Yeni yeni bir hikaye yazmaya başladım burda da paylaşayım istedim ^^ Henüz 2 bölüm yazdım, devamı gelecek tabi. Temel hikaye acaba nasıl bir dünya olsun diye düşündüğüm zaman yazdığımdan dolayı biraz karmaşık ama diğer 2 bölüme emek harcadım dili düzgün kullanmaya çalıştım ^^
Temel Hikaye:
Spoiler:
Dünya gezegeni...
Bu dünyada eskiden bütün topraklar vardı.. İnsanlar ülkelere ayrılmış topraklar üzerinde görülmez sınırlar vardı. Hiç kimsenin özel güçleri yoktu. Ülkeleri güçlü yapan teknoloji ve ekonomileri idi. Bir zamanlar bu gezegen sakin ve barış doluydu... En azından bu güne kıyasla...
Yıl 2013...
Uzayda ilerleyen garip bir göktaşı dünya yakınlarında parçalandı. Dünyada göktaşı yağmuru sebebiyle büyük bir kaos ve yıkım oluştu. Topraklar param parça oldu. Artık bütün topraklar yoktu. Dünya da sadece adalar vardı ve adalar krallıkla yönetiliyordu.
Göktaşlarının toprağa karışmasıyla bütün canlılarda bir takım değişiklikler meydana geldi. Tüm canlılarbir takım güçler kazanmaya başladı. Ancak her ada farklı manyetik etki alanlarından oluştuğundan her adada farklı güçler oluştu. Tüm adalarda insanların birazda olsa sihir gücü vardı ama çok büyük geneli genelde çok az bir miktar güç kullanıyorlardı. Bu adalarda insanların sadece %10u iyi bir şekilde sihir kullanabiliyordu. Her adada 4 aile en güçlü sihir kullananlardı. Onlardan 3ü savaşçı olurken en güçlü kişi koruyucu oluyordu. Genelde savaşçıların gücü yetmediği yerde koruyucu devreye girerdi.
Koruyuculara Dünya koruyucusu tarafından bir sıvı içirilir böylece ölümsüzlük kazanırlardı. Ancak bu sıvı fiziksel darbe sonucu ölmeyi güçleştirsede imkansızlaştırmadığından koruyucular kendilerini sürekli güçlendirmeye devam ettirmek zorundaydı.
Kral ve kraliçeler ülkeden en güçlü sihire sahip olmasalarda saraydaki bir taşı korumakla yükümlüler. Bu taş savaşçılar ve koruyucunun temelini güçlendirir kral ve kraliçe kendi güçlerini bu taşa verir savaş sırasında savaşçıların daha güçlü olmalarını sağlardı.
Bazı adalar sihir güçlerini güneşten alıyordu. Güneş gücünü kullananlara aydınlık maguslardı. Ay gücünü temel alanlar ise karanlık maguslardı. Bu sebeple dünya gene aydınlık ve karanlık taraf olmak üzere ikiye ayrılmıştı.
İlk başlarda bu iki taraf arasında bir denge vardı. Ve bu denge bozulmaması için bir komisyon vardı. Bu komisyonda en güçlü 6 aydınlık ada koruyucusu ile 6 karanlık ada koruyucu bir ara gelir karar alınır denge korunmaya çalışılırdı.
Ancak bir gün bu denge en güçlü aydınlık adalarından birinin doğal felaketle karşılaşması sonucu yok oldu. Bu adaya uzun bir zamandan sonra tekrar meteor düştü. Bu yıkım güç dengesinin bozulmasına ve savaş çıkmasına yol açtı.
Karanlık taraf sayıca daha avantajlıydı. Ayrıca en güçlü 3 adadan 2si karanlık adaydı. Doğal olarak savaş bir felakete yol açmış aydınlık tarafın sayısı 2ye düşmüştü. Sonunda Koruyucu Zeigeth savaşı bitirdi. Aydınlık tarafta kalan 2 ada ise diğer yok olan 4 adayı yeniden inşa edebilmek için izin aldı.
Bu inşa zamanında karanlık adalar bu 4 adayı gözlemliyorlardı çünkü her an koruyucu ve savaşçılar yeniden doğabilirdi...
1. Bölüm: Yetimhane
Spoiler:
Ağır göz kapakları... Hissetiğim ilk şey bu oluyordu. Onları hafifçe aralamaya çalışıyordum. Gördüğüm şey, bej rengi üzerinde altın kabartmalar olan bir tavan ve tavandaki hafif kırmızı ışıktı. Bedenimdeki acıyı yavaş yavaş hissetmeye başlıyordum, belkide bedenim bu kadar kurumuş olmasa gözlerimden acıdan yaş gelebilirdi ama gelmiyordu. Bedenimin bütün fonksiyonları yok olmuştu. Tavandaki altın rengi kabartmaların arasında kırmızı ışık yayılmaya başlıyordu. Bu ışık acımın çaresi olacağına inanıyor ve elimi ona uzatmaya çalışıyordum ama elim bi türlü yerinden kıpırdamıyordu. Işık gittikçe büyüyüp tavandan aşağı doğru tüm odayı kaplamaya başlıyordu ve ben o ışığın kaynağına doğru yavaş yavaş yükseliyordum. Yükseldikçe kırmızılık beyaza dönüyordu ve en sonunda ben kayboluyordum....
Başucumda çalan saatin sesiyle tekrar tekrar gördüğüm bu rüyadan uyandım. Elimle çalar saati susturdum. Saat sabahın 10u olmuş! Yetimhanedeki diğer çocuklar çoktan sınıflarında yerlerini almış olmaydı çünkü kafamı yatağımın sol tarafında duran pencereye çevirdiğimde boş salıncakları görüyordum. Benim onlar kadar acelemin olmamasına seviniyordum çünkü geç yatıp geç kalkmasını seven biriydim. Ama genede özel derslerime bu kadar geç gitmem yetimhane müdürü Jacki çileden çıkartıyordu.
Yetimhane müdürü Jackten özel dersler alıyordum. Çünkü benim yıllar önce adamızdan kaybolan ve geçen yıllar içinde tekrar tekrar doğmuş olan ada savaşçılarından biriydim. Adamız 2. göktaşı felaketini yaşadıktan sonra tüm savaşçı ve koruyucusunu kaybetmişti. 2. güçlü adalardan biri olan güneş adamız ay askerleri tarafından kontrol ediliyor ve savaşçı kanı taşıyan her çocuk hemen öldürülüyordu. Bu kanı taşınıp taşınmadığından emin olmak için eski krallık sarayının yaklaşık 10 metre derinliğindeki kristal taşa her yeni doğan bebeğin kanı sürülüyordu. İçinde oluşan element görüntüsü ile sadece savaşçı olduğu değil aynı zamanda hangi büyü kullanıcısı olduğu da saptanıyordu. Benim kanımda 16 sene önce o kristale sürülmüş ve ateş elementi kendini göstermişti.
Peki ay askerlerinin bu kadar sıkı denetiminde nasıl hayatta mı kalmıştım? Oluşan fosil savaşı sağ olsun! Adamıza yağan 2. göktaşı yağmuru sayesinde farklı gök taşı parçacıklarının manyetik alanı değiştirdiği bu yüzden çeşitli sihirlerin ortaya çıkabileceğini göstermişti. Sadece element değişimi değil güneş gücüyle ay gücünün aynı adada kullanılabileceği ortaya çıkmıştı! İşte bu fosil savaşının başlamasına neden oluyordu. Ancak bu denge bozmaya sebep olacağından (ki artık sanki denge mi kalmıştı!) en güçlü adanın koruyucusu olan Zeigeth fosil toplamayı yasaklamıştı.
Boş bahçeye bakıp daldığım düşüncelerden arınınca ayağa kalktım ve yatağımı düzelttim. Yüzümü yıkayıp uzun siyah saçlarımı tepeden at kuruğu yaptım ve belime kadar düşmesine izin verdim daha sonra 2 tutam omuzuma kadar uzanan saçı bıraktım, kahküllerimi düzeltip odamdan çıktım. Yemekhaneye uğrayıp bir tost aldım ve müdürün odasına doğru yürümeye başladım. Yuvarlak, beyaz mermer merdivenlerden yukarı doğru çıkarken sağda duran siyah parmaklı pencereden dışarı bi göz attım. İleride, şehrin içinde bi yerde beyaz toz dumanları yükseliyordu. Bir yerlerde gene bi sebep bulunup ay askerlerinin ev yıktığını ve altında fosil aradığını düşündüm. Ancak bu düşünce saçmaydı çünkü daha 1 ay önce Zeigeth tehditkâr bir biçimde bu konunun yasaklılığı ile ilgili bir konuşma yapmıştı. Zeigethin gazabı demek o adanın yok olması demek hangi ada yok olacağını bile bile fosil aramaya kalkabilir ki? Hele ki açıklamadan bu kadar kısa bir süre sonra!
Müdürün odasına varınca kapıyı 3 kez tıklattım ve "gir" demesini beklemeden son tost parçasını ağzıma atıp içeri girdim.
"Sonunda kalkıp gelme zahmetini gösterdin demek Satrina. Kaç defa söyleyecem biraz daha erken kalkıp gelirsen gün içinde daha çok...."
"Erken kalkamadığımı biliyorsun! Ayrıca geç gelsemde gece geç saate kadar çalışabilir ve gün içindeki açıklarımı kapatabilirim! Sabah 6da da 10da da kalkasım gün her şekilde 24 saat...."
"Ahhh, her zamanki gibi huysuz ve hazır cevapsın." diye bıkkınlıkla karşılık verdi müdür Jack. Sonra naz yapan bir kız gibi "Ama Jack amca yaşlandııı senle geç saatlere kadar ilgilenirken yoruluyor, yetimhane işleriylede uğraşıyorummm...."
"Jack amca barlarda güzel kadınlarla dans edebilecek kadar gençse benlede uğraşacak kadar gençtir demektir! Ayrıca 42 yaşında kendini bu kadar yaşlı hissettiğine inanamam."
Müdür iç geçirip arkasını döndü, ellerini arkada kavuşturup pencereden dışarı baktı ve bana "Az önceki toz bulutlarını gördün mü?"
"Evet gördüm"
"Veee..?"
"Ev yıkılmıştır dedim sonuçta bizim adamızda sıradan bir olay haline geldi. Gene ay askerleri fosil arıyordur diye düşündüm önce daha sonra Zeigeth'in tehditkâr konuşmasının ardından 1 ay geçtiğini düşününce bunun saçma olacağını düşündüm."
"Ve bu ihtimali aklından çıkardın."
"Mantıken. Sonuçta Zeigeth'in yıldırımlarını hiç bir ada üzerine düşmesini istemez. Bu yok olmak demek."
"Ne sıradan insanlar, ne savaşçılar ne koruyucular açgözlülüklerinin karşısında mantıklı olanı düşünemezler. Az önce şehirde dolaşıyordum ay askeri hiç görmedim. Onun yerine bir takım ada çalışanı kazı yapıyordu ve az önce yıkılan evin içine bomba yerleştiriyorlardı. Ev çok eski olduğundan yıkılması gerekildiğine diğer binalara tehdit oluşturduğunu söylediler ancak belediyede çalışan bir arkadaşım kayıtlara göz atınca o binanın tehdit olduğuna dair bir bilgiye ulaşamadı. Eh muhtemelen dikkatsiz bir ay adası olabilir. Zeigeth'in gözlemlediği en önemli ada bizken gözünden kaçacağını hiç sanmam."
Senil adası.... Dünyanın her yeri 2013te göktaşı yağmurundan nasibini almıştı ancak 100 yıl önce bizim adamız göktaşı yağmuru felaketinden 2. kez ufak bi göktaşı yağmuruna maruz kalmıştı. Bu adada fosiller değişik manyetik bi etki yaratmış artık sadece güneş değil ay büyüleride görünür olmuştu. Değişik fosil kalıntıları yüzünden adamız bir fosil cenneti haline gelmişti.
"Sanırım risk alacak kadar kötü durumda bir ada olmalı. Ancak kayebedecekleri birşey yokken bu kadar saçma bi girişimde bulunabilirler."
"Olabilir. Genede benim incelemek istediğim bi kaç şey var bugün ders yok meditasyon odasında gözlerine odaklan ve karanlıkta bulanıkta olsa görmeyi başarana kadar çıkma, lütfen."
Sessizce sandalyemden kalktım ve müdür masasının sağ tarafında bulunan büyük kütüphanenin yanındaki taşa bastırdım. Kütüphane ortadan ikiye ayrıldı ve karanlık bir boşluk oluştu. Elimi boşluğa doğru uzattım "yan" dedim avcumun ortasında beliren ateş yardımıyla merdivenlerden aşağı doğru indim. Meditasyon odasına vardım ve kapıyı açar açmaz kare biçiminde dizilmiş meşaleleri yakmak için ateşimi kullandım. Bu odayı hiç sevmiyordum çünkü odanın ortasındaki altın rengi daire bana çoğu kez gördüğüm rüyamı hatırlatıyordu.
Altın rengi dairenin ortasındaki siyah yuvarlağa oturdum ve gözlerimi kapatıp konsantre oldum. Önce kendi alevlerimin ısısını hissettim ve hiç kıpırdamadan içimden "sön" komutu verdim. Artık alevlerinin ısısını sezmiyordum. Daha sonra gözlerime odaklandım. Müdür Jack elementim olan ateşin aydınlatma gücü sayesinde gözlerimin karanlıkta görebileceğini söylüyordu bu yüzden 5 gün önce alıştırmalara başlamıştım. Ancak gözlerimde alevlerimin ısısını hissetsemde bir türlü göremiyordum. Dün gene de müdür meditasyonun ardından göslerimin koyu kahve rengiden alev kırmızısına dönüştüğünü görmüş demekki gözlerimde alevler yavaş yavaş birikiyordu bugün bulanıkta olsa görmem lâzımdı.
3 saat boyunca konsantre oldum ve sonunda gözlerimi açtığımda bulanık göremeyi başardım. Tam zamanında! Çünkü gerçekten de çok sıkılmıştım. Ayağı kalktım ve bulanıkta olsa seçtiğim kapıyı görüyordum. Tam adım atacakken olduğum yerde kaldım.
Deprem oluyordu....
2. Bölüm: Sarsıntı
(Bu bölüm normalde çok daha uzundu ama uzun olunca korkuluyor diye 2ye böldüm diğeri artık 3. bölüm olur sonra )
Spoiler:
Olduğum yerde dondum kaldım. Bir müddet hiç kıpırdamadan sarsıntının geçmesini bekledim. Aşağı doğru tavan parçacıkları düşmeye başlayınca yere çömeldim, tam ellerimi başımı korumak için kaldırmıştım ki "Güm" diye büyük bir patlama sesiyle beraber tavandan çok büyük parçalar aşağı doğru düşmüştü ve parçalardan biri beni sıyırıp geçmişti. Birden içini büyük bir panik kapladı. Neler oluyordu?! Yetimhane saldırıya mı uğramıştı? Ay askerleri mi? Yoksa benim varlığım açığa çıkmış ve beni öldürmek için yetimhaneye mi saldırılmıştı? Aklımda binbir çeşit olasılık dönerken içimdeki sesin emin oldu tek bir şey vardı: Bu bir deprem değildi!
Sarsıntı hafifleyince tamamen geçmesini beklemeden ayağa kalktım. Bu odadan hemen çıkmalıydım çünkü neler oluyorsa bu odanın yukarısında bir yerde oluyordu ve burda kalmanın mantıklı bir çözüm olmayacağı kesindi. Ayağı kalktığımda bulanık olan görme yetimde gitmişti. Panik yüzünden konsantrasyonumu kaybetmiş ve gözlerimdeki alevler sönmüş olmalıydı. Elimi önüme uzatıp "yan" dedim ve avucumda oluşan ateş ile odanın kapısına ulaşmayı başarıp dışarı çıktım. Aşağı inmek için kullandığım merdivenlere yaklamışken başka birinin ayak seslerinin koridorda yankılandığıını duydum ve hemen en yakındaki bir kolonun arkasına sakladım.
Kalbim hızlıca atmaya başladı? Gelen ay savaşçısı olma ihtimali gerilmeme sebep oluyordu. Soğuk kolona sıtrımı yasladım, gözlerimi kapayıp sakinleşmeye çalıştım. Ayak sesi artık onu vurabileceğim yakınlıktan gelince avcumda ateş topu oluşturdum, kolonun arkasından çıkıp tam ateş topunu fırlatıyordum ki tanıdık bir ses "Satrina!" diye bağırınca hemen alevleri söndürdüm.
"David!"
David müdür Jack'in kuzeni aynı zamanda yetimhanenin koruyucusudur. Koyu sarı saçlı, ela gözlü, geniş omuzlu bir adam olan David vaktinde ada askeri olmak için başvurmuştu ancak kullandığı büyü "rüzgar" büyüsü yani bir ay büyüsü olduğundan, güneş adası olan Senil için uygunsuz bulunduğundan red edilmişti. -Bence bu red Senil adası için çok yazık olmuştu çünkü David sadece iyi bir büyü kullanıcısı değil aynı zamanda fiziki açıdan da güçlü biriydi. - Müdür Jack, David rededilince saraydaki kristal testini ve benim hakkındaki planlarını Davide anlatmıştı. Ardından yetimhaneyi, ama öncelikli olarak beni, koruması için yetimhane koruyucusu olmasını istemişti. Davidde benim koruyuculardan biri olduğumu öğrenince görevi kabul etmişti.
"Neler oluyor, David?"
Bir sarsıntı daha...
"Yetimhane saldırıya uğradı. Açıklamaya zaman yok hemen buradan çıkmalıyız." dedi ve beni elimden tuttuğu gibi az önceki geldiğim yöne doğru koşturmaya başladı.
Koşarken "Kim saldırdı? Ay askerleri mi? diye üsteledim.
Kafasını sallayıp "Evet" dedi.
"Peki neden?"
Tam bende bilmiyorum aklımda bir sürü ihtimal dönüyor. Ama içimden bir ses sevgili meraklı, her olayı kurcalamaya bayılan kuzenimin bu işle bir alakası olabileceğini söylüyor."
"Jack durduk yere bir olayı kurcalamaz! Ayrıca çevrede olup biten gelişmeleri o öğrenmezse hiç birimizin hiçbir şey den bir haberi olmaz!"
"Sende hemen o mızmız adamı savunmaya geçtin." diye güldü "Benimki sadece bir düşünce."
Tamam, Jack meraklıydı. Bazı önemsiz görünün olayları derinlemesine araştırırdı. Ama araştırdığı olayların bazılarından oldukça önemli bulgular bulur bunu bize hemen bildirirdi. Bazılarıda gerçekten önemsiz kalabilirdi ama ben genede o olaylarda da hep bir şeyler bulduğunu ama bizden sakladığınıda düşünmüyor değildim. Küçük gözüken önemli olayları saptama konusunda Müdür Jack gerçekten de yetenekliydi. Ya sezgileri çok kuvvatliydi ya da aklı gerçekten iyi çalışıyordu. (Yaptığı naz, çocuksu hareketler, mızmızlanmalar ve küsmeleri göz önünde alarak ilk seçeneğin daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu düşünmüyor değilim.)
Tekrar bir sarsıntı... Bu seferki kısa sürmüştü öyle kuvvetliydi ki kolonları çatlatmıştı. Eğer David beni tutuyor olmasaydı bende kendimi yere serili bir şekilde bulabilirdim.
" Vaktimiz kalmadı hadi koşmaya devam et. Bir an önce dışarı açılan tünele varmalıyız."
"Sence beni öğrenmiş olabilirler mi?"
"Seni saklarken bir açık verdiğimizi hiç sanmıyorum. Ama bu da bir ihtimal tabi."
Birden bu ihtimal içimde bir paniğin oluşmasına sebep oldu. Eğer beni öğrendilerse öldürmek için ay askerleri sürekli Senil adasında dolaşacak ve gördüklerinde hiç acımadan beni ortadan kaldıracaklar demekti. Aslında şu anda yetimhanedeki her oda tek tek aranıyor olabilirdi daha da kötüsü beni bulamadıklarından hırslarını diğer çocuklardan çıkarıyor olabilirlerdi! Bu ihtimal öyle felaketti ki aklımdan çıkarmaya durduk yere kötü ihtimaller oluşturmamaya çalıştım. Zaten Jack böyle bir şeyin olmasına izin vermezdi.
Aklımda koşarken istem dışı olarak bir sürü ihtimal dönerken koridorun sonunda varmıştık bile.
David "İşte geldik" dedi ve elini duvarın önüne yaklaştırdı. Avucunun içinde küçük bir hortum oluşturdu. Hortum duvara doğru yatay bir şekilde ilerlerken duvara yaklaştıkça büyüyordu. Duvara ulaşıncada gürültülü bir biçimde onu yıktı.
Yıkılan duvarın sağ tarafında büyük demir bir kapı belirdi. David kapının anahtar deliğine eğilip ağzından rüzgar üfledi ve kapı açıldı.
Kapının açılmasıyla eş zamanlı olarak arkamızdaki tavan yıkıldı. Tavan yıkılınca korkudan yerimde sıçradım ve arkamı dönüp baktığımda yıkılan yerden aşağıya doğru, tozdan dolayı sadece silüet olarak algıladığım cüppeli birilerin indiğini gördüm.
David arkasında asılı olan kılıçları ve cebinden çıkardığı ufak bir not kağıdını elime tutuşturdu "Al bunları." dedi
Elimi uzatıp önce kağıdı sonra kılıçları aldım. Bu kılıçlar benim Jack'in müdür odasında sakladığım ikiz kılıçlarım Lirith ile Athen di.
"Hemen bu tüneli izleyip kaç buradan!" dedi ve beni sırtımdan ittirip kapıdan geçirdi "HADİ KOŞ!" diye bağırıp kapıyı arkamdan kapadı.
Kapının kapanmasının ardından algılayabildiğim tek şey rüzgar sesi olmuştu.
hepsini birden koymuşsun bu ne kdar iyi bilemiyorum
okumaya üşenmezler umarım -.-
anlatımını hikayeni seviyorum ben
çok güzel tüm partları bi solukta okumuştum *ğ*
yalnız 2.de en heyecanlı yerinde kesmişsin
devamı çabuk gelir umarım *-*
hayırlı olsun başlığın ^^
"ilk önce kalbin kırılır, sonra çürümeye başlarsın... (C.S.)"
>funnylife<
yenielmakurdu
Okumaya başlamadan önce başıma silah dayadılar okuyacaksın diye
Çok beğendim (ben öyle kolay kolay beğenmem ha) , anlatım açısından zengin - hata açısından fakirdi Konu da eğlenceli böyle element güçleri olunca aklıma avatar gelir hep ama takipçi sayısı ciddi derecede az , bence daha fazla okuyucuyu hakediyor Yeni bölüm bekliyorum
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız