Kaplan Prenses Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, 5, Sonraki |
Yazar
Mesaj
Arşivime ekliyorum ona göre çünkü sevdim bu hikayeyi. Kesinlikle devam et sonuna kadar ve eğer devam etmezsen bir daha senin yazdığın hiç bir hikayeyi okumayacağım. 


KALBİMİN ANAHTARINI BULUP İÇİMDEKİ MANZARAYI KEŞFEDEBİLEN HERHANGİ BİR KİŞİ İÇİMDE HAPSOLMAYI GÖZE ALMIŞTIR

Üzgünüm cuma ve cumartesileri dışında giremiyorum o yüzden hemen her gün bakamıyorum ^^'
Yeni bölüüm çok güzel olmuş.Tigaranın geçmişini iyice merak etmeye başladım büyük bişeyler var onunla ilgili..
Ayrıca sınav haftasından sonra uuuupuzun bir bölüm bekliyoruz senden
Devaaaam 
Yeni bölüüm çok güzel olmuş.Tigaranın geçmişini iyice merak etmeye başladım büyük bişeyler var onunla ilgili..




Teşekkürler küçük-melek


Teşekkürler princess mercury

Haruka'yı seviyorum!Seviyorum seviyorum!Se-vi-yo-rum!!!







Elbette ki bitmedi. Ama 1 ay kadar süreyle sizinle olmayacağım biraz beklemeniz gerekecek işte bir bölüm daha =)
Bölüm 11: Savaşın Gözleri
Herkes savaş için hazırlanmıştı. Ama Ares'i kimse ortalıkta görmemişti... Ares'in seçtiği liderler herkesi düzene sokmuş bir emir ya da herhangi bir işaret bekliyorlardı. Tigara ormandan Vesta ve Belloyla birlikte çıktı ve köye geldi. Herkes 3 aylık bekleyişlerinin sonuna geldiğini farkındaydı. Cesaretlerini toplamış ama yinede iliklerinde korkuyu hissetmişlerdi.
Tigara:
-Savaşçılar hazırsınız ! Liderlerinizle ilerleyin ve ormanın gücüne inanmaktan asla vazgeçmeyin! İleri! Dedi. Bu sözcüklerle birlikte herkes oklarını ve yaylarını kuşandı mızrakları eline aldı. Birkaçı ise bellerine bıçaklarını saklamıştı. Herkes ormana doğru yürüdü. Tigara ise gözüyle Ares'i aradı ama onu göremedi. Şaşırmıştı çünkü garip hissediyordu ve kötü şeylerin olabilceğini. Kampı dolaştı ama Ares ne çadırında ne de başka bir yerdeydi. Gittikçe heyecanlanıyordu her çadırı açtığında ve onu bulamadığında. Vesta ve Bello da onun aramasına yardım ediyordu.
Bello:
-Tigara belki çoktan gitmiştir.
Tigara:
-Ama onu hiç görmedim dünden beri...
Vesta:
-O da senin kadar güçlü bir savaşçı eminim kendini koruyabilir. Şimdi gitmeliyiz. Liderlik etmen gereken savaşçılar var...
Tigara başını öne eğdi:
-Haklısınız... gidelim. Dedi ama bunları söylerken hiç de kendinden emin değildi. Ormana koşmaya başladı. Ada çok büyük olmasada her tarafı kolaçan ederek yürümek zaman alıyordu. Tigara savaşçılara kolayca yetişmişti. Ama aklındaki tek şey oydu.
Güneş batıyordu. Bir gece kamp kurulması zaten planlanmıştı. Savaşçıların bir kısmı nöbet tutacak bir kısmı dinlenecek ve bir süre sonra bu tam tersine dönecekti. Tigara bütün gece uyumadı. Güneş yeni bir günü ufuktan çağırdı. Umut vericiydi Güneş herkes için. Işık saçardı Güneş cesaret saçardı.
Bütün savaşçılar çadırlarını toplamış ateşleri söndürmüş ve yola çıkmaya hazırlanmıştı. Liderler önlerine geçti. En baştaki liderin ismi Yamari idi. Yamari düşüncelerle kaybolmuş olan Tigara'nın yanına geldi ve dizinin üstüne çöktü.
Yamari:
-Efendim herkes hazır...
Tigara:
-Yamari neden yerde eğilmiş emrimi bekliyorsun?
Yamari:
Efendim...
Tigara:
-Sen bir savaşçısın ben de öyle. Hepimiz eşitiz kimse liderimiz olamaz savaşçılar özgür doğar ve özgür ölürler.
Yamari:
-Elbette. Unutmuşum özür dilerim. Savaşçılar hazır.
Tigara ayağa kalktı ve savaşçıların önüne yürüdü.
Tigara:
-Yaşayanlar için umut her zaman vardır. Umutsuzluk, ölüler İçindir. Dedi. Bu sözle birlikte bütün savaşçılar yürüdü. Arkadakiler ve en öndekier ortalığı kolaçan ederek grubu koruyordu.
----O sırada----
Kral:
-Haha küçük bir ordu kurmuş zavallıcıklar.
Asker:
-Efendim
Kral:
-Ne VAR!
Asker:
-Efendim orduyu harekete geçirelim mi?
Kral:
-Canım çok sıkıldı. Hepsini harekete geçirin ne kadar çabuk ölürlerse o kadar iyi. Ormanın kalbini ele geçireceğim. Ve değerli ormanlarıyla hepsi kül olacak.
Asker geri çekildi ve kapının açılmasıyla içeri bir şovalye girdi.
Şovalye:
-Beni çağırmışsınız efendim. Dedi ve dizlerinin üstüne çöktü.
Kral:
-Evet çağırdım. Minik savaşçımız nasıl...
Şovalye:
-Efendim yaklaşık 15 askeri tek başına öldürdü.
Kral:
-Evet. Sonra ne oldu?
Şovalye:
-Sonrasında 50 kişiyle birlikte saldırdık ve sonunda onu yakaladık.
Kral:
-Önemli birisine benziyor yakaladığınız kişi aferim. En büyük silahımız o olacak.
Şovalye:
-Evet efendim...
Kral:
-Git ve orduyu hazırla. Dedi. Şovalye büyük döşemeli kapıya doğru yürüdü ve koridora geçti.
..O sırada..
Hayal kırıklığına uğramıştı. 3 aydır durmadan gizlice çalışıyordu ahırda. Babası onu birkez bile farketmemişti. Gözleri masmaviydi. Ve gerçekten sinirlenmişti. Ama içindeki savaşa hala yön veremiyordu. Hangisi doğruydu? Babası onu hep ormanı yıkmak ve yakmak konusunda eğitmişti. O bir Kral ve kendisi de bir prensesti. Doğru karar bu olamazdı. Ama ya Tigara'nın ona karşı çıkması. Onu resmen geri çevirmişti oysaki o her şeyi göze almıştı. Elbiselerini çıkardı ve deriden bir pantolon giydi. Küpelerini ve kolyesini çıkardı. Üstüne de deriden bir kıyafet geçirdi. Beline 3 aydır yapmaya uğraştığı bıçakları ve kemeri taktı. Karamel renkli saçlarını geriye attı ve at kuyruğu yaptı. Hazır hissediyordu kendini. Savaş çok yakındı. Penceresinden son bir kez daha baktı. Seçim yapma zamanı gelmişti. Sırtına ok çantasını geçirdi ve yayını eline alıp kapıya doğru yürüdü. Tam kapının koluna eli değecekken kapıyı birisi yıklattı.
Şovalye:
-Makira girebilir miyim?
Makira:
-Hayır meşgulüm.
Şovalye:
-Savaşmadan önce veda etmek istemiştim. Dedi. Şovalye Makira'ya aşıktı ve babası onları evlendirme kararı almak üzereydi. Ama Makira Şovalyeden nefret ediyordu. Kimse onu zorla evlendiremezdi. O özgür olmayı istiyordu.
Makira:
-Üzgünüm. İçeri giremezsin. Dedi. Bu sırada yatak örtüsünü ve yorganını yırtarak birbirine bağladı ve bir ip oluşturdu.
Şovalye:
-Pekala... Seni bir daha göremeyecek miyim? Dedi ama Makira çoktan yorgandan olan örtüyü pencereden sarkıtmış ve aşağı inmişti. Şovalye bir süre cevap gelmeyince içeri daldı. Makira'yı arıyordu ki koridordan geçen bir yüzbaşı kendisine seslendi. Şovalye odadan çıktı ve başlığını taktı. Bütün ordu kalenin çevresinde toplanmış ve surlara okçular yerleştirilmişti. Herkes hazırdı.
Bölüm 11: Savaşın Gözleri
Herkes savaş için hazırlanmıştı. Ama Ares'i kimse ortalıkta görmemişti... Ares'in seçtiği liderler herkesi düzene sokmuş bir emir ya da herhangi bir işaret bekliyorlardı. Tigara ormandan Vesta ve Belloyla birlikte çıktı ve köye geldi. Herkes 3 aylık bekleyişlerinin sonuna geldiğini farkındaydı. Cesaretlerini toplamış ama yinede iliklerinde korkuyu hissetmişlerdi.
Tigara:
-Savaşçılar hazırsınız ! Liderlerinizle ilerleyin ve ormanın gücüne inanmaktan asla vazgeçmeyin! İleri! Dedi. Bu sözcüklerle birlikte herkes oklarını ve yaylarını kuşandı mızrakları eline aldı. Birkaçı ise bellerine bıçaklarını saklamıştı. Herkes ormana doğru yürüdü. Tigara ise gözüyle Ares'i aradı ama onu göremedi. Şaşırmıştı çünkü garip hissediyordu ve kötü şeylerin olabilceğini. Kampı dolaştı ama Ares ne çadırında ne de başka bir yerdeydi. Gittikçe heyecanlanıyordu her çadırı açtığında ve onu bulamadığında. Vesta ve Bello da onun aramasına yardım ediyordu.
Bello:
-Tigara belki çoktan gitmiştir.
Tigara:
-Ama onu hiç görmedim dünden beri...
Vesta:
-O da senin kadar güçlü bir savaşçı eminim kendini koruyabilir. Şimdi gitmeliyiz. Liderlik etmen gereken savaşçılar var...
Tigara başını öne eğdi:
-Haklısınız... gidelim. Dedi ama bunları söylerken hiç de kendinden emin değildi. Ormana koşmaya başladı. Ada çok büyük olmasada her tarafı kolaçan ederek yürümek zaman alıyordu. Tigara savaşçılara kolayca yetişmişti. Ama aklındaki tek şey oydu.
Güneş batıyordu. Bir gece kamp kurulması zaten planlanmıştı. Savaşçıların bir kısmı nöbet tutacak bir kısmı dinlenecek ve bir süre sonra bu tam tersine dönecekti. Tigara bütün gece uyumadı. Güneş yeni bir günü ufuktan çağırdı. Umut vericiydi Güneş herkes için. Işık saçardı Güneş cesaret saçardı.
Bütün savaşçılar çadırlarını toplamış ateşleri söndürmüş ve yola çıkmaya hazırlanmıştı. Liderler önlerine geçti. En baştaki liderin ismi Yamari idi. Yamari düşüncelerle kaybolmuş olan Tigara'nın yanına geldi ve dizinin üstüne çöktü.
Yamari:
-Efendim herkes hazır...
Tigara:
-Yamari neden yerde eğilmiş emrimi bekliyorsun?
Yamari:
Efendim...
Tigara:
-Sen bir savaşçısın ben de öyle. Hepimiz eşitiz kimse liderimiz olamaz savaşçılar özgür doğar ve özgür ölürler.
Yamari:
-Elbette. Unutmuşum özür dilerim. Savaşçılar hazır.
Tigara ayağa kalktı ve savaşçıların önüne yürüdü.
Tigara:
-Yaşayanlar için umut her zaman vardır. Umutsuzluk, ölüler İçindir. Dedi. Bu sözle birlikte bütün savaşçılar yürüdü. Arkadakiler ve en öndekier ortalığı kolaçan ederek grubu koruyordu.
----O sırada----
Kral:
-Haha küçük bir ordu kurmuş zavallıcıklar.
Asker:
-Efendim
Kral:
-Ne VAR!
Asker:
-Efendim orduyu harekete geçirelim mi?
Kral:
-Canım çok sıkıldı. Hepsini harekete geçirin ne kadar çabuk ölürlerse o kadar iyi. Ormanın kalbini ele geçireceğim. Ve değerli ormanlarıyla hepsi kül olacak.
Asker geri çekildi ve kapının açılmasıyla içeri bir şovalye girdi.
Şovalye:
-Beni çağırmışsınız efendim. Dedi ve dizlerinin üstüne çöktü.
Kral:
-Evet çağırdım. Minik savaşçımız nasıl...
Şovalye:
-Efendim yaklaşık 15 askeri tek başına öldürdü.
Kral:
-Evet. Sonra ne oldu?
Şovalye:
-Sonrasında 50 kişiyle birlikte saldırdık ve sonunda onu yakaladık.
Kral:
-Önemli birisine benziyor yakaladığınız kişi aferim. En büyük silahımız o olacak.
Şovalye:
-Evet efendim...
Kral:
-Git ve orduyu hazırla. Dedi. Şovalye büyük döşemeli kapıya doğru yürüdü ve koridora geçti.
..O sırada..
Hayal kırıklığına uğramıştı. 3 aydır durmadan gizlice çalışıyordu ahırda. Babası onu birkez bile farketmemişti. Gözleri masmaviydi. Ve gerçekten sinirlenmişti. Ama içindeki savaşa hala yön veremiyordu. Hangisi doğruydu? Babası onu hep ormanı yıkmak ve yakmak konusunda eğitmişti. O bir Kral ve kendisi de bir prensesti. Doğru karar bu olamazdı. Ama ya Tigara'nın ona karşı çıkması. Onu resmen geri çevirmişti oysaki o her şeyi göze almıştı. Elbiselerini çıkardı ve deriden bir pantolon giydi. Küpelerini ve kolyesini çıkardı. Üstüne de deriden bir kıyafet geçirdi. Beline 3 aydır yapmaya uğraştığı bıçakları ve kemeri taktı. Karamel renkli saçlarını geriye attı ve at kuyruğu yaptı. Hazır hissediyordu kendini. Savaş çok yakındı. Penceresinden son bir kez daha baktı. Seçim yapma zamanı gelmişti. Sırtına ok çantasını geçirdi ve yayını eline alıp kapıya doğru yürüdü. Tam kapının koluna eli değecekken kapıyı birisi yıklattı.
Şovalye:
-Makira girebilir miyim?
Makira:
-Hayır meşgulüm.
Şovalye:
-Savaşmadan önce veda etmek istemiştim. Dedi. Şovalye Makira'ya aşıktı ve babası onları evlendirme kararı almak üzereydi. Ama Makira Şovalyeden nefret ediyordu. Kimse onu zorla evlendiremezdi. O özgür olmayı istiyordu.
Makira:
-Üzgünüm. İçeri giremezsin. Dedi. Bu sırada yatak örtüsünü ve yorganını yırtarak birbirine bağladı ve bir ip oluşturdu.
Şovalye:
-Pekala... Seni bir daha göremeyecek miyim? Dedi ama Makira çoktan yorgandan olan örtüyü pencereden sarkıtmış ve aşağı inmişti. Şovalye bir süre cevap gelmeyince içeri daldı. Makira'yı arıyordu ki koridordan geçen bir yüzbaşı kendisine seslendi. Şovalye odadan çıktı ve başlığını taktı. Bütün ordu kalenin çevresinde toplanmış ve surlara okçular yerleştirilmişti. Herkes hazırdı.

Angel Beats!

Yeni bölümde çok güzeldi.İçimden bir ses Makiranın savaşın kazanılmasında bir rolü olacağını söylüyor.(Çok zekiyim dimi??
)
Ayrıca umarım forma en yakın zamanda dönersin

Ayrıca umarım forma en yakın zamanda dönersin


Teşekkürler küçük-melek


Teşekkürler princess mercury

Haruka'yı seviyorum!Seviyorum seviyorum!Se-vi-yo-rum!!!









yeni bölüm çarşamba günü eklenecektir =) Vazgeçtiğim felan yok daha ^^" ama erken konuşmıyım. Sınavlar çok yüklendi çünkü.
~Athena~ O.o Makira'nın ne yapacağı hakkında bir bilgi yok 0.0 <Bakalım ne yapçak ?>
Tangel öm. la cevap verdim =)) Ama geri cevap gelmedi henüz =))
dgr..serenity Yine dediğim gibi kendini kaybetmiş bir varlık ve özellikle de insan yol seçtiğinde bunu önceden tahmin etmek çok zordur
Neo-Queen Serenity Aslında bölümlerde saç renkleri falan çok ayrıntılı olmasada zaman zaman geçiyor. Ayrıca Ares zaten yaptığım video da var. "Tek bir seçim" diye bir yazı geçiyor ondan sonra bir erkek resmi bir de orman resmi var ^^"
Önceki sayfalardan linke ulaşabilirsin canım
Tangel Böyle bir niyetim kesinlikle yok. =) Ayrıca bu kadar değerli bir okurumu da kaybetmek istemem. Ama olur ki yürümez artık o zaman bir daha gözden geçirmek durumunda kalabilirim =S
19.01.2011 TARİHİNDE ÇARŞAMBA GÜNÜ BÖLÜM EKLENECEKTİR. İLGİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
~Athena~ O.o Makira'nın ne yapacağı hakkında bir bilgi yok 0.0 <Bakalım ne yapçak ?>
Tangel öm. la cevap verdim =)) Ama geri cevap gelmedi henüz =))
dgr..serenity Yine dediğim gibi kendini kaybetmiş bir varlık ve özellikle de insan yol seçtiğinde bunu önceden tahmin etmek çok zordur

Neo-Queen Serenity Aslında bölümlerde saç renkleri falan çok ayrıntılı olmasada zaman zaman geçiyor. Ayrıca Ares zaten yaptığım video da var. "Tek bir seçim" diye bir yazı geçiyor ondan sonra bir erkek resmi bir de orman resmi var ^^"
Önceki sayfalardan linke ulaşabilirsin canım

Tangel Böyle bir niyetim kesinlikle yok. =) Ayrıca bu kadar değerli bir okurumu da kaybetmek istemem. Ama olur ki yürümez artık o zaman bir daha gözden geçirmek durumunda kalabilirim =S
19.01.2011 TARİHİNDE ÇARŞAMBA GÜNÜ BÖLÜM EKLENECEKTİR. İLGİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

Angel Beats!


Bölüm 12:Hissetmek...
Tigara Ares'i hiçbir yerde bulamamıştı. Gerçekten çaresizdi ve bütün cesareti dağılmıştı. Artık ormanın gücünü bile hissetmekte zorlanıyordu. Savaş başlamak üzereydi. Kaledeki okçuların emriyle oklar havada süzülmeye başladı. Orman Savaşçıları yürekleriyle hızlı ve atiktiler. Oklardan kaçıp ok atmayı aynı anda yapıyorlardı. Kalenin kapılarının ardında ise koca bir ordu vardı. Kapının açılmasıyla hepsi dışarı fırladı. Gerçekten çok kalabalıktılar. Bello ve Vesta pençeleriyle ve dişleriyle ölüm makinesine dönmüşlerdi adeta. Tigara ise kendini toplamaya çalışıyordu. Onun bu umudunu kaybetmiş hali bile çok güçlüydü. Bir sıyrık almadan bütün askerleri haklıyordu. Ama askerlerin sayısı o kadar fazlaydı ki...
Tigara:
-Onu göremiyorum dedi kaplan sesine benzer bir sesle.
Vesta:
-Eminim bir yerde çarpışıyordur. Dedi bir yandan da sivri dişleriyle askerleri yere yığdı Ama sadece Tigara'ya yaklaşan askerlere tepki veriyordu. Çünkü; Bello ve Vesta'nın asıl görevi ormanın tek varisi olan Tigara'yı yani Kaplan Prenses'i korumaktı.
...O sırada...
Kral yanına 30-40 kişilik bir ordu almıştı. Askerlerin bir kısmı Ares'i tutmakla görevliydi. Bir kısmı ise ortalığı kolaçan ediyordu.
Kral:
-Makira nerede? Dedi. Askerler birbirlerine bakındı. Kimse Makira'yı görmemişti. Temsili olarak bir asker öne çıktı ve:
-Bilmiyoruz efendim.Dedi korkulu bir sesle. Kral kızmışa benziyordu. Arkasını döndü ve kendisine cevap veren askerin boynuna kılıcını dayadı.
Kral:
-Hemen kaleye geri dön ve kızımı buldur! Duydun mu beni! Dedi. Asker ürpermişti.
...:
-El...bette efendim dedi titrek bir sesle. Ardında kaleye koşmaya başladı. Kral atına tekrar bir kamçı vurdu bununla birlikte at yeniden hareketlendi. Kral kınını yerine soktu. Askerler onu takip ediyordu. Ares ise başını eğmişti. Askerler her ne kadar onu tutmakta zorlansalarda kaçması sanki imkansızdı. Ellerini vücuduna zincirlerle bağlamış ve o zincirlerle onu yürütüyorlardı. Ayaklarına da iki tane demir kütle takmışlardı. Böylece Ares aniden zıplayarak kaçamayacaktı. Ares ise sadece Tigara'yı düşünüyordu. Kral'ın onu kullanabilecek olması daha yakalanmadan önce aklındaydı. Ama o, bir karar vermişti. Orman için zamanı gelince ölcekti. Tigara'nın tehdide uğraması en korkunç şey olurdu. O gün onu derinlerinde hissetmişti dudaklarından aldığı tek bir buseyle. Saçlarını hafif bir meltem okşadı. Başını havaya kaldırdı ve durdu. Onu hissediyordu yeniden. Çok yakınında ama aynı zamanda çok uzağındaydı. 5 asker aynı anda zincirlere asılsınca tekrar yürümeye başladı.
Savaş sesleri ormanda yankılanıyordu. Tigara savaşmayı bıraktı. Ormana gözlerini dikti. Ares'i hissetti aniden. Onunda saçlarını okşadı hafif bir meltem. Kılıcını sağ yanındaki boş kına koydu. Tanrıça'nın ona verdiği kılıç ise sol yanındaydı. Arkasını döndü ve koşmaya başladı önüne çıkan askerlerin üstünden zıplıyordu. Sonunda savaş alanının dışına çıktı. Tanrıça'nın kılıcını yerinden çıkardı. Birden bir sürü fısıltılar duydu. Hepsi aynı şeyi fısıldıyordu; “Dikkatli ol genç savaşçı bazı duygular doğruyu bulman için en büyük engellerdir. “. Tigara sesleri umursamazdan geldi. Bello ve Vesta ise arkada kalmışlardı. Bello tam arkasından koşmaya başladı ki Vesta onu tuttu.
Vesta:
-Dur. Onun her zaman yanında olamayacağız. Kendi kararlarını kendi verebilicek kadar iradesi var.
Bello:
-Evet Vesta ama ya diğer yolu seçerse?
Vesta:
-Böyle bir şey olmayacak.
Bello:
-Peki görevimiz?
Vesta:
-Ormanı korumak başka bir görevemizdir şimdi onu yerine getireceğiz. Orman Savaşçılarına yardım edeceğiz. Dedi. Bello başını sallayarak onayladı böylece kaplanlar savaşçılara katıldı.
Tigara var gücüyle koşuyordu ki; bu baya bir hızlı olmalıydı. Km'lerce uzunluktaki adanın bir ucundan ortasına kadar koşmuştu. Bembeyaz saçları dağılmış rüzgarla dans ediyorlardı. Gözleri ise ciddiyetle ileriyi gösteriyordu. Savaş için giydiği kıyafeti ise arkasında sallanıyordu. Ormanın tam ortasında bir göl vardı. Gölün ortasında ise kocaman yaşlı bir kiraz ağacı. Ama o kadar canlı gözüküyordu ki görseniz size yüreyeceğini sanırdınız. Kökleri göl boyunca yayılmıştı. Bir toprak parçasının üstünde duruyordu. Minicik bir ada gibi. Sanki hep o ağaç için yapılmıştı orası. Ağacın dalları göl boyunca uzanıyordu. Gölde ise yansıması sanki hayatı anlamsız kılıyordu. Bu, çok güzel bir görüntüydü. Ağacın pembe yapraklarından bazıları göle düşmüş bazıları ise rüzgar ile birlikte dans ederek süzülüyorlardı. İnsana yaşama sevinci veriyordu bu görüntü. En kızgın yırtıcıyı bile sakinleştirebilicekti sanki. Ormanın seslerinin ötesindeydi. Bir sürü kuş vardı belki üstünde. Ama hepsi susmuştu. Dev ağacın köklerini taşıyan gölde ise bir sürü balık vardı elbet. Ama yüzmeyi bıraktılar işte tam o an.
~Devam Edecek~
Bu uzun bekleyiş için affedin beni. O kadar kusursuz yazmaya çalıştım ki..
Tigara Ares'i hiçbir yerde bulamamıştı. Gerçekten çaresizdi ve bütün cesareti dağılmıştı. Artık ormanın gücünü bile hissetmekte zorlanıyordu. Savaş başlamak üzereydi. Kaledeki okçuların emriyle oklar havada süzülmeye başladı. Orman Savaşçıları yürekleriyle hızlı ve atiktiler. Oklardan kaçıp ok atmayı aynı anda yapıyorlardı. Kalenin kapılarının ardında ise koca bir ordu vardı. Kapının açılmasıyla hepsi dışarı fırladı. Gerçekten çok kalabalıktılar. Bello ve Vesta pençeleriyle ve dişleriyle ölüm makinesine dönmüşlerdi adeta. Tigara ise kendini toplamaya çalışıyordu. Onun bu umudunu kaybetmiş hali bile çok güçlüydü. Bir sıyrık almadan bütün askerleri haklıyordu. Ama askerlerin sayısı o kadar fazlaydı ki...
Tigara:
-Onu göremiyorum dedi kaplan sesine benzer bir sesle.
Vesta:
-Eminim bir yerde çarpışıyordur. Dedi bir yandan da sivri dişleriyle askerleri yere yığdı Ama sadece Tigara'ya yaklaşan askerlere tepki veriyordu. Çünkü; Bello ve Vesta'nın asıl görevi ormanın tek varisi olan Tigara'yı yani Kaplan Prenses'i korumaktı.
...O sırada...
Kral yanına 30-40 kişilik bir ordu almıştı. Askerlerin bir kısmı Ares'i tutmakla görevliydi. Bir kısmı ise ortalığı kolaçan ediyordu.
Kral:
-Makira nerede? Dedi. Askerler birbirlerine bakındı. Kimse Makira'yı görmemişti. Temsili olarak bir asker öne çıktı ve:
-Bilmiyoruz efendim.Dedi korkulu bir sesle. Kral kızmışa benziyordu. Arkasını döndü ve kendisine cevap veren askerin boynuna kılıcını dayadı.
Kral:
-Hemen kaleye geri dön ve kızımı buldur! Duydun mu beni! Dedi. Asker ürpermişti.
...:
-El...bette efendim dedi titrek bir sesle. Ardında kaleye koşmaya başladı. Kral atına tekrar bir kamçı vurdu bununla birlikte at yeniden hareketlendi. Kral kınını yerine soktu. Askerler onu takip ediyordu. Ares ise başını eğmişti. Askerler her ne kadar onu tutmakta zorlansalarda kaçması sanki imkansızdı. Ellerini vücuduna zincirlerle bağlamış ve o zincirlerle onu yürütüyorlardı. Ayaklarına da iki tane demir kütle takmışlardı. Böylece Ares aniden zıplayarak kaçamayacaktı. Ares ise sadece Tigara'yı düşünüyordu. Kral'ın onu kullanabilecek olması daha yakalanmadan önce aklındaydı. Ama o, bir karar vermişti. Orman için zamanı gelince ölcekti. Tigara'nın tehdide uğraması en korkunç şey olurdu. O gün onu derinlerinde hissetmişti dudaklarından aldığı tek bir buseyle. Saçlarını hafif bir meltem okşadı. Başını havaya kaldırdı ve durdu. Onu hissediyordu yeniden. Çok yakınında ama aynı zamanda çok uzağındaydı. 5 asker aynı anda zincirlere asılsınca tekrar yürümeye başladı.
Savaş sesleri ormanda yankılanıyordu. Tigara savaşmayı bıraktı. Ormana gözlerini dikti. Ares'i hissetti aniden. Onunda saçlarını okşadı hafif bir meltem. Kılıcını sağ yanındaki boş kına koydu. Tanrıça'nın ona verdiği kılıç ise sol yanındaydı. Arkasını döndü ve koşmaya başladı önüne çıkan askerlerin üstünden zıplıyordu. Sonunda savaş alanının dışına çıktı. Tanrıça'nın kılıcını yerinden çıkardı. Birden bir sürü fısıltılar duydu. Hepsi aynı şeyi fısıldıyordu; “Dikkatli ol genç savaşçı bazı duygular doğruyu bulman için en büyük engellerdir. “. Tigara sesleri umursamazdan geldi. Bello ve Vesta ise arkada kalmışlardı. Bello tam arkasından koşmaya başladı ki Vesta onu tuttu.
Vesta:
-Dur. Onun her zaman yanında olamayacağız. Kendi kararlarını kendi verebilicek kadar iradesi var.
Bello:
-Evet Vesta ama ya diğer yolu seçerse?
Vesta:
-Böyle bir şey olmayacak.
Bello:
-Peki görevimiz?
Vesta:
-Ormanı korumak başka bir görevemizdir şimdi onu yerine getireceğiz. Orman Savaşçılarına yardım edeceğiz. Dedi. Bello başını sallayarak onayladı böylece kaplanlar savaşçılara katıldı.
Tigara var gücüyle koşuyordu ki; bu baya bir hızlı olmalıydı. Km'lerce uzunluktaki adanın bir ucundan ortasına kadar koşmuştu. Bembeyaz saçları dağılmış rüzgarla dans ediyorlardı. Gözleri ise ciddiyetle ileriyi gösteriyordu. Savaş için giydiği kıyafeti ise arkasında sallanıyordu. Ormanın tam ortasında bir göl vardı. Gölün ortasında ise kocaman yaşlı bir kiraz ağacı. Ama o kadar canlı gözüküyordu ki görseniz size yüreyeceğini sanırdınız. Kökleri göl boyunca yayılmıştı. Bir toprak parçasının üstünde duruyordu. Minicik bir ada gibi. Sanki hep o ağaç için yapılmıştı orası. Ağacın dalları göl boyunca uzanıyordu. Gölde ise yansıması sanki hayatı anlamsız kılıyordu. Bu, çok güzel bir görüntüydü. Ağacın pembe yapraklarından bazıları göle düşmüş bazıları ise rüzgar ile birlikte dans ederek süzülüyorlardı. İnsana yaşama sevinci veriyordu bu görüntü. En kızgın yırtıcıyı bile sakinleştirebilicekti sanki. Ormanın seslerinin ötesindeydi. Bir sürü kuş vardı belki üstünde. Ama hepsi susmuştu. Dev ağacın köklerini taşıyan gölde ise bir sürü balık vardı elbet. Ama yüzmeyi bıraktılar işte tam o an.
Bu uzun bekleyiş için affedin beni. O kadar kusursuz yazmaya çalıştım ki..

Angel Beats!

Bölüm 13: Savaşın Ruhu
Ormanların hepsi büyülüdür ama bu ormanın gücü sizi şaşırtacak. Gezegenler boyunca sadece çok az kişinin bildiği bu güç, doğayı bir bütün kılıyor. Adanın üstündeki bütün bitkilerin kökleri bir kiraz ağacından geçiyor. Pespembe yaprakları arasında binlerce yaratık kendine ev buluyor. Dengeyi bozmak isteyen birçok kişi vardı. Ama hiçbiri bunu bu ormanda başaramadı. Hiçbir insan bu kadar zalim olamazdı. Orman gözlerinin içine bakardı işte o zaman. Yüreğin bedeninden kopardı sanki. Havalanıp kaybolurdu gökyüzünde. İşte o denli bir güçtü bu. O denli muazzam ve sakinleştiriciydi. Ama her gücün bir koruyucusu vardır. Bu sürekli bir döngüdür, bir koruyucu ölürse orman uğruna yenisi doğardı. Ama orman uğruna savaşmayan savaşçılar ormanla birlikte yok olurdu. Şuana dek hiç bu gerçekleşmedi. Her savaşçı orman uğruna savaştı ve her biri kazandı. Hepsinin farklı hikayeleri vardı. Hepsi birbirinden cesaretli ve asi idi. Eğer bir savaşçı orman için değil başka bir nedenden hayatını tehlikeye atarsa cezası çok ağır olacaktı. Onları kontrol eden birkaç tanrıça vardı. Bu tanrıçalar yeryüzüne hapsedilmişti. Onların acıları yoktu ne de duyguları. Sadece adalet denilen kitabın kuralları için yaşarlardı.
Ağaçların yerleri sanki ezberindeydi. O kadar ağacın arasında o süratle koşmak her halde bunu gerektirirdi. O, iç güdüleriyle vardı. Duygularını hep görmezden gelmeliydi. O, yani ormanın koruyucusu “Kaplan Prenses”ti. Gözleri kırmızıydı, acımasızların kanını aldığı gibi... Saçları beyazdı ölümün korkusu gibi... Teni sıcaktı yaşamın sıcaklığı gibi... Tigara idi o. Gelmiş geçmiş savaşçılarda farkı yaratan o olacaktı. Doğruyu seçebilcek güçteydi. Bu sadece savaşma duygusu değildi. Bu insanın içindeki var olan büyünün kanıtıydı. Tek bir kişi bile yolundan saparsa tek bir kişi bile düzeni bozarsa adaletin eline bırakılmalıydı. Ve bu savaşta önemli ya da önemsiz tek bir kişi bile zamanı gelince her şeyi yapabilirdi.
Atının nalları duyuluyordu toprağı sarsan hırçınlığı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmeyen karışık aklı. Makira savaşa yön verebilecekti. Kendi elleriyle. Bütün orman onları seyrediyordu. Hatta bulutların üstündeki bütün tanrılar ve tanrıçalar. Hepsi susmuştu çünkü; gelecek küçücük bir kararla tamamen değişebilirdi. Bazıları için ise hiçbir gelecek olmayacaktı.
Kocaman kiraz ağacına bağladılar demirlerle elini. Savaşları gören hep o olmuştu. Hep sevdiklerini kaybetmişti. Bu yüzden ona savaş tanrısının ismi verilmişti “Ares”. Hiçbir kimsenin tanışmadığı zalimlerle tanışmış ve en önemli zamanlarda herkesin karşısına çıkmıştı. Ama bundan hep nefret etti. Binlerce ölümlere tanık olmak... düşman ya da dost ne fark eder? Bir savaşçı sadece öldürmek için öldürmez. Hayır bunu yapanlar sadece doğayı anlayamamış cahil varlıklar olabilirdi. Birer savaşçı değil. Ares işte bu yüzden bu yolu seçmişti... Her şeyi unutmak... Bütün savaş becerilerini. O denli yenilmezdi ki o.. Kendisini bir daha öyle görmek istemiyordu. Savaşçı olmak istemiyordu o. Ama sonra ormanın sesini duydu. Tigara ile tanıştı. Savaşmak bu değildi artık ölüm değildi savaşmak! Gücünü asla eskisi gibi kullanmadı o zamandan beri. Tigara onu hayata döndürmüştü sanki... Soğuk ve sıcaktı, karanlık ve aydınlık, ölmek ve yaşamaktı, aşk ve nefret... Geçmişini hatırladıkça sonunda yaşamasının bir anlamı olduğunu fark etti. Ne olursa olsun burda ölse bile mutlu ölecekti. Kralın bencilliğine göz yummayacaktı. O aşkı tatmıştı. Artık hiçbir kimse onu durduramazdı. Zamanı geldiğinde kapısını kilitlediği odayı tekrar açacaktı. Bu sefer diğerlerinde farklı olacaktı. O ne yaptığını bilerek savaşacaktı. Ares “Savaşın Ruhu”dur. Ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgiyi en iyi bilen odur. Dostunu kaybetmeyi ve acı çekmeyi... Tigara sayesinde gülebilmeyi ve bir şeyden mutluluk duyabilmeyi. Ellerindeki zincire baktı derince. Özgürlük uğruna şuana kadar her şeyi yapmıştı. Ve her şeyi de yapacaktı! Kendinizi hazırlayın bu iyi ve kötünün savaşı olmayacak bu bir dönüm noktası olacak! Bilinmezliğe gidin! Ancak kendizi tanırsanız bu savaşı kazanabilceksiniz! Ruhunuzu hazırlayın!
~Devam Edecek~
Lütfen biraz yorum bekliyorum sizden... Hevesimin meşalesini biraz daha aydınlatın!
Ormanların hepsi büyülüdür ama bu ormanın gücü sizi şaşırtacak. Gezegenler boyunca sadece çok az kişinin bildiği bu güç, doğayı bir bütün kılıyor. Adanın üstündeki bütün bitkilerin kökleri bir kiraz ağacından geçiyor. Pespembe yaprakları arasında binlerce yaratık kendine ev buluyor. Dengeyi bozmak isteyen birçok kişi vardı. Ama hiçbiri bunu bu ormanda başaramadı. Hiçbir insan bu kadar zalim olamazdı. Orman gözlerinin içine bakardı işte o zaman. Yüreğin bedeninden kopardı sanki. Havalanıp kaybolurdu gökyüzünde. İşte o denli bir güçtü bu. O denli muazzam ve sakinleştiriciydi. Ama her gücün bir koruyucusu vardır. Bu sürekli bir döngüdür, bir koruyucu ölürse orman uğruna yenisi doğardı. Ama orman uğruna savaşmayan savaşçılar ormanla birlikte yok olurdu. Şuana dek hiç bu gerçekleşmedi. Her savaşçı orman uğruna savaştı ve her biri kazandı. Hepsinin farklı hikayeleri vardı. Hepsi birbirinden cesaretli ve asi idi. Eğer bir savaşçı orman için değil başka bir nedenden hayatını tehlikeye atarsa cezası çok ağır olacaktı. Onları kontrol eden birkaç tanrıça vardı. Bu tanrıçalar yeryüzüne hapsedilmişti. Onların acıları yoktu ne de duyguları. Sadece adalet denilen kitabın kuralları için yaşarlardı.
Ağaçların yerleri sanki ezberindeydi. O kadar ağacın arasında o süratle koşmak her halde bunu gerektirirdi. O, iç güdüleriyle vardı. Duygularını hep görmezden gelmeliydi. O, yani ormanın koruyucusu “Kaplan Prenses”ti. Gözleri kırmızıydı, acımasızların kanını aldığı gibi... Saçları beyazdı ölümün korkusu gibi... Teni sıcaktı yaşamın sıcaklığı gibi... Tigara idi o. Gelmiş geçmiş savaşçılarda farkı yaratan o olacaktı. Doğruyu seçebilcek güçteydi. Bu sadece savaşma duygusu değildi. Bu insanın içindeki var olan büyünün kanıtıydı. Tek bir kişi bile yolundan saparsa tek bir kişi bile düzeni bozarsa adaletin eline bırakılmalıydı. Ve bu savaşta önemli ya da önemsiz tek bir kişi bile zamanı gelince her şeyi yapabilirdi.
Atının nalları duyuluyordu toprağı sarsan hırçınlığı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmeyen karışık aklı. Makira savaşa yön verebilecekti. Kendi elleriyle. Bütün orman onları seyrediyordu. Hatta bulutların üstündeki bütün tanrılar ve tanrıçalar. Hepsi susmuştu çünkü; gelecek küçücük bir kararla tamamen değişebilirdi. Bazıları için ise hiçbir gelecek olmayacaktı.
Kocaman kiraz ağacına bağladılar demirlerle elini. Savaşları gören hep o olmuştu. Hep sevdiklerini kaybetmişti. Bu yüzden ona savaş tanrısının ismi verilmişti “Ares”. Hiçbir kimsenin tanışmadığı zalimlerle tanışmış ve en önemli zamanlarda herkesin karşısına çıkmıştı. Ama bundan hep nefret etti. Binlerce ölümlere tanık olmak... düşman ya da dost ne fark eder? Bir savaşçı sadece öldürmek için öldürmez. Hayır bunu yapanlar sadece doğayı anlayamamış cahil varlıklar olabilirdi. Birer savaşçı değil. Ares işte bu yüzden bu yolu seçmişti... Her şeyi unutmak... Bütün savaş becerilerini. O denli yenilmezdi ki o.. Kendisini bir daha öyle görmek istemiyordu. Savaşçı olmak istemiyordu o. Ama sonra ormanın sesini duydu. Tigara ile tanıştı. Savaşmak bu değildi artık ölüm değildi savaşmak! Gücünü asla eskisi gibi kullanmadı o zamandan beri. Tigara onu hayata döndürmüştü sanki... Soğuk ve sıcaktı, karanlık ve aydınlık, ölmek ve yaşamaktı, aşk ve nefret... Geçmişini hatırladıkça sonunda yaşamasının bir anlamı olduğunu fark etti. Ne olursa olsun burda ölse bile mutlu ölecekti. Kralın bencilliğine göz yummayacaktı. O aşkı tatmıştı. Artık hiçbir kimse onu durduramazdı. Zamanı geldiğinde kapısını kilitlediği odayı tekrar açacaktı. Bu sefer diğerlerinde farklı olacaktı. O ne yaptığını bilerek savaşacaktı. Ares “Savaşın Ruhu”dur. Ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgiyi en iyi bilen odur. Dostunu kaybetmeyi ve acı çekmeyi... Tigara sayesinde gülebilmeyi ve bir şeyden mutluluk duyabilmeyi. Ellerindeki zincire baktı derince. Özgürlük uğruna şuana kadar her şeyi yapmıştı. Ve her şeyi de yapacaktı! Kendinizi hazırlayın bu iyi ve kötünün savaşı olmayacak bu bir dönüm noktası olacak! Bilinmezliğe gidin! Ancak kendizi tanırsanız bu savaşı kazanabilceksiniz! Ruhunuzu hazırlayın!
Lütfen biraz yorum bekliyorum sizden... Hevesimin meşalesini biraz daha aydınlatın!

Angel Beats!


4. sayfa (Toplam 5 sayfa) [ 64 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |