zaten kıza bakmaya korkuyoruz. Of!
Endişeleri artmış bir şekilde sınıfa doğru ilerliyorlardı. Alice sınavlardan hep yüksek notlar alıyor ve sürekli tuhaf davranıyordu. 6 gencin katliamının etkisi de tam olarak geçmiş değildi. Sınıf kapısına yaklaşmışlardı. Arnold:
-Bak orada.
-Oji de yanında. O çocuk olduğundan da garipleşmeye başladı. Neden bunlar başımıza geliyor?!
Oji birkaç çantayı Alice' uzatıyordu. Sonra ikisi de tebessüm etti ve Oji uzaklaşmaya başladı. Oji sürekli Alice'in yanında geziniyordu. Nedense de mutlu görünüyordu.
Yutkunarak sınıfa girdiler ve oturdular. Alice de yerindeydi. Arnold bir süre etrafa bakmadan düşündü. Belki de biraz incelemeliydi. Başını hafifçe Alice döndürdü. Öylece pencereye bakıyordu. Arnold onu kesinlikle bir yerlerde gördüğüne inanıyordu ve bu inançona baktıkça güçleniyordu. Arnold saçlarını süzmeye başladı. Tamamen kızıl ve düz görünüyordu. Fakat teni gerçekten de aşırı derecede beyazdı. Arnold kendini kaptırmış Alice'i seyrediyordu. Böyle kığırdaman durabilmeyi nasıl başarıyordu. En sonunda Arnold aklından ne kadar güzel olduğu düşüncesini geçirdikten sonra utanarak önüne döndü. Saçmalamış gibi hissediyordu. Birden birisi seslendi:
-Saçım... Saçımda bir şey mi var?
Arnold ürkmüştü. Alice'e baktı. Sesin ondan geldiğine emindi fakat o hâlâ pencereye bakıyordu. Kendini toparlamaya çalışarak:
-Eee... Özür dilerim, sanırım dalmışım.
Gerçekten de hem bir ölü gibi hem de bu kadar güzel bir tonda nasıl konuşuyordu? Arnold ister istemez etrafına baktı. Sınıf kopmakta olduğundan sanırım kimse onları duymamıştı. Gözlerini gezdirirken birden Sarah'ın gözlerine takıldı. Sarah garip bir yüz ifadesiyle ona bakıyordu. Sanırım onları görmüştü. Sarah kendine gelerek zoraki bir gülümsemeyle önüne döndü. Kendi kendine konuşuyordu:
-Acaba anormal olan ben miyim? Ben bile konuşmaya korkarken sınıfın hâline bak! Her şeyi unutmuş gibiler. Uff! Arnold gerçekten de korkusuz soytarının teki. Lenard palyaçosu neden parmaklıklı sınıfı yaptırmadı ki sanki.
Fakat olanları gören sadece Sarah değildi. Selest arkasına dönmese de duymuştu. Korkmaktan değil de şu garip atmosferden gerçekten sıkılmıştı. İçinden geçirdiği cümleler:
-Normal davranmakmış! Bizim aylaklar gayet normal davranıyor gibi gözüküyorlar ama herkes altına yapıyor. Gerçekten sinirime dokunmaya başladı.
Selest tüm bu sinirle arkasına ani bir dönüş yaptı. Göz bebekleri ok misali Alice'in göz bebeklerine sabitlendi. Alice'de artık pencereye bakmayı bırakmış Şaşkın gözlerle Selest'e bakıyordu. Selest:
-Demek şaşırabiliyorsun da. Hmm... Hiçbir ifadeyi yapamadığını sanmıştım oysaki. Ama bir dakika. Gülüşünü de görmüştüm pardon. Sanırım ders boş geçecek, biraz laflamak ister misin?
Bütün sınıf birden ağır çekime bağladı. Arnold'un akisne Selest'in cüleleri daha bir korkunç ve yüksek tondaydı. Herkes onlara bakıyordu. Alice susmuş, gözlerindeki şaşkın bakışın yerini soru işaretleri almıştı. Selest devam etti:
-Seni yok sayacağımı sanıyorsan çok beklersin. Aslında bunu hep yaparım. Fakat senin varlığın bile bana batmaya yetiyor.
Arnold:
-Alexandra! Önüne dön.
Selest hiç oralı görünmüyordu.Tam ağzını açıp devam edecekti ki Alice:
-Zaten yeterince dikkatlerin odağındasın. Dikkat çekmek için bana ihtiyacın yok. Söylediğin gibi eğer varlığım sana sen beni yok sayarken bile batıyorsa, yok saymadığında canını acıtabilirim.
Sınıf şok geçirmişti. Selest zaten hep bir şeyleri kurcalardı. Herkes sıralarına oturmuş bir umutla Arnold' bakıyordu.
O anda Selest'in üzerinden kamyon geçmişti sanki. İçinden haykırdı:
-O... O beni nasıl anlayabilir? Beni nasıl küçük düşürür?!
Herkesin üzerine bir korku sinmişti. Titremeye başlayanlar bile olmuştu. Bu atmosfer de nayin nesiydi?
Arnold bir sinirle ayaklandı ve:
-Alexandra Isabell! Ne yaptığını sanıyorsun? Benimle gel hemen!
Fakat Selest aynı korku dolu bakışla Alice'e bakmaya devam ediyordu. Arnold Selest'i kolundan sıkıca kavradı ve sınıftan dışarı çıktılar. Lola, Sarah ve Jacop da arkalarından çıktı.
Arnold sinirle Selest'i koridorda sürüklüyordu. Onu silkeledi ve konuşmaya başladı:
-Isabell kendine gel! Çok ileri gittin. Zorunlu olmadıkça onunla konuşmamamız gerekiyor. Bunu senden beklemezdim.
Selst öylece bakıyordu.
Arnold:
-Selest, bir şey mi oldu? İyi misin?
Selest donmuştu sanki. Gözlerinde yansımalar belirmeye başladı. İçinde fırtınalar kopuyordu:
-O... Ben... Nasıl?... Korkuyorum... Eğer benden daha ön planda olursa herkes beni unutur. Onun varlığı çok güçlü.. Bir türlü yok sayılmıyor. Aklımdan çıkaramıyorum. Unutulmak istemiyorum!
Selest uzun süredir sessizdi. Arnold endişeleniyordu. Selest... Onun psikolojisi geçmişinden dolayı pek güçlü değildir. Uzun yıllar psikolojik destek alarak biraz olsun normale dönebilmeyi başarrmıştı. Yöneticinin yakın dostu olan Bay KAKU onu evlat edindiğinden beri Arnold'la kardeş gibi büyüdüler. Arnold onu yakından tanıyor ve endişeleniyor. Çünkü o, ne kadar dıştan umursamaz kolay kolay sarsılmaz bir tipe benzesede kalbindeki yaralar iyileşemeyecek kadar derin olduğunda aslında çok zayıf.
Arnold onu yavaşça sandalyeye oturttu.
-Alex, sakin ol tamam mı? Bizler buradayız. Korkmana gerek yok. Fakat onunla konuşmamamız gerektiğini biliyorsun.
Selest gerçekten de garip davranıyordu. Lola'nın gözleri dolmuştu. İnce sesiyle :
-Hime? Korkmanıza gerek yok. Yaptığınız kurallara aykırı olsa da ki siz kuraları da her şeyi yok saydığınız gibi yok sayarsınız, şimdi herkes seni düşünüyor.
Arnold'ın gözlerinde hüzün ve acıma duygusu dalgalanıyordu. Tebessüm ederek:
-Hepimiz senin için burdayız. Unutulmuş değilsin.
Bu cümleler Selest'i ürpetti. Gözleri dolmuştu, sırayla arkadaşlarının gözlerinin içine baktı. Sonra ayağa kalkarak:
-Lola, makyajım akacak, bana makyaj malzemelerimi getir hemen.
Bunları söylerken yürümeye başlamıştı. Az önce duyduğu sözler ne kadar onu rahatlatsa da kalbindeki yaralar tekrar kanamaya başlamıştı.
Alexandra Isabell Selestia... Belki de arkadaşları içerisinde en çok acı çeken kişi. Evlilik dışı bir ilişkiden Fransa'da dünyaya geldi. Biyolojik annesi onu doğurduktan sonra kaçmış olacak ki onu polis onu öylece harabe evin içinde bulmuştu. Bir süre yetimhanede geçirdi günlerini. Annesini babasını tanımamak... Bir ismi dahi yoktu. Yetimhanede onunla ilgilenen bir kadın vardı. Ona Selestia diye çağırmaya başlamıştı. Kadın duldu ve ilk ve tek çocuğu olan Selestia adındaki kızını kaybetmişti. Isabell'in gözlerindeki pırıltıyı görmüş, ona daha karnındayken kaybettiği kızının ismini vererek kızını hiç kaybetmemiş gibi hissdiyordu. Selest yetimhanede zor günler geçirmişti. Çektiği acılardan dolayı yüzünde hep somurtkan bir ifade vardı. Bu yüzden evlatlık için gelen ailelerden hiç biri onu seçmemişti. Bazı hayır severler yetimhaneye kızlar için bazen hediyeler gönderirdi. Arkadaşları tarafından dışlanan Selest'in hiç hediyesi olmamıştı. Çünkü bir kız vardı. Kısa, dalgalı, siyah saçlı; mavi gözlü, koyu tenli bir kız. Hâlâ Seslest'in kabuslarına giren o kız, yetimhane müdürünün kızı... Diğer kızları da yönlendirerek Selest'i dışlar, zaten çok az olan giysilerine zarar verir, ona hep kötü kötü bakardı. Selest kendini bildi bileli o kızın neden kendisine kötü davrandığını bilmiyor. Korktuğunda kulaklarında hep o kızın iğrenç kahkaları çınlıyor.
-------------------------------------------------
-Evet kızlar! Teker teker, herkese yetecek kadar var!
-Aaa! Ne kadar güzel elbiseler! Renk renk!
-Bunu ben istiyorum!
-Hayır önce ben gördüm!
-Selestia, gel gel. Bak bunu senin için getirdim. Bence pembe, sarı buklelerine yakışır.
Selestia aynı somurtkan ifade ile elini uzattı. Bu yumuşacık bir elbiseydi. Genetik midir bilemiyorum ama nedense Selest'in doğuştan elbiselere, takılara, makyaj malzemelerine, cıvıl cıvıl renkler ve güzel görünen şeylere ilgisi vardı.
-Yumuşacık değil mi? Böyle şeyleri sevdiğini biliyorum. Bence sen çok güzel bir kızsın. Öyle güzelsin ki, yüzündeki bu ifadeyle bile güzel görünüyorsun. Hadi denesene! Eminim daha güzel olacaksın.
-Ben... Sence ben, güzel miyim?
-Tabi ki güzelsin. Hatta, kimseye söyleme ama sen benim gördüğüm en güzel kızsın. (Gülümsüyor)
Selest'in gözlerindeki pırıltılar daha da büyüdü. Güzel olduğunu bilmek, diğer kızlar gibi... Prensesler gibi... Eğer güzel olursa, en güzel olursa kimse onu dışlayamazdı.
-Teresa! Ne yaptığınızı sanıyorsun? O elindekini hemen bana ver! Ona elbise verilmeyecek. Babam böyle söyledi. Hem ne saçmalıyorsun! Senin güzellik anlayışınız sıfır!
-Ama Yuka! Böyle söylememelisin. Bütün kızlar güzeldir. Tabi ki Selest de güzel. Hem neden elbiseyi alamıyoruz? Baban nerede?
-Haddini bil hizmetçi! Ben bu yetimhanenin müdürünün kızıyım. Benimle böyle konuşamazsın. Ben öyle söylediysem öyledir. Ona o isimle seslenmeyi de kes! Onun ismi bile yok. Eğer çoktan ölmüş olsaydı kimse onun için endişelenmezdi. Ver şunu bana ve bana iyi bak! Güzellik buna deniyor!
Selest'in pırıltıları acıya dönüşmüştü. Gerçekten de neler saçmalıyordu. Yuka'nın saçları parlıyordu ve her gün bambaşka elbiseler giyiyordu. Tüm dikkatler üzerindeydi, bu yüzden asla unutulmazdı.
Yuka kibirli ve çarpık adımlarla uzaklaştı. Elbiseyi de yanında götürmüştü. Selest'in üzüldüğü çok belliydi. Öyle ki yüzündeki somurtkan ifadenin yerini acınası bir ifade almıştı. Teresa saçlarını okşayarak:
-Sen ona bakma. Sen çok güzelsin Selest. Yeterince para biriktirdiğim zaman seni evlatlık alacağım ve alışverişe çıkacağız. Birbirinden güzel elbiseler alacağım sana. Bu yüzden pes etmemeni istiyorum. Ne olursa olsun vazgeçme!
Teresa'nın varlığı bu yetimhanedeki tek güzel şeydi Selestia için. O gün kendine söz verdi:
-PES ETMEYECEĞİM!
Selest bu duygularla ve aynı dışlanmayla günlerce Yuka'yı izledi. Ne kadar güzeldi. Herkes onunla oyun oynama istiyordu. Evlatlık için gelen aileler ilk başta onu evlat edinmek istiyorlar, onun müdürün kızı olduğunu öğrenince hepsi "Keşke bizim kızımız olsaydın, çok tatlısın." gibi şeyler söylüyorlardı. Selest far etmişti de Yuka sadece ona böyle davranıyordu.
-Neden? Neden sadece benim canımı yakıyor?
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Selest tüm bu anılar içinde boğuşurken alt katta Bay Kaku yemek yapıyordu. Evlenmemişti ve iyi de yemek yapardı. Düşündüğü tek şey şu an yaptığı pastanın Isabell'i ne kadar mutlu edebileceğiydi. Akşam olmuştu . Evin ışığı bay Kaku'nun gölgesine hayat vermişti bile. Birden telefon çaldı.
-Alo?
-Merhaba bayım. Kızınız gayet güzel bir yükleme yaptı. Yüklemenizin ödülünü almak için lütfen gölgenize merhaba diyin!
Bay Kaku şaşırmıştı. Neler oluyordu. Saçma olduğunu düşünsede gölgesine baktı. Gözleri sonuna kadar açıldı. Gölgesi ona el sallıyordu ve yanında birisi olmadığı hâlde gölgesinin yanında küçük bir kız çocuğunun gölgesi vardı. Bu sırada kader Bay Kaku'nun son konuşmasını yazıyordu.
-Sen... Sen de kimsin?
-(Kıkırdayarak) Beni tanıyacağınız sanmıyorum. Fakat söyleyebilirim.
-Ben Yuka.
-Bence çok çalışıyorsun. Ortam zaten gergindi, bir de çok çalışınca hayal görmeye başladın bence. Öyle bir patlama olmuşsa bizim de duymamız gerekmez mi?
Arnold:
-Off! Kafam karışık benim de. Ama zaten normalden daha az çalışıyordum. Bahçe kapısının bir yarısı havada uçuşuyordu ve sonra kendimi pencerenin yanında baygın hâlde buldum. O kabus da kafamın karışıklığının cabası.
-Hmm... Bembeyaz bir ten. Kızılımsı saç - lar... !?
Yolda yürürken öylece kaldılar. Bu özellikler...
Jacop:
-İşler gerçekten uyuzlaşıyor! Bu o kız olmasın lan!?
-Hğa! Aslında şimdi düşününce gerçekten de benziyordu, fakat... Alice'in saçları düz ve tamamen kızıl. O kadının saçları kabarıktı ve bazı kısımları sarı bukleliydi.
-Saçlarını sürekli örüyor. Saçlarında sarı kısımlar olup olmadığını bilemeyiz bence. Zaten kıza bakmaya korkuyoruz. Of!
Endişeleri artmış bir şekilde sınıfa doğru ilerliyorlardı. Alice sınavlardan hep yüksek notlar alıyor ve sürekli tuhaf davranıyordu. 6 gencin katliamının etkisi de tam olarak geçmiş değildi. Sınıf kapısına yaklaşmışlardı. Arnold:
-Bak orada.
-Oji de yanında. O çocuk olduğundan da garipleşmeye başladı. Neden bunlar başımıza geliyor?!
Oji birkaç çantayı Alice' uzatıyordu. Sonra ikisi de tebessüm etti ve Oji uzaklaşmaya başladı. Oji sürekli Alice'in yanında geziniyordu. Nedense de mutlu görünüyordu.
Yutkunarak sınıfa girdiler ve oturdular. Alice de yerindeydi. Arnold bir süre etrafa bakmadan düşündü. Belki de biraz incelemeliydi. Başını hafifçe Alice döndürdü. Öylece pencereye bakıyordu. Arnold onu kesinlikle bir yerlerde gördüğüne inanıyordu ve bu inançona baktıkça güçleniyordu. Arnold saçlarını süzmeye başladı. Tamamen kızıl ve düz görünüyordu. Fakat teni gerçekten de aşırı derecede beyazdı. Arnold kendini kaptırmış Alice'i seyrediyordu. Böyle kığırdaman durabilmeyi nasıl başarıyordu. En sonunda Arnold aklından ne kadar güzel olduğu düşüncesini geçirdikten sonra utanarak önüne döndü. Saçmalamış gibi hissediyordu. Birden birisi seslendi:
-Saçım... Saçımda bir şey mi var?
Arnold ürkmüştü. Alice'e baktı. Sesin ondan geldiğine emindi fakat o hâlâ pencereye bakıyordu. Kendini toparlamaya çalışarak:
-Eee... Özür dilerim, sanırım dalmışım.
Gerçekten de hem bir ölü gibi hem de bu kadar güzel bir tonda nasıl konuşuyordu? Arnold ister istemez etrafına baktı. Sınıf kopmakta olduğundan sanırım kimse onları duymamıştı. Gözlerini gezdirirken birden Sarah'ın gözlerine takıldı. Sarah garip bir yüz ifadesiyle ona bakıyordu. Sanırım onları görmüştü. Sarah kendine gelerek zoraki bir gülümsemeyle önüne döndü. Kendi kendine konuşuyordu:
-Acaba anormal olan ben miyim? Ben bile konuşmaya korkarken sınıfın hâline bak! Her şeyi unutmuş gibiler. Uff! Arnold gerçekten de korkusuz soytarının teki. Lenard palyaçosu neden parmaklıklı sınıfı yaptırmadı ki sanki.
Fakat olanları gören sadece Sarah değildi. Selest arkasına dönmese de duymuştu. Korkmaktan değil de şu garip atmosferden gerçekten sıkılmıştı. İçinden geçirdiği cümleler:
-Normal davranmakmış! Bizim aylaklar gayet normal davranıyor gibi gözüküyorlar ama herkes altına yapıyor. Gerçekten sinirime dokunmaya başladı.
Selest tüm bu sinirle arkasına ani bir dönüş yaptı. Göz bebekleri ok misali Alice'in göz bebeklerine sabitlendi. Alice'de artık pencereye bakmayı bırakmış Şaşkın gözlerle Selest'e bakıyordu. Selest:
-Demek şaşırabiliyorsun da. Hmm... Hiçbir ifadeyi yapamadığını sanmıştım oysaki. Ama bir dakika. Gülüşünü de görmüştüm pardon. Sanırım ders boş geçecek, biraz laflamak ister misin?
Bütün sınıf birden ağır çekime bağladı. Arnold'un akisne Selest'in cüleleri daha bir korkunç ve yüksek tondaydı. Herkes onlara bakıyordu. Alice susmuş, gözlerindeki şaşkın bakışın yerini soru işaretleri almıştı. Selest devam etti:
-Seni yok sayacağımı sanıyorsan çok beklersin. Aslında bunu hep yaparım. Fakat senin varlığın bile bana batmaya yetiyor.
Arnold:
-Alexandra! Önüne dön.
Selest hiç oralı görünmüyordu.Tam ağzını açıp devam edecekti ki Alice:
-Zaten yeterince dikkatlerin odağındasın. Dikkat çekmek için bana ihtiyacın yok. Söylediğin gibi eğer varlığım sana sen beni yok sayarken bile batıyorsa, yok saymadığında canını acıtabilirim.
Sınıf şok geçirmişti. Selest zaten hep bir şeyleri kurcalardı. Herkes sıralarına oturmuş bir umutla Arnold' bakıyordu.
O anda Selest'in üzerinden kamyon geçmişti sanki. İçinden haykırdı:
-O... O beni nasıl anlayabilir? Beni nasıl küçük düşürür?!
Herkesin üzerine bir korku sinmişti. Titremeye başlayanlar bile olmuştu. Bu atmosfer de nayin nesiydi?
Arnold bir sinirle ayaklandı ve:
-Alexandra Isabell! Ne yaptığını sanıyorsun? Benimle gel hemen!
Fakat Selest aynı korku dolu bakışla Alice'e bakmaya devam ediyordu. Arnold Selest'i kolundan sıkıca kavradı ve sınıftan dışarı çıktılar. Lola, Sarah ve Jacop da arkalarından çıktı.
Arnold sinirle Selest'i koridorda sürüklüyordu. Onu silkeledi ve konuşmaya başladı:
-Isabell kendine gel! Çok ileri gittin. Zorunlu olmadıkça onunla konuşmamamız gerekiyor. Bunu senden beklemezdim.
Selst öylece bakıyordu.
Arnold:
-Selest, bir şey mi oldu? İyi misin?
Selest donmuştu sanki. Gözlerinde yansımalar belirmeye başladı. İçinde fırtınalar kopuyordu:
-O... Ben... Nasıl?... Korkuyorum... Eğer benden daha ön planda olursa herkes beni unutur. Onun varlığı çok güçlü.. Bir türlü yok sayılmıyor. Aklımdan çıkaramıyorum. Unutulmak istemiyorum!
Selest uzun süredir sessizdi. Arnold endişeleniyordu. Selest... Onun psikolojisi geçmişinden dolayı pek güçlü değildir. Uzun yıllar psikolojik destek alarak biraz olsun normale dönebilmeyi başarrmıştı. Yöneticinin yakın dostu olan Bay KAKU onu evlat edindiğinden beri Arnold'la kardeş gibi büyüdüler. Arnold onu yakından tanıyor ve endişeleniyor. Çünkü o, ne kadar dıştan umursamaz kolay kolay sarsılmaz bir tipe benzesede kalbindeki yaralar iyileşemeyecek kadar derin olduğunda aslında çok zayıf.
Arnold onu yavaşça sandalyeye oturttu.
-Alex, sakin ol tamam mı? Bizler buradayız. Korkmana gerek yok. Fakat onunla konuşmamamız gerektiğini biliyorsun.
Selest gerçekten de garip davranıyordu. Lola'nın gözleri dolmuştu. İnce sesiyle :
-Hime? Korkmanıza gerek yok. Yaptığınız kurallara aykırı olsa da ki siz kuraları da her şeyi yok saydığınız gibi yok sayarsınız, şimdi herkes seni düşünüyor.
Arnold'ın gözlerinde hüzün ve acıma duygusu dalgalanıyordu. Tebessüm ederek:
-Hepimiz senin için burdayız. Unutulmuş değilsin.
Bu cümleler Selest'i ürpetti. Gözleri dolmuştu, sırayla arkadaşlarının gözlerinin içine baktı. Sonra ayağa kalkarak:
-Lola, makyajım akacak, bana makyaj malzemelerimi getir hemen.
Bunları söylerken yürümeye başlamıştı. Az önce duyduğu sözler ne kadar onu rahatlatsa da kalbindeki yaralar tekrar kanamaya başlamıştı.
Alexandra Isabell Selestia... Belki de arkadaşları içerisinde en çok acı çeken kişi. Evlilik dışı bir ilişkiden Fransa'da dünyaya geldi. Biyolojik annesi onu doğurduktan sonra kaçmış olacak ki onu polis onu öylece harabe evin içinde bulmuştu. Bir süre yetimhanede geçirdi günlerini. Annesini babasını tanımamak... Bir ismi dahi yoktu. Yetimhanede onunla ilgilenen bir kadın vardı. Ona Selestia diye çağırmaya başlamıştı. Kadın duldu ve ilk ve tek çocuğu olan Selestia adındaki kızını kaybetmişti. Isabell'in gözlerindeki pırıltıyı görmüş, ona daha karnındayken kaybettiği kızının ismini vererek kızını hiç kaybetmemiş gibi hissdiyordu. Selest yetimhanede zor günler geçirmişti. Çektiği acılardan dolayı yüzünde hep somurtkan bir ifade vardı. Bu yüzden evlatlık için gelen ailelerden hiç biri onu seçmemişti. Bazı hayır severler yetimhaneye kızlar için bazen hediyeler gönderirdi. Arkadaşları tarafından dışlanan Selest'in hiç hediyesi olmamıştı. Çünkü bir kız vardı. Kısa, dalgalı, siyah saçlı; mavi gözlü, koyu tenli bir kız. Hâlâ Seslest'in kabuslarına giren o kız, yetimhane müdürünün kızı... Diğer kızları da yönlendirerek Selest'i dışlar, zaten çok az olan giysilerine zarar verir, ona hep kötü kötü bakardı. Selest kendini bildi bileli o kızın neden kendisine kötü davrandığını bilmiyor. Korktuğunda kulaklarında hep o kızın iğrenç kahkaları çınlıyor.
-------------------------------------------------
-Evet kızlar! Teker teker, herkese yetecek kadar var!
-Aaa! Ne kadar güzel elbiseler! Renk renk!
-Bunu ben istiyorum!
-Hayır önce ben gördüm!
-Selestia, gel gel. Bak bunu senin için getirdim. Bence pembe, sarı buklelerine yakışır.
Selestia aynı somurtkan ifade ile elini uzattı. Bu yumuşacık bir elbiseydi. Genetik midir bilemiyorum ama nedense Selest'in doğuştan elbiselere, takılara, makyaj malzemelerine, cıvıl cıvıl renkler ve güzel görünen şeylere ilgisi vardı.
-Yumuşacık değil mi? Böyle şeyleri sevdiğini biliyorum. Bence sen çok güzel bir kızsın. Öyle güzelsin ki, yüzündeki bu ifadeyle bile güzel görünüyorsun. Hadi denesene! Eminim daha güzel olacaksın.
-Ben... Sence ben, güzel miyim?
-Tabi ki güzelsin. Hatta, kimseye söyleme ama sen benim gördüğüm en güzel kızsın. (Gülümsüyor)
Selest'in gözlerindeki pırıltılar daha da büyüdü. Güzel olduğunu bilmek, diğer kızlar gibi... Prensesler gibi... Eğer güzel olursa, en güzel olursa kimse onu dışlayamazdı.
-Teresa! Ne yaptığınızı sanıyorsun? O elindekini hemen bana ver! Ona elbise verilmeyecek. Babam böyle söyledi. Hem ne saçmalıyorsun! Senin güzellik anlayışınız sıfır!
-Ama Yuka! Böyle söylememelisin. Bütün kızlar güzeldir. Tabi ki Selest de güzel. Hem neden elbiseyi alamıyoruz? Baban nerede?
-Haddini bil hizmetçi! Ben bu yetimhanenin müdürünün kızıyım. Benimle böyle konuşamazsın. Ben öyle söylediysem öyledir. Ona o isimle seslenmeyi de kes! Onun ismi bile yok. Eğer çoktan ölmüş olsaydı kimse onun için endişelenmezdi. Ver şunu bana ve bana iyi bak! Güzellik buna deniyor!
Selest'in pırıltıları acıya dönüşmüştü. Gerçekten de neler saçmalıyordu. Yuka'nın saçları parlıyordu ve her gün bambaşka elbiseler giyiyordu. Tüm dikkatler üzerindeydi, bu yüzden asla unutulmazdı.
Yuka kibirli ve çarpık adımlarla uzaklaştı. Elbiseyi de yanında götürmüştü. Selest'in üzüldüğü çok belliydi. Öyle ki yüzündeki somurtkan ifadenin yerini acınası bir ifade almıştı. Teresa saçlarını okşayarak:
-Sen ona bakma. Sen çok güzelsin Selest. Yeterince para biriktirdiğim zaman seni evlatlık alacağım ve alışverişe çıkacağız. Birbirinden güzel elbiseler alacağım sana. Bu yüzden pes etmemeni istiyorum. Ne olursa olsun vazgeçme!
Teresa'nın varlığı bu yetimhanedeki tek güzel şeydi Selestia için. O gün kendine söz verdi:
-PES ETMEYECEĞİM!
Selest bu duygularla ve aynı dışlanmayla günlerce Yuka'yı izledi. Ne kadar güzeldi. Herkes onunla oyun oynama istiyordu. Evlatlık için gelen aileler ilk başta onu evlat edinmek istiyorlar, onun müdürün kızı olduğunu öğrenince hepsi "Keşke bizim kızımız olsaydın, çok tatlısın." gibi şeyler söylüyorlardı. Selest far etmişti de Yuka sadece ona böyle davranıyordu.
-Neden? Neden sadece benim canımı yakıyor?
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Selest tüm bu anılar içinde boğuşurken alt katta Bay Kaku yemek yapıyordu. Evlenmemişti ve iyi de yemek yapardı. Düşündüğü tek şey şu an yaptığı pastanın Isabell'i ne kadar mutlu edebileceğiydi. Akşam olmuştu . Evin ışığı bay Kaku'nun gölgesine hayat vermişti bile. Birden telefon çaldı.
-Alo?
-Merhaba bayım. Kızınız gayet güzel bir yükleme yaptı. Yüklemenizin ödülünü almak için lütfen gölgenize merhaba diyin!
Bay Kaku şaşırmıştı. Neler oluyordu. Saçma olduğunu düşünsede gölgesine baktı. Gözleri sonuna kadar açıldı. Gölgesi ona el sallıyordu ve yanında birisi olmadığı hâlde gölgesinin yanında küçük bir kız çocuğunun gölgesi vardı. Bu sırada kader Bay Kaku'nun son konuşmasını yazıyordu.
-Sen... Sen de kimsin?
-(Kıkırdayarak) Beni tanıyacağınız sanmıyorum. Fakat söyleyebilirim.
-Ben Yuka.
^^'
Muhteşem bölümlerle karşı karşıyayım.
İnan ki abartmıyorum. Diyaloglarda biraz zorlansam da rahatsız olduğum bir yer yoktu. Olaya gözlemci ve ilahi bakış açısını kullanman ayrı bir hava katmış fanfice.Keşke 10 kız yerine 5 ya da 6 olsaydı daha iyi olurdu. Hepsini ayrı ayrı takip etmek zor bir o kadar fark etmekte. Konusu aslında herkesin bildiği ama ayrıntılı olarak düşünmediği ya da konuşmadığı şeyler.Tırnak içinde belirtmek isterim ki "prense bayıldım".Ayrı bir tırnak içinde başka bir şey söylemek gerekirse "sarışınları her zaman sevmişimdir".Devamı gelirse okuyacağım.
Not:Tırnak içine alınan cümlelere fazla takılmayın.
İnan ki abartmıyorum. Diyaloglarda biraz zorlansam da rahatsız olduğum bir yer yoktu. Olaya gözlemci ve ilahi bakış açısını kullanman ayrı bir hava katmış fanfice.Keşke 10 kız yerine 5 ya da 6 olsaydı daha iyi olurdu. Hepsini ayrı ayrı takip etmek zor bir o kadar fark etmekte. Konusu aslında herkesin bildiği ama ayrıntılı olarak düşünmediği ya da konuşmadığı şeyler.Tırnak içinde belirtmek isterim ki "prense bayıldım".Ayrı bir tırnak içinde başka bir şey söylemek gerekirse "sarışınları her zaman sevmişimdir".Devamı gelirse okuyacağım.
Not:Tırnak içine alınan cümlelere fazla takılmayın.
Bana bir kelime söyle sonsuzluğa ulaşan.
Bana bir hikaye anlat asla unutulmayan.
Bana bir gökyüzü göster karanlıktan daha koyu olan.
Bana bir hayal ver zamanın kalbini kıskandıran.
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Migaki
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [ 4 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |
Sailor Venus Fan Sitesi & Anime ve Manga Sitesi © 2003 - 2023