Yolculuk Nereye Hemşerim? Sayfaya git: 1, 2, Sonraki |
Yazar
Mesaj

Kitabımın kapağı için ginger adlı aletin üzerinde fotoğraf çektirmemin iki sebebi var:
Birincisi, mizahi yönü. Bu aracı ve bu aracın üzerinde seyahat etme fikrini resim olarak eğlenceli buluyorum.
İkincisi daha önemli. Segway, veya halk arasındaki adıyla 'Ginger', beklenen konuda, yani taşımacılık sektöründe büyük bir patlama gerçekleştirememiş olduğu halde, politika alanında son yılların en hayırlı, en içimin yağlarını eriten eylemine imza atmıştır: George W. Bush tabir ettiğimiz, zeki, çok sevdiğim, güzel insan, şimdiye kadar kimsenin 'Hooop, yolculuk nereye hemşerim? ' şeklinde hesap sormaya cüret edemediği barış güvercini (!) A.B.D başkanını, milyonların gözü önünde, üzerinden atmak, düşürmek, yere sermek!
Ve Ginger, sadece bunun için bile 'asrın icadı' payesini sonuna kadar hak etmektedir.
Elinizdeki kitabın politik yazılardan, siyasi mizahtan oluştuğunu sanmayın. Konu yine şehir hayatının cilveleri, hepimizin yaşadığı şeyler.
Ama üzerime düşeni yapıp, bir yerde üçüncü kitabımı, kendi tarzımla, iki tekerlekli, pille çalışan, maksimum 20 kilometre hıza çıkabilen naif arkadaşım Ginger'a ithaf etmek istedim!
Bu da Bush'a kapak olsun!
Ve kitaptan birkaç inci

Başbakanın davetindeydim, inanır mısınız?
Topkapı Sarayı'nda veriliyor Tayyip'in partisi! Ayy, yani George'u da günahım kadar sevmem ama, ne yapayım. Fazla bir şey de söyleyemiyorum. Sonuçta işte böyle davetlerde, partilerde karşılaşıyoruz, yani aynı çevrenin insanı-yıZ- Yüz yüze baktığım adam bir yerde, ilişkileri belli bir medeniyet çerçevesinde tutmak lazım. Nihahahahıhahohoh.
Geçtiğimiz hafta arkadaşlarla aramda şöyle tuhaf konuşmalar geçti.
-Akşam ne yapıyorsun? Yollar da kapalı. Yürüyerek gidip bir balık mı yesek?
-Aa, yok ya, bir arkadaşın partisi var, ona gideceğim.
-NATO zirvesinin ortasında parti mi veriyor? Kim bu ya?
-Arkadaş değil de, ahbap diyelim.
-Biz tanıyor muyuz?
-Muhtemelen tanırsınız. Tayyip Erdoğan! Aslında gelen-
leri de tanırsınız, işte George Bush, Tony Blair, jacques Chi-rac, Condoleezza Rice, Colin Powell falan. Ehihihihehehi.
Arkadaşları sinirlendirme festivalim dur durak bilmiyor. Eh, görmemiş gazeteci kırk yılda bir, o da "ve eşi" kontenjanından, başbakanın davetine çağırılırsa, olacağı budur. Uzattıkça uzatıyorum: "Topkapı Sarayı'nda veriliyor parti. Ayy, yani George'u da günahım kadar sevmem ama, ne yapayım. Fazla bir şey de söyleyemiyorum. Sonuçta işte böyle davetlerde, partilerde karşılaşıyoruz, yani aynı çevrenin insanıyız. Yüz ı0 yüze baktığım adam bir yerde, ilişkileri belli bir medeniyet çerçevesinde tutmak lazım. Nihahahahıhahohoh."
"SAYIN BAŞBAKAN" MI, "TAYYIP BEY" MI?
Arkadaşlar, durumu ve bütün esprileri kesinlikle anladıklarını ifade edip, "Tamam biz akşam balık yemeye gidiyoruz, orada sıkılırsanız gelin" deyip, benimle olan dostluklarım tekrar gözden geçirmek için telefonu kapatıyorlar!
Evet efendim. NATO zirvesi için Topkapı Sarayı'nda verilen davette ben de vardım.
Şimdi, bu önemli toplantıyla ilgili anılarımı ve dünya barışına yaptığım katkıyı okuyacaksınız!
"Başbakan daveti" deyince, insan bir durup düşünüyor. Ne giymeli, nasıl oturmalı kalkmalı. Olur da Başbakanla, Cumhurbaşkanı'yla tanışırsan nasıl hitap etmeli. "Sayın Başbakanım" fazla resmi, azıcık da yalaka mı ne? "Tayyip Bey" desen, o da Başbakan'a değil, apartman yöneticisine hitap eder gibi, hafif laubali. Bırak onu, George Bush gelip sohbet etmek isterse, terbiyesizleşmeden nasıl iki tane laf sokmalı? Hayır zevkle terbiyesizleşilir de, davetliyiz, o da bir yerde misafir, ayıptır.
Elbette bütün bunları düşünmek için çok geç, çünkü zarif
eşim, yılın en önemli davetine gideceğimizi bana aynı gecenin sabahında haber verdiği için, kıyafetti, saçtı baştı, fazla seçeneğim yok.
THE SİYAH ELBİSE!
istanbul'da bütün dükkânlar kapalı olduğu için de, aslında tek seçeneğim var: Gardırobumun karanlık köşelerinde duran, "The siyah elbise" adım verdiğim, yaklaşık altı yıl önce Amerika'dan, Ralph Lauren'in ucuzluğundan aldığım bir uzun, siyah tuvalet. Yaklaşık 250 dolardı. Yanımdakiler, "Ayol hem marka, hem indirimde, hem de modası geçmez, yıllarca giyersin, al al al" dedikleri için mırın kırın ederek almıştım. Benim zevkime göre fazla ciddi, sıkıcı, önü kapalı, sırtı açık tuvaleti, şimdiye kadar 20'ye yakın akraba düğünü, resmi davet, açılış, şudur budura giydim. O arkadaşlardan Allah razı olsun!





Hmm peki o zaman
Gülsenin 3 kitabınıda çok sevmiştim ben. Hayatı ve olayları farklı açıdan ele alması çok hoşuma gidiyor^^ Geyik kadın ya
Başından geçen olayları bile anlatırken ne hale düşürmüş kendini XD
Eğer ki hala hiç okumadıysanız bu kitabı gayet ciddiyim ve hala ciddiyimden sonra okumanızı tavsiye ederim XD


Eğer ki hala hiç okumadıysanız bu kitabı gayet ciddiyim ve hala ciddiyimden sonra okumanızı tavsiye ederim XD



Birkaç inci daha.
"The siyah elbise" yine hayatımı kurtaracaktı. Akma da "g.a.g. çekimleri koleksiyonu "nidan, siyah bir gece ayakkabısı, tamam.
Ve fakat? Kuaförüm yasak sınırlarına giriyor muydu ve ben, hayatımın en önemli "partisine" giderken, saçımı kendim mi yapacaktım? Kimlerle tanışacak, neler yaşayacak, neler yiyecek içecektim?
NÎŞAN BAŞIMLA TOPKAPI SARAYI'NDAYIM!
Kıyafeti hallettik, ya saç? Biraz derli toplu olmalı, "Ben bu davetlere çok gittim, aklıbaşmda bir insanım" demeli. Hatta "Bakın, Türkiye modern bir ülke, saç stilleri konusunda ok-kadar trendy bir memleketiz ki, Batı Avrupa'yı aratmayız,
binaenaleyh Türk kuaförü zeki, çevik ve çalışkandır" mesajı verirken, bir yandan da "Ancak ben manken çanken de değilim, yani şu kâkülün oynamadan, sakin sakin aşağı düşüşünden, bu davete ne kadar uygun düştüğüm, fevkalade saygıdeğer biri olduğum da belli herhalde" cümlesini de ufaktan ifade etmeli!
Hayatımın en ciddi saçını yaptırmak için Ulus'taki Cozy'nin yolundayım. Havalı kuaförüm Ertan, ki öncelikle kendisine şans diliyorum, şimdiye kadar bana muhtelif punk 22 havalı modeller, dağınık ama toplu saçİar denemiş, onları teklif ediyor. "Yok," diyorum, "bu sefer daha ağırbaşlı bir şey lazım herhalde"!
"Nişan başı mı yapalım yani?" diye sırıtıyor. Bense o güne kadar nişan başı, düğün başı, ya da herhangi bir "baş" ya da topuz yaptırmadığımı fark ediyorum. Düğün gününde büe, saçını "Doğal olsun haaa" diye diye fönletip, makyajını kendisi yapıp giden biri olarak, Türk kadınlarının yüzkarasıyım. Ve fakat, "o gün, bu gündür" diye düşünüp, şahane bir "baş" yaptırıyorum. Veya "kelle" de diyebiliriz!
Oradan kâküller, buradan perçemler, arkası kalıp gibi... Ertan intiharın eşiğinde! Haftaya saçımı ne zamandır arzu ettiği gibi kısacık kesmesi konusunda kendisine söz vererek, bölgeden kaçarak uzaklaşıyorum!
Evdeyim. "The siyah elbise"yi giymiş, "modaya uygun fakat klasik", "gösterişli ama dikkat çekmeden alımlı" makyajımı, ya da bu amaçlarla yaptığım badanayı inceliyorum. Topuzum, siyah elbisem ve kırmizı rujumla, "Demek 40 yaşında böyle bir şey olacağım" diye düşünüyorum.
Ancaak, büyük panik! Aynadaki görüntüde, aniden küçük bir şokla "Sen zıpırın tekisin, kimseyi kandıramazsın" diye bağıran bir detayla karşılaşıyorum:
Tamamen unutmuştum ama kolumda kocaman bir tatil dövmesi var!
Şöyle bilezik gibi, kıvrımlı mıvrımh. Yılan mı deseem, dikenli tel mi deseeem, dikenli yılan mı deseem, öyle bir şey. "Git bir 'rock bar'da takıl kızım, senin Başbakan davetinde ne işin var" diye bağırıyor!
Ancak davetin başlamasına yarım saat var ve zarif eşim tedirgin bir gülümsemeyle arada aynanın yanına gelip, hiçbir şey söylemeden geri gidiyor! Üstelik bu hareketi üç dakikada bir tekrarladığı için, dövmeyi birtakım kimyasallar marifetiyle çıkarmayı denemiyorum bile!
Çaresiz, davetteki, yüzlerce insanın arasında tek dövmeli olarak, Türkiye'nin kültür mozaiğine katkıda bulunmak üzere, çantamı alıyorum ve yola çıkıyoruz.
istanbul, annemin anlattığı eski İstanbul tadında. "Bu Dol-mabahçe'den beş dakikada bir araba geçerdi" der hep. Aynen öyle. Topkapı Sarayı'na doğru trafik sıkışıyor. Arka arkaya makam arabaları ve bu arabalardan sarkan üçer dörder koruma! Trafik yavaşlayınca hemen arabadan adayıp, yan tarafta, arabayı tutarak yürümeye başlıyorlar. Hepsi siyah takım elbiseli ve siyah güneş gözlüklü. Başka da güneş gözlüğü takan yok zaten. "24" dizisinde gibiyim! N'ABER BAKANIM YA? Davet Divan Meydanı'nda, ve oraya kadar, kırmızı halı üzerinde, uzun, zevkli bir yürüyüş var. Her partide olduğu gibi girişte tanıdıklarla karşılaşıyoruz. Ali Babacan ve eşi efendim! Tanıdıklar yani! Bakanlar makanlar işte, benim çevrem böyle yani!

"The siyah elbise" yine hayatımı kurtaracaktı. Akma da "g.a.g. çekimleri koleksiyonu "nidan, siyah bir gece ayakkabısı, tamam.
Ve fakat? Kuaförüm yasak sınırlarına giriyor muydu ve ben, hayatımın en önemli "partisine" giderken, saçımı kendim mi yapacaktım? Kimlerle tanışacak, neler yaşayacak, neler yiyecek içecektim?
NÎŞAN BAŞIMLA TOPKAPI SARAYI'NDAYIM!
Kıyafeti hallettik, ya saç? Biraz derli toplu olmalı, "Ben bu davetlere çok gittim, aklıbaşmda bir insanım" demeli. Hatta "Bakın, Türkiye modern bir ülke, saç stilleri konusunda ok-kadar trendy bir memleketiz ki, Batı Avrupa'yı aratmayız,
binaenaleyh Türk kuaförü zeki, çevik ve çalışkandır" mesajı verirken, bir yandan da "Ancak ben manken çanken de değilim, yani şu kâkülün oynamadan, sakin sakin aşağı düşüşünden, bu davete ne kadar uygun düştüğüm, fevkalade saygıdeğer biri olduğum da belli herhalde" cümlesini de ufaktan ifade etmeli!
Hayatımın en ciddi saçını yaptırmak için Ulus'taki Cozy'nin yolundayım. Havalı kuaförüm Ertan, ki öncelikle kendisine şans diliyorum, şimdiye kadar bana muhtelif punk 22 havalı modeller, dağınık ama toplu saçİar denemiş, onları teklif ediyor. "Yok," diyorum, "bu sefer daha ağırbaşlı bir şey lazım herhalde"!
"Nişan başı mı yapalım yani?" diye sırıtıyor. Bense o güne kadar nişan başı, düğün başı, ya da herhangi bir "baş" ya da topuz yaptırmadığımı fark ediyorum. Düğün gününde büe, saçını "Doğal olsun haaa" diye diye fönletip, makyajını kendisi yapıp giden biri olarak, Türk kadınlarının yüzkarasıyım. Ve fakat, "o gün, bu gündür" diye düşünüp, şahane bir "baş" yaptırıyorum. Veya "kelle" de diyebiliriz!
Oradan kâküller, buradan perçemler, arkası kalıp gibi... Ertan intiharın eşiğinde! Haftaya saçımı ne zamandır arzu ettiği gibi kısacık kesmesi konusunda kendisine söz vererek, bölgeden kaçarak uzaklaşıyorum!
Evdeyim. "The siyah elbise"yi giymiş, "modaya uygun fakat klasik", "gösterişli ama dikkat çekmeden alımlı" makyajımı, ya da bu amaçlarla yaptığım badanayı inceliyorum. Topuzum, siyah elbisem ve kırmizı rujumla, "Demek 40 yaşında böyle bir şey olacağım" diye düşünüyorum.
Ancaak, büyük panik! Aynadaki görüntüde, aniden küçük bir şokla "Sen zıpırın tekisin, kimseyi kandıramazsın" diye bağıran bir detayla karşılaşıyorum:
Tamamen unutmuştum ama kolumda kocaman bir tatil dövmesi var!
Şöyle bilezik gibi, kıvrımlı mıvrımh. Yılan mı deseem, dikenli tel mi deseeem, dikenli yılan mı deseem, öyle bir şey. "Git bir 'rock bar'da takıl kızım, senin Başbakan davetinde ne işin var" diye bağırıyor!
Ancak davetin başlamasına yarım saat var ve zarif eşim tedirgin bir gülümsemeyle arada aynanın yanına gelip, hiçbir şey söylemeden geri gidiyor! Üstelik bu hareketi üç dakikada bir tekrarladığı için, dövmeyi birtakım kimyasallar marifetiyle çıkarmayı denemiyorum bile!
Çaresiz, davetteki, yüzlerce insanın arasında tek dövmeli olarak, Türkiye'nin kültür mozaiğine katkıda bulunmak üzere, çantamı alıyorum ve yola çıkıyoruz.
istanbul, annemin anlattığı eski İstanbul tadında. "Bu Dol-mabahçe'den beş dakikada bir araba geçerdi" der hep. Aynen öyle. Topkapı Sarayı'na doğru trafik sıkışıyor. Arka arkaya makam arabaları ve bu arabalardan sarkan üçer dörder koruma! Trafik yavaşlayınca hemen arabadan adayıp, yan tarafta, arabayı tutarak yürümeye başlıyorlar. Hepsi siyah takım elbiseli ve siyah güneş gözlüklü. Başka da güneş gözlüğü takan yok zaten. "24" dizisinde gibiyim! N'ABER BAKANIM YA? Davet Divan Meydanı'nda, ve oraya kadar, kırmızı halı üzerinde, uzun, zevkli bir yürüyüş var. Her partide olduğu gibi girişte tanıdıklarla karşılaşıyoruz. Ali Babacan ve eşi efendim! Tanıdıklar yani! Bakanlar makanlar işte, benim çevrem böyle yani!



köşesindeki yazıları bir araya getirmişti bu kitapta.
o yüzden biraz atlaya atlaya okumuştum tanıdık geldiginden.
kapak resmi özellikle..çok manalı
gülse birsel, yazsa da okusak ya, bıraksın yeter avrupa yakası senaryolarını..
o yüzden biraz atlaya atlaya okumuştum tanıdık geldiginden.
kapak resmi özellikle..çok manalı

gülse birsel, yazsa da okusak ya, bıraksın yeter avrupa yakası senaryolarını..
mirror mirror, where's the crystal palace?

saprofit** yazmış:
evet ya, sıktı artık avrupa yakası. kimbilir kaçıncı yılı dizinin.. ben ilk sezondan sonrasını hiç izlemedim... ama o kadar çok yazdılar çizdiler ki, izlemiş kadar oldum.
bu sezon da gürgen öz katılıyormuş aralarına.. belki bu sezon izlenebilir. ama bilemiyorum.. G.A.G'dayken çok severdim gülse birsel'i. gecenin bi vakti bekler izlerdim ^^ sonra avrupa yakasının ilk sezonunun başlarını da yıkılarak kahkahalar atarak izledim. ama ata demirer'in gitmesi, sonra katılan yeni yüzler, hele hele peker açıkalın... çok soğuttu beni çook -__-
gülse birsel artık yazılarına devam etsin.. hatta avrupa yakasını bıraksın daha çok yazsın O.o okumak istiyorum ben, izlemek değil O.o
bu kitap harikadır. gülse birsel'in mizahi yönü zaten tartışılmaz. ama köşe yazılar insanı öyle eğlendiriyor ki =)
bu kitapta mıydı hatırlamıyorum ama(şimdi kütüphanede arayamam valla.. ^^'') bi sivrisinek macerası vardı xD nikita xDDD
Yalnız’ın adı okunduğunda
Okulda ya da yaşamda
Kimse
“Burada”
deyemez.
Ama
Yok da...
Okulda ya da yaşamda
Kimse
“Burada”
deyemez.
Ama
Yok da...

usa-ko yazmış:
Terörist sivrisinek Nikita!



Evet bu kitaptaydı... Hatta Sabah gazetesinde yazmıştı bunu

Bayılıyorum ya bu kadının tarzına

Hatta koyacammm...

Arada gülme tutuyor, sonra sinirlenip birden saldırgan hareketler yapıyorum! Duvarlara vuruyorum, saç spreyiyle perdelere hamle yapıyorum! Biraz Don Kişot'un yeldeğirmenlerine saldırması ruh hali içindeyim. Arada kendi kendime konuştuğumu duyuyorum: "Hahhaaa hayatını karartacağım senin! Hata, bana bulaşmak büyük hata! Ya çık şuradan yaaa!" O ise beni odanın bir köşesinden seyrediyor, eminim! Varlığını hissediyorum ama her yerde veya hiçbir yerde olabilir! O sinsilik, o ataklık, o zekayla başa çıkamayacağımı biliyorum ama denemekten başka çare yok! Odada sivrisinek var! Allah'ın belası, nereden, nasıl girmiş, Nişantaşı'nın ortasında, bu sıcakta nereden su birikintisi bulup üremiş belli değil! Ve sanki birisi mahsus yetiştirip benim odama salmış gibi!
AMACIMIZ UYUTMAMAK!
Zannederim küçüklüğünden itibaren yetiştirmişler bunu: "Bak Nikita, bu sarışın kadının resmini görüyor musun? Hah, işte senin hedefin o. Bu akademide onun 28 Temmuz 2005 gecesini mahvetmek için yetiştirileceksin. Zira ertesi gün kitabını teslim edeceği, önemli toplantılar yapacağı ve bavul hazırlayıp, uçağa yetişeceği gün! Amacımız onu uyutmamak!" Bilmiyorum kim bunlar! "Bataklık kurutanlara karşı gerilla sivrisinekler" mi? "Yeni çıkacak kitapları yok etme" örgütü mü? Ama iyi eğitildikleri kesin! Sivrisinekler çok üstün yaratıklardır aslında. Sivrisinek alemi, kadınların kral olduğu bir alemdir! Erkekler 10-20 gün arası yaşarken, dişi sivriler 100 güne kadar kazık kakabilirler! Daha da önemlisi sadece dişi sivrisinekler ısırır! Benimkine Nikita adını vermem hem kadın, hem bir nevi casus olmasından!
GEL ISIR KARDEŞİM
Anladığım kadarıyla Nikita, saatlerdir odada pusu kurmuş durumda. Ben kitap okurken, televizyona bakarken yanıma uğramadı bile. Sessizce bekledi. Ne zamanki yatağa girdim, ne zaman ki hafiften uyku haline geçmeye başladım, 'İiiııııııınnnnnn'! Gel, ısır, istediğin kadar kan em kardeşim! Hatta çoluğuna çocuğuna yetecek, komşularına, mahalledeki fakir fukaraya sevabına dağıtacak kadar! Ama sessiz yap şunu! Ama Nikita'ya eğitimde 'ne olursa olsun acımamayı' öğretmişler! Evde sprey sinek öldürücü olmadığını biliyorum. Benim tercihim sivrisinek kaçırıcı tabletlerdir. Kalkıp tablet aramaya başladım. Banyo, mutfak, ilaç dolabı, çamaşırlık, yok yok yok! Bir adet tablet için 500 dolara kadar verebilirim çünkü Nikita saldırganlaşmaya başlıyor. Savaş uçağı gibi tepemde!
ÇİRKİN SESİNİ DUYURDU
Derken en beklenmedik yerde, başucumdaki çekmecede bir adet buldum! Bir süre sımsıkı elimde tutup, sırıttım. Nikita için bir atom bombasıydı bu! Bu defa da tableti koyacak fişli alet arayışım başladı. Ama ne yazık ki geçen yazdan beri kullanılmayan sivrisinek kovucu, belki de uzun zaman ihmal edildiği için daha sivrisinekli bir bölgeye kaçmıştı herhalde, ortada yoktu! Çaktırmadan yattım. Etraf sakindi. On dakika sonra, tam ufaktan rüyalar alemine geçmeye başladım ki, Nikita çirkin yüzünü gösterdi! Daha doğrusu çirkin sesini duyurdu! Sivrisineklerin bir başka özelliği: Uykuya dalma anınızı adeta hissederler ve o anda harekete geçerler! Biz gelişmiş beyinlerimiz ve yüzyılların medeniyetiyle bir insanın uyuyup uyumadığını bile dürtmeden anlayamayız, onlar uyku evrelerini bile birbirinden ayırabilirler!
ATLAYIP DURUYORDUM
Araştırmalar, sivrisineklerin, ısıracakları kurbanı nasıl buldukları konusunda çok az şey ortaya çıkarabilmiş. Karbondioksite, ısıya ve ışığa doğru çekildikleri öğrenilmiş sadece. Bir de laktik asit, yani, egzersizden sonra vücutta ortaya çıkan, sizi yorgun hissettiren maddeyi de seviyorlarmış! Kurbanını yorgunken yakalıyor diyebiliriz yani! Sivrisinek kaçırıcı tableti elimde ısıtıp, yatağın başucuna koymayı denedim, olmadı. Fönle ısıtıp odanın içini tütsüledim, işe yaramadı! Sabah saat dörtte gerçek bir deli gibi elimde bir dergi, yataktan koltuğa, oradan yere atlayıp duruyordum! Ne yazık ki Nikita dergiyle öldürülmek için fazla çevikti! Yorgundum. Laktik asit salgılayıp duruyordum, bu da Nikita'nın iştahını iyice kabartıyordu zannederim! Artık ölmek üzere olan bir hayvanın etrafında uçan akbabalar gibi davranıyor, taciz uçuşları yapıyor, kulağımın hemen yanından kahkahalar atarak geçiyordu!
VE NİHAYET SÜZÜLEREK...
Saat beşe gelirken, gözlerim kan çanağı olsa da, az ilerideki saç spreyini gördüm! Komandoların doğada buldukları birçok şeyden silah yapabilmeleri gibi, ben de her şişeye, her kutuya böyle bakmaya başlamıştım! Hayvanlar Alemi'ne bunu yapmak istemezdim. Kimyasal silahlar her zaman en son çaredir! Saç spreyinin sivrisineklere, özellikle Nikita gibi eğitimli olanlara etki yaptığını kanıtlayan bir araştırma olmamış! Ama kendi araştırmalarıma göre yeterince güçlü bir sprey kanatlarını vücuduna yapıştırarak kurbanın uçmasını engelliyordu! Derin bir nefes alıp perdelere doğru Don Kişot dalışımı yaptım. Nikita'yla göz göze geldiğimiz an, en az onun kadar çevik, daha ayaklarım havadayken silahımı ateşledim! Sanki fonda 'Ateş Arabaları' filminin müziği çalıyordu! Nikita önce ağır çekim, kısa bir süre, paytak paytak uçtu. Sebastian marka, aynı zamanda parlak simli ve 'ekstra güçlü' saç spreyi kimyasal etkisini göstermeye başladıkça, kanatları kullanılmaz hale geldiği için süzülerek yere düştü...
NİKİTA HEP SEN KAZANAMAZSIN
Bir sivrisineğe göre oldukça büyük cüssesiyle, muhtemelen şaşkın, ancak yanar döner simli vücuduyla yerde yatmaya başladı... "Yaa Nikita" dedim, "Demek bunu eğitimde göstermediler"! Sonra yorgun, bol laktik asitli ama vakur bir ifadeyle silahımı aynanın önüne koydum ve yatağıma döndüm. Böyle sahnelerde her zaman olduğu gibi, son bir defa arkamı dönerken gülümsedim: "Her zaman sen kazanamazsın Nikita!" Yine de bana ait bir şeyler ölmüştü sanki. Belki güçlü, dişime göre, mert bir düşman olduğu için Nikita'yı kaybetmek, duygularımı sarsmıştı. Onu özleyecek miydim? Sabah beşi geçiyordu, benim uyumam en iyi ihtimalle beşbuçuğu bulacaktı. Dolayısıyla belki de ölen şey, ertesi günümdü! Bilmiyorum...
Sivrisinek, Don Kişot..

Yazılarının devamı gelirse, benim komaya gireceğim bir gerçek valla XD


ahahahhaaaaa xDDDDD
keşke koymasaydın ya xD bak kitabın bütüün büyüsü kaçtı şimdi =P
terörist sivrisinek xDDD bu yazısı en sevdiğim ve en çok güldüğüm yazılarından biridir xD
bir de komodo ejderi mi ne vardı =P ehehehheeee =DDD
(ama onu koyma sakın xDDDDD)
keşke koymasaydın ya xD bak kitabın bütüün büyüsü kaçtı şimdi =P
terörist sivrisinek xDDD bu yazısı en sevdiğim ve en çok güldüğüm yazılarından biridir xD
bir de komodo ejderi mi ne vardı =P ehehehheeee =DDD
(ama onu koyma sakın xDDDDD)
Yalnız’ın adı okunduğunda
Okulda ya da yaşamda
Kimse
“Burada”
deyemez.
Ama
Yok da...
Okulda ya da yaşamda
Kimse
“Burada”
deyemez.
Ama
Yok da...



komedi bir kitaptı.
iki kitap da çok güzeldi.
iki kitap da çok güzeldi.

1. sayfa (Toplam 2 sayfa) [ 21 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |