New York'ta Bir İngiliz-YENİ BÖLÜM-11 eklendi... Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, 5 |
Yazar
Mesaj
geçmişinden kaçamazsın o senin hep peşindedir Elizabeth.Ayrıca bu kadar çabuk teslim olacağını düşünmemiştim. Siz kadınlar yok musunuz siiz
he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.
Mutheşem bir bölümle karşımızdasın yine chopincim.Umarım devamı kısa sürede gelir.
Bana bir kelime söyle sonsuzluğa ulaşan.
Bana bir hikaye anlat asla unutulmayan.
Bana bir gökyüzü göster karanlıktan daha koyu olan.
Bana bir hayal ver zamanın kalbini kıskandıran.
Bölüm 10: Bir Düşes...bir Geçmiş
Leighton Masters, arabadaki koltuğuna yerleşmişti...Sabırla beklemişti, sabırla işlemişti...ve şimdi gerçekleri ortaya dökecek olmanın huzurunu yaşıyordu. Yıllardır çekilen acıların biteceğini bilmenin derin hazzı onu tarifsiz bir mutluluğa itiyordu...
Hep derin bir özlemle uzaktan bakmak zorunda bırakıldığı yeğeni...şimdi yuvasına geri dönecekti...
...
Nick, derin bir nefes daha aldı...
Hayatı boyunca kadınlar hep dizginleri onun ellerine bırakmıştı...
Ama şimdi Nick hayatının dizginlerini dahi bulamıyordu...
Elizabeth hayatına adım attığından beri usulca işlemişti Nick’i...hiç kimse farketmemişti...
Ağır ağır bağlandı Nick...onun ela gözlerine, koyu kumral buklelerine...
Vanilya kokusuna...
İnatçılığına...
Her şeyine...
Ondan kaçıyordu Elizabeth ama, Nick...kovalamaktan asla yorulmayacaktı...
...
Elizabeth inatla geriye giden adımlarına karşın pub’ın kapısına ulaşmıştı...Hem daha ne kadar kaçabilirdi ki? Kendini kapatıığı o güvenli kozada daha ne kadar saklanabilirdi ki? Hayat yeterince garipti, yeterince hırpalamıştı onu...Onca olandan sonra şimdi ona ağır adımlarla yaklaşan bir adam vardı...bu adam her şeye rağmen hep bir şekilde yanında durmuştu...bu adam belki de korkularını yenmesine yardımcı olucaktı...
Kapıya bir kez daha baktı Elizabeth, bir kapı hiç bu kadar ürkütücü gelmemişti ona daha önce...
Oysa kapılar ondan hep bir şeyler götürmüştü...
Önce Annesini...
Sonra... eşini...
Ve sonra ise kendi elleri ile kapıların ardına yolladığı babası...
-Daha ne kadar kapıya bakmayı düşünüyorsun?
-Nick! Sen ne zamandan beri buradasın?
-Senin kapı ile derin bir romantizm yaşadığını görecek kadardır buradayım...
-Ben de, şey, ben, seninle, işte öğle yemeği...
-Tanrı aşkına şu kapıyı aç da içeride konuşalım...
...
Pub öğle saatine rağmen tenha idi...Elizabeth ve Nick bir masada oturuyorlardı...aralarında sessizlik duruyordu...
-Evet, Elizabeth seni dinliyorum...
-Bak, Nick... gerçekten bence, yani senin için en iyisi-
-Oraya gitme bile...bunu daha öncede söyledim...benim için ne iyi olduğunu ben biliyorum...
-Vazgeçmeyeceksin değil mi?
-Hayır...
-Yani bak ben hayatıma birisini almaya pek hazır hissetmiyorum...yani...bunu nasıl söylesem bilemiyorum ama yani...
-Hala kendin hakkında hiç bir şey söylemek istemiyorsun...
-Bu kolay değil benim için Nick...
-Kolay Elizabeth...bunu zorlaştıran sensin...
-Neler yaşadığımı bilmiyorsun...
-EVET! BİLMİYORUM! ÇÜNKÜ ANLATMIYORSUN...
Elizabeth bir kez daha mantığına yenik düştü...hızla pub’dan çıktı...
Anlatmak...anlatabilmek...
Ne denli kolaydı söylemesi...
Oysa taşıdığı her şeyi ortaya dökebilememenin yükünü bir tek o biliyordu...
...
Andrew Nick’in yanına gitti...
-Gene ne oldu?
-Sen haklıydın...Elizabeth sevilmeyi bilmiyor...o bir tek yalnızlığı biliyor...Yoruldum Andrew...o bana gelmedikçe artık bu oyunda ben yokum...
-Nick, ona zaman tanımanı söyledim ama sen üstüne gittin, sürekli...defalarca...Elizabeth...bak o neler yaşadı; hiç birimiz bilmiyoruz ama o yıpranmış birisi...ve onu tamir etmek zor...
-Ona istediği kadar zaman! ARTIK BEN YOKUM!
...
Nick ofisinden içeri girdiğinde her şeyden vazgeçmiş haldeydi...Hayatın ona sunmasına alışmış olan bu adam şimdi inatçılığını kaybetmişti...
Hayatın yeniden kolay olmasını diliyordu...
Ve zaman her zamanki gibi taşlarını iki tarafından aleyhine oynuyordu...
Övülmeye aç Nick...kapıdan o tanıdık sesin girmesi ile irkildi...
Hayat yeniden onundu...
...
Elizabeth Central Park’da saatlerce dolaştıktan sonra kendini bir banka bıraktı....
Pişmanlık mı, yorgunluk mu...yoksa içini kemiren korku mu onu bu hale getirmişti bilmiyordu...
Peki bilmek istiyor muydu?
Gözlerini kapattı...bir anlığına da olsa...yeniden mutlu bir ana döndü...
2o yaşına yeni basmış Mark Stevens, Oxford’da bir kışı daha karşılıyordu...3 yıldır buradaydı; Tıp Fakültesin’de okuyordu...garip bir yerdi İngiltere...kapalı...uzak
Amerika’dan buraya taşındıklarından beri..ki sadece 5 yıl olmuştu, bu acaip yere alışamamıştı....ona bağlayan hiç bir şey hiç kimse olmamıştı...ta ki o Kasım gününe kadar...
Elizabeth amfiye doğru adımlarını hızlandırdı...Profesör Snape’in dersine geç kalmıştı...Aptal Charles ve aptal arkadaşları yüzünden hem de!
Oysa nöroloji onun en sevdiği dersti...
Kapıyı hızla itti..
-Profesör, ben çok özür dilerim...Ailevi-
-Ah, düşes hazretleri de teşrif ettiler demek!
Şimdi bütün bir amfi ona bakıyordu...
-Derse girebilir miyim?
-Bunu Mark’a sor, bugünkü sunum için oldukça çalışmış...ve sen sözünü kestin...
Elizabeth kahverengi gözlü oğlana döndü...
-Girebilir miyim?
-Elbette...prenses...
Elizabeth omzunda hissettiği bir el ile yeniden gerçeğe döndü...
Oldukça uzak bir zamana...
-Siz...
-Merhaba Elizabeth...
-Dayı?
...
hmm...
elizabeth mi fazla aci sularla yogurulmus bir hamur; yoksa nick mi her istedigini bagira cagira da olsa aldirmaya alismis bir cocuk.. bilemiyorum.. -.-
hem zaten..hayatin kime ne verdigini; kime elini uzatirken kimin elindekileri aldigini kim biliyor?..
elizabeth mi fazla aci sularla yogurulmus bir hamur; yoksa nick mi her istedigini bagira cagira da olsa aldirmaya alismis bir cocuk.. bilemiyorum.. -.-
hem zaten..hayatin kime ne verdigini; kime elini uzatirken kimin elindekileri aldigini kim biliyor?..
Spoiler:
Çok Yanlışım.
Snape kısmı yüzümde gülümseme oluşturdu yalan yok
Nick öküzün teki. Kusura bakma Ne yaptında vazgeçtin öyle Nick. Biz türkler deriz ki kızın peşinden koşmayan irkek irkek değildir kız evi naz evi.
Sunum yapan çocuk kocası eminim. İçim kaynadı birden
Nick öküzün teki. Kusura bakma Ne yaptında vazgeçtin öyle Nick. Biz türkler deriz ki kızın peşinden koşmayan irkek irkek değildir kız evi naz evi.
Sunum yapan çocuk kocası eminim. İçim kaynadı birden
he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.
Bölüm 11: İlahi Komedya
Işığa asla yürüme...
Işık seni aldatır...gözlerini karartır....
Işık seni cennete değil...
Araf’ın dibine yollayacaktır...
Elizabeth uğuldayan dünyaya gözlerini yumdu...
Sağında siren sesleri...
Solunda ise bağıran insanları bıraktı...
Belki de huzur bitiş demekti...
Belki de kaybettiklerine kavuşmanın rahatlığı idi onu korkulardan uzak tutan...
Ölüm, hiç bu kadar tatlı olmamıştı...
İki Hafta Önce
Elizabeth onca yıldır görmediği dayısı ile geçirdiği saatlerden sonra derinden derine sarsılmıştı...Bunca zamandır doğru bildikleri, ürktüğü...kaçtığı...bıraktıkları aslında bir yalandı...
Bir yalan uğruna kendini kurban etmişti...
Kendini hiç bu kadar yorgun...bu kadar asılsız hissetmemişti...
Artık sadece coğrafyasına değil...kendisine de yabancıydı...
Kimdi?
Bir düşes mi...bir doktor mu...
Kaybettiği eşinin ardından bakan bir dul mu...
Ya ailesi?
Ailesi diye bildikleri kimdi?
İçindeki öfke...nefret, yorgunluk...
Pişmanlık...
Hayatında ilk defa tek olmak istemiyordu...
Sığınacağı tek yeri vardı...
Andrew pub’ın kapısının sesini duyunca yavaşça başını çevirdi...saat sabaha karşı 2 idi...bu saatte kim gelebilirdi ki?
Elizabeth yorgun gözlerle Andrew’a baktı....
-Elizabeth, ne oldu?
-Boşver, kötü...kötü bir gündü...ben yalnız kalmak istemedim...ben eve gidemedim...ben..
Elizabeth saatlerdir kendini tutuyor olmanın acısını bir anda bıraktı...ağlıyordu. Üzgün müydü, kızgınlık mıydı ya da hissettikleri, ya da pişmandı belki de bilmiyordu ama artık yorulmuştu...tükenmişti. Daha fazla dayanmak istemiyordu, daha fazla kapatmak...konuşmamak istemiyordu...
Başka birisi olmayı istiyordu...
Hiç yaşamamış, hiç kaybetmemiş olmayı diliyordu...
Andrew Elizabeth’ sarıldı...sıkıca. Hiç bir işe yaramasa bile onu burada tutmaya yarardı bu, onu dışarıdan korurdu...
Ne olmuştu bilmiyordu...
Merakı ile karşısındakini daha da yaralamak istemiyordu.
Sustu ve sadece sarıldı...
-Ben değilmişim Andrew...onları ben...
...
Leighton New Jersey’deki evinde sessizce oturuyordu...Bugün yeğeninin hayatını alt üst etmişti, yıllardır kendini suçluluğa hapseden bir kadını gerçek ile tanıştırmıştı. Omuzlarındaki yük hafiflemişti...ama Elizabeth’i o halde görmüş olmak onu bitiriyordu. Yıllardır göremediği yeğeni ile ilk karşılaşmasında onu özenle yıkmıştı...Catherine’nin gidişinden beri Elizabeth’i hep uzaktan izlemişti...ona asla dokunmasına izin vermemişlerdi...kız kardeşinin ona emaneti aptal bir iktidar sevdasına kurban edilmişti...
Ama buraya kadardı...
Şimdi kazanan o olacaktı...
...
Nick onca olana rağmen uyuyamıyordu...Gözlerini yanında uyuyan Charlotte’a çevirdi...Vücut, ruh her şey bu kadına aitti...ama yüzü her daim Elizabeth idi...
Artık eskisi gibi olmanın imkansız olduğunu bir kez daha anlamıştı...
Vurdumduymazlığını bir ingilize kurban etmişti...Her şeyi ile Elizabeth’e aitti artık...
Ama ona asla ulaşamayacaktı...
...
Sabah’ın ilk ışıkları usulca Manhattan’ı aydınlatıyordu, Elizabeth Andrew’a her şeyi anlatmıştı...kim olduğunu...ailesini...kaybettiği kocasını...kaçtıklarını...ve şimdi yüzüne çarpılan gerçekleri...
Bunca zaman yakın olduğu Andrew, şimdi hiç tanımadığı bir kadın ile karşı karşıyaydı...
Oysa bundan bir kaç saat önce tek derdi Nick ve yeni kız arkadaşı Charlotte’du...
Şimdi ise Elizabeth ile tanışmış olmanın şaşkınlığı içerisindeydi....
-Taze kahve, bazen en az zaman kadar iyileştirir yaraları Elizabeth...
Elizabeth dumanı tutan bardağa baktı...
-Bendeki yaraların tamiri ancak son bulmam ile mümkün Andrew...Ben ne yapacağım şimdi? Bunca yıldır kabullenip kardeşim bildiğim...ne yapacağım ben?
Pub’ın tanıdık kapı gıcırtısı ile Elizabeth başını çevirdi...
-Andrew! Evde kahve kalmamıştı, Charlot-Elizabeth?
Elizabeth acı çekmenin uyuşturduğu ruhunun boşluğu ile sadece baktı Nick’e...
-Andrew, ben...eve gitmeliyim...
-Elbette Elizabeth ve merak etme...söyleyeceklerimin ihtimalini düşünme...
-Her şey için teşekkürler...
Nick Elizabeth’in gidişini izledi..
-Söylesene bu sefer hangi kalpsizliği yapmış?
-Nick...lütfen kapat çeneni...
...
Elizabeth havayı içine çekti...bir kaç dakikalığına yumdu gözlerini...
Mark, üniversitenin bahçesinde gözlerini kırpmadan izliyordu...
Bir kaç hafta önce derse geç kalan kızı...
Bütün kampüsün çekindiği kızı...
Aptalca gülümsüyordu...sebepsiz yere mutluydu...
Bir anda ayaklandı...
-Merhaba prenses!
-Bana şöyle demesen...gerçekten hiç hoşuma gitmiyor...
-Elbette ekselansları...
-Lütfen dedim ama!
-Tamam...Elizabeth idi değil mi?
-Sende Mark’sın, nöroloji de hayatımı kurtaran adam...
-Ne yaparsın...bende böyle kahramanlıklarla avunuyorum.
Elizabeth gülümsedi...
-O zaman benim kahramanımsın...
Gözlerini açtığında yine yalnızlığı ile karşılaştı...
Artık o yoktu...
...
Cambridge,İngiltere
-Efendim...her şeyi öğrenmiş...
-Yolunu buraya gelmeden kesin...ruhu o şehirde kalmalı...
-Elbette...efendim
...
Geçen iki hafta...dindirilemeyen acılar...Elizabeth’i boğuyordu....
Şimdi kaçarak geldiği bu yerden, bütün kaçtıklarına geri dönmeye hazırlanıyordu...
Onsuzlukla dolan o şehre yeniden adım atacaktı...
Onu koparanları bir kez daha görecekti...
Ama hiç bir şey gerçek kadar acıtmayacaktı onu...
Ölümlerin çevrelediği 30 yıllık hayatının yalanlarının sıkıntısı kadar kapatmayacaktı onu...
Bugün Nick’in doğumgünü idi...Aptalca hayaller kurmuştu...anlatacağına, deneyeceğine dair ama şimdi hayalleri değil gerçekleri idi yüzleştikleri...
Ellerinde tuttuğu kol düğmelerine baktı...
Her şeye rağmen bir hoşçakal’ı hak ediyordu...
Ama kelimeleri olanları anlatmaya yetmezdi...
Valizleri de onu izliyordu şimdi...
Boynu bükük geldiği bu şehirden...içinde öfke, korku ve pişmanlık ile ayrılıyordu...
Ulaşamayacağını düşündüğü bir başka yere...
Evi dediği o ülkeye gitmek üzere...
...
Gece bütün gücü ile karatıyordu Manhattan’ı; sanki bugün yaşanacaklarını bilircesine...inatla kararıyordu hava...
Andrew Charlotte ve Nick izliyordu saatlerdir...bir kaç dilim pasta, bolca içki...yetmişti Nick’i kandırmaya...kendini mutlu zannetmesine yol açmaya...oysa bilmiyordu bugün neleri kaybedeceğini...
Elizabeth Pub’a girdi...Andrew ile göz göze geldiler...
-Elizabeth...
-Andrew...nasılsın?
-Havadan sudan mı konuşacaksın?
-Kendimi avutuyorum işte...bir şekilde...3 saat sonra gidiyorum...Vedalaşmaya geldim...
-Veda mı! Asla! Geri geleceksin...
-Geleceğim...
Elizabeth’in gözleri sarmaş dolaş olan Nick ve Charlotte’a döndü...Nick ile göz göze geldiler...
Cebinden iki zarf ve kırmızı bir kutu çıkardı..
-Bu kutu Nick için...doğumgününü benim için kutla...bunlar da...eğer dönemezsem, bu ana kadar yanımda olan ikiniz için...en azından gerçekleri bu şekilde anlatabilirim ona...
Andrew derin bir nefes aldı...
Elizabeth bir kez daha baktı Andrew’a, veda ediyordu belliydi...
‘Elveda’...
Nick Elizabeth’in gitmesi ile adımlarını bar’a yönlendirdi.
-Ne için gelmiş?
-Elizabeth Londra’ya dönüyor Nick...bu senin için, doğumgününü kutlamamı rica etti...
Bu anda zaman onların karşısına hiç de görmek istemedikleri o sapağı çıkardı...
Bir fren sesi ile irkildi Nick ve Andrew...
İnsanların çığlıkları ile kendilerini dışarıya attılar, ama hayat öylesine acımasızdı ki...onları en beklemedikleri anda vurmuştu...
‘Lütfen biri ambulans çağırsın’
‘Nefes alıyor mu?’
Nick’in elindeki kırmızı kutu yere düştü...
Gözleri ise öylece kala kaldı...
Caddenin ortasında, kanlar içinde yatan Elizabeth’den başkası değildi...
Işığa asla yürüme...
Işık seni aldatır...gözlerini karartır....
Işık seni cennete değil...
Araf’ın dibine yollayacaktır...
Elizabeth uğuldayan dünyaya gözlerini yumdu...
Sağında siren sesleri...
Solunda ise bağıran insanları bıraktı...
Belki de huzur bitiş demekti...
Belki de kaybettiklerine kavuşmanın rahatlığı idi onu korkulardan uzak tutan...
Ölüm, hiç bu kadar tatlı olmamıştı...
İki Hafta Önce
Elizabeth onca yıldır görmediği dayısı ile geçirdiği saatlerden sonra derinden derine sarsılmıştı...Bunca zamandır doğru bildikleri, ürktüğü...kaçtığı...bıraktıkları aslında bir yalandı...
Bir yalan uğruna kendini kurban etmişti...
Kendini hiç bu kadar yorgun...bu kadar asılsız hissetmemişti...
Artık sadece coğrafyasına değil...kendisine de yabancıydı...
Kimdi?
Bir düşes mi...bir doktor mu...
Kaybettiği eşinin ardından bakan bir dul mu...
Ya ailesi?
Ailesi diye bildikleri kimdi?
İçindeki öfke...nefret, yorgunluk...
Pişmanlık...
Hayatında ilk defa tek olmak istemiyordu...
Sığınacağı tek yeri vardı...
Andrew pub’ın kapısının sesini duyunca yavaşça başını çevirdi...saat sabaha karşı 2 idi...bu saatte kim gelebilirdi ki?
Elizabeth yorgun gözlerle Andrew’a baktı....
-Elizabeth, ne oldu?
-Boşver, kötü...kötü bir gündü...ben yalnız kalmak istemedim...ben eve gidemedim...ben..
Elizabeth saatlerdir kendini tutuyor olmanın acısını bir anda bıraktı...ağlıyordu. Üzgün müydü, kızgınlık mıydı ya da hissettikleri, ya da pişmandı belki de bilmiyordu ama artık yorulmuştu...tükenmişti. Daha fazla dayanmak istemiyordu, daha fazla kapatmak...konuşmamak istemiyordu...
Başka birisi olmayı istiyordu...
Hiç yaşamamış, hiç kaybetmemiş olmayı diliyordu...
Andrew Elizabeth’ sarıldı...sıkıca. Hiç bir işe yaramasa bile onu burada tutmaya yarardı bu, onu dışarıdan korurdu...
Ne olmuştu bilmiyordu...
Merakı ile karşısındakini daha da yaralamak istemiyordu.
Sustu ve sadece sarıldı...
-Ben değilmişim Andrew...onları ben...
...
Leighton New Jersey’deki evinde sessizce oturuyordu...Bugün yeğeninin hayatını alt üst etmişti, yıllardır kendini suçluluğa hapseden bir kadını gerçek ile tanıştırmıştı. Omuzlarındaki yük hafiflemişti...ama Elizabeth’i o halde görmüş olmak onu bitiriyordu. Yıllardır göremediği yeğeni ile ilk karşılaşmasında onu özenle yıkmıştı...Catherine’nin gidişinden beri Elizabeth’i hep uzaktan izlemişti...ona asla dokunmasına izin vermemişlerdi...kız kardeşinin ona emaneti aptal bir iktidar sevdasına kurban edilmişti...
Ama buraya kadardı...
Şimdi kazanan o olacaktı...
...
Nick onca olana rağmen uyuyamıyordu...Gözlerini yanında uyuyan Charlotte’a çevirdi...Vücut, ruh her şey bu kadına aitti...ama yüzü her daim Elizabeth idi...
Artık eskisi gibi olmanın imkansız olduğunu bir kez daha anlamıştı...
Vurdumduymazlığını bir ingilize kurban etmişti...Her şeyi ile Elizabeth’e aitti artık...
Ama ona asla ulaşamayacaktı...
...
Sabah’ın ilk ışıkları usulca Manhattan’ı aydınlatıyordu, Elizabeth Andrew’a her şeyi anlatmıştı...kim olduğunu...ailesini...kaybettiği kocasını...kaçtıklarını...ve şimdi yüzüne çarpılan gerçekleri...
Bunca zaman yakın olduğu Andrew, şimdi hiç tanımadığı bir kadın ile karşı karşıyaydı...
Oysa bundan bir kaç saat önce tek derdi Nick ve yeni kız arkadaşı Charlotte’du...
Şimdi ise Elizabeth ile tanışmış olmanın şaşkınlığı içerisindeydi....
-Taze kahve, bazen en az zaman kadar iyileştirir yaraları Elizabeth...
Elizabeth dumanı tutan bardağa baktı...
-Bendeki yaraların tamiri ancak son bulmam ile mümkün Andrew...Ben ne yapacağım şimdi? Bunca yıldır kabullenip kardeşim bildiğim...ne yapacağım ben?
Pub’ın tanıdık kapı gıcırtısı ile Elizabeth başını çevirdi...
-Andrew! Evde kahve kalmamıştı, Charlot-Elizabeth?
Elizabeth acı çekmenin uyuşturduğu ruhunun boşluğu ile sadece baktı Nick’e...
-Andrew, ben...eve gitmeliyim...
-Elbette Elizabeth ve merak etme...söyleyeceklerimin ihtimalini düşünme...
-Her şey için teşekkürler...
Nick Elizabeth’in gidişini izledi..
-Söylesene bu sefer hangi kalpsizliği yapmış?
-Nick...lütfen kapat çeneni...
...
Elizabeth havayı içine çekti...bir kaç dakikalığına yumdu gözlerini...
Mark, üniversitenin bahçesinde gözlerini kırpmadan izliyordu...
Bir kaç hafta önce derse geç kalan kızı...
Bütün kampüsün çekindiği kızı...
Aptalca gülümsüyordu...sebepsiz yere mutluydu...
Bir anda ayaklandı...
-Merhaba prenses!
-Bana şöyle demesen...gerçekten hiç hoşuma gitmiyor...
-Elbette ekselansları...
-Lütfen dedim ama!
-Tamam...Elizabeth idi değil mi?
-Sende Mark’sın, nöroloji de hayatımı kurtaran adam...
-Ne yaparsın...bende böyle kahramanlıklarla avunuyorum.
Elizabeth gülümsedi...
-O zaman benim kahramanımsın...
Gözlerini açtığında yine yalnızlığı ile karşılaştı...
Artık o yoktu...
...
Cambridge,İngiltere
-Efendim...her şeyi öğrenmiş...
-Yolunu buraya gelmeden kesin...ruhu o şehirde kalmalı...
-Elbette...efendim
...
Geçen iki hafta...dindirilemeyen acılar...Elizabeth’i boğuyordu....
Şimdi kaçarak geldiği bu yerden, bütün kaçtıklarına geri dönmeye hazırlanıyordu...
Onsuzlukla dolan o şehre yeniden adım atacaktı...
Onu koparanları bir kez daha görecekti...
Ama hiç bir şey gerçek kadar acıtmayacaktı onu...
Ölümlerin çevrelediği 30 yıllık hayatının yalanlarının sıkıntısı kadar kapatmayacaktı onu...
Bugün Nick’in doğumgünü idi...Aptalca hayaller kurmuştu...anlatacağına, deneyeceğine dair ama şimdi hayalleri değil gerçekleri idi yüzleştikleri...
Ellerinde tuttuğu kol düğmelerine baktı...
Her şeye rağmen bir hoşçakal’ı hak ediyordu...
Ama kelimeleri olanları anlatmaya yetmezdi...
Valizleri de onu izliyordu şimdi...
Boynu bükük geldiği bu şehirden...içinde öfke, korku ve pişmanlık ile ayrılıyordu...
Ulaşamayacağını düşündüğü bir başka yere...
Evi dediği o ülkeye gitmek üzere...
...
Gece bütün gücü ile karatıyordu Manhattan’ı; sanki bugün yaşanacaklarını bilircesine...inatla kararıyordu hava...
Andrew Charlotte ve Nick izliyordu saatlerdir...bir kaç dilim pasta, bolca içki...yetmişti Nick’i kandırmaya...kendini mutlu zannetmesine yol açmaya...oysa bilmiyordu bugün neleri kaybedeceğini...
Elizabeth Pub’a girdi...Andrew ile göz göze geldiler...
-Elizabeth...
-Andrew...nasılsın?
-Havadan sudan mı konuşacaksın?
-Kendimi avutuyorum işte...bir şekilde...3 saat sonra gidiyorum...Vedalaşmaya geldim...
-Veda mı! Asla! Geri geleceksin...
-Geleceğim...
Elizabeth’in gözleri sarmaş dolaş olan Nick ve Charlotte’a döndü...Nick ile göz göze geldiler...
Cebinden iki zarf ve kırmızı bir kutu çıkardı..
-Bu kutu Nick için...doğumgününü benim için kutla...bunlar da...eğer dönemezsem, bu ana kadar yanımda olan ikiniz için...en azından gerçekleri bu şekilde anlatabilirim ona...
Andrew derin bir nefes aldı...
Elizabeth bir kez daha baktı Andrew’a, veda ediyordu belliydi...
‘Elveda’...
Nick Elizabeth’in gitmesi ile adımlarını bar’a yönlendirdi.
-Ne için gelmiş?
-Elizabeth Londra’ya dönüyor Nick...bu senin için, doğumgününü kutlamamı rica etti...
Bu anda zaman onların karşısına hiç de görmek istemedikleri o sapağı çıkardı...
Bir fren sesi ile irkildi Nick ve Andrew...
İnsanların çığlıkları ile kendilerini dışarıya attılar, ama hayat öylesine acımasızdı ki...onları en beklemedikleri anda vurmuştu...
‘Lütfen biri ambulans çağırsın’
‘Nefes alıyor mu?’
Nick’in elindeki kırmızı kutu yere düştü...
Gözleri ise öylece kala kaldı...
Caddenin ortasında, kanlar içinde yatan Elizabeth’den başkası değildi...
5. sayfa (Toplam 5 sayfa) [ 72 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |