İkiz Tapınak |
Yazar
Mesaj
Ön Söz
Hava her zamankinden soğuk ve ıssız, her zaman içinde bülbüller dans eden şen şakrak müzikler çalan Sarı Kule’yi bir hüzün kaplamış, adeta bir yasa bürünmüştü. Tüm gözler baş büyücü Sarolonde’nin üzerindeydi ama ondan da tık çıkmıyordu. Şu an biri hayatını kaybetmemiş, hayat kazanmıştı ama bu Büyücü Dünyasını sarsacak olan sözde bir kazançtı.
Üç tane bebek, iki tane anne, ama sadece bir tanesi yaşıyor diğeri ise tüm gücünü doğan "kızı" na vermiş kendi tükenmişti tabi ki bunu isteyerek yaptığı söylenemezdi. Bunu o saf güzelliğin ardındaki kız bebek yapmıştı. Diğer ikisi ise İkizdi, anneleri ise yaşıyordu ama oğullarını kaybetme acısı içerisinde...
Sarolonde bebekken Earwen'i (Kız bebeği) öldüremezdi, çünkü eğer öldürürse o hiç vakit kaybetmeden yeniden doğardı oysa büyüyünce ölürse tam on bin yıl beklemek zorunda kalırdı. Gerçi iki kez beklemişti artık beklemeye niyetli olduğu söylenemezdi.
Sarolonde Çatık kaşlarla James ile Drew'i kucakladı gergin yüz hatları gevşedi ve kirpiklerinin ardından uzun süredir dökülmeyi bekleyen bir yaşlı bir göz yaşı süzüldü.İki bebeğinde saçını suçluluk duygusuyla okşadıktan sonra titreğen elleriyle ıslanmış yüzünü sildi. Yüzünde eski kararlı tavır belirdi ve birkaç sihirli sözcük geveledikten sonra görkemli salonun ortasında iki tane karadelik belirdi. Sarolonde Drew'i tahtının üstüne bıraktıktan sonra James'i kucakladı ve karadeliğin içine adeta fırlattı. Bu olaydan sonra Drew koca bir çığlık attı ve ağlamaya başladı. Az önce oldukça kararlı görünen Sarolonde bu çığlıktan sonra biraz da olsa yaptığı şeyden ürkmüş olacak ki eli ayağı titremeye başladı. Burada rezil olmamak için bebeği kucakladı ve ikinci kara deliğin içine fırlattı ve kara delikler oldukça büyük bir rüzgar estirerek salondan kayboldu...
Arkasını döndüğünde yerde duran kız bebek (Earwen) ortadan kaybolmuştu ama bunu büyük bir kriz haline getirmeden soğuk kanlılığını koruyarak konuştu
"James ve Drew... Onları 13 yaşlarında görebileceksiniz yani 13 yıl sonra. Earwen'e gelince onu da 13 yıl sonra tekrar göreceğimizden eminim. Korkmayın ordu hazırlıkları hemen başlayacak ve inşallah Earwen'i alt edeceğiz..."
Bir süre durdu. Sanki çok önemli birşey söyleyecekmiş gibi bir eda vardı yüz hatlarında. Ellerini iki kere çırptı ve içeri iki tane asker girdi. Kalplerinin bulunduğu bölgede 'Işığın Koruyucuları' yazılı bir arma taşıyorlardı. Herkes onların bir zulüm yaratacağı düşüncesindeyken, onlar sadece oldukları yerde durdular.
Sarolonde Konuşmasına devam etti
"Ve sıra James ve Drew'in ailesine gelince. Earwen Numanesse'nin saflarına geçme tehlikesine karşı, idam edilecekler"
Bu sözlerden sonra salonda ufak fısıldaşmalar, şaşkın suratlar, sinirli suratlar, hüzünlü suratlar ve zafer duygusuyla coşan suratlar vardı. Ama en içi acıtanı, en can yakanı Bay ve Bayan Sainela'nınkiydi. İkisininde gözlerinde nefretle karışık hüzün, hüzünle karışık nefret vardı.Derken askerker Bay ve Bayan Sainela'yı kollarından tutup içeri götürdüler ve yaklaşık on dakika sonra içeriden çığlıklar yükselmeye başladı. Onlar son saniyelerini bile yaşayamamışlardı. Artık o gün, o gece doğan bebeklerin hiçbirinin ailesi yaşamıyordu, tek risk onlar olmuştu böylece
Devamı Gelecek~ Bu fikir aklıma okul başlarında gelmişti yalnız hiç vaktim olmamıştı şimdi yazıyorum.
Hava her zamankinden soğuk ve ıssız, her zaman içinde bülbüller dans eden şen şakrak müzikler çalan Sarı Kule’yi bir hüzün kaplamış, adeta bir yasa bürünmüştü. Tüm gözler baş büyücü Sarolonde’nin üzerindeydi ama ondan da tık çıkmıyordu. Şu an biri hayatını kaybetmemiş, hayat kazanmıştı ama bu Büyücü Dünyasını sarsacak olan sözde bir kazançtı.
Üç tane bebek, iki tane anne, ama sadece bir tanesi yaşıyor diğeri ise tüm gücünü doğan "kızı" na vermiş kendi tükenmişti tabi ki bunu isteyerek yaptığı söylenemezdi. Bunu o saf güzelliğin ardındaki kız bebek yapmıştı. Diğer ikisi ise İkizdi, anneleri ise yaşıyordu ama oğullarını kaybetme acısı içerisinde...
Sarolonde bebekken Earwen'i (Kız bebeği) öldüremezdi, çünkü eğer öldürürse o hiç vakit kaybetmeden yeniden doğardı oysa büyüyünce ölürse tam on bin yıl beklemek zorunda kalırdı. Gerçi iki kez beklemişti artık beklemeye niyetli olduğu söylenemezdi.
Sarolonde Çatık kaşlarla James ile Drew'i kucakladı gergin yüz hatları gevşedi ve kirpiklerinin ardından uzun süredir dökülmeyi bekleyen bir yaşlı bir göz yaşı süzüldü.İki bebeğinde saçını suçluluk duygusuyla okşadıktan sonra titreğen elleriyle ıslanmış yüzünü sildi. Yüzünde eski kararlı tavır belirdi ve birkaç sihirli sözcük geveledikten sonra görkemli salonun ortasında iki tane karadelik belirdi. Sarolonde Drew'i tahtının üstüne bıraktıktan sonra James'i kucakladı ve karadeliğin içine adeta fırlattı. Bu olaydan sonra Drew koca bir çığlık attı ve ağlamaya başladı. Az önce oldukça kararlı görünen Sarolonde bu çığlıktan sonra biraz da olsa yaptığı şeyden ürkmüş olacak ki eli ayağı titremeye başladı. Burada rezil olmamak için bebeği kucakladı ve ikinci kara deliğin içine fırlattı ve kara delikler oldukça büyük bir rüzgar estirerek salondan kayboldu...
Arkasını döndüğünde yerde duran kız bebek (Earwen) ortadan kaybolmuştu ama bunu büyük bir kriz haline getirmeden soğuk kanlılığını koruyarak konuştu
"James ve Drew... Onları 13 yaşlarında görebileceksiniz yani 13 yıl sonra. Earwen'e gelince onu da 13 yıl sonra tekrar göreceğimizden eminim. Korkmayın ordu hazırlıkları hemen başlayacak ve inşallah Earwen'i alt edeceğiz..."
Bir süre durdu. Sanki çok önemli birşey söyleyecekmiş gibi bir eda vardı yüz hatlarında. Ellerini iki kere çırptı ve içeri iki tane asker girdi. Kalplerinin bulunduğu bölgede 'Işığın Koruyucuları' yazılı bir arma taşıyorlardı. Herkes onların bir zulüm yaratacağı düşüncesindeyken, onlar sadece oldukları yerde durdular.
Sarolonde Konuşmasına devam etti
"Ve sıra James ve Drew'in ailesine gelince. Earwen Numanesse'nin saflarına geçme tehlikesine karşı, idam edilecekler"
Bu sözlerden sonra salonda ufak fısıldaşmalar, şaşkın suratlar, sinirli suratlar, hüzünlü suratlar ve zafer duygusuyla coşan suratlar vardı. Ama en içi acıtanı, en can yakanı Bay ve Bayan Sainela'nınkiydi. İkisininde gözlerinde nefretle karışık hüzün, hüzünle karışık nefret vardı.Derken askerker Bay ve Bayan Sainela'yı kollarından tutup içeri götürdüler ve yaklaşık on dakika sonra içeriden çığlıklar yükselmeye başladı. Onlar son saniyelerini bile yaşayamamışlardı. Artık o gün, o gece doğan bebeklerin hiçbirinin ailesi yaşamıyordu, tek risk onlar olmuştu böylece
Devamı Gelecek~ Bu fikir aklıma okul başlarında gelmişti yalnız hiç vaktim olmamıştı şimdi yazıyorum.
Arkadaşlar o kadar Kötü mü kimse birşey yazmamış?
Bölüm 1 Kurtuluyoruz!
Sarolonde ve yandaşları...Kırmızı duvar kağıdı ile döşeli büyükçe, bomboş salona doluşmuşlardı. İğne atsan dahi düşmeyecek bir yoğunluk vardı içeride. Sarolonde aynı soğuk kanlılığını koruyarak elleri ile askerlerine açılmalarını emretti. Fazla konuşmayı, fazla konuşanları sevmezdi. Zaten kendi de mimikleri ile anlatamayacağı şeylerde söze, dile baş vurmayı yeğlerdi. Saatine baktı tam 00.30 (yarım) olmuştu. Ellerini birkaç kere şaklattı bu 'zaman geldi' anlamı taşıyordu.
Bu bağzılarını hüzne boğdu, çağresiz aşıklar birbirine sarıldı, küsler barıştı çünkü şu anda içinde bulundukları vakit birbirlerini son görüşleri olabilirdi. Derken Sarolonde kimsenin duymaması gereken sihirli birkaç sözcüğü ağzında yuvarlayarak söylemesi ile Salonun tam ortasında iki tane kara deliğin belirmesi bir oldu. Sarolonde'nin uzun beyaz saçlarını ve uzun grimsi sakalını havalandıran bir meltem esti ilk başlarda ama O bir Karadeliğe damarları çıkmış eliyle 'gel' işareti yaparken diğer eliylede, diğer karadeliğe 'dur' işareti yaptı. Yani çocuklardan sadece bir tanesi gelecekti, şu an için.
Karadelik içinde hapis tuttuğu çocuğu dışarı saldı, çocuk oldukça salaş görünümlüydü. Tabi ki bu doğaldı çünkü tam tamına on üç (13) yıldır ne saçını kestiriyordu nede elbisesini değiştiriyordu. Yırtık, üzerinde kan izleri bulunan buluzunu büyük bir hıcımla çıkarttığı gibi Sarolonde'nin yüzüne doğru fırlattı. Ateş püsküren gözlerle O'na, Sözde Bilge olarak gördüğü Sarolonde'ye yaklaştı:
"Sen, sen! Demek sendin bana ruhlardan işkence çektiren! Demek sendin küçücük bir bebeğe eziyet eden! Demek sendin yeni doğan birini annesinden ve babasından mahrum bırakan! Demek sendin... Sana söyleyecek kelime bulamıyorum, o kadar adisin ki!" dedi sırtındaki kırbaç izlerini, pıhtılaşmış kanları göstererek.
Sarolonde James'in bluzunu O'na uzattı, böyle bir tavrı ya O'ndan yada Drew'den bekliyordu, çünkü öyle olması gerekiyordu. Bir çift ikiz ve bir çift kişilik...Böyle olması gerekiyordu. Biri aydınlık yolda yürüyecek biri karanlık yolda yolunu bulmaya, geri dönmeye çalışacak yada inat edip sonsuzlukta kaybolacak...
James Sarolon'denin elinden bluzunu kaptı ve üstüne geçirdi. Sarolonde'ye arkasını döndü, O ilk başta James'in bu davranışını ona saygı göstermediğine bağlamıştı ta ki James kapıya doğru koşana dek. Sarolonde James'i engellemek için önüne sihirle hemencecik bir duvar ördü. James'in gözleri o anda kördü kaçtığı hayallerini görmekten, kaçmaya çalışmaktan başka birşey yapmıyordu işte bu yüzden duvara çarptı ve oracıkta yere yığıldı oysa ki sadece bayılmıştı.
Sarolonde geri teptiği kara deliğe 'gel' işareti yaptı ve tahtında rahatça oturdu çünkü Drew'in nasıl biri olacağını biliyordu, belki biraz mızmız ama tamamen saf ve duru. Derken kara delikten kardeşine çok benzeyen bir çocuk salınıverdi.
Tek farkı James'in saçlarının siyah Drew'inkilerin ise sarı olmasıydı. İkisininde ten rengi bembeyaz gözleri masmaviydi.Yalnız ikisinin doğuştan gelen özelliklerinin yanı sıra sırtlarındaki morluklar dahi birbirine çok benziyordu. Ustaca vurulmuşlardı. Hatta Drew'in birçok yarası hala kanıyordu.
Drew, James'in aksine Sarolonde'ye yardım dilenircesine yaklaştı. Ayaklarına kapandı ve ağlamaya başladı. Drew'in göz yaşları Sarolonde'nin boyuna göre biraz uzun entarisini ıslatıyordu. Sarolonde yaptıklarından pişmanlık duymadı, çünkü ikisinin de gerçek karakterlerini anlamanın tek yolu buydu. Belki on üç (13) yıl biraz abartıydı ama onun dışında tamamen gerekliydi. Drew'in saçlarını on üç (13) yıl sonra tekrar okşamanın zevkini yaşıyordu şu sıralar.
"Ne olur Yüce (...) Bana yardım edin! Beni siz bu bataklığın içine sürüklediniz ancak siz kurtarabilirsiniz.LÜTFEN!" dedi yardım beklercesine.
Sarolonde Drew'e sahte bir üzgünlükle baktı ama gözleri gerçekten dolmuştu belki de kasten yapıyordu ama oldukça gerçekçi gözüküyordu. Derken James ayıldı ve bu duygusal anlar sona erdi. Sarolonde belki ilk defa böyle bir duygu yoğunluğu yaşıyordu. Bu kadar güzel bir duyguyu ilk defa yaşıyordu ve bölünmesine çok kızdı. James'i büyükçe bir balonun içine aldı ve karadeliğe göndermeye başladı. Karadeliklerden biri (Drew'inki) kapanmıştı çünkü görevini tamamlamıştı ama diğeri James'i bekliyordu.
James ne olduğunu bile anlamadan kendini baloncuğun içinde bulmuştu. Oldukça kararlı ve inatçı gözüküyordu ta ki kara deliğe yöneldiğinin farkına varana kadar. İnatla baloncuğun çerçevesine vurmaya başladı ama fazla başarılı olduğu söylenemezdi. Artık kara delikle arasında yaklaşık iki metre (2 m) vardı ama o pes etmişti bile. Birden yerden yaklaşık on metre (10 m) yüksekte olan tavandan bir çatırtı geldi. Sarolonde ayağa kalktı, James gözlerini tavana dikti, son bir umut olurda tekrar işkence çekmekten kurtulurum umuduyla gözlerini tavana dikti.
Derken tavan çatladı ve ardından döküldü. Tavandan aşağıya siyahlara bürünmüş kumral saçlı, gri gözlü, beyaz tenli bir kız iniverdi. Kararlı bakıyordu karanlık yolda yürüdüğü oldukça belliydi yalnız onun bir özelliği vardı Karanlıkta görebiliyordu...
Bu bölüm baya uzayacağı için yarıda kestim...
Bölüm 1 Kurtuluyoruz!
Sarolonde ve yandaşları...Kırmızı duvar kağıdı ile döşeli büyükçe, bomboş salona doluşmuşlardı. İğne atsan dahi düşmeyecek bir yoğunluk vardı içeride. Sarolonde aynı soğuk kanlılığını koruyarak elleri ile askerlerine açılmalarını emretti. Fazla konuşmayı, fazla konuşanları sevmezdi. Zaten kendi de mimikleri ile anlatamayacağı şeylerde söze, dile baş vurmayı yeğlerdi. Saatine baktı tam 00.30 (yarım) olmuştu. Ellerini birkaç kere şaklattı bu 'zaman geldi' anlamı taşıyordu.
Bu bağzılarını hüzne boğdu, çağresiz aşıklar birbirine sarıldı, küsler barıştı çünkü şu anda içinde bulundukları vakit birbirlerini son görüşleri olabilirdi. Derken Sarolonde kimsenin duymaması gereken sihirli birkaç sözcüğü ağzında yuvarlayarak söylemesi ile Salonun tam ortasında iki tane kara deliğin belirmesi bir oldu. Sarolonde'nin uzun beyaz saçlarını ve uzun grimsi sakalını havalandıran bir meltem esti ilk başlarda ama O bir Karadeliğe damarları çıkmış eliyle 'gel' işareti yaparken diğer eliylede, diğer karadeliğe 'dur' işareti yaptı. Yani çocuklardan sadece bir tanesi gelecekti, şu an için.
Karadelik içinde hapis tuttuğu çocuğu dışarı saldı, çocuk oldukça salaş görünümlüydü. Tabi ki bu doğaldı çünkü tam tamına on üç (13) yıldır ne saçını kestiriyordu nede elbisesini değiştiriyordu. Yırtık, üzerinde kan izleri bulunan buluzunu büyük bir hıcımla çıkarttığı gibi Sarolonde'nin yüzüne doğru fırlattı. Ateş püsküren gözlerle O'na, Sözde Bilge olarak gördüğü Sarolonde'ye yaklaştı:
"Sen, sen! Demek sendin bana ruhlardan işkence çektiren! Demek sendin küçücük bir bebeğe eziyet eden! Demek sendin yeni doğan birini annesinden ve babasından mahrum bırakan! Demek sendin... Sana söyleyecek kelime bulamıyorum, o kadar adisin ki!" dedi sırtındaki kırbaç izlerini, pıhtılaşmış kanları göstererek.
Sarolonde James'in bluzunu O'na uzattı, böyle bir tavrı ya O'ndan yada Drew'den bekliyordu, çünkü öyle olması gerekiyordu. Bir çift ikiz ve bir çift kişilik...Böyle olması gerekiyordu. Biri aydınlık yolda yürüyecek biri karanlık yolda yolunu bulmaya, geri dönmeye çalışacak yada inat edip sonsuzlukta kaybolacak...
James Sarolon'denin elinden bluzunu kaptı ve üstüne geçirdi. Sarolonde'ye arkasını döndü, O ilk başta James'in bu davranışını ona saygı göstermediğine bağlamıştı ta ki James kapıya doğru koşana dek. Sarolonde James'i engellemek için önüne sihirle hemencecik bir duvar ördü. James'in gözleri o anda kördü kaçtığı hayallerini görmekten, kaçmaya çalışmaktan başka birşey yapmıyordu işte bu yüzden duvara çarptı ve oracıkta yere yığıldı oysa ki sadece bayılmıştı.
Sarolonde geri teptiği kara deliğe 'gel' işareti yaptı ve tahtında rahatça oturdu çünkü Drew'in nasıl biri olacağını biliyordu, belki biraz mızmız ama tamamen saf ve duru. Derken kara delikten kardeşine çok benzeyen bir çocuk salınıverdi.
Tek farkı James'in saçlarının siyah Drew'inkilerin ise sarı olmasıydı. İkisininde ten rengi bembeyaz gözleri masmaviydi.Yalnız ikisinin doğuştan gelen özelliklerinin yanı sıra sırtlarındaki morluklar dahi birbirine çok benziyordu. Ustaca vurulmuşlardı. Hatta Drew'in birçok yarası hala kanıyordu.
Drew, James'in aksine Sarolonde'ye yardım dilenircesine yaklaştı. Ayaklarına kapandı ve ağlamaya başladı. Drew'in göz yaşları Sarolonde'nin boyuna göre biraz uzun entarisini ıslatıyordu. Sarolonde yaptıklarından pişmanlık duymadı, çünkü ikisinin de gerçek karakterlerini anlamanın tek yolu buydu. Belki on üç (13) yıl biraz abartıydı ama onun dışında tamamen gerekliydi. Drew'in saçlarını on üç (13) yıl sonra tekrar okşamanın zevkini yaşıyordu şu sıralar.
"Ne olur Yüce (...) Bana yardım edin! Beni siz bu bataklığın içine sürüklediniz ancak siz kurtarabilirsiniz.LÜTFEN!" dedi yardım beklercesine.
Sarolonde Drew'e sahte bir üzgünlükle baktı ama gözleri gerçekten dolmuştu belki de kasten yapıyordu ama oldukça gerçekçi gözüküyordu. Derken James ayıldı ve bu duygusal anlar sona erdi. Sarolonde belki ilk defa böyle bir duygu yoğunluğu yaşıyordu. Bu kadar güzel bir duyguyu ilk defa yaşıyordu ve bölünmesine çok kızdı. James'i büyükçe bir balonun içine aldı ve karadeliğe göndermeye başladı. Karadeliklerden biri (Drew'inki) kapanmıştı çünkü görevini tamamlamıştı ama diğeri James'i bekliyordu.
James ne olduğunu bile anlamadan kendini baloncuğun içinde bulmuştu. Oldukça kararlı ve inatçı gözüküyordu ta ki kara deliğe yöneldiğinin farkına varana kadar. İnatla baloncuğun çerçevesine vurmaya başladı ama fazla başarılı olduğu söylenemezdi. Artık kara delikle arasında yaklaşık iki metre (2 m) vardı ama o pes etmişti bile. Birden yerden yaklaşık on metre (10 m) yüksekte olan tavandan bir çatırtı geldi. Sarolonde ayağa kalktı, James gözlerini tavana dikti, son bir umut olurda tekrar işkence çekmekten kurtulurum umuduyla gözlerini tavana dikti.
Derken tavan çatladı ve ardından döküldü. Tavandan aşağıya siyahlara bürünmüş kumral saçlı, gri gözlü, beyaz tenli bir kız iniverdi. Kararlı bakıyordu karanlık yolda yürüdüğü oldukça belliydi yalnız onun bir özelliği vardı Karanlıkta görebiliyordu...
Bu bölüm baya uzayacağı için yarıda kestim...
Earwen geldi oleyy drew i sevmedim çok sümsükmüş ama james iyi hoşuma gitti tabi drew in fiziki görünüşü benim hayallerimi yansıtıyor ama neyse güzel omluş anlatımın oldukça güzel basit değil yani ama ben şu büyücüyü kadın sanmıştım sakal falan diyince anladım erkek olduğunu
teşşekkürler yorumlar için gerçi ben bu başlıktan umudu kesmiştim ama neyse Bende zaten erkek olduğu belli olsun diye öyle yazmıştım
Manga tr de daha önden gidiyorum nedense
Sarolonde üslubunu biraz da olsun bozdu ve soğukkanlılığını biraz da olsa kaybetti. Sonuçta karşısında büyülü dünyanın en güçlü şâhısı duruyordu. Ama neden Baş büyücü o olmuştu tabiî kide ondan güçlü olduğu için. Kendini bunla avuttuğunu biliyordu. Earwen’in baş büyücü olamamasının sebebi karanlık yolda yürümesiydi.
Earwen, Sarolonde’ye küstah bir bakış attıktan sonra pelerininin altından bir hançer çıkardı ve James’in içinde bulunduğu baloncuğa adeta sapladı ve James yere kapaklandı. James korkuyla büyükçe sütunların birinin arkasına saklandı. Gözleri ile odayı süzdü yaşamak için Allah’a dua ediyordu.
Sarolonde cesur olduğunu göstermek istercesine Earwen’e küstah bir bakış attı ve ardından:
“Earwen Numanesse sizi tekrar buralarda, tekrar dünyayı kötülüğün merkezi yapmaya çalışırken görmek ne hoş… ASKERLER!” dedi.
Derken içerisi ‘Işığın Koruyucuları’ armasını taşıyan büyücülerle doldu. Bu onun grimsi gözlerini fal taşı gibi açmasına yetmişti. Etrafı şaşkın gözlerle süzdü, bu kadar hazırlıklı olmalarını açıkçası beklemiyordu. Sonuçta önlerindeki on üç (13) yıl ‘Işığın Koruyucuları’nın Earwen’e karşı hazırlanmaları için oldukça dar bir zaman dilimiydi. Ama onlar bu zamanı iyi değerlendirmişe benziyorlardı. Earwen yüzüne aynı ciddi tavrı vermeye çalıştı ve
“Sarolonde Sarondon on bin (10 000) yıldır değişmediğinizi görmek ne kadar da içler acısı. Hala eskisi gibi korkaksınız. Pis işlerinizi çömezlerinize yaptırıyorsunuz. Yoksa tek başınıza benimle dövüşmeye gücünüz yetmiyor mu?” dedi ukala bir tavır sergileyerek.
Earwen Sarolonde’yi kapana kıstırmış gibi gözüküyordu çünkü Sarolonde’nin zayıf noktası ona karşı korkak olduğunun ima edilmesiydi. Earwen bunun farkında olduğu için böyle bir cümle kullanmıştı ama ona kalırsa dahi Sarolonde korkağın tekiydi.
Sarolonde bu sözlerin şokundan henüz kurtulamamıştı askerlere hemen eliyle ‘çıkın’ işareti yaptı ve Earwen’e nispet yaparcasına baktı. Earwen askerlerin çıktığını görünce a pelerininin altından kabzasından çıkardığı kılıcını elinde tuttu ve
“Teke tek bir düello yapacağız ama sihirsiz. Kılıçlar savaşacak sadece. Savaşta sihir karşıtı olduğumu bilirsin. Ama sana güvenemem, tüm gücün üzerine yemin et. Biliyorsun yeminini tutmazsan, tüm gücünü kaybedersin. Buda mevkinin sonu olur.”
Sarolonde sözünün eri bir adamdı bu yüzden Earwen’in bu cümleleri onun tüylerini diken diken etmemişti. Kırışmış elleriyle duvardan ona doğru gelen kılıcı eliyle kavradı ve
“Senin gözünde ‘korkak’ biri olabilirim ama ne kadar sözünün eri bir adam olduğumu sende biliyorsun, bu inkâr edemeyeceğin bir gerçek. Tüm gücümün üstüne yemin ediyorum ki bu savaşta büyü kullanmayacağıma, hile yapmayacağıma…” dedi.
Bu lafları Earwen’i gözüyle keserek söylemişti şimdiki hayali ise onu şu anda ortadan ikiye ayırmaktı. Elindeki kılıcını ustaca bir hareketle salladı ama Earwen’in de savunması çok iyiydi. Ortam oldukça gergindi. Kılıç sesleri büyük salonda yankılanıyordu.
Oldukça uzun bir zaman geçmişti fakat savaş hala sonuçlanmamıştı. Derken Sarolonde Earwen’i köşeye sıkıştırmıştı. Earwen hiçbir yere kaçamayacak durumdaydı çünkü arkasında büyükçe bir sütun önünde ise kılıcı boğazına dayamış Sarolonde duruyordu. Earwen daha fazla böyle idare edemeyeceğini anlamıştı, tekrar ölmeyi hayatta göze alamazdı. Sarolonde’nin arkasına ışınlandı ve kılıcı Sarolonde’nin ölmesini sağlamayacak sadece bayıltacak bir yerine ona göre hafifçe sapladı lakin Sarolonde’yi bayıltmayı başarmıştı. Earwen kendinden beklide kırk kilogram (40 kg) ağır adamı zorlukla kucakladı ve açık kalan Kara deliğin içine attı ve Sarolonde’ye işkence çektirme başarısıyla coşmuş gözlerle olacakları düşündü…
Sarolonde yani baş büyücü hapsedilmişti, bunun sonucu tüm büyücü dünyasını derinden etkileyecekti çünkü artık kimse büyü yapamayacaktı, Earwen bile… Sadece Sarolonde’yi yendiği için, ışınlanma güçlerine sahipti. Başka hiçbir güce sahip değildi, kılıcını kendi elleriyle yapacak, elbiselerini kendi elleriyle dikecekti ama şu anda o ‘zafer’ coşkusu içerisindeydi bunlar bile onun moralini bozamazdı! Ama tüm güçlerini kaybetmemesinin nedeni ise onun herhangi bir söz vermiş olmamasıydı…
Earwen gözleriyle James’i bulmak için odayı tararken gözüne Drew ilişti, bu iyi ikiz olmalıydı. Drew gördüklerinin şokundan olacak ki bayılmıştı. Earwen bunu fırsat bilerek onu Dünya denilen sihrin hiç var olmadığı bir gezene ışınladı. Gerçi artık kendi gezegenlerinde de sihir olduğundan bahsedilemezdi.
Düşüncesinden sıyrılıp James’e baktı ve
“Gidiyoruz!” dedi.
James şaşkın gözlerle adını bile bilmediği bayanı takip etti. Earwen aşağıya indiği tavandan yere sarkan iple yukarı çıkmaya başladı. Onu James izledi. Artık Sarı Kule hayatını kaybetmiş, ıssız bir harabeden başka bir şey değildi ve çürümeye mahkûm edilmişti…
Manga tr de daha önden gidiyorum nedense
Sarolonde üslubunu biraz da olsun bozdu ve soğukkanlılığını biraz da olsa kaybetti. Sonuçta karşısında büyülü dünyanın en güçlü şâhısı duruyordu. Ama neden Baş büyücü o olmuştu tabiî kide ondan güçlü olduğu için. Kendini bunla avuttuğunu biliyordu. Earwen’in baş büyücü olamamasının sebebi karanlık yolda yürümesiydi.
Earwen, Sarolonde’ye küstah bir bakış attıktan sonra pelerininin altından bir hançer çıkardı ve James’in içinde bulunduğu baloncuğa adeta sapladı ve James yere kapaklandı. James korkuyla büyükçe sütunların birinin arkasına saklandı. Gözleri ile odayı süzdü yaşamak için Allah’a dua ediyordu.
Sarolonde cesur olduğunu göstermek istercesine Earwen’e küstah bir bakış attı ve ardından:
“Earwen Numanesse sizi tekrar buralarda, tekrar dünyayı kötülüğün merkezi yapmaya çalışırken görmek ne hoş… ASKERLER!” dedi.
Derken içerisi ‘Işığın Koruyucuları’ armasını taşıyan büyücülerle doldu. Bu onun grimsi gözlerini fal taşı gibi açmasına yetmişti. Etrafı şaşkın gözlerle süzdü, bu kadar hazırlıklı olmalarını açıkçası beklemiyordu. Sonuçta önlerindeki on üç (13) yıl ‘Işığın Koruyucuları’nın Earwen’e karşı hazırlanmaları için oldukça dar bir zaman dilimiydi. Ama onlar bu zamanı iyi değerlendirmişe benziyorlardı. Earwen yüzüne aynı ciddi tavrı vermeye çalıştı ve
“Sarolonde Sarondon on bin (10 000) yıldır değişmediğinizi görmek ne kadar da içler acısı. Hala eskisi gibi korkaksınız. Pis işlerinizi çömezlerinize yaptırıyorsunuz. Yoksa tek başınıza benimle dövüşmeye gücünüz yetmiyor mu?” dedi ukala bir tavır sergileyerek.
Earwen Sarolonde’yi kapana kıstırmış gibi gözüküyordu çünkü Sarolonde’nin zayıf noktası ona karşı korkak olduğunun ima edilmesiydi. Earwen bunun farkında olduğu için böyle bir cümle kullanmıştı ama ona kalırsa dahi Sarolonde korkağın tekiydi.
Sarolonde bu sözlerin şokundan henüz kurtulamamıştı askerlere hemen eliyle ‘çıkın’ işareti yaptı ve Earwen’e nispet yaparcasına baktı. Earwen askerlerin çıktığını görünce a pelerininin altından kabzasından çıkardığı kılıcını elinde tuttu ve
“Teke tek bir düello yapacağız ama sihirsiz. Kılıçlar savaşacak sadece. Savaşta sihir karşıtı olduğumu bilirsin. Ama sana güvenemem, tüm gücün üzerine yemin et. Biliyorsun yeminini tutmazsan, tüm gücünü kaybedersin. Buda mevkinin sonu olur.”
Sarolonde sözünün eri bir adamdı bu yüzden Earwen’in bu cümleleri onun tüylerini diken diken etmemişti. Kırışmış elleriyle duvardan ona doğru gelen kılıcı eliyle kavradı ve
“Senin gözünde ‘korkak’ biri olabilirim ama ne kadar sözünün eri bir adam olduğumu sende biliyorsun, bu inkâr edemeyeceğin bir gerçek. Tüm gücümün üstüne yemin ediyorum ki bu savaşta büyü kullanmayacağıma, hile yapmayacağıma…” dedi.
Bu lafları Earwen’i gözüyle keserek söylemişti şimdiki hayali ise onu şu anda ortadan ikiye ayırmaktı. Elindeki kılıcını ustaca bir hareketle salladı ama Earwen’in de savunması çok iyiydi. Ortam oldukça gergindi. Kılıç sesleri büyük salonda yankılanıyordu.
Oldukça uzun bir zaman geçmişti fakat savaş hala sonuçlanmamıştı. Derken Sarolonde Earwen’i köşeye sıkıştırmıştı. Earwen hiçbir yere kaçamayacak durumdaydı çünkü arkasında büyükçe bir sütun önünde ise kılıcı boğazına dayamış Sarolonde duruyordu. Earwen daha fazla böyle idare edemeyeceğini anlamıştı, tekrar ölmeyi hayatta göze alamazdı. Sarolonde’nin arkasına ışınlandı ve kılıcı Sarolonde’nin ölmesini sağlamayacak sadece bayıltacak bir yerine ona göre hafifçe sapladı lakin Sarolonde’yi bayıltmayı başarmıştı. Earwen kendinden beklide kırk kilogram (40 kg) ağır adamı zorlukla kucakladı ve açık kalan Kara deliğin içine attı ve Sarolonde’ye işkence çektirme başarısıyla coşmuş gözlerle olacakları düşündü…
Sarolonde yani baş büyücü hapsedilmişti, bunun sonucu tüm büyücü dünyasını derinden etkileyecekti çünkü artık kimse büyü yapamayacaktı, Earwen bile… Sadece Sarolonde’yi yendiği için, ışınlanma güçlerine sahipti. Başka hiçbir güce sahip değildi, kılıcını kendi elleriyle yapacak, elbiselerini kendi elleriyle dikecekti ama şu anda o ‘zafer’ coşkusu içerisindeydi bunlar bile onun moralini bozamazdı! Ama tüm güçlerini kaybetmemesinin nedeni ise onun herhangi bir söz vermiş olmamasıydı…
Earwen gözleriyle James’i bulmak için odayı tararken gözüne Drew ilişti, bu iyi ikiz olmalıydı. Drew gördüklerinin şokundan olacak ki bayılmıştı. Earwen bunu fırsat bilerek onu Dünya denilen sihrin hiç var olmadığı bir gezene ışınladı. Gerçi artık kendi gezegenlerinde de sihir olduğundan bahsedilemezdi.
Düşüncesinden sıyrılıp James’e baktı ve
“Gidiyoruz!” dedi.
James şaşkın gözlerle adını bile bilmediği bayanı takip etti. Earwen aşağıya indiği tavandan yere sarkan iple yukarı çıkmaya başladı. Onu James izledi. Artık Sarı Kule hayatını kaybetmiş, ıssız bir harabeden başka bir şey değildi ve çürümeye mahkûm edilmişti…
Şimdi bnde ona gelmek istiodum isim çok alakasız gelecek belki ama sonradan gelişecek olaylara karşın çok uygun bir isim. Olayların nasıl gerçekleşeceğine gelince çok ilginç şeyler olcak bu yazdıklarımda çok ince ama koparsa hikayenin anlamsız olacağı iplerle bağlı olacak.
Teşekkürler yeni bölüm geldi
Bölüm 2: Yetimhane
Dünya’da kış rüzgârları esiyor, her yeri bembeyaz bir örtü kaplamış. Her taraf neşe saçıyor, sadece Aredhel sokağındaki mavi köşk hariç. İçerisi yas havasına bürünmüş, annesi babası olmayan, ya da çocuklarını istemeyip sokağa atılmış şahısların yaşadığı yer burası. Bir yetimhane. Bu gün buraya yeni biri daha gelmişti. Yalnız çok kötü durumdaydı…
Drew gözlerini yavaşça araladı. Nerede olduğunu şu zamana kadar ne yaşadığını dahi hatırlamıyordu belki bu onun için daha iyi olabilirdi. Gözlerini yavaşça araladığında şu ana kadar gördüğü en güzel belki de tek bayanı gördü O hariç, ama onu da hatırlamıyordu. Kalbi çarpıyordu, yanakları kızarmıştı ve vücudu enerji toplamıştı adeta. Böyle duyguları ilk defa içinde besliyordu. Karşısında duran oldukça güzel bir bayandı. Omuzlarına kadar dökülen bukle bukle kızıl saçları ve masmavi gözleri vardı kızın. İyi görmeyen gözleriyle kızın sağ omzunun biraz daha altında bulunan, kızın bilgilerinin yazdığı kartı okumaya çalıştı Drew. Adı Elanor Saionji’ydi. Okuyabildiği kadar da on üç yaşındaydı…
“Kötü gözüküyorsun, bir bardak su getirmemi ister misin?” dedi kız oldukça yumuşak bir ses tonuyla.
Drew ne yaşadığını bir anda şaşırmıştı ama emin olduğu bir şey vardı boğazında düğümlenen o şey bu incecik sesle hemen çözülmüştü.
“Sağ ol. Sen kendini yorma ben alırım” dedi oldukça rahat bir ses tonuyla ve uzandığı kanepeden doğruldu.
Büyük bir sesle gıcırdayan kanepe büyük bir rahatsızlık veriyordu. Her ikisinin de yüz ifadeleri ister istemez ekşidi. Sendeleyerek mutfağa giden Drew bir süre sonra elinde bir bardak suyla geri döndü. Kız Drew’i izlerken Drew hemen atağa geçti ve
“Bana burayı gezdirir misin?” dedi.
Kız ‘tabii’ anlamında başını salladı ve ayağa kalktı. Uzun eteğinin ucu yırtıktı. Drew bir kızın yırtık dahi olsa şık olan elbisesine baktı, birde kendi paçavra giysisine. Uzunca bir merdivenden indiler, oldukça büyük bir yere benziyordu ama ne kadar büyük olursa o kadar uzun süre gezerdi ve kızla da o kadar uzun süre vakit geçirirdi. Ortam çok sessizdi sessizliği bozmak istercesine.
“Burası neresi? Yani buraya kimler gelir?” diye sordu adeta sorgularcasına.
Kız ise üzüldüğünü belli etmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama cam gibi gözlerinden süzülen bir damla yaşa hakim olamadı. Drew yanlış bir soru sorduğunun farkına varmıştı ama zamanı geri almanın da imkânı yoktu. Kız titrek bir sesle cevap verdi
“Burası ailesi olmayanların yeri, buradan ancak reşit olduğumuzda yani on sekiz yaşımıza geldiğimizde çıkabiliriz. Benim daha beş yılım var peki ya sen kaç yaşındasın? Kartın da yok!” dedi. Sesi sonlara doğru baya ciddileşmişti.
Drew kaç yaşında olduğunu tesadüfen hatırlıyordu aslına bakarsanız hatırladığı tek şey oydu. Kartının ne zaman takılacağını, ne zaman ona da bu şık kıyafetlerden verileceğini merak ediyordu, kızın yanında bu kıyafetlerle kendini ezik hissetmiyor değildi.
“13…Belki bir bilgin vardır bana ne zaman bu kartlardan verilecek, ne zaman şık kıyafetler giydirilecek ve en önemlisi benim ailem yok mu?” yüzü şaşkın bir ifade almıştı ailesinin olmaması ona çok ağır gelmişti.
Kız çocuğun ailesinin olup olmadığını bilmemesine açıkçası çok şaşırmıştı, bir insan ailesinin olup olmadığından nasıl emin olamazdı. Aileydi bu bir çift kokuşmuş spor ayakkabısı değil…
“Var mı?” dedi sordu sorgularcasına.
Ancak sorduğu sorunun ne kadar insanın içini yakan bir soru olduğunu sonradan kavramıştı. Çok utanmıştı o da kendisi gibiydi ve kendisine böyle bir söz yöneltilirse ne kadar üzüleceğini ne kadar insanları tersleyeceğini bir düşündü. Berbat bir şey olmalıydı. Drew tarafından terslenmeden buradan gitsem diye düşündü ve
“Affedersin!” dedi ve inmeyi yeni bitirdiği merdivenleri üzgün bir şekilde hızlıca tırmandı
Bölüm 2: Yetimhane
Dünya’da kış rüzgârları esiyor, her yeri bembeyaz bir örtü kaplamış. Her taraf neşe saçıyor, sadece Aredhel sokağındaki mavi köşk hariç. İçerisi yas havasına bürünmüş, annesi babası olmayan, ya da çocuklarını istemeyip sokağa atılmış şahısların yaşadığı yer burası. Bir yetimhane. Bu gün buraya yeni biri daha gelmişti. Yalnız çok kötü durumdaydı…
Drew gözlerini yavaşça araladı. Nerede olduğunu şu zamana kadar ne yaşadığını dahi hatırlamıyordu belki bu onun için daha iyi olabilirdi. Gözlerini yavaşça araladığında şu ana kadar gördüğü en güzel belki de tek bayanı gördü O hariç, ama onu da hatırlamıyordu. Kalbi çarpıyordu, yanakları kızarmıştı ve vücudu enerji toplamıştı adeta. Böyle duyguları ilk defa içinde besliyordu. Karşısında duran oldukça güzel bir bayandı. Omuzlarına kadar dökülen bukle bukle kızıl saçları ve masmavi gözleri vardı kızın. İyi görmeyen gözleriyle kızın sağ omzunun biraz daha altında bulunan, kızın bilgilerinin yazdığı kartı okumaya çalıştı Drew. Adı Elanor Saionji’ydi. Okuyabildiği kadar da on üç yaşındaydı…
“Kötü gözüküyorsun, bir bardak su getirmemi ister misin?” dedi kız oldukça yumuşak bir ses tonuyla.
Drew ne yaşadığını bir anda şaşırmıştı ama emin olduğu bir şey vardı boğazında düğümlenen o şey bu incecik sesle hemen çözülmüştü.
“Sağ ol. Sen kendini yorma ben alırım” dedi oldukça rahat bir ses tonuyla ve uzandığı kanepeden doğruldu.
Büyük bir sesle gıcırdayan kanepe büyük bir rahatsızlık veriyordu. Her ikisinin de yüz ifadeleri ister istemez ekşidi. Sendeleyerek mutfağa giden Drew bir süre sonra elinde bir bardak suyla geri döndü. Kız Drew’i izlerken Drew hemen atağa geçti ve
“Bana burayı gezdirir misin?” dedi.
Kız ‘tabii’ anlamında başını salladı ve ayağa kalktı. Uzun eteğinin ucu yırtıktı. Drew bir kızın yırtık dahi olsa şık olan elbisesine baktı, birde kendi paçavra giysisine. Uzunca bir merdivenden indiler, oldukça büyük bir yere benziyordu ama ne kadar büyük olursa o kadar uzun süre gezerdi ve kızla da o kadar uzun süre vakit geçirirdi. Ortam çok sessizdi sessizliği bozmak istercesine.
“Burası neresi? Yani buraya kimler gelir?” diye sordu adeta sorgularcasına.
Kız ise üzüldüğünü belli etmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu ama cam gibi gözlerinden süzülen bir damla yaşa hakim olamadı. Drew yanlış bir soru sorduğunun farkına varmıştı ama zamanı geri almanın da imkânı yoktu. Kız titrek bir sesle cevap verdi
“Burası ailesi olmayanların yeri, buradan ancak reşit olduğumuzda yani on sekiz yaşımıza geldiğimizde çıkabiliriz. Benim daha beş yılım var peki ya sen kaç yaşındasın? Kartın da yok!” dedi. Sesi sonlara doğru baya ciddileşmişti.
Drew kaç yaşında olduğunu tesadüfen hatırlıyordu aslına bakarsanız hatırladığı tek şey oydu. Kartının ne zaman takılacağını, ne zaman ona da bu şık kıyafetlerden verileceğini merak ediyordu, kızın yanında bu kıyafetlerle kendini ezik hissetmiyor değildi.
“13…Belki bir bilgin vardır bana ne zaman bu kartlardan verilecek, ne zaman şık kıyafetler giydirilecek ve en önemlisi benim ailem yok mu?” yüzü şaşkın bir ifade almıştı ailesinin olmaması ona çok ağır gelmişti.
Kız çocuğun ailesinin olup olmadığını bilmemesine açıkçası çok şaşırmıştı, bir insan ailesinin olup olmadığından nasıl emin olamazdı. Aileydi bu bir çift kokuşmuş spor ayakkabısı değil…
“Var mı?” dedi sordu sorgularcasına.
Ancak sorduğu sorunun ne kadar insanın içini yakan bir soru olduğunu sonradan kavramıştı. Çok utanmıştı o da kendisi gibiydi ve kendisine böyle bir söz yöneltilirse ne kadar üzüleceğini ne kadar insanları tersleyeceğini bir düşündü. Berbat bir şey olmalıydı. Drew tarafından terslenmeden buradan gitsem diye düşündü ve
“Affedersin!” dedi ve inmeyi yeni bitirdiği merdivenleri üzgün bir şekilde hızlıca tırmandı
Bölüm 3 Dışarıdaki Dünyaya Ziyaret
Drew kulaklarında resmen çınlayan bir zil sesiyle uyandı. Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Yalnızca üzerinde sayılar ve iki tane çubuk bulunan bir cihazdan geldiğini biliyordu. Bu her neyse cihazı susturmak istiyordu rasgele elini cihazın üstüne bastırdı ve cihaz sustu.
Gözlerini zor açıyordu sanki göz kapakları birbirine uhu ile yapıştırılmıştı. Gözlerini tamamen açtığında ise gördüğü manzara karşısında ağzı açık kaldı. Yatağının hemen üstünde siyah-beyaz oldukça şık bir giysi duruyordu. Aynanın karşısına geçti, gerçekten çok pisti. Banyo yapması gerekliydi. Hızlıca banyoya yöneldi.
Banyodan çıktığında ise hemen saçlarını beyaz havluyla kuruladı ama çok darmadağın gözüküyordu. Tuvalet masasının üzerindeki tahta üzerinde dişler bulunan aleti saçına sürttü, gerçekten de işe yarıyordu saçları düzgünleşmişti. Giysilerini giydikten hemen sonra kapısı çaldı ardından açıldı. Gelen kişi Drew’e şaşkın gözlerle baktı bir saatte ne kadar da değişmişti. Sonra buraya niçin geldiğini hatırladı ve yüzündeki ciddi tavır geri geldi.
“Drew Davis, sizi müdürümüz çağırıyor. Beni takip edin…” dedi burnu havada bir vaziyette.
Drew adamı şaşkın gözlerle takip etti. Acaba buranın müdürü ona ne diyecekti. Yoksa ailesi mi bulunmuştu? Kafasında bunun gibi birçok sorular oluşmuştu. Bunların cevabını öğrenmesi içinde biran önce müdürün odasına ulaşması gerekiyordu ama önünde yürüyen adam uyuşuk uyuşuk oraya doğru ilerliyordu. Nihayet kapının önüne geldiklerinde adam çekildi ve Drew’i yalnız bıraktı. Drew titreşen elleri ile kapıyı araladı.
Gördüğü manzara çok şaşırtıcıydı. Siyah bıyıklı, beyaz saçlı bir adam karşısında duruyordu. Ayakları ise masanın üzerindeydi o derecedeydi ki Drew adamın ayaklarının kırk üç numara olduğunu dahi öğrenmişti. Adam ise Drew’i görür görmez elindeki tüttürdüğü piposunu masanın üstüne bıraktı ve ayaklarını masanın üzerinden indirdi.
“Drew… Aslında adının bu olduğundan bile emin değilim. Çünkü seni terkedilmiş bir parkın ortasında baygın bir şekilde bulmuşlar. Etrafta kimse yokmuş adını soyadını bildiğimize gelince tam ensende yazıyor.” Dedi ve Drew’e yetimhane kimliğini ve nüfus cüzdanını uzattı…
Drew şu anda dönüp ensesine bakmak istiyordu fakat bu imkânsızdı, bir insanın ensesini görmesi o denli imkânsızdı. Şaşırmış gözlerle kimliğini ve nüfus cüzdanını aldı. Nüfus cüzdanını cebine koydu, kimliğini ise yakasına astı. Adam memnuniyetle Drew’i izlerken kendi kimliğini yokladı. Üzerinde Benjamin Warner yazıyordu. Adam üzgün gözlerle Drew’i süzdü ve
“Ailen olup olmadığından emin değilim. Bu yüzden sana bir izin veriyorum. Aileni saat gece yedi ye kadar arayabilirsin yanına da istediğin birini al kaybolmanı istemeyiz. Al buda dışarıya çıkma iznin biri sana ‘sokakta ne arıyorsun!’ derse bu kağıdı gösder…”dedi ve kağıda bir şeyler çiziktirdikten sonra Drew’e uzattı…
Drew kâğıdı Benjamin’den aldıktan sonra yanına kimi alacağını düşündü. Elanor’dan başka kim olabilirdi ki? Zaten başka kimseyi de tanımıyordu. Hızlıca Elanor’un odasına gitti ve kapıyı çaldı. Nazikçe bir ‘gir’ sesini duyduktan sonra kızın odasına girdi. Gözleri sevinçten parlıyordu. Elanor’a dönerek
“Bu gün dışarı çıkıyorum benimle gelir misin?” diye sordu.
Elanor şaşkınlığını gizleyememişti. Gözleri açılmıştı ve dolmuştu. Altı yaşından beri burada tıkılıp kalmıştı. Balkona çıkma hariç dışarıyı hiç görmemişti, havasını hiç solumamıştı. Hemen yayıldığı koltuktan ayağa kalktı ve Drew’e ‘olur’ dercesine başını yukarı-aşağı salladı. Drew Elanor’un kabul etmesine çok sevinmişti. Ailesinin olmadığına neredeyse emindi onu terk etmiş olsalar bile ‘illa beni alacaksınız’ der gibi olmak istemezdi. Onun şu anda tek arzusu Elanor ile dışarıyı gezmekti. Elanor ise hızlıca giysi dolabına doğru gitti. Drew’e kalırsa üstü başı çok güzeldi değiştirmesine hiç mi hiç gerek yoktu. Oysaki Elanor Drew’in karşısına geçtiğinde elinde yeşil bir cüzdan vardı. Drew bunun ne işe yaradığını sorup Elanor’a rezil olmak istemezdi bu yüzden hiç bir şey demedi.
Drew kulaklarında resmen çınlayan bir zil sesiyle uyandı. Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Yalnızca üzerinde sayılar ve iki tane çubuk bulunan bir cihazdan geldiğini biliyordu. Bu her neyse cihazı susturmak istiyordu rasgele elini cihazın üstüne bastırdı ve cihaz sustu.
Gözlerini zor açıyordu sanki göz kapakları birbirine uhu ile yapıştırılmıştı. Gözlerini tamamen açtığında ise gördüğü manzara karşısında ağzı açık kaldı. Yatağının hemen üstünde siyah-beyaz oldukça şık bir giysi duruyordu. Aynanın karşısına geçti, gerçekten çok pisti. Banyo yapması gerekliydi. Hızlıca banyoya yöneldi.
Banyodan çıktığında ise hemen saçlarını beyaz havluyla kuruladı ama çok darmadağın gözüküyordu. Tuvalet masasının üzerindeki tahta üzerinde dişler bulunan aleti saçına sürttü, gerçekten de işe yarıyordu saçları düzgünleşmişti. Giysilerini giydikten hemen sonra kapısı çaldı ardından açıldı. Gelen kişi Drew’e şaşkın gözlerle baktı bir saatte ne kadar da değişmişti. Sonra buraya niçin geldiğini hatırladı ve yüzündeki ciddi tavır geri geldi.
“Drew Davis, sizi müdürümüz çağırıyor. Beni takip edin…” dedi burnu havada bir vaziyette.
Drew adamı şaşkın gözlerle takip etti. Acaba buranın müdürü ona ne diyecekti. Yoksa ailesi mi bulunmuştu? Kafasında bunun gibi birçok sorular oluşmuştu. Bunların cevabını öğrenmesi içinde biran önce müdürün odasına ulaşması gerekiyordu ama önünde yürüyen adam uyuşuk uyuşuk oraya doğru ilerliyordu. Nihayet kapının önüne geldiklerinde adam çekildi ve Drew’i yalnız bıraktı. Drew titreşen elleri ile kapıyı araladı.
Gördüğü manzara çok şaşırtıcıydı. Siyah bıyıklı, beyaz saçlı bir adam karşısında duruyordu. Ayakları ise masanın üzerindeydi o derecedeydi ki Drew adamın ayaklarının kırk üç numara olduğunu dahi öğrenmişti. Adam ise Drew’i görür görmez elindeki tüttürdüğü piposunu masanın üstüne bıraktı ve ayaklarını masanın üzerinden indirdi.
“Drew… Aslında adının bu olduğundan bile emin değilim. Çünkü seni terkedilmiş bir parkın ortasında baygın bir şekilde bulmuşlar. Etrafta kimse yokmuş adını soyadını bildiğimize gelince tam ensende yazıyor.” Dedi ve Drew’e yetimhane kimliğini ve nüfus cüzdanını uzattı…
Drew şu anda dönüp ensesine bakmak istiyordu fakat bu imkânsızdı, bir insanın ensesini görmesi o denli imkânsızdı. Şaşırmış gözlerle kimliğini ve nüfus cüzdanını aldı. Nüfus cüzdanını cebine koydu, kimliğini ise yakasına astı. Adam memnuniyetle Drew’i izlerken kendi kimliğini yokladı. Üzerinde Benjamin Warner yazıyordu. Adam üzgün gözlerle Drew’i süzdü ve
“Ailen olup olmadığından emin değilim. Bu yüzden sana bir izin veriyorum. Aileni saat gece yedi ye kadar arayabilirsin yanına da istediğin birini al kaybolmanı istemeyiz. Al buda dışarıya çıkma iznin biri sana ‘sokakta ne arıyorsun!’ derse bu kağıdı gösder…”dedi ve kağıda bir şeyler çiziktirdikten sonra Drew’e uzattı…
Drew kâğıdı Benjamin’den aldıktan sonra yanına kimi alacağını düşündü. Elanor’dan başka kim olabilirdi ki? Zaten başka kimseyi de tanımıyordu. Hızlıca Elanor’un odasına gitti ve kapıyı çaldı. Nazikçe bir ‘gir’ sesini duyduktan sonra kızın odasına girdi. Gözleri sevinçten parlıyordu. Elanor’a dönerek
“Bu gün dışarı çıkıyorum benimle gelir misin?” diye sordu.
Elanor şaşkınlığını gizleyememişti. Gözleri açılmıştı ve dolmuştu. Altı yaşından beri burada tıkılıp kalmıştı. Balkona çıkma hariç dışarıyı hiç görmemişti, havasını hiç solumamıştı. Hemen yayıldığı koltuktan ayağa kalktı ve Drew’e ‘olur’ dercesine başını yukarı-aşağı salladı. Drew Elanor’un kabul etmesine çok sevinmişti. Ailesinin olmadığına neredeyse emindi onu terk etmiş olsalar bile ‘illa beni alacaksınız’ der gibi olmak istemezdi. Onun şu anda tek arzusu Elanor ile dışarıyı gezmekti. Elanor ise hızlıca giysi dolabına doğru gitti. Drew’e kalırsa üstü başı çok güzeldi değiştirmesine hiç mi hiç gerek yoktu. Oysaki Elanor Drew’in karşısına geçtiğinde elinde yeşil bir cüzdan vardı. Drew bunun ne işe yaradığını sorup Elanor’a rezil olmak istemezdi bu yüzden hiç bir şey demedi.
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [ 11 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |