~Siyah Gül~ Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3, 4, 5, 6, Sonraki |
Yazar
Mesaj
kelimelerle büyülemek. evet doğru kelimeler bu olur cidden katılıyorum hp-chan
harikaydı tek kelimeleyle.. sen doğuştan bir yazarsın ırmak kaderini kabullen (hahah ne ironik
)
kesinlikle dörtbinondokuz gözle bekliyorum *-*

harikaydı tek kelimeleyle.. sen doğuştan bir yazarsın ırmak kaderini kabullen (hahah ne ironik

kesinlikle dörtbinondokuz gözle bekliyorum *-*

imza için vinvin'e, ikon için de michiru-chan'a teşekkürleer <3

hey o benim sözüm
ırmak hanım muhteşem perilerinizle bekleniyorsunuz
yeni bölüm
istiyorum
yeni bölüm
istiyorum 

ırmak hanım muhteşem perilerinizle bekleniyorsunuz

yeni bölüm




""Prometheus was punished by the gods for giving the gift of knowledge to man. He was cast into the bowels of the Earth and pecked by birds."" -Oracle Turret
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual


Hain. Pearl. Yeni bir karakter
İhaneti neydi acaba?
Özellikle bir kitap olarak yayınlatırsan elden bırakılamayanlardan biri olur. Çünkü iç içe geçmiş olaylar zinciri devamlı okumayla anlaşılabiliyor. Bu açıdan çok güzel
Devamını bekliyorum

Özellikle bir kitap olarak yayınlatırsan elden bırakılamayanlardan biri olur. Çünkü iç içe geçmiş olaylar zinciri devamlı okumayla anlaşılabiliyor. Bu açıdan çok güzel

Devamını bekliyorum


*rol tanrısı*~Aslıı^m.

Spoiler:


“Karanlık acımasızdır.”
Pearl, Augias’ı kiraz ağaçlarına bakan geniş pencerenin önünde buldu. Sarı saçları pencereden içeri esen ılık rüzgârla dalgalanıyordu. Zümrüt yeşili gözleri düşünceli bir şekilde göz kapaklarının altında hareket ediyordu. Geniş elmacık kemikleri, hafif bronz teni ve uzun boyuyla bu yakışıklı kral Pearl’ün kalbini fethetmişti.
Hoş bir kraldı. Halkına iyi davranırdı. Ama zayıf biriydi. Kendi başına verdiği son karar kız kardeşinin ölümüyle sonuçlanınca her şeyden vazgeçip başkalarının kararlarına katılmayı benimsemişti.
Seçilmiş olan o değildi aslında. Augias daima biraz saf ve başına buyruk biri olmuştu. Fakat kız kardeşinin tahta geçmesi için önce evlenmesi gerekiyordu ki kız çok küçük olduğu ve inatçı biri olduğu için önce Augias’ı tahta geçirmişlerdi. Prenses ölmeseydi şimdi Augias’ın kral olma gibi bir şansı olmazdı.
Annesi Eleanor hala hayattaydı. Babası Daslish öldükten sonra Eleanor inzivaya çekilip ortadan kayboldu fakat herkes biliyordu ki o hala ülkeyi yönetiyordu. Ortada gözükmese bile…
Eski kraliçelerden biri baş kaldırıp Işık Kralı’nı öldürene kadar kraliçeler yönetimde olabilecek en yetkili biçimde aktifti. Ancak o olay meydana gelip bir kral ölünce kraliçeler yeraltına çekildi. Şimdi, Karanlık bizzat bir kraliçe tarafından yönetilirken Işık, kral tarafından yönetiliyor. Kimsenin buna bir itirazı yoktu ama Karanlık altın çağını yaşarken, Işık güçlü bir kral görmeyeli uzun zaman olmuştu…
Pearl, Kral Augias’ın yanına yaklaşıp birkaç adım ötede durdu. Tek dizinin üzerine çöküp bekledi; “Kralım.”
“Ayağa kalkabilirsin, Pearl.” Augias, Pearl’e bakmadı. Pearl içinde alev alan öfkeyi hissetti.
“Kralım, size borcumu ödemek için birini buldum,” dedi Pearl. Sesinin kontrollü olabilmesi için çaba harcamıyordu. Uzun bir süre sonra ses konusunda nihayet ustalaşmıştı. Ancak Elena’yı hatırlamak canını sıkmıştı. Kızın güzelliği ve her şeyden önce gücü zihninde yeni yakılan bir saman alevi gibi parladı. Kızın elini tuttuğunda, kendi elini yakan o gücü anımsamak canını sıkmıştı.
Augias, borcuna karşılık alacağını duyunca hareketsizliğinden sıyrıldı. “Kim?”
“Elena adında tuhaf bir kız,” dedi Pearl. “Batı sınırı yakınında, Karanlık’ın arazisinde buldum onu.” Augias ismi duyunca irkildi. Elena… Ölü sayılan kardeşinin adıyla aynı isimde bir kız. Aslında Elena ölü değildi. Augias bunu içten içe hissediyordu. Ama ondan başka kimse onun yaşadığına inanmak istemiyordu. Bir yerde etrafta Elena’nın olmamasını seviyorlardı. Kibar bir kızdı aslında. Fakat konuşmayı sevmeyen bir yapısı vardı, konsey onu güçsüz bulurdu. Elena kolay yönetilebilen biri olarak görülürdü her zaman. Onun kraliçe olmasını istemişlerdi. Kaçana kadar herkes onu Zavallı-Küçük-Prenses olarak tanımıştı. Şimdi ise Kayıp Prenses Elena idi…
“Elena nasıl biriydi?” diye sordu, gereğinden daha fazla ilgili bir şekilde. Pearl rahatsız olmuştu. Bu korkak küçük, kızın onun yerini almasına izin veremezdi.
“Korkmuş biri. Zavallı, diyebileceğimiz türden.”
“Hayır! Görünüşünü soruyorum!” Pearl gözlerini devirdi.
“Neden merak ediyorsun ki?” Augias hızla Pearl’ü omuzlarından tutup sarstı.
“Söyle, dedim, Pearl!”
“Mavi gözlü, beyaz tenliydi,” diye sıraladı bir çırpıda Pearl. Augias canını acıtıyordu. “Uzun siyah saçları vardı.” Augias’ın gözleri iri iri açıldı. Pearl’den uzaklaşıp pencerenin kenarına yaslandı. Kayıp Prenses’i bulmuştu.
***
Sesler peşini bırakmıyordu. Başı zonkluyor, dünya etrafında fırıl fırıl dönüyordu. Kulübesine zor ulaşmış, geniş yatağına yığılırcasına uzanmıştı. Bir şeyler uzunca bir süredir ters gidiyordu ve bunu Pearl’ün elini tutana kadar fark etmemişti. Kaç aydır bu kulübede saklanıyordu? Daha da önemlisi geçmişini hatırlamıyordu? Tam o anda yaptığı bir keşif Lynnette’in dehşetle titremesine sebep oldu. Sadece Işık’taki yaşantısı değil, Karanlık’taki yaşantısının büyük bir kısmı da silinip gitmişti. Öylece. O farkına bile varmadan…
***
“Krallığımın en güçlü büyücüsü, Elafran,” diye selamladı Friella, yaşlı adamı. Kıvrımlı hatlarını saran krem rengi elbisesini hışırdatarak hafif bir reverans yaptı.
“Kraliçem,” dedi Elafran saygıyla. Yerlere kadar eğildi. Buğulu açık mavi gözleri, beyaz saçları, geniş cüppesi ve kemikli, zayıf vücuduyla yolda görseniz korkacağınız türden biriydi. Friella ondan pek hoşlanmazdı ama şu an Krallık da Lynnette’in gücünü zayıflatabilecek biri varsa o da Elafran’dı.
“Hafıza büyün nasıl gidiyor, Elafran?” diye sordu Friella.
“Mükemmel, leydim. Kızın bütün anılarına ulaştım. Hepsini siliyorum. Anıları olmayan birinin gücü de olmaz.” Elafran hafifçe gülümsedi. “Ondan çektiğim gücü de size aktarıyorum.”
“Ah evet, gücümün arttığını hissediyorum. Başarısız olmayacaksın, değil mi?”
“Kız anılarının yok olduğunu fark etmediği sürece asla, leydim.”
“Fark ederse?”
Elafran başını eğdi. Ellerini birbirine kenetledi. “Ben onun bütün gücünü çekemeden fark ederse, leydim, korkarım ki beni bloke etmesi çok olası,” Elafran derin bir nefes aldı. Bir an sözlerine devam edecekmiş gibi göründü sonra vazgeçip sustu.
“Ama?” diye bastırdı Friella.
“Eğer beni fark ederse, hem gücü ona geri döner, hem de ondan çaldığımız anıları…”
Friella’nın gözleri irileşti. Elafran bile bu kızı alt edebileceğinden emin değilse, sanırım her şey tam anlamıyla bitmiş demekti. Kızın anılarını çalmaları onlara hiçbir yarar sağlamayacaktı. Fark ettiği anda kontrolü tekrar eline alabilirdi ve bu kez tahta geçene kadar durmayacaktı. Büyüyen bir fırtına bulutu gibi bu gerçek artık saklanamazdı.

Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): sailor chibi chibi moon
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): sailor chibi chibi moon
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): sailor chibi chibi moon
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): sailor chibi chibi moon
Gecikme için özür dilerim ama baya uğraştım bölüme. Olaylı oldu biraz ya Edebiyatçı şevkimi kırdı falan filan işte anca bu bölüm çıktı yeni :/
Tekrar özür diliyorum ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum..
Bölüm 9
“Karanlık asla unutmaz.”
Gözlerini açtığında ter içindeydi. Başı hala ağrıyordu ama artık tuhaf sesleri duymuyordu.
Hayır, diye düşündü. Onlar tuhaf sesler değil. Çalınan geçmişim…
Sessizce olduğu yerde doğruldu. Hala bulanıktı, kuma yazılmış yazı gibi rüzgâr dağıtmıştı sanki. Ama oradaydılar. Yaşadığı bütün anılar, elinden alınan tüm geçmişi…
Peki, onlara ulaşmak istiyor muydu? Elini saçlarının arasına geçirdi. Kulübenin içindeki sıcak hava daha da terlemesine neden oluyordu. İstemsizce göz pınarlarından bir damla süzüldü. Çizdiği yol hiç bitmeyecekmiş gibi adeta kalbine kadar indi. Gölgeler okşuyordu kalbini. Sessizdi. Artık Arianna bile konuşmuyordu. Bir anda kendinde bulduğu bir güçle ayağa kalktı. Geçmiş ile ilgili aradığı bir cevap varsa bunu ona Arianna vermezdi. Cevaplara sahip biri varsa bu kişi Violet idi.
“Geçmiş beni terk etse bile, gelecek daima benimle,” diye mırıldandı. Gölgeler titreyerek tekrar kollarına sürtündü. Sessizce yürüyerek kulübesinden çıktı. Çağlayan’dan kulaklarına ulaşan gür su sesi ilk kez onu yatıştırmaya yetmiyordu. Karanlığı kontrol edemiyor muydu sanki? Neden hiçbir şey yapmadan duruyordu acaba? Kontrol edebilirdi. Karanlık onundu. Ama bir şey yapmasını engelliyordu. Karanlık’a geçtiğinden beri ilk kez bu kadar zayıf hissediyordu. Ama güç oradaydı. Ona ulaşmak için çabalıyordu. Sadece… Etrafı çevrelenmiş küçük bir odaya kıstırılmıştı. Ona ulaşmak istese, bütün duvarları yıkabilirdi aslında. Tek sorun bu kez istediği cevapları ona verebilecek şey damarlarında akan siyah kan değildi. Unuttuğu şeyleri geri istiyordu. Ve onları ona verebilecek şey güç değil bir parça sükûnetti.
Çağlayan hafif ışık saçan gümüş suyuyla önünde belirene kadar nereye gittiğine dikkat etmedi.
Çağlayan’ın kıyısına gidip yavaşça diz çöktü. Bir elini suya daldırıp, serin suyun kalbine kadar huzur verdiğini hissetti.
“Violet?” diye sordu serin suya. Cevap zihninde gölgeleri uzaklaştırarak çağladı.
Kayıp Gölge… Uzun zamandır seni bekliyordum…
“Ne kadar uzun zamandır?”
Çok… Gerçekten çok uzun zamandır bekliyorum.
“Violet, geçmişi olmayan birinin geleceği olabilir mi?” diye sordu çaresizce. Violet’i en son ne zaman ziyaret ettiğini bile hatırlamıyordu!
Nereye gidersen git, üç şey peşini bırakmaz. Gölgen, acıların ve geçmişin… Kaderin ise seni zaten orada beklemektedir.
“Kendi geçmişimi bile bilmiyorken, nereye gideceğimi nereden bilebilirim ki?”
Kimse senden bir şey çalmadı.
“O halde neden hiçbir şey hatırlamıyorum!?”
Karanlık, kanımdan var olurken her şey değişti. Burası Işık değil, Gölge. Burayı yaratırken altı öğreti bıraktım geriye. Her biri Karanlık’ın başka yerlerinde. Çağlayan, Saray, Gül Bahçeleri, Kutup Yıldızı, Orman, Gümüş Yol… Hepsini biliyorsun. Yalnızca hatırlamıyorsun; Karanlık asla unutmaz. Karanlık onurludur. Karanlık boyun eğmez. Karanlık siyah bir elmastır, parlar. Karanlık bilgedir, geçmişinden güç alır, topraklarına kök salıp tutunur. Karanlık görünmezdir, onu görebilmek için cesaret gerekir.
“Bildiğin ve düşündüğün tek şey bu!” diye haykırdı Lynnette. “Karanlık, karanlık ve yine karanlık! Ben geçmişimi istiyorum!” Lynnette ani bir hareketle doğrulup su ile temasını kesti. Violet ise şaşkındı. Bu kızda anlayamadığı bir güç vardı. Kendi kızından, kendinden daha değişik biriydi. Karanlık öğretiler kanına işlemişti ama o ışığın kızıydı. Her şeyin siyah ve beyazdan ibaret olduğu bir dünyada gri olamazdınız. Kız buraya aitti ve geçmişini öğrenmesi kim olduğu gerçeğini değiştirmeyecekti. Violet tekrar sessizliğe gömülüp kızın tekrar geleceği zamanı gözlemeye döndü. Son birkaç yüzyıldır yaptığı tek iş onun gelişini gözlemekti zaten.
***
Pearl, sınır boyunca yürüdü. Augias’ın neden öyle davrandığını bilmiyordu ama kalbinin derinliklerinde Elena için endişe duyuyordu. O kadar güçsüz ve o kadar kaybolmuştu ki, Pearl ona yardım etmek istiyordu.
Uzaklardan hafif adımlarının sesini duyunca Pearl kulak kesildi. Elena’nın tüy kadar yumuşak ayak sesi gibi değildi. Gelen kişi daha güçlü, daha kendinden emindi. Asteria, diye tahminde bulundu Pearl. Kovulmuş zavallı şövalye.
“Hıh!” dedi sessizce. Küçük şövalye çok işlevliydi ama aptalın tekiydi.
“Büyücü?” diye mırıldandı boşluğa karşı Asteria. Terk edildikten sonra rastlamıştı Büyücü’ye. Onu anlamış ve ona kol kanat germişti. Aralarındaki yegâne anlaşmazlık Asteria ona yeminini sunmak istediğinde, Büyücü onun yeminini ancak Işık’a geçerse kabul edebileceğini söylemişti. Asteria, her ne kadar terk edilmiş bir şövalye olsa da sadık biriydi. Karanlık’tan ayrılmayacaktı.
Pearl şu an ortaya çıkıp onunla uğraşmak istemiyordu bu yüzden karanlığa sığınıp Asteria’nın gözlerinden sakındı. Ona yakın durmasının tek sebebi bir zamanlar ona ihtiyacı olmasıydı. Şimdi ise ikinci bir ihtiyaca kadar rafa kaldırmıştı.
Asteria bir süre daha bekledi. Büyücü’nün nerede olduğundan emin değildi. O yüzden dönüp ormandan çıktı. O’nu o an hissetti. Onu kovan kadına ne kadar çok benziyordu etrafa yaydığı enerji… Sadece o kadınınkinden daha gerçek daha yumuşak bir enerjisi vardı. Daha güçlü. Bir insanın gölgesi gibi o enerjiye doğru çekildiğini hissediyordu. Adımları otomatik olarak ona yöneldi. Sessizce ona doğru yürüdü. Saçları uzun ve siyahtı. Uzun ve ince silueti uzaktan bile göz kamaştırıyordu. Asteria, sessizce takip etmeye devam etti. Dümdüz ormanın içinde yürüyordu. Kısa bir süre sonra, güzel kızın siyah silueti, Asteria’nın o çok iyi tanıdığı sıska, uzun boylu ince yapılı başka bir gölgeye yaklaştı.
“Büyücü?” diye kıpırdadı dudakları. Ne bir ses ne bir nefes vermeden, Büyücü’nün ne yaptığını merak ederek heybetli bir meşe ağacının gölgesine sığındı.
Konuşmaları duyabiliyordu. Ama dikkat etmedi. Bütün dikkati, siyah siluetin üstündeydi. Asteria her zaman bilirdi ki, geriye gölge düşürendi Işık, kara gecenin siyahlığında olmazdı gölge. Karanlık insanlarının gölgesi olmaz diye bilirdi. Oysa karşısındaki kız Karanlık’ın gölgesiydi. Şahlanıp her şeyi yok edecek kadar güçlüydü. Ama kırgın ve korkmuştu. Eksik gibiydi.
O sırada Asteria’nın kulaklarına ulaşan Büyücü’nün güçlü sesi, donup kalmasına yol açtı.
“Değerli’m benim… Sizi Karanlık’ın içinden çekip çıkaracağıma, size kol kanat gereceğime, size daima yardımcı olacağıma söz veriyorum. Sizin gözünüz kulağınız olacak ve sizi oluşabilecek her türlü tehlikeden koruyacağım. Sesinize daima yanıt verecek, daima sizin yanınızda olacağım. Kutsamanız altına gitmek istiyorum…”
Fakat hepsinden öte Asteria’yı en çok şaşırtan, Gölge’nin verdiği cevap oldu.
“Kutsamam, güçlerim ve kalmışsa içimdeki tüm ışığım senindir.”
Tekrar özür diliyorum ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum..
Bölüm 9
“Karanlık asla unutmaz.”
Gözlerini açtığında ter içindeydi. Başı hala ağrıyordu ama artık tuhaf sesleri duymuyordu.
Hayır, diye düşündü. Onlar tuhaf sesler değil. Çalınan geçmişim…
Sessizce olduğu yerde doğruldu. Hala bulanıktı, kuma yazılmış yazı gibi rüzgâr dağıtmıştı sanki. Ama oradaydılar. Yaşadığı bütün anılar, elinden alınan tüm geçmişi…
Peki, onlara ulaşmak istiyor muydu? Elini saçlarının arasına geçirdi. Kulübenin içindeki sıcak hava daha da terlemesine neden oluyordu. İstemsizce göz pınarlarından bir damla süzüldü. Çizdiği yol hiç bitmeyecekmiş gibi adeta kalbine kadar indi. Gölgeler okşuyordu kalbini. Sessizdi. Artık Arianna bile konuşmuyordu. Bir anda kendinde bulduğu bir güçle ayağa kalktı. Geçmiş ile ilgili aradığı bir cevap varsa bunu ona Arianna vermezdi. Cevaplara sahip biri varsa bu kişi Violet idi.
“Geçmiş beni terk etse bile, gelecek daima benimle,” diye mırıldandı. Gölgeler titreyerek tekrar kollarına sürtündü. Sessizce yürüyerek kulübesinden çıktı. Çağlayan’dan kulaklarına ulaşan gür su sesi ilk kez onu yatıştırmaya yetmiyordu. Karanlığı kontrol edemiyor muydu sanki? Neden hiçbir şey yapmadan duruyordu acaba? Kontrol edebilirdi. Karanlık onundu. Ama bir şey yapmasını engelliyordu. Karanlık’a geçtiğinden beri ilk kez bu kadar zayıf hissediyordu. Ama güç oradaydı. Ona ulaşmak için çabalıyordu. Sadece… Etrafı çevrelenmiş küçük bir odaya kıstırılmıştı. Ona ulaşmak istese, bütün duvarları yıkabilirdi aslında. Tek sorun bu kez istediği cevapları ona verebilecek şey damarlarında akan siyah kan değildi. Unuttuğu şeyleri geri istiyordu. Ve onları ona verebilecek şey güç değil bir parça sükûnetti.
Çağlayan hafif ışık saçan gümüş suyuyla önünde belirene kadar nereye gittiğine dikkat etmedi.
Çağlayan’ın kıyısına gidip yavaşça diz çöktü. Bir elini suya daldırıp, serin suyun kalbine kadar huzur verdiğini hissetti.
“Violet?” diye sordu serin suya. Cevap zihninde gölgeleri uzaklaştırarak çağladı.
Kayıp Gölge… Uzun zamandır seni bekliyordum…
“Ne kadar uzun zamandır?”
Çok… Gerçekten çok uzun zamandır bekliyorum.
“Violet, geçmişi olmayan birinin geleceği olabilir mi?” diye sordu çaresizce. Violet’i en son ne zaman ziyaret ettiğini bile hatırlamıyordu!
Nereye gidersen git, üç şey peşini bırakmaz. Gölgen, acıların ve geçmişin… Kaderin ise seni zaten orada beklemektedir.
“Kendi geçmişimi bile bilmiyorken, nereye gideceğimi nereden bilebilirim ki?”
Kimse senden bir şey çalmadı.
“O halde neden hiçbir şey hatırlamıyorum!?”
Karanlık, kanımdan var olurken her şey değişti. Burası Işık değil, Gölge. Burayı yaratırken altı öğreti bıraktım geriye. Her biri Karanlık’ın başka yerlerinde. Çağlayan, Saray, Gül Bahçeleri, Kutup Yıldızı, Orman, Gümüş Yol… Hepsini biliyorsun. Yalnızca hatırlamıyorsun; Karanlık asla unutmaz. Karanlık onurludur. Karanlık boyun eğmez. Karanlık siyah bir elmastır, parlar. Karanlık bilgedir, geçmişinden güç alır, topraklarına kök salıp tutunur. Karanlık görünmezdir, onu görebilmek için cesaret gerekir.
“Bildiğin ve düşündüğün tek şey bu!” diye haykırdı Lynnette. “Karanlık, karanlık ve yine karanlık! Ben geçmişimi istiyorum!” Lynnette ani bir hareketle doğrulup su ile temasını kesti. Violet ise şaşkındı. Bu kızda anlayamadığı bir güç vardı. Kendi kızından, kendinden daha değişik biriydi. Karanlık öğretiler kanına işlemişti ama o ışığın kızıydı. Her şeyin siyah ve beyazdan ibaret olduğu bir dünyada gri olamazdınız. Kız buraya aitti ve geçmişini öğrenmesi kim olduğu gerçeğini değiştirmeyecekti. Violet tekrar sessizliğe gömülüp kızın tekrar geleceği zamanı gözlemeye döndü. Son birkaç yüzyıldır yaptığı tek iş onun gelişini gözlemekti zaten.
***
Pearl, sınır boyunca yürüdü. Augias’ın neden öyle davrandığını bilmiyordu ama kalbinin derinliklerinde Elena için endişe duyuyordu. O kadar güçsüz ve o kadar kaybolmuştu ki, Pearl ona yardım etmek istiyordu.
Uzaklardan hafif adımlarının sesini duyunca Pearl kulak kesildi. Elena’nın tüy kadar yumuşak ayak sesi gibi değildi. Gelen kişi daha güçlü, daha kendinden emindi. Asteria, diye tahminde bulundu Pearl. Kovulmuş zavallı şövalye.
“Hıh!” dedi sessizce. Küçük şövalye çok işlevliydi ama aptalın tekiydi.
“Büyücü?” diye mırıldandı boşluğa karşı Asteria. Terk edildikten sonra rastlamıştı Büyücü’ye. Onu anlamış ve ona kol kanat germişti. Aralarındaki yegâne anlaşmazlık Asteria ona yeminini sunmak istediğinde, Büyücü onun yeminini ancak Işık’a geçerse kabul edebileceğini söylemişti. Asteria, her ne kadar terk edilmiş bir şövalye olsa da sadık biriydi. Karanlık’tan ayrılmayacaktı.
Pearl şu an ortaya çıkıp onunla uğraşmak istemiyordu bu yüzden karanlığa sığınıp Asteria’nın gözlerinden sakındı. Ona yakın durmasının tek sebebi bir zamanlar ona ihtiyacı olmasıydı. Şimdi ise ikinci bir ihtiyaca kadar rafa kaldırmıştı.
Asteria bir süre daha bekledi. Büyücü’nün nerede olduğundan emin değildi. O yüzden dönüp ormandan çıktı. O’nu o an hissetti. Onu kovan kadına ne kadar çok benziyordu etrafa yaydığı enerji… Sadece o kadınınkinden daha gerçek daha yumuşak bir enerjisi vardı. Daha güçlü. Bir insanın gölgesi gibi o enerjiye doğru çekildiğini hissediyordu. Adımları otomatik olarak ona yöneldi. Sessizce ona doğru yürüdü. Saçları uzun ve siyahtı. Uzun ve ince silueti uzaktan bile göz kamaştırıyordu. Asteria, sessizce takip etmeye devam etti. Dümdüz ormanın içinde yürüyordu. Kısa bir süre sonra, güzel kızın siyah silueti, Asteria’nın o çok iyi tanıdığı sıska, uzun boylu ince yapılı başka bir gölgeye yaklaştı.
“Büyücü?” diye kıpırdadı dudakları. Ne bir ses ne bir nefes vermeden, Büyücü’nün ne yaptığını merak ederek heybetli bir meşe ağacının gölgesine sığındı.
Konuşmaları duyabiliyordu. Ama dikkat etmedi. Bütün dikkati, siyah siluetin üstündeydi. Asteria her zaman bilirdi ki, geriye gölge düşürendi Işık, kara gecenin siyahlığında olmazdı gölge. Karanlık insanlarının gölgesi olmaz diye bilirdi. Oysa karşısındaki kız Karanlık’ın gölgesiydi. Şahlanıp her şeyi yok edecek kadar güçlüydü. Ama kırgın ve korkmuştu. Eksik gibiydi.
O sırada Asteria’nın kulaklarına ulaşan Büyücü’nün güçlü sesi, donup kalmasına yol açtı.
“Değerli’m benim… Sizi Karanlık’ın içinden çekip çıkaracağıma, size kol kanat gereceğime, size daima yardımcı olacağıma söz veriyorum. Sizin gözünüz kulağınız olacak ve sizi oluşabilecek her türlü tehlikeden koruyacağım. Sesinize daima yanıt verecek, daima sizin yanınızda olacağım. Kutsamanız altına gitmek istiyorum…”
Fakat hepsinden öte Asteria’yı en çok şaşırtan, Gölge’nin verdiği cevap oldu.
“Kutsamam, güçlerim ve kalmışsa içimdeki tüm ışığım senindir.”
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): elaaa
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): sailor chibi chibi moon

“Karanlık’ta bir Işık.”
Pearl hızla kalkıp Elena’ya sarıldı. İçindeki tuhaf kapana kısılmışlık hissini görmezden gelmeye çalışıyordu. Birine bağlanmak ona göre değildi. Tanrıça olmak istiyordu, her şeyin en üstünde olmak… O neden insanlara bağlanıyordu ki? İnsanların ona bağlanması gerekiyordu. Güçleriyle değil, her şeyleriyle. Ruhlarıyla, zekâlarıyla, tutkularıyla, hayalleriyle… Pearl’ün onları tüketebileceği her şeyle bağlanmalıydılar. Pearl’ün tek bir hedefi vardı. Hem Işık’ı hem Karanlık’ı avucuna alabilmek. Augias neredeyse avucunda sayılırdı. Sadece Friella ona karşı direniyordu. Ama onun da sonu gelmişti. Çok yakında, Friella’yı da bitirip tahtı alacaktı. Çok az kalmıştı.
“Pearl?” dedi Elena. Sesinde tuhaf bir duygu vardı. Neredeyse öfkeli ama çoğunlukla şaşkınlık yansımıştı.
“Efendim leydim?” diye cevapladı onu Pearl olağanca şirinliğiyle.
“Üzgünüm ama şimdi gitsem iyi olur,” dedi Elena. Çelik gibi bir ses ve iradesi vardı. O saniyede Pearl’ün karşısında ürkek Elena yoktu. Karanlık’ın Kızın Kraliçe’si Lynnette vardı. Fakat Pearl bunun farkında bile değildi.
Lynnette, Pearl’den cevap bile beklemeden dönüp uzaklaştı. Elini yumruk yapmıştı, dişlerini sıkıyordu. Bir gece önceki kaybolmuşluk hissi yerini saf bir öfkeye bırakmıştı. Hatırlıyordu. Işık’a dair hatırladıkları hala silikti ama Karanlık’ı hatırlıyordu. Geceyi, gölgeleri, ormanın derinliklerinde yaşadığı bütün o mükemmel anları, aynı zamanda tüm o kalp kırıklıklarını… Artık üzüntü ve gözyaşı yoktu geride. Kızgındı sadece. Öfkeliydi. Yalnızlığına değil, onu yalnız kalmaya zorlayanlara kızgındı. Umutsuzca öfkelendi. Elinde öfkeden başka bir şey kalmamıştı çünkü. Farklı bir zamanda ve farklı bir gezegende her şey daha kolay olabilirdi, diye düşündü Lynnette.
Ama aslında o her şeyin başladığı yerdeydi. Ya Karanlık vardı ya Aydınlık. Hayır, aslında herkesin içinde bir siyah bir beyaz kurt vardı. İnsanlar hangisini beslediyse o büyüdü, o kazandı. Aslında her şey nefret ve sevgiden ibaretti. Ya vardı ya yoktu. Her şey bu kadar basitti işte. Güç, sadakat, ya da herhangi bir şey… Onur demişti o gece. Her şey olabilirdi ama sahip olamayacağınız tek şey onurdu. Lynnette az önce Işık’tan bir şövalyeye bağlandığını hatırlayarak ürperdi. İhanet etmişti. Tıpkı Işık’ın ona yaptığı gibi. Acıyla dışarı atarken yaptığı gibi, anılarını o kamelya da yakarken yaptığı gibi!
“Yalancı!” diye haykırdı Lynnette. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Beyninin bir kısmı ağladığı için ondan tiksiniyordu. Ama durabilecek hali yoktu. Alamir, Ruin, Friella; hepsine ihanet etmişti. Teker teker… Her ne kadar onlara bayılmasa da onlar şu anda sahip olduğu tek aileydi. En azından onu acı içinde dışarı atmamışlardı…
Lynnette, adımlarının hızıyla kendini bile şaşırtmıştı. Ne zaman bu kadar güçlenmişti o? Ne zaman bu kadar öfke büyümüştü içinde? Öfkesi yeni değildi aslında, uzun süredir içinde kaynıyordu. Herkese öfkeliydi.
Elini hızla gölgelere uzattı. Elinde beliren, parlak siyah kılıcı sıkıca tuttu. Aylar geçmişti. Ormana geldiğinde, bu kılıçla kendini koruyabilmek için alıştırma yapmıştı. O farklı olacaktı. Sıradan yüzeysel bir kraliçe değil, gerçekten güçlü bir kraliçe olacaktı. Kimseye ihtiyacı olmayan biri.
Elindeki kılıcı hızla savurup bir ağacın gövdesini kesti. Bütün gücünü yüklenmişti ama buna gerek yoktu aslında. İstese elindeki kılıç tek bir darbede koca bir köyü yok edebilirdi fakat o kendi gücünü test etmek istiyordu. Sahip olduğu tüm öfke ve güçle itti kılıcı. Kılıç derine saplandıkça ilerlemeye devam etti. Lynnette, o ağacın Elena olduğunu düşündü. Elena’nın o şekilde yok olmasını istedi. Ruhunun ellerinde can vermesini istedi. Gözlerinden akan her damla Elena’nın ne kadar zayıf olduğunun bir kanıtıydı. Lynnette ondan çalındıkça Elena boşlukları doldurmuştu.
Lynnette kılıcını tekrar kaldırdığında güçlü bir el bileğini yakaladı.
“Kılıcını yanlış tutuyorsun,” dedi sakin bir ses. Lynnette dönüp baktı. Uzun boylu, kaslı, geniş omuzlu biriydi. Saçları sarı, açık yeşil gözleri donuk bir ışıltı yayıyordu.
“Kimsin?” dedi Lynnette.
“Karanlık’ın Şövalyesi, Asteria,” dedi. “Seni takip ediyordum.”
“Kim gönderdi seni?” diye sordu Lynnette. Beklenmeyecek derecede güçlü bir hareketle elini Asteria’dan kurtarıp hızla döndü. Kılıcının bir ucunu boğazına dayadı.
“Hiç kimse,” dedi Asteria sakince. “Ben bağlı bir şövalye değilim. Aslında kovulmuş bir şövalyeyim. Üstelik seni değil gülleri takip ediyordum,” dedi başıyla Lynnette’in yürüdüğü yerleri saran uzun dikenli siyah gülleri işaret ederek. “Efsanelerdeki siyah güllere benziyorlar.”
Lynnette kendini sakinleşmeye zorladı. Nefes nefeseydi ama öfkesi hala içinde alev alev yanıyordu.
“Efsaneler,” diye mırıldandı. Gücünün içinde parladığını hissetti. “Ben… Ben efsane değilim!” diye haykırdı. Sesi güllere ulaştığında, güller saldırdı. Önce Asteria’nın Lynnette’in kolunu tutan elini sardılar ardından tüm vücudunu sarıp onu çektiler. Asteria karşı koymaya çalıştıkça dikenler tenine daha fazla gömüldü.
“Benim!” dedi Lynnette. “Siyah Gül, benim!”
Asteria’nın gözleri büyüdü. “Hayalet Kan?” diye sordu. Eğer gerçekten oysa Hayalet Kan’ın anlamını bilmesi gerekirdi.
“Yasak bir bölgeyi ziyaret ediyordum, şimdi ise, gözlerimin önünde kızıl bir karanlık çökmekte üstüme.” dedi Lynnette, gülleri Asteria’nın üzerinden çekilip tekrar ağaçlara sarmaya başlarken. “Ağızdan dökülen lanetler savunmasız kuzuyu kızıla boyuyordu, tıpkı ayaklar altında ezilen umudun sahte resmi gibi…”


5. sayfa (Toplam 6 sayfa) [ 87 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |