Saf Dilek (Bittii... ^^ ) Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 19, 20, 21, 22, Sonraki |
|
Yazar
Mesaj
Yine sorulaaar 
Neyse ıhım ıhım :
- Açıkcası Kırmızı Piramit ve Saide kim bilmiyorum, Bir tek İsis in Eski Mısır da bilgeilkti sanırım ya da ona benzer baska bir şeyin tanrısı oldugunu biliyorum.. Farklı bir açıdan örnek verirsen daha iyi açıklarım sanırım..
- Haaa işte orası bi dahaki bölümün şeysi, onu daha demiyim, şöyle bir ilk iki bölümü tekrar bi okuyalım sonra 26. bölüme bakalım, sadece bunu diyim
- Eh anladı sonunda biraz geç de olsa, farketti..
Öyle işte
birkaç yorum daha gelirse yeni bölümü atarım
Bu arada sizlere Helen'in değişmiş halini sunmaktan gurur duyuyorum



- Açıkcası Kırmızı Piramit ve Saide kim bilmiyorum, Bir tek İsis in Eski Mısır da bilgeilkti sanırım ya da ona benzer baska bir şeyin tanrısı oldugunu biliyorum.. Farklı bir açıdan örnek verirsen daha iyi açıklarım sanırım..

- Haaa işte orası bi dahaki bölümün şeysi, onu daha demiyim, şöyle bir ilk iki bölümü tekrar bi okuyalım sonra 26. bölüme bakalım, sadece bunu diyim

- Eh anladı sonunda biraz geç de olsa, farketti..

Spoiler:
Öyle işte


Bu arada sizlere Helen'in değişmiş halini sunmaktan gurur duyuyorum


I'm the bone of my sword.


Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~
Hiç ama hiç okumadım valla
Ama okurum bunu bir kenara not edeyim *
Ben de bitmesini istemezdim aslında yazdığım bir hikayenin ama yenilere yer açmak lazım
Evet, yeni bir projem var ve bu sefer hiç bir yerden ilham almadım, kendi aklıma gelen bir şeydi bu, şimdiden bayaa yazdım ama önce bunu bitirmem gerek (:
çok teşekkür ederim (:


Ben de bitmesini istemezdim aslında yazdığım bir hikayenin ama yenilere yer açmak lazım

Evet, yeni bir projem var ve bu sefer hiç bir yerden ilham almadım, kendi aklıma gelen bir şeydi bu, şimdiden bayaa yazdım ama önce bunu bitirmem gerek (:
Alıntı:

I'm the bone of my sword.

Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Valkyrie Cain
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Valkyrie Cain
(f.i.ü.)
Bölüm 26 : Taraflar Değişiyor..
Orman çok cansızdı. Evet, ağaçların dalları yemyeşildi ve cıvıl cıvıl bir görüntüsü vardı. Kuşlar yuvalarındaki yavrularına yem bulmak için dört bir yana uçuşuyordu. Ama onlarda cansızdı. Tıpkı bir teyp gibiydi orman. Aynı kuş sürekli büyük meşenin etrafında uçuyordu, yavrular her 3.45 saniyede bir cikliyordu, ve boynu daha uzun olan yavru da her 1,2 saniyede bir başını yuvadan dışarı uzatıyordu. Arılar sürekli aynı çiçekten bal alıyordu. Kovana giren arılar hemen hemen yedi saniye sonra çıkıp aynı çiçeğe dönüyor ve aynı özü çekiyordu. Sincaplardan biri sürekli aynı ağaca tırmanıyor ve aşağı iniyordu. Ona bakarken benim bile başım dönmüştü. Ve şu küçük ağacın da çiçeklerinden biri sürekli açılıp kapanıyordu. Sandık sınırlarını zorluyordu artık. Onu durduracağımın farkındaydı. Zorlandığı için de güç toplamak istedi. Sonucu da bu, paralel evrenin her yönünde eşit güç dağılımı olmazsa, her şey aksayacaktı. Ve aksadı da.
Angelo olan biteni farketmiş, gözlem yapıyordu. Elinde dijital saat, sürekli ölçüm yapıp bana söylüyoru. Ara sıra sinirimi bozuyordu kabul, ama çok şirindi. Ve huzurluydu.. En azından onun benim yanımda olduğunu bilmek bana sonsuz bir huzur veriyordu. Kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti.
"Eeee.." bu onun bir şeyler söylemeden önce yaptığı genel 'Eee..?' zil sesiydi. "Artık, hani bakıyorum da, yalnız kalmışız. Yani diyorum ki şu bizim şeyi bir gözden geçirsek..?" Tek kaşımı havaya kaldırdım. Kolunu omuzumdan itip yürümeye devam ettim.
"Neyi?" arkamdan 'hıı, ıhm, hani, uf, şeys, yaaa..' gibi sesler çıkararak yürüyordu. Yaprakların hışırtısına kapılıyordu arada çıkardığı küçük sesler.
"Biliyorsun Peri," içimdeki küçük kız adının duyulmasının verdiği hevesle çırpınıyordu. Mutlu oluyordu, içime tarif edilemez duygular aşılıyordu. "sandığı yok etmeye gidiyoruz.. Ve.." bu doğruydu. Eğer düşündüğüm yerdeyse, eğer onları bulabilirsem bu paralel evrenden çıkıp kendimi kurtarabilirdim. "şunu da biliyorsun ki, ben seni çok seviyorum.. Bunun farkındasın.." daha gördüğüm ilk günden beri Angelo'nun bana karşı olan hislerinin farkındaydım. Ama o zamanlar kendimi sandığın aptal 'Sevdiğini Bul' oyununa o kadar kaptırmıştım ki, onunla doğru dürüst ilgilenemiyordum bile.
Ama şimdi bu yakışıklı Hermes çocuğuna dikkatli dikkatli bakabildim.
Bir kere gözleri Angelo'nun çok çekiciydi, ince sureti ile tam bir doğa harikasıydı. Ki bu olası çünkü Angelo'nun ailesinde Orman ve Su Perileri vardı. Doğallık olması çok normal bu durumda. Ayrıca düz bir burnu ve her zaman pespembe olan birbirine eş güzel dudakları vardı. Saçları simsiyahtı ve dağınıktı. Ve gerçekten gördüğüm en yakışıklı çocuklardan biriydi. Mesela Fajtor ve Percy de oldukça yakışıklıydı. Hele Percy.. Ama Angelo'nun ilginç bir yanı vardı. Çok.. Nasıl desem ? Benlikti.. O mavimsi yeşilimsi tuhaf gözlerinde hep bana ayrılmış bir yer vardı.
"Evet farkındayım Angelo, bana hep kalbinde temiz bir sayfa ayırdın, bunu biliyorum.." gözlerindeki ufacık parıltılar, güneşin bir yansıması değildi. İçtenliğinin parıltısıydı.
"Ve vakit doldu, buradan ayrılacaksın, bana bir şans verir misin?" içimdeki ruh 'Eveeeeet' diye bağıtıyordu. Gülümseyerek Angelo'ya yaklaştım.
"Ben sana o şansı çoktan verdim, farketmedin mi?" şaşkınlıkla açtı gözlerini kocaman kocaman. Sonrada dişlerini göstererek sırıttı.
"Peki beni seviyor musun?" Bir elimi sağ omuzuna, diğerini de sol omuzuna koydum. Evet, başından beri içimdeki ruhun hissettiği şey buydu. Ve benim de.. Ben ona aşığım, evet ya, bunu saklamanın artık bir alemi yok. Yüzümü yüzüne yaklaştırıp dudaklarımı ısladım.
"Sence?" ve dudaklar birleşti. Bu tanıdık hissi biliyorum. Onu bırakmak istemeyen kalbimin vücuduma yaydığı o güzel his.. İçimdeki ruh bedenimi ele geçiriyordu. Sarıldık. Uzun uzun sarıldık. Belki de bu onu son görüşümdü. Son görüşüm olacaktı kim bilir ? Onu öpmek bana iyi geliyordu sonucunda.
Yüzlerimiz ve dudaklarımız ayrıldı.
"Gözlerin...?" ellerimi refleks olarak gözlerime götürdüm ve ovuşturmaya başladım.
"Ne olmuş gözlerime?" tekrar Angelo'ya baktım. Kafası karışmış gibiydi.
"A.. Ben.. Bilmiyorum bir an.. Bir an... Yeşildiler.."
"Yansımadandır," dedim bu ihtimalin düşük olduğunu bilerek. Peri dışarı çıkmaya hazırdı artık. "Mendilin var mı?" Şöyle bir çantasına baktı. Her tarafı didik didik aradı ama ufacık bir selpak bile bulamadı. En sonunda üzerindeki küçük küçük kareleri olan ekoseli kırmızı-beyaz gömleğinin bir ucunu yırttı ve bana verdi.
"Ah, yırtmana gerek yoktu.. Neyse.." yanımızdaki bir ağacın dalına düğümledim gömleğin yırtık parçasını.
"İşte burası.. Ben yokken buraya gelip beni hatırlamanı istiyorum.." boğazıma düğümlenen kelimeyi söyleyebildim zorla. "Aşkım.." gülümsemesi tüm yüzünü kapladı.
"Pekala meleğim, sen nasıl istersen.." ben de gülümseyerek karşılık verdim ona.
"Bu kadar romantizm yeter sanırım, şimdi olayımıza dönelim, bir dileğimde onları yanımda istediğimi söylemiştim. Yüksek bir tepeden onlara seslenirsem yanıma geleceklerine eminim. Sandık bunu unutmuştr çoktan. Çok basit bir dilek gibiydi. Hem hafızam da yoktu. Gerçekleşmiş olabilir.." başını salladı. Kamuflaj ceketinin iç cebinden bir harita çkardı.
"Buraların en yüksek tepelerinden biri Zeus Yumruğudur. Ama o kamp tarafında geri dönmek için çok geç sanırım.." haritada parmaklarını sağa sola hızla oynattı. "İşte burada." dedi ucunda kırmızı bir bayrak olan açıklık alanı göstererek. "Burası Cinta Tepesi. Cinta ispanyolcada kurdela demek. Ve göreceksin orası kurdela dolu. Çünkü tepede kurumuş devasa bir çınar ağacı var. Her kim bu çınarın 'boş' bir dalına bir kurdela asıp dilek dilerse o dilek gerçekleşirmiş. Sorun şu ki artık boş bir dalı kalmadı. Kocakarıların hepsi doldurmuş oraları.. Neyse saf dileklerin peşinde değiliz biz. Eğer orada çağırırsan 'Charta' ve 'Proin stylo' kesin gelir."
"Proin stylo'dan emin misin? Sanki Latincede böyle olmuyordu. Yani kalem hiç gibi bir anlamı var. Saçma sapan bir şey bu. Charta kağıt onu biliyorum da..." Angelo tartan gözlerle baktı bana.
"Ben öyle biliyorum ama. Denemekten zarar gelmez hem." başımı salladım. Cinta Tepesi haritaya göre tam karşımızdaydı. Artık herşey değişecek. Artık güçlü olan benim, güçsüz olan o.. Taraflar değişiyor sandık... Taraflar değişiyor..
Bölüm 26 : Taraflar Değişiyor..
Orman çok cansızdı. Evet, ağaçların dalları yemyeşildi ve cıvıl cıvıl bir görüntüsü vardı. Kuşlar yuvalarındaki yavrularına yem bulmak için dört bir yana uçuşuyordu. Ama onlarda cansızdı. Tıpkı bir teyp gibiydi orman. Aynı kuş sürekli büyük meşenin etrafında uçuyordu, yavrular her 3.45 saniyede bir cikliyordu, ve boynu daha uzun olan yavru da her 1,2 saniyede bir başını yuvadan dışarı uzatıyordu. Arılar sürekli aynı çiçekten bal alıyordu. Kovana giren arılar hemen hemen yedi saniye sonra çıkıp aynı çiçeğe dönüyor ve aynı özü çekiyordu. Sincaplardan biri sürekli aynı ağaca tırmanıyor ve aşağı iniyordu. Ona bakarken benim bile başım dönmüştü. Ve şu küçük ağacın da çiçeklerinden biri sürekli açılıp kapanıyordu. Sandık sınırlarını zorluyordu artık. Onu durduracağımın farkındaydı. Zorlandığı için de güç toplamak istedi. Sonucu da bu, paralel evrenin her yönünde eşit güç dağılımı olmazsa, her şey aksayacaktı. Ve aksadı da.
Angelo olan biteni farketmiş, gözlem yapıyordu. Elinde dijital saat, sürekli ölçüm yapıp bana söylüyoru. Ara sıra sinirimi bozuyordu kabul, ama çok şirindi. Ve huzurluydu.. En azından onun benim yanımda olduğunu bilmek bana sonsuz bir huzur veriyordu. Kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti.
"Eeee.." bu onun bir şeyler söylemeden önce yaptığı genel 'Eee..?' zil sesiydi. "Artık, hani bakıyorum da, yalnız kalmışız. Yani diyorum ki şu bizim şeyi bir gözden geçirsek..?" Tek kaşımı havaya kaldırdım. Kolunu omuzumdan itip yürümeye devam ettim.
"Neyi?" arkamdan 'hıı, ıhm, hani, uf, şeys, yaaa..' gibi sesler çıkararak yürüyordu. Yaprakların hışırtısına kapılıyordu arada çıkardığı küçük sesler.
"Biliyorsun Peri," içimdeki küçük kız adının duyulmasının verdiği hevesle çırpınıyordu. Mutlu oluyordu, içime tarif edilemez duygular aşılıyordu. "sandığı yok etmeye gidiyoruz.. Ve.." bu doğruydu. Eğer düşündüğüm yerdeyse, eğer onları bulabilirsem bu paralel evrenden çıkıp kendimi kurtarabilirdim. "şunu da biliyorsun ki, ben seni çok seviyorum.. Bunun farkındasın.." daha gördüğüm ilk günden beri Angelo'nun bana karşı olan hislerinin farkındaydım. Ama o zamanlar kendimi sandığın aptal 'Sevdiğini Bul' oyununa o kadar kaptırmıştım ki, onunla doğru dürüst ilgilenemiyordum bile.
Ama şimdi bu yakışıklı Hermes çocuğuna dikkatli dikkatli bakabildim.
Bir kere gözleri Angelo'nun çok çekiciydi, ince sureti ile tam bir doğa harikasıydı. Ki bu olası çünkü Angelo'nun ailesinde Orman ve Su Perileri vardı. Doğallık olması çok normal bu durumda. Ayrıca düz bir burnu ve her zaman pespembe olan birbirine eş güzel dudakları vardı. Saçları simsiyahtı ve dağınıktı. Ve gerçekten gördüğüm en yakışıklı çocuklardan biriydi. Mesela Fajtor ve Percy de oldukça yakışıklıydı. Hele Percy.. Ama Angelo'nun ilginç bir yanı vardı. Çok.. Nasıl desem ? Benlikti.. O mavimsi yeşilimsi tuhaf gözlerinde hep bana ayrılmış bir yer vardı.
"Evet farkındayım Angelo, bana hep kalbinde temiz bir sayfa ayırdın, bunu biliyorum.." gözlerindeki ufacık parıltılar, güneşin bir yansıması değildi. İçtenliğinin parıltısıydı.
"Ve vakit doldu, buradan ayrılacaksın, bana bir şans verir misin?" içimdeki ruh 'Eveeeeet' diye bağıtıyordu. Gülümseyerek Angelo'ya yaklaştım.
"Ben sana o şansı çoktan verdim, farketmedin mi?" şaşkınlıkla açtı gözlerini kocaman kocaman. Sonrada dişlerini göstererek sırıttı.
"Peki beni seviyor musun?" Bir elimi sağ omuzuna, diğerini de sol omuzuna koydum. Evet, başından beri içimdeki ruhun hissettiği şey buydu. Ve benim de.. Ben ona aşığım, evet ya, bunu saklamanın artık bir alemi yok. Yüzümü yüzüne yaklaştırıp dudaklarımı ısladım.
"Sence?" ve dudaklar birleşti. Bu tanıdık hissi biliyorum. Onu bırakmak istemeyen kalbimin vücuduma yaydığı o güzel his.. İçimdeki ruh bedenimi ele geçiriyordu. Sarıldık. Uzun uzun sarıldık. Belki de bu onu son görüşümdü. Son görüşüm olacaktı kim bilir ? Onu öpmek bana iyi geliyordu sonucunda.
Yüzlerimiz ve dudaklarımız ayrıldı.
"Gözlerin...?" ellerimi refleks olarak gözlerime götürdüm ve ovuşturmaya başladım.
"Ne olmuş gözlerime?" tekrar Angelo'ya baktım. Kafası karışmış gibiydi.
"A.. Ben.. Bilmiyorum bir an.. Bir an... Yeşildiler.."
"Yansımadandır," dedim bu ihtimalin düşük olduğunu bilerek. Peri dışarı çıkmaya hazırdı artık. "Mendilin var mı?" Şöyle bir çantasına baktı. Her tarafı didik didik aradı ama ufacık bir selpak bile bulamadı. En sonunda üzerindeki küçük küçük kareleri olan ekoseli kırmızı-beyaz gömleğinin bir ucunu yırttı ve bana verdi.
"Ah, yırtmana gerek yoktu.. Neyse.." yanımızdaki bir ağacın dalına düğümledim gömleğin yırtık parçasını.
"İşte burası.. Ben yokken buraya gelip beni hatırlamanı istiyorum.." boğazıma düğümlenen kelimeyi söyleyebildim zorla. "Aşkım.." gülümsemesi tüm yüzünü kapladı.
"Pekala meleğim, sen nasıl istersen.." ben de gülümseyerek karşılık verdim ona.
"Bu kadar romantizm yeter sanırım, şimdi olayımıza dönelim, bir dileğimde onları yanımda istediğimi söylemiştim. Yüksek bir tepeden onlara seslenirsem yanıma geleceklerine eminim. Sandık bunu unutmuştr çoktan. Çok basit bir dilek gibiydi. Hem hafızam da yoktu. Gerçekleşmiş olabilir.." başını salladı. Kamuflaj ceketinin iç cebinden bir harita çkardı.
"Buraların en yüksek tepelerinden biri Zeus Yumruğudur. Ama o kamp tarafında geri dönmek için çok geç sanırım.." haritada parmaklarını sağa sola hızla oynattı. "İşte burada." dedi ucunda kırmızı bir bayrak olan açıklık alanı göstererek. "Burası Cinta Tepesi. Cinta ispanyolcada kurdela demek. Ve göreceksin orası kurdela dolu. Çünkü tepede kurumuş devasa bir çınar ağacı var. Her kim bu çınarın 'boş' bir dalına bir kurdela asıp dilek dilerse o dilek gerçekleşirmiş. Sorun şu ki artık boş bir dalı kalmadı. Kocakarıların hepsi doldurmuş oraları.. Neyse saf dileklerin peşinde değiliz biz. Eğer orada çağırırsan 'Charta' ve 'Proin stylo' kesin gelir."
"Proin stylo'dan emin misin? Sanki Latincede böyle olmuyordu. Yani kalem hiç gibi bir anlamı var. Saçma sapan bir şey bu. Charta kağıt onu biliyorum da..." Angelo tartan gözlerle baktı bana.
"Ben öyle biliyorum ama. Denemekten zarar gelmez hem." başımı salladım. Cinta Tepesi haritaya göre tam karşımızdaydı. Artık herşey değişecek. Artık güçlü olan benim, güçsüz olan o.. Taraflar değişiyor sandık... Taraflar değişiyor..
I'm the bone of my sword.

Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Valkyrie Cain
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~
wow.
yine sorular. (
)
şu en başa yazdığın (f.i.ü.) nedir?
neden sürekli aynı şeyler oluyor? sürekli aynı şeyler olunca sandık güç harcamıyor ve dinleniyor da ondan mı?
sanırım sandığı yok etmeye gidiyolar. sandık, sandık sonuçta. ama onun içinde bi dünya gizli gördüğümüz gibi. sandık nasıl yok olur ki? zaten sandığın içinde değiller mi?
şu "charta" ve "proin stylo", perinin en başta dilediği kağıt ve kalem mi? ayrıca ne alaka? ve tepeye çıkmasıyla ne alakası var?
biliyorum çok soru soruyorum. ama ne yapayım. anlamamaktan iyidir
bu arada bölüm süppppppppppper olmuş. çok romantik.
yine sorular. (

şu en başa yazdığın (f.i.ü.) nedir?
neden sürekli aynı şeyler oluyor? sürekli aynı şeyler olunca sandık güç harcamıyor ve dinleniyor da ondan mı?
sanırım sandığı yok etmeye gidiyolar. sandık, sandık sonuçta. ama onun içinde bi dünya gizli gördüğümüz gibi. sandık nasıl yok olur ki? zaten sandığın içinde değiller mi?
şu "charta" ve "proin stylo", perinin en başta dilediği kağıt ve kalem mi? ayrıca ne alaka? ve tepeye çıkmasıyla ne alakası var?


bu arada bölüm süppppppppppper olmuş. çok romantik.


İsim Makotom-->Valkyrie Cain
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~
Bölüm 27 : Çekiyoruum.. Gülümse.. *FLASH*
"Pe- Pe- Pe- Perii! E-E-Emin misin bu-bu-bu-bunun o-o-o-o-olması ge-ge-ge-gerektiğine-e?" Angelo tepenin bir ucundan aşağıya doğru kıvrılan uçuruma göz ucuyla bakıyordu. Uçurum bir hayli derindi. Dibi görünmüyordu, karanlık bir gölge vardı. Ağacın tepesinden küçük bir dal koparıp aşağı attıkama henüz sesi gelmedi.
"He-He-Hem de bu sallanan dalın üzerindeyken!? Aşağı dü-dü-dü-dü-düşersek ölürüz beee!" Tepedeki ağaç uçurumun hemen dibindeydi ve dallarının hepsi uçuruma bakıyordu. Eskimiş dalların bazıları biz çıkarken üstüne kopuyordu ya da kırılıyordu. Ama en yüksek yer ağacın tepesiydi. Ağacın en üst dalına çıktık bizde.. Dal rüzgarın en ufak bir esintisinde sallanıyor, Angelo kıpırdandıkça da yere doğru eğiliyordu.
"Biraz kıpırdanmadan dursana.. Konsantre olamıyorum.." İçimden kağıdın ve kalemin olabileceği yerleri geçiriyordum hızla. Evim, yatak odam, okulum, tapınak, kamp ve daha bir sürü yer.. En sonunda görüntüde bir çekmece belirdi.
"Buldum!" Angelo bir parmağıyla beni omuzumdan dürtüyordu sürekli.
"Periii.. Buna bakman gerek.."
"Müsait değiliiiiim.."
"Ama Periii, bakman lazım bu bi-"
"Şimdi olmaaaaz.."
"Ama üzerimize doğ-"
"Şimdi hiç sırası değil, Ang." hala dürtüyordu beni.
"Ama Periiii-"
"Şimdi olmaz! Yerini buldum! Çekmecemdeymiş, onu çağırmalıyım!"
"Ama Pe-"
"Sus!"
Gözümü açmadan devam ettim. Çekmeceme yoğunlaşarak içimden üç kere 'Charta' ve üç kere 'Proin stylo' dedim. İyice yoğunlaştım yoğunlaştım yoğunlaştım.. Sonunda tam çekmeceden havalanmaya başladılar ki...
"Ya Periii-"
"Angelo, her şeyi mahvediyorsun! Tam yoğunlaştığım anda yapma şunu, bir daha
yaparsan seni atarım aşağıya!"
Tekrar yoğunlaştım, bu kez onları yanıma gelmeye zorladım. Havalanarak uçuşmaya başladılar. Kalem hızla dönüyor, kağıdı etrafına sarıyordu. Kağıt da hiç tereddüt etmeden kendini kaleme doluyordu. Döndükten kısa süre sonra hafif bir 'pop' sesi ve pembe bir ışıkla yok oldular. Yanıma geliyorlardı.
En sonunda gözümü açtım. Keşke açmasaydım. Devasa bir yaratık ağzını açmış üzerinde oturduğumuz ağacı yemek üzereydi.
"Angelo, bu da ne?!" Yaratığın gövdesi katranlıydı, mor ve siyah gölgeleri olan, şu an beş tanesini sayabildiğim, çok başlı bir canlıydı hani.. Her pençesinde iki parmağı vardı ve pençe sayısı onun üzerindeydi. Uçurumun dibinden yükselen bedenin kaç km olduğunu o an beynim idrak edemedi.
"Ben de sana-"
"Evet, bana neden haber vermedin?"
"Ama ben-"
"Ohaa ya, böyle mi kolluyorsun sen beni?"
"Perii dinle bi-"
"Yuh yani! Yedikten sonra midesinde deseydin bari!"
"Peri ben-"
"Ya neden demedin bana şunu, ya yeseydi çoktan bizi?! Ama yoook, kendince kahramanlık yapacaktın di mi?"
"Peri ben- Ne?!?!?!?"
"Şimdi seni azarlayamayacağım! Şununla ilgilenmeli-" hızla yaratıktan uzaklaştık. Tepenin diğer ucuna gittik. Kendimi bir anda Angelo'nun kucağında bulmuştum.
"Beni yere indir daha haber vermiyors-" eliyle ağzımı kapadı.
"Ya bir kapa çeneni be! Yeteeeeer?!?!" gözlerini iri iri açmıştı ve anlaşılan bana çok kızmıştı.
"Sabah beri dırdırdırdırdırdırdırdır! Yeter be yeter, ben de insanım. Belli etmiyor olabilirim ama insanım insan! Ey insaf! Seni uyarmaya çalışmadım mı ben?" elini hafifçe ısırdım.
"AAAA!! Ne-" hızla pembe bir ışık hüzmesiyle uzaklaştım.
"Senle sonra konuşurum!" diye bağırdım ardından. Evet onda dokuz nokta dokuz hatalıyım ama bana böyle bağırmaması gerekiyor.
Canavara yaklaştım, bedeninde küçük küçük bir milyon milyar göz vardı. Eğer yeterince büyük bir flaş patlarsa, canavarın bedeni tersi yönde düşer ve uçurumun dibini boylardı.
"Evet, sahte babam Zeus, şuraları bir aydınlat bakalım!" kara bulutlar bir anda etrafıma toplandı. Gürlemeye ve yeri sarsmaya başladılar. Daha sonra içlerinden küçük olanın bir yıldırım atmasıyla şölen başladı. Yaklaşık on bulut aynı anda yere bembeyaz yıldırımını savurdu. Canavarın gözleri bir anda bulandı ve büyük gövdeli o pis yaratık uçurumun dibini boyladı. Arkamdan küçük bir 'şakşaklama' sesi duydum.
"Evet, evet, aferin, iyi iş.." Angelo kömür gibi kararmıştı. Kırmızı gömleği kısmen yanmıştı ve içindeki gri tshirt artık simsiyahtı. Kamuflaj ceketine bir şey olmamıştı. Sadece kenarlarından bir kaç ip çıkmıştı. Tuhaf renkli pantolonu da arık griydi. En azından spor ayakkabıları sağlamdı.
"Ben.. Çok özür dilerim Ang.. Seni dinlemeliydim ve yıldırımlar konusunda da uyarmalıydım.. Değil mi?" kafasını 'yanii yanii yapabilirdin' der gibi salladı. Elime pembe bir ışık geldi. Angelo'nun yanına gidip elbiselerine dokundum tek tek. Dokunduğum kıyafetler yeni gibi tertemiz oluyordu. Gülümseyerek başımı ona çevirdim. Dudaklarına da ufak bir öpücük kondurdum.
"Beni affedecek misin?"
"Eğer şu kağıt ve kalemi aldıysan tamam affederim.."
Etrafıma bakındım. Ağacın bazı dallarına yıldırım inmişti. Düşen dalların arasında pembe bir ışık vardı. Yanına gidip pembe ışığın önünü açtım. Dalları kaldırıp sağa sola savurdum. Pembe bir ışığın altında kağıt ve kalem duruyordu. Yıldırım etkisiyle kağıtta gözle görülür bir ufalma vardı. O upuzun rulo artık elim kadar bir kağıttı. Ve kaleminde ucu kırılmıştı ama kendini iyileştiriyordu.
"Buradalar,"diye sevinçle döndüm Angelo'ya. Koşarak yanıma geldi ve beni kucağına aldı.
"O zaman gözlerini kapat aşkım, küçük bir yolculuğumuz daha kaldı..."
Ve rüzgar arkamızdan bizi takip etmeye başladı...
Bölümü begenmenize sevindim..
"Pe- Pe- Pe- Perii! E-E-Emin misin bu-bu-bu-bunun o-o-o-o-olması ge-ge-ge-gerektiğine-e?" Angelo tepenin bir ucundan aşağıya doğru kıvrılan uçuruma göz ucuyla bakıyordu. Uçurum bir hayli derindi. Dibi görünmüyordu, karanlık bir gölge vardı. Ağacın tepesinden küçük bir dal koparıp aşağı attıkama henüz sesi gelmedi.
"He-He-Hem de bu sallanan dalın üzerindeyken!? Aşağı dü-dü-dü-dü-düşersek ölürüz beee!" Tepedeki ağaç uçurumun hemen dibindeydi ve dallarının hepsi uçuruma bakıyordu. Eskimiş dalların bazıları biz çıkarken üstüne kopuyordu ya da kırılıyordu. Ama en yüksek yer ağacın tepesiydi. Ağacın en üst dalına çıktık bizde.. Dal rüzgarın en ufak bir esintisinde sallanıyor, Angelo kıpırdandıkça da yere doğru eğiliyordu.
"Biraz kıpırdanmadan dursana.. Konsantre olamıyorum.." İçimden kağıdın ve kalemin olabileceği yerleri geçiriyordum hızla. Evim, yatak odam, okulum, tapınak, kamp ve daha bir sürü yer.. En sonunda görüntüde bir çekmece belirdi.
"Buldum!" Angelo bir parmağıyla beni omuzumdan dürtüyordu sürekli.
"Periii.. Buna bakman gerek.."
"Müsait değiliiiiim.."
"Ama Periii, bakman lazım bu bi-"
"Şimdi olmaaaaz.."
"Ama üzerimize doğ-"
"Şimdi hiç sırası değil, Ang." hala dürtüyordu beni.
"Ama Periiii-"
"Şimdi olmaz! Yerini buldum! Çekmecemdeymiş, onu çağırmalıyım!"
"Ama Pe-"
"Sus!"
Gözümü açmadan devam ettim. Çekmeceme yoğunlaşarak içimden üç kere 'Charta' ve üç kere 'Proin stylo' dedim. İyice yoğunlaştım yoğunlaştım yoğunlaştım.. Sonunda tam çekmeceden havalanmaya başladılar ki...
"Ya Periii-"
"Angelo, her şeyi mahvediyorsun! Tam yoğunlaştığım anda yapma şunu, bir daha
yaparsan seni atarım aşağıya!"
Tekrar yoğunlaştım, bu kez onları yanıma gelmeye zorladım. Havalanarak uçuşmaya başladılar. Kalem hızla dönüyor, kağıdı etrafına sarıyordu. Kağıt da hiç tereddüt etmeden kendini kaleme doluyordu. Döndükten kısa süre sonra hafif bir 'pop' sesi ve pembe bir ışıkla yok oldular. Yanıma geliyorlardı.
En sonunda gözümü açtım. Keşke açmasaydım. Devasa bir yaratık ağzını açmış üzerinde oturduğumuz ağacı yemek üzereydi.
"Angelo, bu da ne?!" Yaratığın gövdesi katranlıydı, mor ve siyah gölgeleri olan, şu an beş tanesini sayabildiğim, çok başlı bir canlıydı hani.. Her pençesinde iki parmağı vardı ve pençe sayısı onun üzerindeydi. Uçurumun dibinden yükselen bedenin kaç km olduğunu o an beynim idrak edemedi.
"Ben de sana-"
"Evet, bana neden haber vermedin?"
"Ama ben-"
"Ohaa ya, böyle mi kolluyorsun sen beni?"
"Perii dinle bi-"
"Yuh yani! Yedikten sonra midesinde deseydin bari!"
"Peri ben-"
"Ya neden demedin bana şunu, ya yeseydi çoktan bizi?! Ama yoook, kendince kahramanlık yapacaktın di mi?"
"Peri ben- Ne?!?!?!?"
"Şimdi seni azarlayamayacağım! Şununla ilgilenmeli-" hızla yaratıktan uzaklaştık. Tepenin diğer ucuna gittik. Kendimi bir anda Angelo'nun kucağında bulmuştum.
"Beni yere indir daha haber vermiyors-" eliyle ağzımı kapadı.
"Ya bir kapa çeneni be! Yeteeeeer?!?!" gözlerini iri iri açmıştı ve anlaşılan bana çok kızmıştı.
"Sabah beri dırdırdırdırdırdırdırdır! Yeter be yeter, ben de insanım. Belli etmiyor olabilirim ama insanım insan! Ey insaf! Seni uyarmaya çalışmadım mı ben?" elini hafifçe ısırdım.
"AAAA!! Ne-" hızla pembe bir ışık hüzmesiyle uzaklaştım.
"Senle sonra konuşurum!" diye bağırdım ardından. Evet onda dokuz nokta dokuz hatalıyım ama bana böyle bağırmaması gerekiyor.
Canavara yaklaştım, bedeninde küçük küçük bir milyon milyar göz vardı. Eğer yeterince büyük bir flaş patlarsa, canavarın bedeni tersi yönde düşer ve uçurumun dibini boylardı.
"Evet, sahte babam Zeus, şuraları bir aydınlat bakalım!" kara bulutlar bir anda etrafıma toplandı. Gürlemeye ve yeri sarsmaya başladılar. Daha sonra içlerinden küçük olanın bir yıldırım atmasıyla şölen başladı. Yaklaşık on bulut aynı anda yere bembeyaz yıldırımını savurdu. Canavarın gözleri bir anda bulandı ve büyük gövdeli o pis yaratık uçurumun dibini boyladı. Arkamdan küçük bir 'şakşaklama' sesi duydum.
"Evet, evet, aferin, iyi iş.." Angelo kömür gibi kararmıştı. Kırmızı gömleği kısmen yanmıştı ve içindeki gri tshirt artık simsiyahtı. Kamuflaj ceketine bir şey olmamıştı. Sadece kenarlarından bir kaç ip çıkmıştı. Tuhaf renkli pantolonu da arık griydi. En azından spor ayakkabıları sağlamdı.
"Ben.. Çok özür dilerim Ang.. Seni dinlemeliydim ve yıldırımlar konusunda da uyarmalıydım.. Değil mi?" kafasını 'yanii yanii yapabilirdin' der gibi salladı. Elime pembe bir ışık geldi. Angelo'nun yanına gidip elbiselerine dokundum tek tek. Dokunduğum kıyafetler yeni gibi tertemiz oluyordu. Gülümseyerek başımı ona çevirdim. Dudaklarına da ufak bir öpücük kondurdum.
"Beni affedecek misin?"
"Eğer şu kağıt ve kalemi aldıysan tamam affederim.."
Etrafıma bakındım. Ağacın bazı dallarına yıldırım inmişti. Düşen dalların arasında pembe bir ışık vardı. Yanına gidip pembe ışığın önünü açtım. Dalları kaldırıp sağa sola savurdum. Pembe bir ışığın altında kağıt ve kalem duruyordu. Yıldırım etkisiyle kağıtta gözle görülür bir ufalma vardı. O upuzun rulo artık elim kadar bir kağıttı. Ve kaleminde ucu kırılmıştı ama kendini iyileştiriyordu.
"Buradalar,"diye sevinçle döndüm Angelo'ya. Koşarak yanıma geldi ve beni kucağına aldı.
"O zaman gözlerini kapat aşkım, küçük bir yolculuğumuz daha kaldı..."
Ve rüzgar arkamızdan bizi takip etmeye başladı...
Spoiler:
Bölümü begenmenize sevindim..
I'm the bone of my sword.



Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Valkyrie Cain



Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Valkyrie Cain
20. sayfa (Toplam 22 sayfa) [ 330 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |