Umut Işığı Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 6, 7, 8, 9, 10, 11, Sonraki |
Yazar
Mesaj
hımm.... belkide melekler(amy hariç) biliyordur onu ve samimi olur.
yada mamoru gibi kılık değiştirmiştir ve tanıyamazlar sonra kim olduğu ortaya çıkar(savaş sonunda)
yani ikiside
yada mamoru gibi kılık değiştirmiştir ve tanıyamazlar sonra kim olduğu ortaya çıkar(savaş sonunda)
yani ikiside

""Prometheus was punished by the gods for giving the gift of knowledge to man. He was cast into the bowels of the Earth and pecked by birds."" -Oracle Turret
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice
BENCE samimi tanisma ola bilir.yeni bolumu bekliyorum 

mutluluk mutsuz olmak beyaz siyah için iyi kötü için yokmu zaten
teşekkürler KEŞFEDİLMEMİŞ ELMAZ...ve ya KAR TANESİ
Yalnızlık güzeldir ama yalnızlıkdan çıkdıgında seni bekleyen biri varsa......
Teşekkürler_Kar tanesi....
büyük hayal kırıklıgı yaşayıp ben artık sevemem deme .unutma ki en güzel çiçekler mezarlıkda yetişir..
Nazim Hikmet..
ne güzeldir insanin kendini birakip gitmesi.ama olmuyor
Can Yücel
teşekkürler KEŞFEDİLMEMİŞ ELMAZ...ve ya KAR TANESİ
Yalnızlık güzeldir ama yalnızlıkdan çıkdıgında seni bekleyen biri varsa......
Teşekkürler_Kar tanesi....
büyük hayal kırıklıgı yaşayıp ben artık sevemem deme .unutma ki en güzel çiçekler mezarlıkda yetişir..
Nazim Hikmet..
ne güzeldir insanin kendini birakip gitmesi.ama olmuyor
Can Yücel
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice
Bölümleri şimdi okudum umarım affedersin.Bölümler güzeldi.Devamını bekliyorum.Önce gergin bir tartışma olur sonra cesur şovalyenin maskesi düşer ve samimi ortam olur ya da maskesi düşünce ortam dahaada gerginleşir.Bunlar bir olasılık.Tamamen empatine ve hayal gücüne bırakıyorum. 


Bana bir kelime söyle sonsuzluğa ulaşan.
Bana bir hikaye anlat asla unutulmayan.
Bana bir gökyüzü göster karanlıktan daha koyu olan.
Bana bir hayal ver zamanın kalbini kıskandıran.
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice

Yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim. Şimdiden hepinize iyi okumalar.
6. BÖLÜM GÜCÜMÜ KEŞFEDİYORUM CESUR ŞÖVALYE KİM?
Her zamanki gibi canavarlarla savaşıp duruyordum. Aslında duruyorduk. Çünkü bu aralar inanılmaz derecede canavar topluluğu benim bulunduğum bölgelere saldırıyorlardı. Ne gariplikse, canavarların birçoğu sürekli beni kaçırmaya kalkıyorlardı. Ama her seferinde beni ya Minako ya Hiroshi ya da... ya da cesur şövalye kurtarıyordu.
Başıma bir şeyler gelmesin diye sürekli bebek gibi korunuyordum. Emin olun bu gerçekten güzel olduğu kadar da sıkıcı bir duyguydu. Onlarla -cesur şövalye dışında tabi- ya sokakta ya okulda ya markette ya pazarda karşılaşıp duruyordum. Tüm bunlar sinirlerimi bozan kısım tabiki de. Ama durumumun iyi olan yanı ise Minako'nun hala okula gelmesiydi.
Herneyse. Bunları bir kenara koyalım. Bugün günlerden Cuma'ydı. Artık söylememe gerek kalmadığını düşünüyorum. Ne de olsa siz zaten her sabah neler olduğunu biliyorsunuzdur. Sabah sınıfa girdim ve geometri hocasından -sabah sabah ne bu kadın ne de dersi çekilir şimdi- özür dileyip yerime oturdum. Sıramın tam üzerinde bir kağıt gördüm. Üstelik kağıdın üstünde benim yazım vardı. Kendi yazımı tanımamam imkansız. Çünkü bizim sınıfta hatta okulda en iğirenç yazıya sahip olan öğrenci bendim. Bunun üzerine kağıdın tam ön yüzünü çevirecektim ki Minako büyük bir endişeyle "Dur! Sakın kağıdın önünü çevirme." dedi. Ben suratımı buruşturarak "Nedenmiş? Ne oldu? Ne var Minako?" diye sordum. Minako kederli gözleriyle bana bakarak "Çünkü... Çünkü bu açıklanan geometri sınavının sonucu. Belki de buna tenefüste bakman en iyisi olacak." dedi. Ben ağlamaklı bir ses tonu ve yüz ifadesiyle "Durum... Durum o kadar vahim mi yoksa?"dedim. "Çabuk söylesene Minako?!" Minako mavi gözleriyle benim kahverengi gözlerimin içine bakarak "Maalesefki." dedi. Başımı mazlum mazlum yere eymiş fayansa bakarken "Anlıyorum." dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken.
Daha on beş, on altı dakika sonra ilk ders bitmişti. Herkes sınıftan dışarı çıkmıştı ve içerde yalnızca üç kişi vardık: Minako, ben ve geometri sınav kağıdı. Minako sınav kağıdını bana yavaşça uzatıyordu. Ben kağıdı almak için elimi uzattım ve... ve kağıdın ön tarafını çevirdiğimde ise gözlerime inanamadım. Çünkü sınav notum: 44'tü. Gözlerime inanamadığım şey buydu. Ben o kadar sınava çalışayım ama karşılığında ise bir 44 alayım. Üstelik... üstelik geometri hocası bana "1" puan dahi vermemişti.
Ben tüm bu düşüncelere dalmış bir vaziyetteyken Minako beni dürtüyordu. Öylesine sinirli ve üzgündüm ki her an yüz felci geçirebilirdim. Neyseki Minako parmaklarını tam gözümün önünde şıklattı ki gerçek dünyaya geri dönebildim. Bana sakince sordu: "Sen iyi misin Amy?" Ben de evet manasında kafamı sallamak zorunda kaldım. Fakat ağlamamayı beceremedim. Ben ağlarken Minako bana sarılarak beni teselli etmeye çalışıyordu. Bir anda ağlamayı kestim ve Minako'ya dönerek "Minako. Sence ben geometri hocasını nasıl öldürmeliyim? Birinci seçenek, elektirikli testereyle milyonlarca küçük parçaya ayırmak. İkinci seçenek, uçurumdan aşağıya atmak. Üçüncü seçenek, boğazını kesmek. Dördüncü seçenek, özel melek güçleriyle hocayı canavarlar gibi buharlaştırmak. Hangisi?" dedim. Bunun üzerine Minako bana sadece deli görmüş gibi bakmakla yetindi. Bense delirmiş bir vaziyette kahkahalar atarken sınıfa Aki girdi ve Minako'ya neler olduğunu sordu. Minako'ysa benim bu gibi durumlarda kısa devre yaptığımı söyledi. Aki deli görmüş gibi bana bakmaya devam etti.
Tüm dersler geçmişti ve işte: öğle yemeği zamanı. Minako'yla ve Aki'yle beraber bu öğlen yemek yiyecektik. Belki bunda ne var ki? Diyebilirsiniz ama Aki'nin ağabeyi bugün okula gelmediği için kız yalnız kalmasın diye - ne yalan söyleyeyim, aslında hakkında biraz bilgi edinmek istediğim için- onu yanımıza aldık. Üçümüz yemeğimizi yerken hiç konuşmadık. Ben bile konuşmadım. Minako, Hikaru ve annem bilirler. Eğer ben bir konuşmaya başladımmı - abartısız söylüyorum- hiç durmadan "4 saat" boyunca konuşabilirim. Bir keresinde bunu Hikaru'nun üstünde denemiştim. Zavallı ağabeyim az daha kendini öldürecekti.
Herneyse. Daha demin de dediğim gibi sus pus bankın üstüne oturup yemek yedik sadece. Sonra Aki sessizliği bozarak "Ben bir tuvalete kadar gidip geliyorum. Buradasınız öyle değil mi?" dedi ve Minako "Evet, burdayız." dedi. Sonra Aki yanımızdan uzaklaşır uzaklaşmaz Minako "Amy! Biliyorsun ki canavarlar bir an olsun bizi boş bırakmıyorlar. Daha doğrusu seni..." dedi ve ben de evet manasında kafamı salladım. Sonra konuşmasına kaldığı yerden devam ederek "Bu iş çok tehlikeli bir hal aldı. Senin de sonunun diğerleri gibi olmasına izin veremem." bir şey söyleyecek oldum ama Minako bana izin vermeden "Bak Amy. Her nasıl olduysa bilmiyorum ama canavarlar artık senin sekizinci büyük melek olduğunu biliyorlar. Kısacası dünyada yaşaman senin için güvenli olmayabilir." dedi. Ben de sordum: "Sonum nasıl olacak? Diğerleri dediğin kim ve... Ve canavarlar neden meleklere karşı ölesiye düşmanlar?" dedim. Minako bana tam her şeyi anlatmaya başlayacaktı ki Aki geldi. Bu yüzden konuşmamız yarıda kaldı.
Birazdan yani birkaç dakika sonra okulun tüm camları kırıldı. Herkes endişe içinde kaçışırken Minako Aki'ye onun biran önce gitmesi gerektiğini söyledi. Aki Minako'yu anlayışla karşılamış bir şekilde onun dediğini yaptı. Kısa süre sonra Aki de kaçışan kişiler arasındaydı. Minako'yla ben gözlerimizi kapatıp açtığımızda bir meleğe dönüşmüştük. Ne olduysa birden oldu zaten. Uzun, sivri dişli, vücudu siyah kıllarla kaplı, yaklaşık iki metre boyunda, ellerinde ve ayaklarında upuzun pençeleri olan bir canavar duruyordu karşımızda. Daha canavar bir şey yapamadan Minako ilk hamlesini yapmıştı bile. Ama onun gücünü görmeniz lazımdı. Minako gözlerini kepattığı an tüm vücudunu saran ve etrafına alevler saçan bir ejder belirdi. Gözlerini açtığında ise alev saçan ejder canavara saldırmaya başladı. Yalnız ejderin tüm bedeni ateştendi.
Biz kaldığımız yerden devam edelim. Minako canavara karşı ilk hamlesini yapmıştı fakat canavar bir yolunu bulup kaçmayı başardı. Alevler ise canavara arkadan saldırmak üzere olan zavallı Hiroshi ve Haruka'ya gelmiş oldu. Hepimiz canavarın nerde olduğunu çok merak ediyorduk ve birden Maria elini bana doğru savurduğu anda buz kristalleri üstüme doğru gelmeye başladı. O an... O an ne yapacağımı bilemedim. Kendimi yere attım. Kafamı kaldırdığımda ise canavar vücuduna gelen buz kristallerinden dolayı acı çekiyordu. Maria ve Minako canavara yaklaştıkları andan itibaren ikisi de kendilerini okulun çatışında baygın halde yatarken buldular. Çünkü canavar Minako'yla Maria'nın saçlarından tuttuğu gibi onları havaya öyle bir hızla savurmuştu ki...
Yaklaşık beş metre öteden Hitomi bana seslenerek "Ben canavarı oyalayacağım. Sen de Aneko ve Dark'a buraya gelmeleri gerektiğini söyle." dedi. Ben de tamam diye bağırdım. Kurdeleyi saçımdan çıkardım ve bana Aneko'yu göstermesi gerektiğini söyledim. O esnada Hitomi şu anda yapılabilecek en saçma seyi yapıyordu: Serenat. Hem de yan flütle. Canavar kızı üldürecek fakat kızın umrunda bile değil. Yan flütünü çalmaya devam ediyordu. Birden duyduğum bir sesle irkildim: "Bir şey mi oldu Amy?" Meğer bu Aneko'nun sesiymiş. Aneko üstündeki beyaz gömlekle ve altındaki siyah, pileli etekle çok çekici görünüyordu. Dark ise (her zaman olduğu gibi) üstünde beyaz tişört ve altında kot pantolonu vardı.
Ben tüm olanları anlattım. Bunun üzerine Aneko ve Dark birbirlerine baktıktan sonra Aneko "Tamam. Geldik bile." dedi ve ikisi de gözden kayboldu. Onların gelmelerini beklerken aklıma Hitomi geldi. Kafamı onun tarafına çevirdiğimdeyse canavarın her yanının sarmaşıklarla sarıldığını, Hitomi'nin hala serenat yaptığını ve serenat sayesinde canavarın daha çok acı çektiğini görebiliyordum.
Tam Hitomi'nin yanına gidecektim ki tam karşımda Aneko'yla Dark'ı gördüm. Dark "Eee?!... Problem nedir?" diye sordu. Ama tuhaf olan yanıysa şuydu. Dark bu soruyu sorarken o kadar rahattı ki hiçbir şey umrunda değildi sanki. Ben Hitomi'yi göstermekle yetindim sadece. Aneko "Tamam o zaman." dedi ve sonra lila rengindeki, ucunda kırmızı küresi bulunan, uzun bir asayı havaya kaldırıp yere vurduğu an dev bir hortum canavarın üzerine gelmeye başladı. Hitomi kenara çekildikten sonra bayıldı. Endişeli bir biçimde onun neden bayıldığını sordum. Aneko bana Hitomi'nin flütünün onun yaşam enerjisini çaldığını söyledi.
Melek olduğum günden beri o kadar garip şeyler duydum ki... canavarlar, melekler, insanlar ve melezler. Melezler hem yarı canavar yarı melek, hem yarı melek yarı insan, hem de yarı insan yarı canavar olabilirlermiş. Bunu bana Maria öğretmişti. Aynı zamanda Maria ve Dark'ın melez olduklarını öğrendim. İkisi de bir canavarla bir meleğin birleşmesi sonucu oluşmuş. Aslında Minako melez diye en başından beri Maria'ya güvenmiyormuş.
Ben tüm bunları düşünürken canavar Aneko'nunu bacağından tuttuğu gibi onu çok kötü döndürdü ve en sonunda Dark'ın üzerine öyle sert fırlattı ki ikisi de bayılmıştı. Etrafıma baktığımda tüm melekler baygın halde yatıyordu. Geride bir tek ben kalmıştım. Canavar pençelerini açarak bana doğru ilerlerken çaresizlik içinde öylece dona kaldım. Tam ölmeye kendimi hazırlamışken canavarın inlediğini duydum. Bir baktım ki karşımda o vardı: Cesur Şövalye. Canavarın tüm vücudu siyah güllerle kaplıydı. Cesur şövalye pelerinini havalandırarak yanıma geldi ve canavar acı içinde kıvranırken bana hançerini verdi. Bu hançeri şimdi hatırlamıştım. Cesur şövalye bana bunu dev akreple olan savaşımda vermişti. Hançeri biraz inceledikten sonra cesur şövalye "Umarım bir daha hançerini evde unutmazsın. Canavarlarla savaşabilmen için bu şart. Yoksa... Ölürsün." dedi ve canavarla olan savaşına kaldığı yerden devam etti.
Neler olup bittiğini anlayamamıştım. Cesur şövalye ilk kez benimle bu kadar ciddi konuşuyordu. Hem onun hala bana bir can borcu var. Eğer ara sokakta ben olmasaydım akrep ona zehirli yelkovanını sokacaktı. Ama ya benim ona can borcum varsa? Hem de fazlasıyla. Çünkü yaklaşık 1,5-2 aydır o benim hayatımı kurtarıp duruyor.
Ben sadece olduğum yerden cesur şövalyenin canavarla dövüşünü izlerken birden canavar pençesini çıkarttı. Cesur şövalyeye yardım etmek için koşturdum ama yetişemedim. Ben gelene kadar canavar pençesini onun karnına sapladı. Bir baktım ki cesur şövalye kanlar içinde yerde yatıyordu. Canavar ise pençelerine bulaşan kanı yalıyordu (pislik). Canavar bana doğru yavaşça yaklaşmaya başladı. Bu sefer gerçekten hiç şansım yoktu. Öyle korkuyordum ki donuma bile edebilirdim. Sonra hançeri canavara doğru savurarak "Benden uzak dur!..." diye bağırdım. O anda yaklaşık 10- 15 metre boyunda dev okyanus dalgaları canavarı içine aldı. Gözlerime inanamadım. Ben daha gücümün ne olduğunu bilmezken birden bu dev dalgalar... Nasıl olurdu? Bir türlü anlayamıyordum.
Dev dalgalar geçince canavara baktım. Yerde boylu boyunca yatıyoru. Sonra diğer meleklere baktım. Hepsi zar zor yerden kalkmaya çalışırken şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense bir kendime, bir canavara, bir de hançere bakıyordum. Birden aklıma cesur şövalye geldi. Onun baygın bir halde yattığı yere baktım ama yoktu. Onun için endişelenmiştim.
Bir baktım ve gözlerime inanamadım. Okul binasına dayanmış ve karnını tutuyordu. Tam ona yardım etmek için yanına gidecekken Aneko'yla Dark bana engel oldular. Hiroshi kun cesur şövalyenin yanına gitti ve kılıcını kılıfından çıkardı ve cesur şövalyenin boğazına dayayarak "Adın ne senin?" dedi. Cesur şövalye benim olduğum tarafa bakarak "Benim bir adım yok. Beni tanıyanlar bana Cesur Şövalye derler." dedi. Hiroshi "Kimin için çalışıyorsun?" diye sorunca cesur şövalye de "Ben kimse için çalışmam. Benim tek bir amacım var. O da dünyayı kurtarmak." dedi. Hiroshi kun biran olsun gözlerini cesur şövalyeden ayırmadan "Kimsin sen? Canavar mı? Melek mi? Yaksa Melez mi?" dedi.
Sizin için bölümü uzun uzun yazdım.
6. BÖLÜM GÜCÜMÜ KEŞFEDİYORUM CESUR ŞÖVALYE KİM?
Her zamanki gibi canavarlarla savaşıp duruyordum. Aslında duruyorduk. Çünkü bu aralar inanılmaz derecede canavar topluluğu benim bulunduğum bölgelere saldırıyorlardı. Ne gariplikse, canavarların birçoğu sürekli beni kaçırmaya kalkıyorlardı. Ama her seferinde beni ya Minako ya Hiroshi ya da... ya da cesur şövalye kurtarıyordu.
Başıma bir şeyler gelmesin diye sürekli bebek gibi korunuyordum. Emin olun bu gerçekten güzel olduğu kadar da sıkıcı bir duyguydu. Onlarla -cesur şövalye dışında tabi- ya sokakta ya okulda ya markette ya pazarda karşılaşıp duruyordum. Tüm bunlar sinirlerimi bozan kısım tabiki de. Ama durumumun iyi olan yanı ise Minako'nun hala okula gelmesiydi.
Herneyse. Bunları bir kenara koyalım. Bugün günlerden Cuma'ydı. Artık söylememe gerek kalmadığını düşünüyorum. Ne de olsa siz zaten her sabah neler olduğunu biliyorsunuzdur. Sabah sınıfa girdim ve geometri hocasından -sabah sabah ne bu kadın ne de dersi çekilir şimdi- özür dileyip yerime oturdum. Sıramın tam üzerinde bir kağıt gördüm. Üstelik kağıdın üstünde benim yazım vardı. Kendi yazımı tanımamam imkansız. Çünkü bizim sınıfta hatta okulda en iğirenç yazıya sahip olan öğrenci bendim. Bunun üzerine kağıdın tam ön yüzünü çevirecektim ki Minako büyük bir endişeyle "Dur! Sakın kağıdın önünü çevirme." dedi. Ben suratımı buruşturarak "Nedenmiş? Ne oldu? Ne var Minako?" diye sordum. Minako kederli gözleriyle bana bakarak "Çünkü... Çünkü bu açıklanan geometri sınavının sonucu. Belki de buna tenefüste bakman en iyisi olacak." dedi. Ben ağlamaklı bir ses tonu ve yüz ifadesiyle "Durum... Durum o kadar vahim mi yoksa?"dedim. "Çabuk söylesene Minako?!" Minako mavi gözleriyle benim kahverengi gözlerimin içine bakarak "Maalesefki." dedi. Başımı mazlum mazlum yere eymiş fayansa bakarken "Anlıyorum." dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken.
Daha on beş, on altı dakika sonra ilk ders bitmişti. Herkes sınıftan dışarı çıkmıştı ve içerde yalnızca üç kişi vardık: Minako, ben ve geometri sınav kağıdı. Minako sınav kağıdını bana yavaşça uzatıyordu. Ben kağıdı almak için elimi uzattım ve... ve kağıdın ön tarafını çevirdiğimde ise gözlerime inanamadım. Çünkü sınav notum: 44'tü. Gözlerime inanamadığım şey buydu. Ben o kadar sınava çalışayım ama karşılığında ise bir 44 alayım. Üstelik... üstelik geometri hocası bana "1" puan dahi vermemişti.
Ben tüm bu düşüncelere dalmış bir vaziyetteyken Minako beni dürtüyordu. Öylesine sinirli ve üzgündüm ki her an yüz felci geçirebilirdim. Neyseki Minako parmaklarını tam gözümün önünde şıklattı ki gerçek dünyaya geri dönebildim. Bana sakince sordu: "Sen iyi misin Amy?" Ben de evet manasında kafamı sallamak zorunda kaldım. Fakat ağlamamayı beceremedim. Ben ağlarken Minako bana sarılarak beni teselli etmeye çalışıyordu. Bir anda ağlamayı kestim ve Minako'ya dönerek "Minako. Sence ben geometri hocasını nasıl öldürmeliyim? Birinci seçenek, elektirikli testereyle milyonlarca küçük parçaya ayırmak. İkinci seçenek, uçurumdan aşağıya atmak. Üçüncü seçenek, boğazını kesmek. Dördüncü seçenek, özel melek güçleriyle hocayı canavarlar gibi buharlaştırmak. Hangisi?" dedim. Bunun üzerine Minako bana sadece deli görmüş gibi bakmakla yetindi. Bense delirmiş bir vaziyette kahkahalar atarken sınıfa Aki girdi ve Minako'ya neler olduğunu sordu. Minako'ysa benim bu gibi durumlarda kısa devre yaptığımı söyledi. Aki deli görmüş gibi bana bakmaya devam etti.
Tüm dersler geçmişti ve işte: öğle yemeği zamanı. Minako'yla ve Aki'yle beraber bu öğlen yemek yiyecektik. Belki bunda ne var ki? Diyebilirsiniz ama Aki'nin ağabeyi bugün okula gelmediği için kız yalnız kalmasın diye - ne yalan söyleyeyim, aslında hakkında biraz bilgi edinmek istediğim için- onu yanımıza aldık. Üçümüz yemeğimizi yerken hiç konuşmadık. Ben bile konuşmadım. Minako, Hikaru ve annem bilirler. Eğer ben bir konuşmaya başladımmı - abartısız söylüyorum- hiç durmadan "4 saat" boyunca konuşabilirim. Bir keresinde bunu Hikaru'nun üstünde denemiştim. Zavallı ağabeyim az daha kendini öldürecekti.
Herneyse. Daha demin de dediğim gibi sus pus bankın üstüne oturup yemek yedik sadece. Sonra Aki sessizliği bozarak "Ben bir tuvalete kadar gidip geliyorum. Buradasınız öyle değil mi?" dedi ve Minako "Evet, burdayız." dedi. Sonra Aki yanımızdan uzaklaşır uzaklaşmaz Minako "Amy! Biliyorsun ki canavarlar bir an olsun bizi boş bırakmıyorlar. Daha doğrusu seni..." dedi ve ben de evet manasında kafamı salladım. Sonra konuşmasına kaldığı yerden devam ederek "Bu iş çok tehlikeli bir hal aldı. Senin de sonunun diğerleri gibi olmasına izin veremem." bir şey söyleyecek oldum ama Minako bana izin vermeden "Bak Amy. Her nasıl olduysa bilmiyorum ama canavarlar artık senin sekizinci büyük melek olduğunu biliyorlar. Kısacası dünyada yaşaman senin için güvenli olmayabilir." dedi. Ben de sordum: "Sonum nasıl olacak? Diğerleri dediğin kim ve... Ve canavarlar neden meleklere karşı ölesiye düşmanlar?" dedim. Minako bana tam her şeyi anlatmaya başlayacaktı ki Aki geldi. Bu yüzden konuşmamız yarıda kaldı.
Birazdan yani birkaç dakika sonra okulun tüm camları kırıldı. Herkes endişe içinde kaçışırken Minako Aki'ye onun biran önce gitmesi gerektiğini söyledi. Aki Minako'yu anlayışla karşılamış bir şekilde onun dediğini yaptı. Kısa süre sonra Aki de kaçışan kişiler arasındaydı. Minako'yla ben gözlerimizi kapatıp açtığımızda bir meleğe dönüşmüştük. Ne olduysa birden oldu zaten. Uzun, sivri dişli, vücudu siyah kıllarla kaplı, yaklaşık iki metre boyunda, ellerinde ve ayaklarında upuzun pençeleri olan bir canavar duruyordu karşımızda. Daha canavar bir şey yapamadan Minako ilk hamlesini yapmıştı bile. Ama onun gücünü görmeniz lazımdı. Minako gözlerini kepattığı an tüm vücudunu saran ve etrafına alevler saçan bir ejder belirdi. Gözlerini açtığında ise alev saçan ejder canavara saldırmaya başladı. Yalnız ejderin tüm bedeni ateştendi.
Biz kaldığımız yerden devam edelim. Minako canavara karşı ilk hamlesini yapmıştı fakat canavar bir yolunu bulup kaçmayı başardı. Alevler ise canavara arkadan saldırmak üzere olan zavallı Hiroshi ve Haruka'ya gelmiş oldu. Hepimiz canavarın nerde olduğunu çok merak ediyorduk ve birden Maria elini bana doğru savurduğu anda buz kristalleri üstüme doğru gelmeye başladı. O an... O an ne yapacağımı bilemedim. Kendimi yere attım. Kafamı kaldırdığımda ise canavar vücuduna gelen buz kristallerinden dolayı acı çekiyordu. Maria ve Minako canavara yaklaştıkları andan itibaren ikisi de kendilerini okulun çatışında baygın halde yatarken buldular. Çünkü canavar Minako'yla Maria'nın saçlarından tuttuğu gibi onları havaya öyle bir hızla savurmuştu ki...
Yaklaşık beş metre öteden Hitomi bana seslenerek "Ben canavarı oyalayacağım. Sen de Aneko ve Dark'a buraya gelmeleri gerektiğini söyle." dedi. Ben de tamam diye bağırdım. Kurdeleyi saçımdan çıkardım ve bana Aneko'yu göstermesi gerektiğini söyledim. O esnada Hitomi şu anda yapılabilecek en saçma seyi yapıyordu: Serenat. Hem de yan flütle. Canavar kızı üldürecek fakat kızın umrunda bile değil. Yan flütünü çalmaya devam ediyordu. Birden duyduğum bir sesle irkildim: "Bir şey mi oldu Amy?" Meğer bu Aneko'nun sesiymiş. Aneko üstündeki beyaz gömlekle ve altındaki siyah, pileli etekle çok çekici görünüyordu. Dark ise (her zaman olduğu gibi) üstünde beyaz tişört ve altında kot pantolonu vardı.
Ben tüm olanları anlattım. Bunun üzerine Aneko ve Dark birbirlerine baktıktan sonra Aneko "Tamam. Geldik bile." dedi ve ikisi de gözden kayboldu. Onların gelmelerini beklerken aklıma Hitomi geldi. Kafamı onun tarafına çevirdiğimdeyse canavarın her yanının sarmaşıklarla sarıldığını, Hitomi'nin hala serenat yaptığını ve serenat sayesinde canavarın daha çok acı çektiğini görebiliyordum.
Tam Hitomi'nin yanına gidecektim ki tam karşımda Aneko'yla Dark'ı gördüm. Dark "Eee?!... Problem nedir?" diye sordu. Ama tuhaf olan yanıysa şuydu. Dark bu soruyu sorarken o kadar rahattı ki hiçbir şey umrunda değildi sanki. Ben Hitomi'yi göstermekle yetindim sadece. Aneko "Tamam o zaman." dedi ve sonra lila rengindeki, ucunda kırmızı küresi bulunan, uzun bir asayı havaya kaldırıp yere vurduğu an dev bir hortum canavarın üzerine gelmeye başladı. Hitomi kenara çekildikten sonra bayıldı. Endişeli bir biçimde onun neden bayıldığını sordum. Aneko bana Hitomi'nin flütünün onun yaşam enerjisini çaldığını söyledi.
Melek olduğum günden beri o kadar garip şeyler duydum ki... canavarlar, melekler, insanlar ve melezler. Melezler hem yarı canavar yarı melek, hem yarı melek yarı insan, hem de yarı insan yarı canavar olabilirlermiş. Bunu bana Maria öğretmişti. Aynı zamanda Maria ve Dark'ın melez olduklarını öğrendim. İkisi de bir canavarla bir meleğin birleşmesi sonucu oluşmuş. Aslında Minako melez diye en başından beri Maria'ya güvenmiyormuş.
Ben tüm bunları düşünürken canavar Aneko'nunu bacağından tuttuğu gibi onu çok kötü döndürdü ve en sonunda Dark'ın üzerine öyle sert fırlattı ki ikisi de bayılmıştı. Etrafıma baktığımda tüm melekler baygın halde yatıyordu. Geride bir tek ben kalmıştım. Canavar pençelerini açarak bana doğru ilerlerken çaresizlik içinde öylece dona kaldım. Tam ölmeye kendimi hazırlamışken canavarın inlediğini duydum. Bir baktım ki karşımda o vardı: Cesur Şövalye. Canavarın tüm vücudu siyah güllerle kaplıydı. Cesur şövalye pelerinini havalandırarak yanıma geldi ve canavar acı içinde kıvranırken bana hançerini verdi. Bu hançeri şimdi hatırlamıştım. Cesur şövalye bana bunu dev akreple olan savaşımda vermişti. Hançeri biraz inceledikten sonra cesur şövalye "Umarım bir daha hançerini evde unutmazsın. Canavarlarla savaşabilmen için bu şart. Yoksa... Ölürsün." dedi ve canavarla olan savaşına kaldığı yerden devam etti.
Neler olup bittiğini anlayamamıştım. Cesur şövalye ilk kez benimle bu kadar ciddi konuşuyordu. Hem onun hala bana bir can borcu var. Eğer ara sokakta ben olmasaydım akrep ona zehirli yelkovanını sokacaktı. Ama ya benim ona can borcum varsa? Hem de fazlasıyla. Çünkü yaklaşık 1,5-2 aydır o benim hayatımı kurtarıp duruyor.
Ben sadece olduğum yerden cesur şövalyenin canavarla dövüşünü izlerken birden canavar pençesini çıkarttı. Cesur şövalyeye yardım etmek için koşturdum ama yetişemedim. Ben gelene kadar canavar pençesini onun karnına sapladı. Bir baktım ki cesur şövalye kanlar içinde yerde yatıyordu. Canavar ise pençelerine bulaşan kanı yalıyordu (pislik). Canavar bana doğru yavaşça yaklaşmaya başladı. Bu sefer gerçekten hiç şansım yoktu. Öyle korkuyordum ki donuma bile edebilirdim. Sonra hançeri canavara doğru savurarak "Benden uzak dur!..." diye bağırdım. O anda yaklaşık 10- 15 metre boyunda dev okyanus dalgaları canavarı içine aldı. Gözlerime inanamadım. Ben daha gücümün ne olduğunu bilmezken birden bu dev dalgalar... Nasıl olurdu? Bir türlü anlayamıyordum.
Dev dalgalar geçince canavara baktım. Yerde boylu boyunca yatıyoru. Sonra diğer meleklere baktım. Hepsi zar zor yerden kalkmaya çalışırken şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense bir kendime, bir canavara, bir de hançere bakıyordum. Birden aklıma cesur şövalye geldi. Onun baygın bir halde yattığı yere baktım ama yoktu. Onun için endişelenmiştim.
Bir baktım ve gözlerime inanamadım. Okul binasına dayanmış ve karnını tutuyordu. Tam ona yardım etmek için yanına gidecekken Aneko'yla Dark bana engel oldular. Hiroshi kun cesur şövalyenin yanına gitti ve kılıcını kılıfından çıkardı ve cesur şövalyenin boğazına dayayarak "Adın ne senin?" dedi. Cesur şövalye benim olduğum tarafa bakarak "Benim bir adım yok. Beni tanıyanlar bana Cesur Şövalye derler." dedi. Hiroshi "Kimin için çalışıyorsun?" diye sorunca cesur şövalye de "Ben kimse için çalışmam. Benim tek bir amacım var. O da dünyayı kurtarmak." dedi. Hiroshi kun biran olsun gözlerini cesur şövalyeden ayırmadan "Kimsin sen? Canavar mı? Melek mi? Yaksa Melez mi?" dedi.
Sizin için bölümü uzun uzun yazdım.

saol annemin zoruyla yatıyorum çok güzel bir bölüm olmuş ^^
amy nn gücü su ha tanıdık geldi nedense
neyse iyi geceler
amy nn gücü su ha tanıdık geldi nedense

neyse iyi geceler

""Prometheus was punished by the gods for giving the gift of knowledge to man. He was cast into the bowels of the Earth and pecked by birds."" -Oracle Turret
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice



hp*star ın yorumunu almakta yetenek
hadi kızıştır ortalığı
yeni bölüm
yeni bölüm 

hadi kızıştır ortalığı

yeni bölüm


""Prometheus was punished by the gods for giving the gift of knowledge to man. He was cast into the bowels of the Earth and pecked by birds."" -Oracle Turret
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
INTP, 5w6, 9w1, 2w1, sp/sx
Sapioromantic Demisexual
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice
Spoiler:
sıradan demekle kastettigim seyi anladıgını sanmıyorum aslında. yani benim soyledigim,konuydu. foruma elini sallasan fantastik,melek ya da prenses konulu hikayeye carpıyor. bi fark yaratmak icin en azından anlatımınla,konunun hakkını vermelisin (:
umarım anlatabilmisimdir..
Spoiler:
Çok Yanlışım.
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice
hp*star yazmış:
Merak etme. Ne demek istediğini şimdi anladım. Ama ben hayal gücümün sınırlarını bu kadar zorlayabiliyorum. Hem benim fanficim dışında meleklerle ilgili sadece bir fanfic biliyorum. O da hayalinki. Her neyse. Ama anlatımımı mümkün olduğunca güzel ve farklı bir biçimde kullanmaya çalışacağım.



Spoiler:

niyetim agır elestiri yapmak deil ama -.-' sadece.. gordugum eksikleri elimden geldigince gostermeye calısıyorum. cunku ben de mukemmel yazmıyorum ve yapıcı elestirilere ihtiyacım oluyor.bu nedenle de baskalarına yapıcı elestiri yapmaya calısıyorum. ama tabi bunda ne kadar basarılı oldugum da ayır bir tartısma konusu -.-" cunku yorumlarım sertlesiyor ben farkında olmadan... uzgunum..
ayrıca senden biraz daha eski bi üye oldugumdan,yazılıp biten veya silinen bir sürü melek ff si biliyorum..su an bile bir cok var..
olea da..di mi? biliyordum.. -.-
ayrıca senden biraz daha eski bi üye oldugumdan,yazılıp biten veya silinen bir sürü melek ff si biliyorum..su an bile bir cok var..
olea da..di mi? biliyordum.. -.-
Çok Yanlışım.
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Alice
7. BÖLÜM AKİ GERÇEKTE KİM?
Hiroshi cesur şövalyenin yanıt vermesini beklerken bir ses duyuldu. Bu ses, benim okyanus gücüm sayesinde yaraladığım canavara aitti. Canavar Hiroshi kuna sesleniyordu. Hiroshi bir yandan kılıcını cesur şövalyenin boğazında tutuyor, bir yandan da canavarın gözlerinin içine bakıyordu.
Canavarın kahverengi gözleri birden kırmızıya dönüştü. O anda Hiroshi kunun güzelim yeşil gözleri buz mavisi bir renge dönüşmüş ve gözbebekleri kaybolmuştu. Canavar Hiroshi kuna "Şimdi ne dersem onu yapacaksın. Çünkü sen benim kölemsim." dedi. Hiroshi kun canavarın söylediklerini tekrarlayarak "Ne derseniz onu yapacağım. Çünkü ben sizin kölenizim." dedi. Canavar ise sadece bir tek cümle söydi: "Kayıp şehrin kapılarını aç!" Bunun üzerine Hiroshi buz mavisi gözleriyle kılıcına odaklandı. Ondan başka gözü hiçbir şeyi görmüyordu.
Minako endişeli ve korku dolu bir sesle "Abiii!... Sakın bunu yapma, bu çok tehlikeli!" diye koşturmaya başladı ama canavar elini savurunca Minako çok sert yere çarptı. Eminim Minako'nun yerinde normal bir insan olsaydı şimdiye kaburgaları kırılmış olurdu. Önümde duran Aneko'yla Dark'ı ittirerek Minako'ya doğru koştum ve "Minako-chaaaann!... Sen iyi misin? Yaralandın..." sözümü keserek "Ben iyiyim. Ama ağabayimi durduramazsak bu hem onun hem de hepimizin sonu olur. Lanet olasıca ağabeyimin beyninin içine girdi ve onu kontrol ediyor. Bir şeyler yapmak zorundayız."dediği anda bayıldı.
Kafamı kaldırdım ve cesur şövalynin etrafına saçtığı siyah güllerden dolayı canavarın yaralandığını gördüm. Fakat iki sorunumuz vardı: Hiroshi hala büyünün etkisi altındaydı ve kayıp şehrin kapısı sonuna kadar açılmıştı. Canavar olay yerinden uzaklaştı fakat kayıp şehir herkesi içine çekiyordu. Hepimiz pencerelere, bayrak direğine, kantinin kapısına ve bahçedeki ağaçlara tutunuyorduk. Minako baygın bir halde olduğu için Maria'yla ikimiz onu güçlükle tutuyorduk.
Kayıp şehir Hiroshi'yi tam içine çekerken, cesur şövalye onun elini yakaladı ve ona bir şeyler söyledi. Bir anda Hiroshi'nin buz mavisi gözleri yeşile döüştü ve göz bebekleri ortaya çıkmıştı. Sanırım kendine gelmişti. Ama o an cesur şövalye bayrak direğine tutunamadı ve Hiroshi'yle ikisi kayıp şehirde kayboldular.
Haruka Hiroshi'nin arkasından biraz hırçın ama kederli bir sesle bağırdı. Hitomi Haruka'yı teşelli etmek için onun sarı saçlarını okşadı ve sonra "Artık onun için çok geç Haruka. Biz nasıl hayatta kalacağımızı düşünmeliyiz." dedi masum masum Haruka'ya bakarken. Haruka kendini toparlamış bir vaziyette tutunduğu pencereye iyice asılmıştı.
Fırtınanın şiddeti giderek arttığı için Maria daha fazla tutunamadı ve arkasında duran Aneko'yla Dark'a çarpınca hepsi birden (Maria dışında) farklı bir boyuta geçtiler. Minako'nun elini mümkün olduğunca sımsıkı tutuyordum ama daha fazla dayanamadım. Bir anda Minako'yla ellerimiz birbirinden ayrıldı. Ben de ağaca daha fazla tutunamadım zaten. Kendimi uçuyormuş gibi hissederken birinin elimi tuttuğunu hissettim. Başımı hafifçe kaldırdığımdaysa Aki' yi gördüm: "Senin burda ne işin var? Çoktan gitmiş olman gerekmiyor muydu?" Aki devam ederek "Evet ama sizi burda yüzüstü bırakamazdım. Ne olursa olsun size yardım etmeliyim." dedi acı çeken bir ifadeyle.
Arkama baktım ama ne Minako'dan ne Maria'dan ne Haruka'dan ne de Hitomi'den bir iz vardı. Sadece Aki'yle ben kalmıştık. Koca okul bahçesinin tam ortasında... Fırtına giderek şiddetleşti. Aki'nin elleri, ağacı tutmaktan kanamıştı. En sonunda dayanamayıp Aki ağacı bıraktı. İkimiz öylesine yorulduk ki bayıldık.
...
Gözlerimi açtığımda kumların üzerinde yatarken buldum kendimi. Ayaklarım serinlemişti. Tatlı bir su okşuyordu ayaklarımı. Yavaşça yattığım yerden doğruldum. Etrafıma baktığımdaysa bir adada olduğumu gördüm. Kumların üzerine vuran deniz dalgaları, birçok ağaç türünün olduğu bir yer ve... 15-20 km uzakta bir yanar dağ vardı. Düz, kahverengi saçlarım ıslandığı için hafiften dalgalandılar. Fakat saçlarımın içi kumlarla doluydu. Başımı sağa çevirdiğimde, biraz ilerde Aki'nin hareketsiz yattığını gördüm. Ona doğru koşturdum hemen. Ne yapacağımı bilemedim. Sadece Aki'nin başında öylece oturdum. Birkaç saniye sonra Aki çığlık atarak gözlerini açtı. Ona "İyi misin?" diye sordum, o da evet manasında kafasını salladı. Sonra ikimiz de ayağa kalktık. Tam gidecekken dikkatimi bir şey çekti. Bu şey bir kılıçtı. Her de Hiroshi'nin kılıcı. Kını da tam yanındaydı. Kılıcı aldım ve kınına soktum. Sonra da Aki'yi takip ettim.
Kaç saattir adada yürüyüp duruyorduk. Ama hala bir çıkış yolu bulamadık. Üstelik hava soğuktu ve ben kurt gibi acıkmıştım. Ayrıca garip garip hayvan sesleri beni çok korkutuyordu. Sürekli mızmızlanıyordum ama Aki... Aki bile benim kadar şikayetçi değildi. Üstelik o normal bir insanken.
Bayağı yol aldıktan sonra Aki duraksadı ve "Sanırım ilerde bir mağara var. Geceyi burada geçirebiliriz. Yarın sabah erkenden yola koyuluruz." dedi. Ben de Aki'nin söylediklerini başımla onayladım. Mağaraya doğru yürüdük. Mağaranın tam önüne geldiğimizde Aki biraz ürperdi fakat o da benimle birlikte mağaraya girdi. İçerisi kapkaranlıktı. Fakat dışarıdan daha sıcak olduğu kesindi. Sanki birisi burada ateş yakmıştı da sonra söndürmüş gibiydi. Mağarada ilerlerken birden ağağım kaydı. Çığlıklar ata ata bir gölün yanına düştüm. Sadece yere çakılsam yine iyiydi. Tam üzerime Aki düşünce altında ezildim neredeyse. Aki üstümden kalkarak "Sen iyi misin?" diye sordu. Ben ağlamaklı bir ses tonuyla "Hayır!" dedim. Sırtım acıyordu. Hem de çok. Bir dakika... Acıyan yerim sırtım değil, melek kanatlarımdı. Kanatlarım -daha doğrusu sol kanadım- öyle çok acıyordu ki başka bir şey düşünemiyordum. Aki bana doğru yaklaşarak "Kanadını bana versene." dedi. Ben de sol kanadımı ona doğru uzattım. Aki biraz inceleme yaptıktan sonra "Senin kanadın kırılmış." dedi.
Aki'ye büyük bir şaşkınlıkla baktım. Çünkü bir melek olduğumu yani olduğumuzu, canavarların ve melezlerin var olduğunu, asıl en önemlisi ise çok büyük bir savaş içinde olduğumuzu öğrendi. Fakat bütün bunları büyük bir olgunlukla karşıladı. Ben onun yerinde olsam herhalde büyük bir şok geçirirdim.
Ben uzun uzun düşünürken Aki "Senin kanadını bir an önce iyileştirmemiz lazım. Sanırım biraz ilerlersek mağaradan kurtulabiliriz." dedi. Ben de: "Çok haklısın. Hadi, gidelim." İkimiz de gölün etrafından dolandık. Mağara iki yola ayrılıyordu. Hangi tarafı seçeceğimize dair bir fikrimiz yoktu. Aki "Sağdan." ben "Soldan." dedik. İkimiz uzunca bir süre kendi seçtiğimiz yolun doğru olduğunu tartıştık. En sonunda Aki "Sen istersen gel, istersen gelme ama ben sağ taraftan gideceğim." dedi. Ben de mecburen Aki'nin gittiği yoldan gitmek zorunda kaldım.
Neredeyse 2-3 saat boyunca yürüdük. Ayaklarıma kara sular inmişti artık. Canım da çok acıyordu. Aki'ye "Ben çok yoruldum. Daha fazla devam edemeyeceğim. Lütfen artık duralım. N'olur?" dedim fakat Aki susmam gerektiğini söyledi. İlk başta neden susmam gerektiğini anlayamamıştım ama birilerini gözetlediğini yeni fark ettim. Biraz ilerde ateş yanıyordu. Ateşin başında iki kişi oturuyordu. Biri kadın öbürü erkekti. İkisi de 17-18 yaşlarında gösteriyorlardı. Kadının uzun düz saçları ve mor gözleri, adamın ise gümüş renginde saçları ve hafif menekşe renginde gözleri vardı. İkisinin üstünde uzun kollu tişört ve altlarında ise kor pantolonları vardı. Suratları ise kir içindeydi. Sanki uzun bir süredir yıkanmamış gibi.
Aki bana doğru dönerek "Sanırım sığınacağımız bir yer bulduk." dedi ve orda oturanların yanına gitti. Ben de Aki'yi takip ettim. Aki ateş başında oturanlara "Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu. Öyle değil mi?" dedi. İkisi Aki'ye yaratık görmüş gibi baktılar. Bir an ne tepki vereceklerini bilemediler. Sonra ikisi de dizüstü çöküp "Hoşgeldiniz prensesim." dediler. Duraksadım. Ne diyeceğimi bilemedim. Aki bana doğru dönerek "Amy! Ben tüm meleklerin prensesiyim." dedi.
Hiroshi cesur şövalyenin yanıt vermesini beklerken bir ses duyuldu. Bu ses, benim okyanus gücüm sayesinde yaraladığım canavara aitti. Canavar Hiroshi kuna sesleniyordu. Hiroshi bir yandan kılıcını cesur şövalyenin boğazında tutuyor, bir yandan da canavarın gözlerinin içine bakıyordu.
Canavarın kahverengi gözleri birden kırmızıya dönüştü. O anda Hiroshi kunun güzelim yeşil gözleri buz mavisi bir renge dönüşmüş ve gözbebekleri kaybolmuştu. Canavar Hiroshi kuna "Şimdi ne dersem onu yapacaksın. Çünkü sen benim kölemsim." dedi. Hiroshi kun canavarın söylediklerini tekrarlayarak "Ne derseniz onu yapacağım. Çünkü ben sizin kölenizim." dedi. Canavar ise sadece bir tek cümle söydi: "Kayıp şehrin kapılarını aç!" Bunun üzerine Hiroshi buz mavisi gözleriyle kılıcına odaklandı. Ondan başka gözü hiçbir şeyi görmüyordu.
Minako endişeli ve korku dolu bir sesle "Abiii!... Sakın bunu yapma, bu çok tehlikeli!" diye koşturmaya başladı ama canavar elini savurunca Minako çok sert yere çarptı. Eminim Minako'nun yerinde normal bir insan olsaydı şimdiye kaburgaları kırılmış olurdu. Önümde duran Aneko'yla Dark'ı ittirerek Minako'ya doğru koştum ve "Minako-chaaaann!... Sen iyi misin? Yaralandın..." sözümü keserek "Ben iyiyim. Ama ağabayimi durduramazsak bu hem onun hem de hepimizin sonu olur. Lanet olasıca ağabeyimin beyninin içine girdi ve onu kontrol ediyor. Bir şeyler yapmak zorundayız."dediği anda bayıldı.
Kafamı kaldırdım ve cesur şövalynin etrafına saçtığı siyah güllerden dolayı canavarın yaralandığını gördüm. Fakat iki sorunumuz vardı: Hiroshi hala büyünün etkisi altındaydı ve kayıp şehrin kapısı sonuna kadar açılmıştı. Canavar olay yerinden uzaklaştı fakat kayıp şehir herkesi içine çekiyordu. Hepimiz pencerelere, bayrak direğine, kantinin kapısına ve bahçedeki ağaçlara tutunuyorduk. Minako baygın bir halde olduğu için Maria'yla ikimiz onu güçlükle tutuyorduk.
Kayıp şehir Hiroshi'yi tam içine çekerken, cesur şövalye onun elini yakaladı ve ona bir şeyler söyledi. Bir anda Hiroshi'nin buz mavisi gözleri yeşile döüştü ve göz bebekleri ortaya çıkmıştı. Sanırım kendine gelmişti. Ama o an cesur şövalye bayrak direğine tutunamadı ve Hiroshi'yle ikisi kayıp şehirde kayboldular.
Haruka Hiroshi'nin arkasından biraz hırçın ama kederli bir sesle bağırdı. Hitomi Haruka'yı teşelli etmek için onun sarı saçlarını okşadı ve sonra "Artık onun için çok geç Haruka. Biz nasıl hayatta kalacağımızı düşünmeliyiz." dedi masum masum Haruka'ya bakarken. Haruka kendini toparlamış bir vaziyette tutunduğu pencereye iyice asılmıştı.
Fırtınanın şiddeti giderek arttığı için Maria daha fazla tutunamadı ve arkasında duran Aneko'yla Dark'a çarpınca hepsi birden (Maria dışında) farklı bir boyuta geçtiler. Minako'nun elini mümkün olduğunca sımsıkı tutuyordum ama daha fazla dayanamadım. Bir anda Minako'yla ellerimiz birbirinden ayrıldı. Ben de ağaca daha fazla tutunamadım zaten. Kendimi uçuyormuş gibi hissederken birinin elimi tuttuğunu hissettim. Başımı hafifçe kaldırdığımdaysa Aki' yi gördüm: "Senin burda ne işin var? Çoktan gitmiş olman gerekmiyor muydu?" Aki devam ederek "Evet ama sizi burda yüzüstü bırakamazdım. Ne olursa olsun size yardım etmeliyim." dedi acı çeken bir ifadeyle.
Arkama baktım ama ne Minako'dan ne Maria'dan ne Haruka'dan ne de Hitomi'den bir iz vardı. Sadece Aki'yle ben kalmıştık. Koca okul bahçesinin tam ortasında... Fırtına giderek şiddetleşti. Aki'nin elleri, ağacı tutmaktan kanamıştı. En sonunda dayanamayıp Aki ağacı bıraktı. İkimiz öylesine yorulduk ki bayıldık.
...
Gözlerimi açtığımda kumların üzerinde yatarken buldum kendimi. Ayaklarım serinlemişti. Tatlı bir su okşuyordu ayaklarımı. Yavaşça yattığım yerden doğruldum. Etrafıma baktığımdaysa bir adada olduğumu gördüm. Kumların üzerine vuran deniz dalgaları, birçok ağaç türünün olduğu bir yer ve... 15-20 km uzakta bir yanar dağ vardı. Düz, kahverengi saçlarım ıslandığı için hafiften dalgalandılar. Fakat saçlarımın içi kumlarla doluydu. Başımı sağa çevirdiğimde, biraz ilerde Aki'nin hareketsiz yattığını gördüm. Ona doğru koşturdum hemen. Ne yapacağımı bilemedim. Sadece Aki'nin başında öylece oturdum. Birkaç saniye sonra Aki çığlık atarak gözlerini açtı. Ona "İyi misin?" diye sordum, o da evet manasında kafasını salladı. Sonra ikimiz de ayağa kalktık. Tam gidecekken dikkatimi bir şey çekti. Bu şey bir kılıçtı. Her de Hiroshi'nin kılıcı. Kını da tam yanındaydı. Kılıcı aldım ve kınına soktum. Sonra da Aki'yi takip ettim.
Kaç saattir adada yürüyüp duruyorduk. Ama hala bir çıkış yolu bulamadık. Üstelik hava soğuktu ve ben kurt gibi acıkmıştım. Ayrıca garip garip hayvan sesleri beni çok korkutuyordu. Sürekli mızmızlanıyordum ama Aki... Aki bile benim kadar şikayetçi değildi. Üstelik o normal bir insanken.
Bayağı yol aldıktan sonra Aki duraksadı ve "Sanırım ilerde bir mağara var. Geceyi burada geçirebiliriz. Yarın sabah erkenden yola koyuluruz." dedi. Ben de Aki'nin söylediklerini başımla onayladım. Mağaraya doğru yürüdük. Mağaranın tam önüne geldiğimizde Aki biraz ürperdi fakat o da benimle birlikte mağaraya girdi. İçerisi kapkaranlıktı. Fakat dışarıdan daha sıcak olduğu kesindi. Sanki birisi burada ateş yakmıştı da sonra söndürmüş gibiydi. Mağarada ilerlerken birden ağağım kaydı. Çığlıklar ata ata bir gölün yanına düştüm. Sadece yere çakılsam yine iyiydi. Tam üzerime Aki düşünce altında ezildim neredeyse. Aki üstümden kalkarak "Sen iyi misin?" diye sordu. Ben ağlamaklı bir ses tonuyla "Hayır!" dedim. Sırtım acıyordu. Hem de çok. Bir dakika... Acıyan yerim sırtım değil, melek kanatlarımdı. Kanatlarım -daha doğrusu sol kanadım- öyle çok acıyordu ki başka bir şey düşünemiyordum. Aki bana doğru yaklaşarak "Kanadını bana versene." dedi. Ben de sol kanadımı ona doğru uzattım. Aki biraz inceleme yaptıktan sonra "Senin kanadın kırılmış." dedi.
Aki'ye büyük bir şaşkınlıkla baktım. Çünkü bir melek olduğumu yani olduğumuzu, canavarların ve melezlerin var olduğunu, asıl en önemlisi ise çok büyük bir savaş içinde olduğumuzu öğrendi. Fakat bütün bunları büyük bir olgunlukla karşıladı. Ben onun yerinde olsam herhalde büyük bir şok geçirirdim.
Ben uzun uzun düşünürken Aki "Senin kanadını bir an önce iyileştirmemiz lazım. Sanırım biraz ilerlersek mağaradan kurtulabiliriz." dedi. Ben de: "Çok haklısın. Hadi, gidelim." İkimiz de gölün etrafından dolandık. Mağara iki yola ayrılıyordu. Hangi tarafı seçeceğimize dair bir fikrimiz yoktu. Aki "Sağdan." ben "Soldan." dedik. İkimiz uzunca bir süre kendi seçtiğimiz yolun doğru olduğunu tartıştık. En sonunda Aki "Sen istersen gel, istersen gelme ama ben sağ taraftan gideceğim." dedi. Ben de mecburen Aki'nin gittiği yoldan gitmek zorunda kaldım.
Neredeyse 2-3 saat boyunca yürüdük. Ayaklarıma kara sular inmişti artık. Canım da çok acıyordu. Aki'ye "Ben çok yoruldum. Daha fazla devam edemeyeceğim. Lütfen artık duralım. N'olur?" dedim fakat Aki susmam gerektiğini söyledi. İlk başta neden susmam gerektiğini anlayamamıştım ama birilerini gözetlediğini yeni fark ettim. Biraz ilerde ateş yanıyordu. Ateşin başında iki kişi oturuyordu. Biri kadın öbürü erkekti. İkisi de 17-18 yaşlarında gösteriyorlardı. Kadının uzun düz saçları ve mor gözleri, adamın ise gümüş renginde saçları ve hafif menekşe renginde gözleri vardı. İkisinin üstünde uzun kollu tişört ve altlarında ise kor pantolonları vardı. Suratları ise kir içindeydi. Sanki uzun bir süredir yıkanmamış gibi.
Aki bana doğru dönerek "Sanırım sığınacağımız bir yer bulduk." dedi ve orda oturanların yanına gitti. Ben de Aki'yi takip ettim. Aki ateş başında oturanlara "Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu. Öyle değil mi?" dedi. İkisi Aki'ye yaratık görmüş gibi baktılar. Bir an ne tepki vereceklerini bilemediler. Sonra ikisi de dizüstü çöküp "Hoşgeldiniz prensesim." dediler. Duraksadım. Ne diyeceğimi bilemedim. Aki bana doğru dönerek "Amy! Ben tüm meleklerin prensesiyim." dedi.


7. sayfa (Toplam 11 sayfa) [ 163 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |