Yeniden Doğuş Sayfaya git: Önceki, 1, 2 |
Yazar
Mesaj
Lord Kunzite ve hotaru tomoe ikinize de teşekkür ederim ^^ işte yeni bölüm(benim pek hoşuma gitmedi ama umarım siz beğenirsiniz ):
Bölüm 4:
Ona ters ters bakarak cevap verdim:
“Eğer istersen gidip ölebilirim.”Alınmıştım.Birinin bu çocuğa kibarlık dersi vermesi lazımdı.Nasıl söylenebilecek onca söz arasından gidip en kötüsünü seçebiliyordu?
Ben böyle söyleyince suçlu suçlu yere baktı.“Şeyyy…Özür dilerim.Onu kastetmemiştim.Ama çok şaşkınım.Kabul et ki birinin öyle bir patlamadan kurtulması neredeyse imkansız.Sen nasıl kurtuldun?”
“Şey…Bu uzun bir hikaye.”
“Yeterince zamanım var.”
“Seni merak etmezler mi?”
“Yolumu kaybettiğimi söylerim.”
Gözlerindeki kararlı ifadeyi görünce onu reddetmekten vazgeçtim.Ancak anlatmaya başlamadan önce sırt çantamın içinden bir gazete kupürü çıkardım.Bunu daha önce yolda bulmuş ve çantamın içine atmıştım.Üstündeki haberde bir trenin patlatıldığı, ancak bunun neden ve kimin tarafından yapıldığının bilinmediği, trenden hiç kurtulan olmadığı ve bu trenin içinde zengin bir aile olan Günebakanların da olduğu yazıyordu.Ayrıca trenin bir resmi ve daha küçük olarak bizim de bir resmimiz vardı:Benim, annemin ve babamın.Trende kimlerin olduğunu nereden biliyorlardı?Belki de birisi bizi gözetliyordu.En az birisi.Gerçi gazeteciler her istedikleri bilgiyi bulabilir, öyle değil mi?
Habere dalgın dalgın bakarak konuşmaya başladım:
“Üç ay kadar önceydi.Annemle evdeydik.Babam bir iş için çıkmıştı; bu yüzden apar topar eve girdiğinde çok şaşırmıştım.Anneme anlamlı bir bakış attı.Bunun üzerine annem bana dönerek:
‘Buradan gitmemiz gerek.Bir an önce yanına almak istediğin eşyaları toplamalısın.Ancak çok fazla bir şey alma.Yalnızca giysilerini ve senin için en değerli eşyalarını al.Gerisini biz hallederiz.Ve sakın yanına elektronik bir şey alma!’
Bunun üzerine şaşkınlığım daha da artmıştı.Annem endişeli görünüyordu.Oysa o, çok önemli bir şey olmadıkça her zaman sakinliğini korurdu.Bunun üzerine ben de endişelendim.Büyük bir merakla sordum:
‘Tabi.Ama neden?’
‘Hiç.Artık burada kalmak istemiyoruz.Buradan hemen ayrılmamız gerek.’
‘Nereye gideceğiz?’
‘Diğer evimize.’
Diğer evimize.Bunu duyunca ürperdim.Orası daha çok bizim sığınağımız gibiydi.Nerede olduğunu bilmiyordum; çünkü annem ve babam onun yerini kimseye söylemezdi ve biz oraya daha önce hiç gitmemiştik.Gerçi 18 yaşıma geldiğimde bana söyleyeceklerine söz vermişlerdi; eğer hala öğrenmemişsem.
Ağzından daha fazlasını alamadım.Bunun üzerine koşarak odama gittim ve bazı giysilerimi topladım.Bunları sırt çantama koydum.Annem yanıma elektronik bir şey almamamı söylemişti.Bu yüzden, nedenini anlamamış olsam da, bunları listeden çıkardım.Etrafıma bakındım.Yanından ayrılamayacağım kadar değerli bir şeyim yoktu.Küçük fotoğraf albümüm hariç.Onu da çantamın içine koydum ve çantayı omzuma asıp annemlerin yanına döndüm.Onlar da hazırlardı.
Hiçbir şey söylemeden dışarı çıktık.Aceleyle arabaya bindik.Annem kapıyı kilitlememişti bile.Sanki buraya dönmeyeceğimizden o kadar emindi ki, bu eve ne olacağıyla ilgilenmiyordu artık.Ya da belki her ne olacaksa kapının onu engelleyeceğini düşünmüyordu, kilitli olsa da olmasa da.
Babam arabayı tren istasyonuna sürdü ve park etti.Gelen ilk trene bindik.Sanırım o trene bineceklerini başından beri biliyorlardı ve biletleri de çoktan almışlardı.Öyle bir hızla binmiştik ki trenin nereye gittiğini göremedim.Neyse, trene yerleştik ve kalkmasını beklemeye başladık.Etrafta gergin bir hava vardı.Ya da belki bana öyle geliyordu?Sonra birden aklıma geldi.
‘Anne!Sırt çantamı dışarıda unutmuşum!’
Trenin gelmesini beklerken çantayı yere bırakmış ve aceleden almayı unutmuştum.Başıboş bir şekilde o köşecikte duruyordu.
Annem, tam çok önemli düşüncelere dalmışken biri onu gerçeklerin dünyasına çağırmış gibi gözlerini kırpıştırdı; sonra bana baktı.
‘Hemen gidip al!Tren kalkmak üzeredir.Ama daha dikkatli olmalısın.’
Bunun üzerine trenden indim ve çantanın durduğu yere gidip onu aldım.Ancak tam o sırada trenin kapıları kapandı.Aniden korkmaya başladım.Ailem o trenin içindeydi, ama ben buradaydım.
Tam ileri atılıp kapıları tekrar açmalarını söyleyecektim ki trende korkunç bir patlama oldu.Şansıma çantayı unuttuğum yer duvarın arkasında kalıyordu.Bu yüzden patlamadan birkaç ufak yara hariç kurtuldum.Sanki birisi benim yaşamamı istiyordu ya da fazla şanslıydım.
Şans mı?Bunun neresi şanstı ki?Ben de annem ve babamla birlikte ölmeliydim.Onların öldükleri kesindi.O patlamadan kurtulmak imkansızdı.
Acaba patlama nasıl olmuştu?Bir kaza mıydı?
Hayır.Bir kaza değildi.Bir suikasttı.Özellikle bizim için hazırlanmıştı.Babamın apar topar eve girişi, annemin endişeli yüzü, acelemiz…ve her şeyden önemlisi ‘sığınağımıza’ gitmemiz.Şimdi bunların hepsi bana bir anlam ifade etmeye başlamıştı.
Ama neden?Neden bizi öldürmeye çalışsınlardı ki?Para için mi?Belki.Sonuçta biz zengin bir aileydik.Ama içimden bir ses bunun tek neden olmadığını söylüyordu.Yalnızca paramız için mi bir tren dolusu insanı öldürmüşlerdi?Bunu ne kadar vicdansız olursa olsun kimse yapamazdı.En kötü olasılıkla fazla dikkat çekeceğini düşünürdü.
Peki ya annem ve babam?Neden bana hiçbir şeyden söz etmemişlerdi?Çok mu küçük olduğumu düşünüyorlardı?
Ve en çok içimi kemiren soru:Neden onlar ölmek zorundaydı da ben yaşamak zorundaydım?Bunun için ne gibi bir suç işlemiş olabilirdim?
Neden?Neden?Neden?
Bütün bu düşünce karmaşası arasında, bir gerçeğin de farkına vardım: Bu patlamayı düzenleyen her kimse, benim canlı olduğumu öğrenirse beni yeniden öldürmeye çalışırdı.Ya da daha kötüsü…
Bunu düşününce titredim.Ne yapmam gerektiğini anlamıştım.Çantamı sırtıma taktım ve deli gibi koşmaya başladım.
Detaylara girmeyeceğim.Bir süre ormanda saklandım.Sonra burayı buldum ve burada yaşamaya başladım.Buradaki eşyaları…”Burayı söylerken tereddüt ettim.“Çaldım.Gerçi paralarını kasaya bıraktım.Eğer bana inanırsan.”Doğa’ya bakarak acı acı gülümsedim.Her an çığlık atarak kaçmasını bekliyordum.Herhalde deli olduğumu falan düşünecekti.Ya da hırsız olduğum için gidip beni polise şikayet edecekti.Ama öyle olmadı.Onun yerine, bana sordu:
“Peki bombayı patlatmak için neden senin içeri girmeni beklemediler?”
Bu kadar soğukkanlı olmasına şaşırmıştım.Biraz sarsılmış bir şekilde cevap verdim:
“Bilmem ki…Belki o bomba tam kapılar kapandığında patlayacak şekilde ayarlanmıştı.Belki kalabalık arasında benim çıktığımı görmemişlerdi.Belki de benim treni yakalayamayacağımı düşünüp en azından ellerindeki kişileri öldürmek istemişlerdi.Beni de daha sonra hallederlerdi.Ama bunlar yalnızca tahmin.Çok farklı nedenler de olabilir.Ama ben sana bir şey soracağım:Nasıl oluyor da bana hala güveniyorsun?Benim deli ya da yalancı ya da hırsız olduğumu düşünmüyor musun?”
Ciddiyetle bana baktı.
“Hayır…Sana güveniyorum.Seninle ilk tanıştığım andan beri sana güveniyorum.Ve bunu değiştirmek için daha çok uğraşman gerek.Kaldı ki senin gerçekten söylediğin kişi olduğunu da biliyorum –resmini gördüm- ve oradan kurtulmanın tek mantıklı açıklaması bu.”
Ben daha neler olduğunu anlayamadan bana sarıldı.Sonra birden, ne yaptığını fark etmiş gibi çekildi.Bana gülümsedi ve:
“Eh…Sanırım yolumu yeterince uzun süre kaybettim.Diğerleri endişelenmeden geri dönmeliyim.” Bunları söyledikten sonra çıktı gitti.Peşinden gittiğimde, adeti olduğu üzere ortadan kaybolmuştu bile.
Yorumlarınızı bekliyorum...
Bölüm 4:
Ona ters ters bakarak cevap verdim:
“Eğer istersen gidip ölebilirim.”Alınmıştım.Birinin bu çocuğa kibarlık dersi vermesi lazımdı.Nasıl söylenebilecek onca söz arasından gidip en kötüsünü seçebiliyordu?
Ben böyle söyleyince suçlu suçlu yere baktı.“Şeyyy…Özür dilerim.Onu kastetmemiştim.Ama çok şaşkınım.Kabul et ki birinin öyle bir patlamadan kurtulması neredeyse imkansız.Sen nasıl kurtuldun?”
“Şey…Bu uzun bir hikaye.”
“Yeterince zamanım var.”
“Seni merak etmezler mi?”
“Yolumu kaybettiğimi söylerim.”
Gözlerindeki kararlı ifadeyi görünce onu reddetmekten vazgeçtim.Ancak anlatmaya başlamadan önce sırt çantamın içinden bir gazete kupürü çıkardım.Bunu daha önce yolda bulmuş ve çantamın içine atmıştım.Üstündeki haberde bir trenin patlatıldığı, ancak bunun neden ve kimin tarafından yapıldığının bilinmediği, trenden hiç kurtulan olmadığı ve bu trenin içinde zengin bir aile olan Günebakanların da olduğu yazıyordu.Ayrıca trenin bir resmi ve daha küçük olarak bizim de bir resmimiz vardı:Benim, annemin ve babamın.Trende kimlerin olduğunu nereden biliyorlardı?Belki de birisi bizi gözetliyordu.En az birisi.Gerçi gazeteciler her istedikleri bilgiyi bulabilir, öyle değil mi?
Habere dalgın dalgın bakarak konuşmaya başladım:
“Üç ay kadar önceydi.Annemle evdeydik.Babam bir iş için çıkmıştı; bu yüzden apar topar eve girdiğinde çok şaşırmıştım.Anneme anlamlı bir bakış attı.Bunun üzerine annem bana dönerek:
‘Buradan gitmemiz gerek.Bir an önce yanına almak istediğin eşyaları toplamalısın.Ancak çok fazla bir şey alma.Yalnızca giysilerini ve senin için en değerli eşyalarını al.Gerisini biz hallederiz.Ve sakın yanına elektronik bir şey alma!’
Bunun üzerine şaşkınlığım daha da artmıştı.Annem endişeli görünüyordu.Oysa o, çok önemli bir şey olmadıkça her zaman sakinliğini korurdu.Bunun üzerine ben de endişelendim.Büyük bir merakla sordum:
‘Tabi.Ama neden?’
‘Hiç.Artık burada kalmak istemiyoruz.Buradan hemen ayrılmamız gerek.’
‘Nereye gideceğiz?’
‘Diğer evimize.’
Diğer evimize.Bunu duyunca ürperdim.Orası daha çok bizim sığınağımız gibiydi.Nerede olduğunu bilmiyordum; çünkü annem ve babam onun yerini kimseye söylemezdi ve biz oraya daha önce hiç gitmemiştik.Gerçi 18 yaşıma geldiğimde bana söyleyeceklerine söz vermişlerdi; eğer hala öğrenmemişsem.
Ağzından daha fazlasını alamadım.Bunun üzerine koşarak odama gittim ve bazı giysilerimi topladım.Bunları sırt çantama koydum.Annem yanıma elektronik bir şey almamamı söylemişti.Bu yüzden, nedenini anlamamış olsam da, bunları listeden çıkardım.Etrafıma bakındım.Yanından ayrılamayacağım kadar değerli bir şeyim yoktu.Küçük fotoğraf albümüm hariç.Onu da çantamın içine koydum ve çantayı omzuma asıp annemlerin yanına döndüm.Onlar da hazırlardı.
Hiçbir şey söylemeden dışarı çıktık.Aceleyle arabaya bindik.Annem kapıyı kilitlememişti bile.Sanki buraya dönmeyeceğimizden o kadar emindi ki, bu eve ne olacağıyla ilgilenmiyordu artık.Ya da belki her ne olacaksa kapının onu engelleyeceğini düşünmüyordu, kilitli olsa da olmasa da.
Babam arabayı tren istasyonuna sürdü ve park etti.Gelen ilk trene bindik.Sanırım o trene bineceklerini başından beri biliyorlardı ve biletleri de çoktan almışlardı.Öyle bir hızla binmiştik ki trenin nereye gittiğini göremedim.Neyse, trene yerleştik ve kalkmasını beklemeye başladık.Etrafta gergin bir hava vardı.Ya da belki bana öyle geliyordu?Sonra birden aklıma geldi.
‘Anne!Sırt çantamı dışarıda unutmuşum!’
Trenin gelmesini beklerken çantayı yere bırakmış ve aceleden almayı unutmuştum.Başıboş bir şekilde o köşecikte duruyordu.
Annem, tam çok önemli düşüncelere dalmışken biri onu gerçeklerin dünyasına çağırmış gibi gözlerini kırpıştırdı; sonra bana baktı.
‘Hemen gidip al!Tren kalkmak üzeredir.Ama daha dikkatli olmalısın.’
Bunun üzerine trenden indim ve çantanın durduğu yere gidip onu aldım.Ancak tam o sırada trenin kapıları kapandı.Aniden korkmaya başladım.Ailem o trenin içindeydi, ama ben buradaydım.
Tam ileri atılıp kapıları tekrar açmalarını söyleyecektim ki trende korkunç bir patlama oldu.Şansıma çantayı unuttuğum yer duvarın arkasında kalıyordu.Bu yüzden patlamadan birkaç ufak yara hariç kurtuldum.Sanki birisi benim yaşamamı istiyordu ya da fazla şanslıydım.
Şans mı?Bunun neresi şanstı ki?Ben de annem ve babamla birlikte ölmeliydim.Onların öldükleri kesindi.O patlamadan kurtulmak imkansızdı.
Acaba patlama nasıl olmuştu?Bir kaza mıydı?
Hayır.Bir kaza değildi.Bir suikasttı.Özellikle bizim için hazırlanmıştı.Babamın apar topar eve girişi, annemin endişeli yüzü, acelemiz…ve her şeyden önemlisi ‘sığınağımıza’ gitmemiz.Şimdi bunların hepsi bana bir anlam ifade etmeye başlamıştı.
Ama neden?Neden bizi öldürmeye çalışsınlardı ki?Para için mi?Belki.Sonuçta biz zengin bir aileydik.Ama içimden bir ses bunun tek neden olmadığını söylüyordu.Yalnızca paramız için mi bir tren dolusu insanı öldürmüşlerdi?Bunu ne kadar vicdansız olursa olsun kimse yapamazdı.En kötü olasılıkla fazla dikkat çekeceğini düşünürdü.
Peki ya annem ve babam?Neden bana hiçbir şeyden söz etmemişlerdi?Çok mu küçük olduğumu düşünüyorlardı?
Ve en çok içimi kemiren soru:Neden onlar ölmek zorundaydı da ben yaşamak zorundaydım?Bunun için ne gibi bir suç işlemiş olabilirdim?
Neden?Neden?Neden?
Bütün bu düşünce karmaşası arasında, bir gerçeğin de farkına vardım: Bu patlamayı düzenleyen her kimse, benim canlı olduğumu öğrenirse beni yeniden öldürmeye çalışırdı.Ya da daha kötüsü…
Bunu düşününce titredim.Ne yapmam gerektiğini anlamıştım.Çantamı sırtıma taktım ve deli gibi koşmaya başladım.
Detaylara girmeyeceğim.Bir süre ormanda saklandım.Sonra burayı buldum ve burada yaşamaya başladım.Buradaki eşyaları…”Burayı söylerken tereddüt ettim.“Çaldım.Gerçi paralarını kasaya bıraktım.Eğer bana inanırsan.”Doğa’ya bakarak acı acı gülümsedim.Her an çığlık atarak kaçmasını bekliyordum.Herhalde deli olduğumu falan düşünecekti.Ya da hırsız olduğum için gidip beni polise şikayet edecekti.Ama öyle olmadı.Onun yerine, bana sordu:
“Peki bombayı patlatmak için neden senin içeri girmeni beklemediler?”
Bu kadar soğukkanlı olmasına şaşırmıştım.Biraz sarsılmış bir şekilde cevap verdim:
“Bilmem ki…Belki o bomba tam kapılar kapandığında patlayacak şekilde ayarlanmıştı.Belki kalabalık arasında benim çıktığımı görmemişlerdi.Belki de benim treni yakalayamayacağımı düşünüp en azından ellerindeki kişileri öldürmek istemişlerdi.Beni de daha sonra hallederlerdi.Ama bunlar yalnızca tahmin.Çok farklı nedenler de olabilir.Ama ben sana bir şey soracağım:Nasıl oluyor da bana hala güveniyorsun?Benim deli ya da yalancı ya da hırsız olduğumu düşünmüyor musun?”
Ciddiyetle bana baktı.
“Hayır…Sana güveniyorum.Seninle ilk tanıştığım andan beri sana güveniyorum.Ve bunu değiştirmek için daha çok uğraşman gerek.Kaldı ki senin gerçekten söylediğin kişi olduğunu da biliyorum –resmini gördüm- ve oradan kurtulmanın tek mantıklı açıklaması bu.”
Ben daha neler olduğunu anlayamadan bana sarıldı.Sonra birden, ne yaptığını fark etmiş gibi çekildi.Bana gülümsedi ve:
“Eh…Sanırım yolumu yeterince uzun süre kaybettim.Diğerleri endişelenmeden geri dönmeliyim.” Bunları söyledikten sonra çıktı gitti.Peşinden gittiğimde, adeti olduğu üzere ortadan kaybolmuştu bile.
Yorumlarınızı bekliyorum...
by Prenses Serenetty <3
Spoiler:
ay savaşçısı büşra teşekkürler^^ Beğenmene sevindim^^ Sanırım başka kimse okumadı ya da okuduysa da yorum yazmadı.Neyse işte yeni bölüm:
Bölüm 5:
Çarşafımı yüzüme çekmiş, kıvrılmış bir pozisyonda yatıyordum.Uyanalı neredeyse yarım saat oluyordu; ama ben bir türlü yataktan çıkmıyordum.Uzun süredir düşünmekten bile kaçındığım anıları aniden sözcüklere dökmenin bedeli benim için ağır olmuştu.Şimdi aklımı başka bir şeye veremiyordum.Sürekli o trenin patlayışını görüyordum.Kalbimin parçalandığını hissediyordum.Ben o trenin içinde değildim, ama sanki patlarken tren benim içimdeymişçesine acı veriyordu.Hıçkıra hıçkıra ağlayarak birine içimi dökmek istiyordum.Ama yapamıyordum.Sanki gözlerim ağlama yeteneğini kaybetmişti.
Bu yeterli değilmiş gibi, bir endişe de içimi kemiriyordu.Doğa bana güvendiğini söylemişti, ama ya fikrini değiştirirse?
Bu düşüncelerle ne kadar daha orada yattığımı bilmiyorum.Birden üstümdeki çarşafın çekilmesiyle yeniden gerçek dünyaya döndüm.Bir ses şöyle diyordu:
“Hey!!!Uykucu!!!Ben burada beklemeye devam edersem daha ne kadar öyle duracaksın?”
Bu Doğa’nın sesiydi!Aniden heyecanlandım.Biraz da korkmuştum.Acaba yanında polisleri getirmiş miydi?Ama sonra aklıma onun izcilerle ormanda olduğu geldi.
Dönüp ona baktım.Yatağımın başında durmuş bana gülümsüyordu.Ama yüzümde kim bilir nasıl bir ifade görmüştü ki, birden ciddileşti.
“Hilal…Sen iyi misin?”
Sorusuna cevap vermek yerine:
“Ne kadardır buradasın?” diye sordum.
“Yaklaşık 10 dakikadır.Uyuyor musun diye merak ettim ama o şekilde uyusan boğulurdun herhalde.Ayrıca neredeyse öğlen oldu.”
Öğlen mi?!O kadar uzun süredir yatıyor muydum?Aniden midemden gelen gurultu sorumu doğruladı.Ama bunu yoksaydım.
“Peki sen buraya nasıl geldin?”
Gülerek cevap verdi:
“Sen kalkana kadar biz kampımızı bitirdik(Birkaç gün erken bitti).Eşyalarımı eve bıraktıktan sonra da hemen buraya geldim.”
Buna şaşırmıştım.Eve gidince hiç dinlenmemiş miydi?Yorgun olmalıydı mutlaka.
Ben cevap vermeye fırsat bulamadan:
“Baksana burada sıkılmıyor musun?Yani tamam doğayla iç içe falan ama hep burada yaşamak sıkıcı oluyordur.Arada bir dükkanlara uğrasan bile.”
Bunu söyleyip sırıttı.“Dükkanlara uğramak” derken neyi kastettiğini anlayabiliyordum.
“Hey!Hırsızlık yapmanın eğlenceli olduğunu mu sanıyorsun?Eğer—”
“Benim demek istediğim şu: Biraz dışarı çıkmalısın.”
Dışarı mı çıkmalıydım?Delirmiş olmalıydı!
“Ne söylediğin hakkında bir fikrin var mı senin? Eğer birisi kim olduğumu anlarsa—”
“Yapmaaaa.İnsanlar özellikle sana bakmayacak ki.Eğer çok korkuyorsan bir şapkayla yüzünü kapatırız, olur biter.”
Hala tereddüt ediyordum.Yeniden insanları görmek istiyordum elbette ama…
Birden kolumu tutup çekti.Daha ne olduğunu anlayamadan ayaktaydım.
“Haydi!Bir şapkan vardır, değil mi?
“E-evet.Evden çıkarken yanıma almıştım.”
Doğruca sırt çantama yöneldi.Biraz karıştırdıktan sonra şapkamı bulup kafama taktı ve beni mağaranın çıkışına doğru sürüklemeye başladı.
“N-ne yaptığını sanıyorsun sen?!Şehre gelmeyeceğim!”
“Elbette geleceksin.Şimdi eğilsen iyi olur.”
Beni deliğe doğru çekince eğildim.Sonunda mağaradan çıktık.
“Hemen bırak beni!”
Hala direnmeye çalışıyordum.Ama pek başarılı olduğum söylenemezdi.Beni rahatça çekerek hızlı hızlı yürüyordu.Sonunda pes ettim.
“Tamam tamam.Geliyorum işte.Beni çekiştirmekten vazgeç!”
Bunun üzerine kolumu bıraktı ve durdu.Daha yavaş bir tempoda yürümeye başlayınca da bana ayak uydurdu.Kendi kendime söyleniyordum:
“Öfff!Ya kötü bir şey olursa?Bunun sonu iyi olmayacak!”
Bu sırada ormanın sonuna yaklaşmıştık.Tam ormanın kenarına geldiğimizde durdum.Daha fazla devam etmeye korkuyordum.
Doğa bunu görünce yeniden kolumu tuttu ve kibarca çekti.Böylece ormandan çıkmış oldum.
Nefes almaya bile ürküyordum.Sanki her an biri üstüme atlayacak gibi geliyordu.Doğa bu ürkekliğimi görünce:
“Sakin ol.Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem.” dedi.Bilmediğim bir nedenden dolayı ona inandım.
Ama bir yabancıya bu kadar güvenmem yanlıştı!Sonuçta onunla tanışalı iki hafta bile olmamıştı.Peki neden hala onunla birlikteydim?Kolumu çok sıkı tutmuyordu.Ondan kolayca kurtulup kaçabilirdim.Neden içimden bunu yapmak gelmiyordu?Belki de o mağarada yalnız yaşarken aniden karşıma çıkan ve bana iyi davranan, bana inanan biri olduğu için.
Ama yine de bu mantıklı gelmiyordu.
Bu düşünceleri kafamdan atmaya çalışıp etrafıma bakındım.Her yanında dükkanlar olan genişçe bir sokağa girmiştik.Sokak çok kalabalıktı.Doğa ne yapmaya çalışıyordu böyle?Hemen, onu da peşimden sürükleyerek gözüme kestirdiğim, boş görünen bir dükkana girdim.Burası küçük bir kitapçıydı.İçeride bizden başka yalnızca görevli bir kız vardı.Doğa’ya dönerek, fısıltıyla ama sitem dolu bir sesle:
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?Uzun zamandan beri ilk defa gündüz dışarı çıkıyorum ve sen beni bulabildiğin en kalabalık yere getiriyorsun!”
“Sakin ol.Fazla abartıyorsun.Hem bak burası hiç de kalabalık değil.Neden kendine bir kitap seçmiyorsun?”
Neden olmasın?Kitapları severdim!Gerçi burada fazla kitap yoktu, ama dışarı çıkmaktan daha iyi olduğuna göre burada biraz zaman geçirmeye karar verdim.
Buradaki kitapların çoğunu hiç duymamıştım.Ama özellikle bir kitap ilgimi çekti.Bu kitabın kapağı sanki kristaldenmiş gibi üstüne düşen ışığı kırıyor, bu yüzden de rengarenk görünüyordu.Sanırım gerçek rengi gümüştü.Ancak kitabın üstünde hiçbir yazı yoktu.Ne adı, ne yazarı…Merakla kitabın içine baktım.Yine yazı yok!Ama son iki sayfa hariç, sayfa numaraları vardı.Acaba bu ne anlama geliyordu?Görevliye dönüp:
“Affedersiniz, bu nasıl bir kitap?”
“İnanın bana, ben de tam olarak bilmiyorum.Bu kitabı üç ay önce dükkanı açmaya geldiğimde buldum.Yerde duruyordu, bir de mektup vardı.Mektupta adı geçen kişiye bu kitabı vermem isteniyordu.”
“Bedavaya mı?”
“Evet, hatta bunun için mektubun içine 50 lira bırakılmıştı!Düşünebiliyor musunuz?Bu gerçekten önemli bir şey olmalı!Ama ne önemi olduğunu da anlamış değilim.”
“Peki mektupta söz edilen kişi kim?”
“Bunu söyleyemem.Ama siz bana adınızı söylerseniz, o kişi olup olmadığınızı söyleyebilirim.”
Durakladım.Bu kitabın bana gönderilmiş olması neredeyse imkansızdı.Ama bir kere merakım uyanmıştı.Hiç olmazsa şansımı deneyecektim.Peki hangi adı verecektim?Gerçek adımı söyleyecek değildim.Zaten birisi bunu bana göndermiş olsa bile, gerçek adımı kullanmazdı.
Birden aklıma küçükken babamla oynadığımız casusçuluk oyunları geldi.Bu oyunlarda kullandığım ismi verebilirdim belki?
“Pekala.Benim adım Gizem Işık.”
Kız bana boş gözlerle baktı.Bir süre sonra:
“Eh.Sanırım kitap sizin.Onun nasıl bir şey olduğunu bana söylemezsiniz herhalde?”
Kitap benim miydi?Buna inanamıyordum.Kıza zar zor şöyle bir cevap verdim:
“Te-teşekkürler.Üzgünüm, kitabın ne işe yaradığını ben de bilmiyorum.”
Hemen kitapçıdan çıktım.Bir an önce ormana dönüp kitabı incelemek istiyordum.Acaba Doğa peşimden geliyor muydu?Bilmiyordum.Ama onun beni şehirde biraz daha tutmasını istemiyordum.
Birden kafamın arkasında bir acı hissettim ve her yer karardı.
Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin...
Bölüm 5:
Çarşafımı yüzüme çekmiş, kıvrılmış bir pozisyonda yatıyordum.Uyanalı neredeyse yarım saat oluyordu; ama ben bir türlü yataktan çıkmıyordum.Uzun süredir düşünmekten bile kaçındığım anıları aniden sözcüklere dökmenin bedeli benim için ağır olmuştu.Şimdi aklımı başka bir şeye veremiyordum.Sürekli o trenin patlayışını görüyordum.Kalbimin parçalandığını hissediyordum.Ben o trenin içinde değildim, ama sanki patlarken tren benim içimdeymişçesine acı veriyordu.Hıçkıra hıçkıra ağlayarak birine içimi dökmek istiyordum.Ama yapamıyordum.Sanki gözlerim ağlama yeteneğini kaybetmişti.
Bu yeterli değilmiş gibi, bir endişe de içimi kemiriyordu.Doğa bana güvendiğini söylemişti, ama ya fikrini değiştirirse?
Bu düşüncelerle ne kadar daha orada yattığımı bilmiyorum.Birden üstümdeki çarşafın çekilmesiyle yeniden gerçek dünyaya döndüm.Bir ses şöyle diyordu:
“Hey!!!Uykucu!!!Ben burada beklemeye devam edersem daha ne kadar öyle duracaksın?”
Bu Doğa’nın sesiydi!Aniden heyecanlandım.Biraz da korkmuştum.Acaba yanında polisleri getirmiş miydi?Ama sonra aklıma onun izcilerle ormanda olduğu geldi.
Dönüp ona baktım.Yatağımın başında durmuş bana gülümsüyordu.Ama yüzümde kim bilir nasıl bir ifade görmüştü ki, birden ciddileşti.
“Hilal…Sen iyi misin?”
Sorusuna cevap vermek yerine:
“Ne kadardır buradasın?” diye sordum.
“Yaklaşık 10 dakikadır.Uyuyor musun diye merak ettim ama o şekilde uyusan boğulurdun herhalde.Ayrıca neredeyse öğlen oldu.”
Öğlen mi?!O kadar uzun süredir yatıyor muydum?Aniden midemden gelen gurultu sorumu doğruladı.Ama bunu yoksaydım.
“Peki sen buraya nasıl geldin?”
Gülerek cevap verdi:
“Sen kalkana kadar biz kampımızı bitirdik(Birkaç gün erken bitti).Eşyalarımı eve bıraktıktan sonra da hemen buraya geldim.”
Buna şaşırmıştım.Eve gidince hiç dinlenmemiş miydi?Yorgun olmalıydı mutlaka.
Ben cevap vermeye fırsat bulamadan:
“Baksana burada sıkılmıyor musun?Yani tamam doğayla iç içe falan ama hep burada yaşamak sıkıcı oluyordur.Arada bir dükkanlara uğrasan bile.”
Bunu söyleyip sırıttı.“Dükkanlara uğramak” derken neyi kastettiğini anlayabiliyordum.
“Hey!Hırsızlık yapmanın eğlenceli olduğunu mu sanıyorsun?Eğer—”
“Benim demek istediğim şu: Biraz dışarı çıkmalısın.”
Dışarı mı çıkmalıydım?Delirmiş olmalıydı!
“Ne söylediğin hakkında bir fikrin var mı senin? Eğer birisi kim olduğumu anlarsa—”
“Yapmaaaa.İnsanlar özellikle sana bakmayacak ki.Eğer çok korkuyorsan bir şapkayla yüzünü kapatırız, olur biter.”
Hala tereddüt ediyordum.Yeniden insanları görmek istiyordum elbette ama…
Birden kolumu tutup çekti.Daha ne olduğunu anlayamadan ayaktaydım.
“Haydi!Bir şapkan vardır, değil mi?
“E-evet.Evden çıkarken yanıma almıştım.”
Doğruca sırt çantama yöneldi.Biraz karıştırdıktan sonra şapkamı bulup kafama taktı ve beni mağaranın çıkışına doğru sürüklemeye başladı.
“N-ne yaptığını sanıyorsun sen?!Şehre gelmeyeceğim!”
“Elbette geleceksin.Şimdi eğilsen iyi olur.”
Beni deliğe doğru çekince eğildim.Sonunda mağaradan çıktık.
“Hemen bırak beni!”
Hala direnmeye çalışıyordum.Ama pek başarılı olduğum söylenemezdi.Beni rahatça çekerek hızlı hızlı yürüyordu.Sonunda pes ettim.
“Tamam tamam.Geliyorum işte.Beni çekiştirmekten vazgeç!”
Bunun üzerine kolumu bıraktı ve durdu.Daha yavaş bir tempoda yürümeye başlayınca da bana ayak uydurdu.Kendi kendime söyleniyordum:
“Öfff!Ya kötü bir şey olursa?Bunun sonu iyi olmayacak!”
Bu sırada ormanın sonuna yaklaşmıştık.Tam ormanın kenarına geldiğimizde durdum.Daha fazla devam etmeye korkuyordum.
Doğa bunu görünce yeniden kolumu tuttu ve kibarca çekti.Böylece ormandan çıkmış oldum.
Nefes almaya bile ürküyordum.Sanki her an biri üstüme atlayacak gibi geliyordu.Doğa bu ürkekliğimi görünce:
“Sakin ol.Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem.” dedi.Bilmediğim bir nedenden dolayı ona inandım.
Ama bir yabancıya bu kadar güvenmem yanlıştı!Sonuçta onunla tanışalı iki hafta bile olmamıştı.Peki neden hala onunla birlikteydim?Kolumu çok sıkı tutmuyordu.Ondan kolayca kurtulup kaçabilirdim.Neden içimden bunu yapmak gelmiyordu?Belki de o mağarada yalnız yaşarken aniden karşıma çıkan ve bana iyi davranan, bana inanan biri olduğu için.
Ama yine de bu mantıklı gelmiyordu.
Bu düşünceleri kafamdan atmaya çalışıp etrafıma bakındım.Her yanında dükkanlar olan genişçe bir sokağa girmiştik.Sokak çok kalabalıktı.Doğa ne yapmaya çalışıyordu böyle?Hemen, onu da peşimden sürükleyerek gözüme kestirdiğim, boş görünen bir dükkana girdim.Burası küçük bir kitapçıydı.İçeride bizden başka yalnızca görevli bir kız vardı.Doğa’ya dönerek, fısıltıyla ama sitem dolu bir sesle:
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?Uzun zamandan beri ilk defa gündüz dışarı çıkıyorum ve sen beni bulabildiğin en kalabalık yere getiriyorsun!”
“Sakin ol.Fazla abartıyorsun.Hem bak burası hiç de kalabalık değil.Neden kendine bir kitap seçmiyorsun?”
Neden olmasın?Kitapları severdim!Gerçi burada fazla kitap yoktu, ama dışarı çıkmaktan daha iyi olduğuna göre burada biraz zaman geçirmeye karar verdim.
Buradaki kitapların çoğunu hiç duymamıştım.Ama özellikle bir kitap ilgimi çekti.Bu kitabın kapağı sanki kristaldenmiş gibi üstüne düşen ışığı kırıyor, bu yüzden de rengarenk görünüyordu.Sanırım gerçek rengi gümüştü.Ancak kitabın üstünde hiçbir yazı yoktu.Ne adı, ne yazarı…Merakla kitabın içine baktım.Yine yazı yok!Ama son iki sayfa hariç, sayfa numaraları vardı.Acaba bu ne anlama geliyordu?Görevliye dönüp:
“Affedersiniz, bu nasıl bir kitap?”
“İnanın bana, ben de tam olarak bilmiyorum.Bu kitabı üç ay önce dükkanı açmaya geldiğimde buldum.Yerde duruyordu, bir de mektup vardı.Mektupta adı geçen kişiye bu kitabı vermem isteniyordu.”
“Bedavaya mı?”
“Evet, hatta bunun için mektubun içine 50 lira bırakılmıştı!Düşünebiliyor musunuz?Bu gerçekten önemli bir şey olmalı!Ama ne önemi olduğunu da anlamış değilim.”
“Peki mektupta söz edilen kişi kim?”
“Bunu söyleyemem.Ama siz bana adınızı söylerseniz, o kişi olup olmadığınızı söyleyebilirim.”
Durakladım.Bu kitabın bana gönderilmiş olması neredeyse imkansızdı.Ama bir kere merakım uyanmıştı.Hiç olmazsa şansımı deneyecektim.Peki hangi adı verecektim?Gerçek adımı söyleyecek değildim.Zaten birisi bunu bana göndermiş olsa bile, gerçek adımı kullanmazdı.
Birden aklıma küçükken babamla oynadığımız casusçuluk oyunları geldi.Bu oyunlarda kullandığım ismi verebilirdim belki?
“Pekala.Benim adım Gizem Işık.”
Kız bana boş gözlerle baktı.Bir süre sonra:
“Eh.Sanırım kitap sizin.Onun nasıl bir şey olduğunu bana söylemezsiniz herhalde?”
Kitap benim miydi?Buna inanamıyordum.Kıza zar zor şöyle bir cevap verdim:
“Te-teşekkürler.Üzgünüm, kitabın ne işe yaradığını ben de bilmiyorum.”
Hemen kitapçıdan çıktım.Bir an önce ormana dönüp kitabı incelemek istiyordum.Acaba Doğa peşimden geliyor muydu?Bilmiyordum.Ama onun beni şehirde biraz daha tutmasını istemiyordum.
Birden kafamın arkasında bir acı hissettim ve her yer karardı.
Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin...
by Prenses Serenetty <3
Spoiler:
Gecikme için üzgünüm ama neden kimse yorum yazmıyo T_T Neyse işte yeni bölüm...
Bölüm 6:
Gözlerimi açtığımda hiçbir şey göremiyordum.Etraf çok karanlıktı.Ama çok da uzak olmayan bir yerden sesler geliyordu:
“Ne zaman uyanır dersin?”
“Nereden bileyim ben?Kafasına çok sert vurmuşsun baksana saatlerdir uyanmadı.”
Aralarında konuşmaya devam ettiler.Ama benim aklım farklı bir yere kaymıştı.Bayılmadan önce yaşadıklarımı hatırlamıştım ve aklım sorularla dolmuştu.Acaba burası neresiydi?Doğa neredeydi?Onu da mı yakalamışlardı?Yoksa hala şehirde –veya ormanda- beni mi arıyordu?Peki ya şu garip kitabı o adamlar mı almıştı?Bende değildi çünkü.
Bütün bunları düşünürken, ellerimin ve ayaklarımın sıkıca bağlanmış olduğunu fark ettim.Bunu yapanlar o dışarıdaki adamlardı kuşkusuz.Peki acaba neden benim peşimdeydiler?Yoksa… yoksa bunlar ailemi öldüren adamlar mıydı?Ama o halde beni neden hala öldürmemişlerdi?Belki de bunlar yalnızca fidye peşinde koşuyordu.Peki benim için kimden fidye isteyeceklerdi ki?Benim kim olduğumu biliyorlar mıydı?
Birden kulağıma kapının açılma sesi geldi ve ışık aralıktan bulunduğum yere doğru süzüldü.Aslında çok parlak değildi, ama gözlerim karanlığa alışmış olduğu için onları kırpıştırmam gerekti.Işığın önünde iki adamın silueti göründü.Biri uzun ve atletik, diğeri de iriyarı ve yine uzundu.Yaşları 30’dan fazla olamazdı.Işığı yakıp kapıyı kapadılar.Bir an acaba baygın taklidi mi yapsam, diye düşündümse de artık çok geçti.Uyandığımı görmüşlerdi.
Gözlerim ışığa alışınca küçük bir odada olduğumu fark ettim.Odada bir kanepe ile bir dolap vardı.Dolabın karşısındaki duvarda ben yaslanıyordum, kapı ise kanepenin karşısındaki duvardaydı. İriyarı adam bana dönerek:
“Ooo-ooo.Küçük prensesimiz uyanmış bakıyorum.Acaba bir istekleri var mıydı?”
Sesindeki alay duymazdan gelinecek gibi değildi.Gayet sakin bir şekilde:
“Evet.Çeneni kapamanı istiyorum.”dedim.Korktuğumu anlaması mümkün değildi.
Bunun üzerine yüzü sırayla gökkuşağının bütün renklerine büründü; en son morda kaldı.Üstüme atlayıp beni boğazlayacakmış gibi bir his oluştu içimde.Ama atletik yapılı olan araya girdi:
“Bence onu henüz öldürmemelisin.İşimize yarayabilir.Zaten bunun için onu canlı tutmadık mı?”
İriyarı olanın onun sözünü dinleyeceğinden şüpheliydim, ama neyse ki homurdanmaktan bana kötü kötü bakmaktan başka bir şey yapmadı.Ona “Gökkuşağı Surat” adını koymaya karar verdim.Diğerine de “Kara Şövalye”.
Bütün bunları birkaç saniye içinde aklımdan geçirdikten sonra Kara Şövalye’ye döndüm:
“Ne demek ‘işinize yarayabilirim’?Size yardım etmektense ölürüm daha iyi, pis katiller!”
“Ah, merak etme, öleceksin zaten.Ama en azından arkadaşını kurtarabilirsin.”
Arkadaşım mı?Yo, hayır, Doğa’yı yakalamış olamazlardı!Direnmeye çalıştım.
“Onu yakaladığınızı nereden bileyim?Belki de yalnızca blöf yapıyorsunuz.”
“Ya, öyle mi?Peki ya sana onun adını bildiğimi söylesem?”
Umursamazmış gibi görünmeye çalışıyordum.
“Öyleyse neymiş adı?”
“Doğa.”
Bunun üzerine omuzlarım çöktü.Onu gerçekten yakalamış ve adını zorla öğrenmiş olmalıydılar.Sonunda şunu söyleyebildim:
“Benden ne istiyorsunuz?”
Kara Şövalye’nin yüzünde bir zafer gülümsemesi belirdi.Sonra cevap verdi:
“Yalnızca birkaç soruya cevap vermeni.”
Hiçbir şey söylemeden ona bakmaya devam ettim.Bu bakışlarıma mümkün olduğu kadar çok zehir yüklemeye çalışıyordum.
“Pekala.İlk sorum şu: O kitapta ne yazıyor?”
Anlamamış gibi yaptım.
“Hangi kitapta?”
“Numara yapma.Hangi kitaptan söz ettiğimi gayet iyi biliyorsun.Şu gümüş kaplı olan.”
Yazı mı?O kitapta yazı mı vardı?
“O kitapta yazı yok ki.Sizde olduğuna göre bunu görmüş olmalısınız.”
“Elbette var!Yalnızca okunması için özel bir yöntem bilmek gerekiyor!Ve sen bana ya bu yöntemi ya da ne yazdığını söyleyeceksin.”
“İkisini de bilmiyorum.”
“Sen beni ne sanıyorsun?!Hemen soruma cevap ver, yoksa arkadaşın ölür!”
Bana ne yaptıkları umrumda değildi ama benim yüzümden Doğa’yı öldürmelerine izin veremezdim!Sesim istemeden bir haykırış gibi çıktı:
“Hayır!Ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum!Yemin ederim!”
Bana inanıp inanmamakta kararsız gibiydi.
“Diyelim ki bu söylediğin doğru, o zaman şu soruma cevap ver: Gizli eviniz nerede?”
Demek “sığınağımız” gizliydi!
Korkuyla yutkundum.Bu sorunun yanıtını da bilmediğime inanmalarına imkan yoktu.Ama verebileceğim başka yanıt da yoktu.
“Üzgünüm, bunu da bilmiyorum.”
Tepkileri aynen beklediğim gibi oldu.İkisi de çok sinirlenmişti.Gökkuşağı Surat bana bir tokat attı.Bunun üzerine kısa bir çığlık attım.Ama buna aldıran olmadı.Kara Şövalye:
“Bu suskunluğun sinir bozucu olmaya başladı.Yine de sen hiç merak etme, bildiklerinin hepsini anlattıracak yollarım var ve onları kullanacağım.Ama şimdilik uyu!”
Son hatırladığım, cebinden çıkardığı bir şişeden üstüme gaz sıktığıydı.
Koridorun ışığının üstüme düşmesiyle uyandım.Bir siluet içeri girip kapıyı kapattı.Odanın karanlık olmasına karşın onun Doğa olduğunu seçebildim.
“Doğa?Neler oluyor?Neden buradasın?Ve nasıl—?
Ben şaşkınlıkla soruları birbiri ardına sıralarken parmağını “sus” anlamında dudaklarıma koydu.Sonra bileklerimdeki ipi çözmeye başladı.
Bu kez fısıltıyla:
“Doğa, ne—?”
Sonunda cevap verdi.
“Seni buradan kaçırıyorum.Hazır diğer ikisi uyuyorken.”
“İyi ama sen nasıl buraya geldin?Doğa?Cevap ver!Neler oluyor?”
Bir sessizlik oldu.Ancak bütün ipler çözülünce:
“Lütfen…senden bunu istemeye hakkım olmadığını biliyorum ama…lütfen, en azından şimdilik, bana güven.”
Ayağa kalktı ve elini bana doğru uzattı.O eli tutarak ben de ayağa kalktım.Sonra beni de çekerek hızla koşmaya başladı.Odadan çıkıp birkaç koridordan geçtikten sonra dış kapıya ulaştık.Dışarı çıkıp hemen kapının yanında duran bir motosiklete bindik.Çok hızlı sürdüğünden sırtına sarılıp gözlerimi sımsıkı kapamam gerekti.Bu şekilde ne kadar gittiğimizi bilmiyorum.Sonunda durduğumuzda bir ormandaydık.Ama benimkinde değil.Motosikletten indik.Ona döndüm.
“Doğa, artık bana bütün bu olanları açıklar mısın?”
Gözlerini yere dikti.
“Hilal, ben…çok üzgünüm.Affedilemez bir şey yaptım ama…yine de beni affeder misin?”
“Ne… ne demeye çalışıyorsun?”
“Ben…ben de onlarla birlikteydim.En başından beri amacımız seni yakalamaktı.Onlara senin yerini söyleyen bendim.Çok üzgünüm.”
BÖLÜMÜN SONU...
Yorum yoksa yeni bölüm de yok U_U
Bölüm 6:
Gözlerimi açtığımda hiçbir şey göremiyordum.Etraf çok karanlıktı.Ama çok da uzak olmayan bir yerden sesler geliyordu:
“Ne zaman uyanır dersin?”
“Nereden bileyim ben?Kafasına çok sert vurmuşsun baksana saatlerdir uyanmadı.”
Aralarında konuşmaya devam ettiler.Ama benim aklım farklı bir yere kaymıştı.Bayılmadan önce yaşadıklarımı hatırlamıştım ve aklım sorularla dolmuştu.Acaba burası neresiydi?Doğa neredeydi?Onu da mı yakalamışlardı?Yoksa hala şehirde –veya ormanda- beni mi arıyordu?Peki ya şu garip kitabı o adamlar mı almıştı?Bende değildi çünkü.
Bütün bunları düşünürken, ellerimin ve ayaklarımın sıkıca bağlanmış olduğunu fark ettim.Bunu yapanlar o dışarıdaki adamlardı kuşkusuz.Peki acaba neden benim peşimdeydiler?Yoksa… yoksa bunlar ailemi öldüren adamlar mıydı?Ama o halde beni neden hala öldürmemişlerdi?Belki de bunlar yalnızca fidye peşinde koşuyordu.Peki benim için kimden fidye isteyeceklerdi ki?Benim kim olduğumu biliyorlar mıydı?
Birden kulağıma kapının açılma sesi geldi ve ışık aralıktan bulunduğum yere doğru süzüldü.Aslında çok parlak değildi, ama gözlerim karanlığa alışmış olduğu için onları kırpıştırmam gerekti.Işığın önünde iki adamın silueti göründü.Biri uzun ve atletik, diğeri de iriyarı ve yine uzundu.Yaşları 30’dan fazla olamazdı.Işığı yakıp kapıyı kapadılar.Bir an acaba baygın taklidi mi yapsam, diye düşündümse de artık çok geçti.Uyandığımı görmüşlerdi.
Gözlerim ışığa alışınca küçük bir odada olduğumu fark ettim.Odada bir kanepe ile bir dolap vardı.Dolabın karşısındaki duvarda ben yaslanıyordum, kapı ise kanepenin karşısındaki duvardaydı. İriyarı adam bana dönerek:
“Ooo-ooo.Küçük prensesimiz uyanmış bakıyorum.Acaba bir istekleri var mıydı?”
Sesindeki alay duymazdan gelinecek gibi değildi.Gayet sakin bir şekilde:
“Evet.Çeneni kapamanı istiyorum.”dedim.Korktuğumu anlaması mümkün değildi.
Bunun üzerine yüzü sırayla gökkuşağının bütün renklerine büründü; en son morda kaldı.Üstüme atlayıp beni boğazlayacakmış gibi bir his oluştu içimde.Ama atletik yapılı olan araya girdi:
“Bence onu henüz öldürmemelisin.İşimize yarayabilir.Zaten bunun için onu canlı tutmadık mı?”
İriyarı olanın onun sözünü dinleyeceğinden şüpheliydim, ama neyse ki homurdanmaktan bana kötü kötü bakmaktan başka bir şey yapmadı.Ona “Gökkuşağı Surat” adını koymaya karar verdim.Diğerine de “Kara Şövalye”.
Bütün bunları birkaç saniye içinde aklımdan geçirdikten sonra Kara Şövalye’ye döndüm:
“Ne demek ‘işinize yarayabilirim’?Size yardım etmektense ölürüm daha iyi, pis katiller!”
“Ah, merak etme, öleceksin zaten.Ama en azından arkadaşını kurtarabilirsin.”
Arkadaşım mı?Yo, hayır, Doğa’yı yakalamış olamazlardı!Direnmeye çalıştım.
“Onu yakaladığınızı nereden bileyim?Belki de yalnızca blöf yapıyorsunuz.”
“Ya, öyle mi?Peki ya sana onun adını bildiğimi söylesem?”
Umursamazmış gibi görünmeye çalışıyordum.
“Öyleyse neymiş adı?”
“Doğa.”
Bunun üzerine omuzlarım çöktü.Onu gerçekten yakalamış ve adını zorla öğrenmiş olmalıydılar.Sonunda şunu söyleyebildim:
“Benden ne istiyorsunuz?”
Kara Şövalye’nin yüzünde bir zafer gülümsemesi belirdi.Sonra cevap verdi:
“Yalnızca birkaç soruya cevap vermeni.”
Hiçbir şey söylemeden ona bakmaya devam ettim.Bu bakışlarıma mümkün olduğu kadar çok zehir yüklemeye çalışıyordum.
“Pekala.İlk sorum şu: O kitapta ne yazıyor?”
Anlamamış gibi yaptım.
“Hangi kitapta?”
“Numara yapma.Hangi kitaptan söz ettiğimi gayet iyi biliyorsun.Şu gümüş kaplı olan.”
Yazı mı?O kitapta yazı mı vardı?
“O kitapta yazı yok ki.Sizde olduğuna göre bunu görmüş olmalısınız.”
“Elbette var!Yalnızca okunması için özel bir yöntem bilmek gerekiyor!Ve sen bana ya bu yöntemi ya da ne yazdığını söyleyeceksin.”
“İkisini de bilmiyorum.”
“Sen beni ne sanıyorsun?!Hemen soruma cevap ver, yoksa arkadaşın ölür!”
Bana ne yaptıkları umrumda değildi ama benim yüzümden Doğa’yı öldürmelerine izin veremezdim!Sesim istemeden bir haykırış gibi çıktı:
“Hayır!Ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum!Yemin ederim!”
Bana inanıp inanmamakta kararsız gibiydi.
“Diyelim ki bu söylediğin doğru, o zaman şu soruma cevap ver: Gizli eviniz nerede?”
Demek “sığınağımız” gizliydi!
Korkuyla yutkundum.Bu sorunun yanıtını da bilmediğime inanmalarına imkan yoktu.Ama verebileceğim başka yanıt da yoktu.
“Üzgünüm, bunu da bilmiyorum.”
Tepkileri aynen beklediğim gibi oldu.İkisi de çok sinirlenmişti.Gökkuşağı Surat bana bir tokat attı.Bunun üzerine kısa bir çığlık attım.Ama buna aldıran olmadı.Kara Şövalye:
“Bu suskunluğun sinir bozucu olmaya başladı.Yine de sen hiç merak etme, bildiklerinin hepsini anlattıracak yollarım var ve onları kullanacağım.Ama şimdilik uyu!”
Son hatırladığım, cebinden çıkardığı bir şişeden üstüme gaz sıktığıydı.
Koridorun ışığının üstüme düşmesiyle uyandım.Bir siluet içeri girip kapıyı kapattı.Odanın karanlık olmasına karşın onun Doğa olduğunu seçebildim.
“Doğa?Neler oluyor?Neden buradasın?Ve nasıl—?
Ben şaşkınlıkla soruları birbiri ardına sıralarken parmağını “sus” anlamında dudaklarıma koydu.Sonra bileklerimdeki ipi çözmeye başladı.
Bu kez fısıltıyla:
“Doğa, ne—?”
Sonunda cevap verdi.
“Seni buradan kaçırıyorum.Hazır diğer ikisi uyuyorken.”
“İyi ama sen nasıl buraya geldin?Doğa?Cevap ver!Neler oluyor?”
Bir sessizlik oldu.Ancak bütün ipler çözülünce:
“Lütfen…senden bunu istemeye hakkım olmadığını biliyorum ama…lütfen, en azından şimdilik, bana güven.”
Ayağa kalktı ve elini bana doğru uzattı.O eli tutarak ben de ayağa kalktım.Sonra beni de çekerek hızla koşmaya başladı.Odadan çıkıp birkaç koridordan geçtikten sonra dış kapıya ulaştık.Dışarı çıkıp hemen kapının yanında duran bir motosiklete bindik.Çok hızlı sürdüğünden sırtına sarılıp gözlerimi sımsıkı kapamam gerekti.Bu şekilde ne kadar gittiğimizi bilmiyorum.Sonunda durduğumuzda bir ormandaydık.Ama benimkinde değil.Motosikletten indik.Ona döndüm.
“Doğa, artık bana bütün bu olanları açıklar mısın?”
Gözlerini yere dikti.
“Hilal, ben…çok üzgünüm.Affedilemez bir şey yaptım ama…yine de beni affeder misin?”
“Ne… ne demeye çalışıyorsun?”
“Ben…ben de onlarla birlikteydim.En başından beri amacımız seni yakalamaktı.Onlara senin yerini söyleyen bendim.Çok üzgünüm.”
BÖLÜMÜN SONU...
Yorum yoksa yeni bölüm de yok U_U
by Prenses Serenetty <3
Spoiler:
2. sayfa (Toplam 2 sayfa) [ 24 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |