Çikolatalı Aşklar Tarifesi
Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 7, 8, 9, 10, 11, 12, Sonraki

Sailor Moon Forum -> Fanart ve Fanfic
 

Beğendiniz mi?
Evet
100%
 100%  [ 7 ]
Hayır
0%
 0%  [ 0 ]
Toplam Oylar : 7

Yazar
Mesaj
hp*star
Ay Savaşçısı
Ay Savaşçısı



Kayıt: 19 Ksm 2010
Mesajlar: 730
Teşekkür: 320

Durumu: Çevrimdışı

hp*star
Ay Savaşçısı
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
su an, okuyamadigim,yaklasik 15 bolumluk, kismi telefonuma kaydettim ve buyuk ihtimalle bu aksam okuyup bitirecegim.

keske daha once okuyabilseydim ama nasip olmadi.

bu kadar bolumu okumadan geciren kotu bir takipci oldugum icin ozur dilerim ama sinavlarim cok yogun ve basimi bile anneme kasitir oldum ^_^" ben kasiyamiyorum yani o derece Çok Mutlu

fikirlerimi en kisa zamanda usulunce beyan etmeye calisacagim. gecikme icin tekrar ozur diliyorum.. -_-"






Çok Yanlışım.



En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
23 May 2012 19:31
elaaa
Süper Üye
Süper Üye



Yaş: 30
Kayıt: 17 Oca 2012
Mesajlar: 824
Cinsiyet: Kız
Nerden: Bermuda.
Teşekkür: 280

Durumu: Çevrimdışı

elaaa
Süper Üye
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Gülsüm söz verdin sözünü tutt Çok Mutlu Çok Mutlu
Çikileta devam etsinnn Kayan Gözler



Alıntı:
“Bende seni hatırlatan şey narin kar tanesi....Gökteyken bir kar tanesi ve soğuk ama eline konunca ince sıcaklık hissettiren bir gökyüzü damlası”
En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
28 May 2012 21:53
LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Hp yeni görüyorum kusura bakma Gülücük Dağıtıyor Hiç sorun değil ya konu hep burada:D Ne zaman istersen yani benim için problem değil. Okuduğun için teşekkür edebilirim sadece Gülücük DağıtıyorGülücük Dağıtıyor

Ela laf ağızdan çıktı bir kere saçmalamanın dibine vuracağız sanırım finaller bitsin hele:D

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
28 May 2012 21:57
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): elaaa

elaaa
Süper Üye
Süper Üye



Yaş: 30
Kayıt: 17 Oca 2012
Mesajlar: 824
Cinsiyet: Kız
Nerden: Bermuda.
Teşekkür: 280

Durumu: Çevrimdışı

elaaa
Süper Üye
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Görende cidden saçmalıyor sanıcak hee Dil Çıkartıyor

Tamam Gülsüm sen saçmala ben okurum Çok Mutlu Bekliyoruz efendim Uyuyor...



Alıntı:
“Bende seni hatırlatan şey narin kar tanesi....Gökteyken bir kar tanesi ve soğuk ama eline konunca ince sıcaklık hissettiren bir gökyüzü damlası”
En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
28 May 2012 22:10
hp*star
Ay Savaşçısı
Ay Savaşçısı



Kayıt: 19 Ksm 2010
Mesajlar: 730
Teşekkür: 320

Durumu: Çevrimdışı

hp*star
Ay Savaşçısı
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
sonunda bitirdim *yehuuu* ^.^

aslinda bitirdigimde dusundugum tekk sey daha dogrusu sormak istedigim tek soru su oldu:

Duru sizofren mi?

(tamam sizofreninin tam olarak Duru'nun rahatsizligiyla ilgili olmadigini biliyorum ama aklimda beliren ilk soru bu oldu ne yapayim..)

aslinda sormak istedigim daha fazla soru vardi. ama yalan yok, hepsine de usenmeden cevap vermissin bunun icin de ayrica tesekkur ederim. iyiki bu yorumu daha once okumamisim.

Spoiler:


eger bu yorumunu daha once okumus olsaydim o zaman dusunmeme gerek olmayacakti. kendi kendime, emre once kizgin bakarken sonra anlayisla bakiyorsa bunun bir nedeni olmali, demezdim. ya da Duru'nun iki de bir de neden basinin dondugunu, neden uykuyu cok sevdigini sormazdim.

yani dusunmeme,olaylar uzerinde kafa yormama,sacma da olsa "acaba mi?" diye yorumlarda bulunmama ve 'Mat' bolumune geldigimde "adi Eliiifff!!" seklindeki bir narayi icime atmama gerek kalmazdi.

okurken, ozellikle son bolumlerde, icimi titreten bir bolumdu. icim titredi cunku (her ne kadar bu kelimeyi kullanmayi sevmesem de) hikayenin yaraticiligi, gidisati, yonu gercekten hayranlik uyandirici ve takdire sayandi.

kafamdaki sorulara cevap verdigin ve yorumumu onemsedigini belirttigin icin tekrar tesekkur ederim.


bu arada.. sen psikoloji mi okuyorsun acaba? *-*

Spoiler:






Çok Yanlışım.



En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
29 May 2012 21:12
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): LadyinDeath

LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Teşekkür ederim hp en başta okuduğun ve yorumların için:)Gülücük Dağıtıyor Sonrasında dikkatin ve sormak istediğin sorular için:) Yorumun beni gerçekten mutlu etti:) Son 7 bölümü bir günde yazdım o yüzden biraz yayık oldular finallerim vardı ve konu uzasaydı bu kadar birbirine bağımlı olmayacaktı zaten aklımdaki aksiyonları yansıtsaydım herhalde pembe dizilere rakip olabilirdim o yüzden bu şekilde oldu biraz da:) Dediğim gibi sonu en başında belliydi bu hikayenin. Sonra aralarını doldurdum doldurabildiğim kadarıyla.

Bana sorsan en sevdiğin kısım nedir diye şah mat meselesidir derim. O sahnede bende vay anasını demiştim. Kötü olurdu gerçekten öyle bir şey olsaydı sanırım.Gülücük Dağıtıyor

Bu arada ben İktisat okuyorum psikoloji ile pek alakam yok yani kişilik bölünmesi de ekşiden koyduğum yorumlar ekşisözlük bilgisi düzeyinde psikoloji blgim. Yine de belki de biliyorumdur. Çünkü bende zamanında oynadım.

Yorumun ve okuman için tekrardan teşekkür ederim:)Gülücük Dağıtıyor

Bir de Ela bu kısım sana gelsin:D
Yazarsam gerçek olur. Senin gerçek olmanı istemiyorum. Eğer benimle orada hayallerde olursan bize kimse karışamaz. Eğer yazarsam son olur. Sonu olan hikayenin devamı yoktur.
SON

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
29 May 2012 21:50
elaaa
Süper Üye
Süper Üye



Yaş: 30
Kayıt: 17 Oca 2012
Mesajlar: 824
Cinsiyet: Kız
Nerden: Bermuda.
Teşekkür: 280

Durumu: Çevrimdışı

elaaa
Süper Üye
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Anladım.Şuan acı gerçeklerle yüzleştim.Sonlardan nefret ederim.Neyse, Gülsüm seni yeni fanficlerinle yine görmek istediğimi belirteyim o zaman. Gülücük Dağıtıyor



Alıntı:
“Bende seni hatırlatan şey narin kar tanesi....Gökteyken bir kar tanesi ve soğuk ama eline konunca ince sıcaklık hissettiren bir gökyüzü damlası”
En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
29 May 2012 22:18
LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Tükürdüğümü nasıl yalamışım.
Minik hikayem seni çok özlemişim Çok Mutlu

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
22 Eyl 2012 13:52
elaaa
Süper Üye
Süper Üye



Yaş: 30
Kayıt: 17 Oca 2012
Mesajlar: 824
Cinsiyet: Kız
Nerden: Bermuda.
Teşekkür: 280

Durumu: Çevrimdışı

elaaa
Süper Üye
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
Gülsüm farklı bir başlıktan mı devam edeceksin buradan devam mı Çok Mutlu



Alıntı:
“Bende seni hatırlatan şey narin kar tanesi....Gökteyken bir kar tanesi ve soğuk ama eline konunca ince sıcaklık hissettiren bir gökyüzü damlası”
En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
22 Eyl 2012 14:37
LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi -30-SON
Alıntıyla Cevap Gönder
2. kısım ile devam ediyorum. Aslında bölümleri Facebook üzerinden paylaşıyordum ama buradan devam edeyim Gülücük Dağıtıyor Başlığı var malum Gülücük DağıtıyorGülücük Dağıtıyor

BÖLÜM 31-YENİDEN

Kadın gülümsüyordu. Kapı eşiğinde duran çocuğunun saçlarınıokşadı ve bir gün ona nasıl da şahane bir prensese dönüşeceğinden bahsetti.Çocuk bunun yalan olduğunu biliyordu. Arkadaşı olsa ona bunun aslında duygularıincitmemek adına söylenen o beyaz yalanlardan olduğunu anımsatır ve yüzünün buşekilde asılmaması gerektiğini söylerdi. Yine de çocuk bu beyaz yalana inanmakistedi. Bu uçsuz bucaksız beyazlığın prensesi ve günü geldiğinde tek hakimiolmak istiyordu. Karlar ülkesinin tek temsilcisinin kendisi olması gerektiğinidüşünüyordu. İşte o zaman bu yalan dünyaya adalet getirebilirdi. Belki karlarınerimesini dahi sağlayabilirdi. O zaman o çok merak ettiği papatyaların naringövdesini kitaplardan okuduğu o hassas güzelliği kendisi görebilirdi. Bununhayali ile uyudu minik çocuk… Yarının ne getireceğini bilmeden ve yarının negetireceğini tahmin etmeye çalışarak elinden bugünün kayıp gitmesine izinvererek elinden giden bugüne sadece gereksiz bir ayrıntıymış muamelesi ederekuyudu. Sona yaklaştığının bilincinde olmadan başlangıç kısmının kolayca geçmesini diliyordu. Hikayenin en heyecanlı bölümü her zaman sondan bir adım öncesi olurdu. Hiçbir hikaye olaylaryoluna girdiği zaman devam etmez çünkü o noktadan sonra herkes mutlu yaşar.Öyledir tüm hikayeler.

Çocuk uyuyamıyordu yatağında hikayeleri düşünüyordu. Usulcakalktı ve annesinin yanına gitti. Annesi uyuyamayan çocuğunun saçlarını okşadı.Çocuk annesine sıkıca sarıldı ve sordu.



-Neden?

Annesi çocuğun üşümüş ellerini ısıtmaya çalışarak soruyanasıl cevap vermesi gerektiğini düşündü. Tek bir hata onun beynini bulandırmayayetebilirdi. Annesi bunun olmasını istemiyordu. İyice düşündükten sonra evrenin neden üzerine kurulu olduğunu ve busoruya cevap bulan herkesin hikayelerin son kısmından önceki cümleye tanıkolduklarını açıkladı.

Çocuk memnun olmamış ifadesi ile mırıldandı.

-Sonsuza kadar mutlu yaşadılar.

Bu cevap onu mutlu etmemişti. Onun o sonsuz dünyasındasonsuz basit bir kavramdı. Çocuk aklının ve beyninin de sonsuz olduğunubiliyordu. Bu ona imkansız bir şey gibi gelmiyordu. İmkansız sınırları olmayanbir şey olmamalıydı. İmkansız kendi içerisinde sınırlar taşıyan bir kavramdı.Anlaşılması zor ve o sınırın çevresinde gezinmenin tam da kelimesi gibiimkansız olduğu bir kavram. Çocuk annesine yeniden sordu.

-İmkansız nedir?








Annesi bunu açıklayacağını biliyordu. Bu basit olacaktı. Birannenin çocuğunu sevmemesi imkansızdır. Bu bir kesinliktir. İmkansız içindekesinliği barındırır.



-Tüm bu karın ve beyazlığın ardında ne var anne?

Çocuk her akşam bu soruyu soruyordu. Çocuk aklı her zamanolmayanı merak ediyordu. Aklının sınırının erişemeyeceği gerçeği çözmeyeçalışıyordu. Tıpkı kendisi gibi şimdi de çocuğu sonsuzluğun sonunda ne olduğunumerak ediyordu. Annesi buna cevap veremezdi. Bilmediği bir şeyi açıklamakoldukça güçtü. Bilmiyorum deyiverdi. Görmemişti hem de hiç. Yine de merak etmekgüzeldi. Yaşanılan ve yaşatılan ne olursa olsun annesi çocuğuna merak etmesinive bu merakının üstüne gitmesini öğütlemişti.



-Ben o karın sonunu göreceğim. Sonsuzluğun da bir sonuvardır öyle değil mi anne? Eğer herkessonsuza kadar mutlu yaşayabiliyorsa bu nasıl değişiyor? Yani ben sonsuza kadarmutlu olmak istiyorum. Benim mutluluğum bir başkasının mutsuzluğu olacaksa onuniçin sonsuza kadar mutluluktan söz edilebilir mi?



Annesi oğlunun yakaladığı bu garip noktaya gülümsedi. Belkide sonsuzluk yoktur. Hayat bir kısır döngüdür. Sürekli ve sürekli yerimizdesaydığımız bir kısır döngü… Çocuğun saçlarını okşayarak onu yatağına taşıdı.Dünya neden yuvarlak biliyor musun? Çünkü eninde sonunda gittiğin yollar senihep aynı yere çıkarır. Ne kadar uzağa gidersen git geleceğin nokta aynıdır.Kendin…



-Bunu anlamıyorum.

Anlayacaksın. Büyüdüğünde ve sonsuzluğun sınırlarındagezindiğinde… Hepimiz ve herkes için zamanı var biliyorsun. Bir gün bu diyarıngüzel prensesi sen olacaksın. Sonsuzda gerçekleşse bile… Bu inançtır. Sonsuzakadar mutlu olacaksın bu seni mutsuz etse bile… İşte bu gerçektir. Sınırlarıkaybettiğinde elinde kalan hiçtir. Belirli doğrular belirsiz yanlışlarlatükenir. Tümden bir birden hiçe erişir. Anlayacaksın. Şimdi uyumalısın. O güngeldiğinde yeniden uyanacaksın. Ve ben belki de uyuyacağım. Sonsuza kadar…



-Peki ya sonra? Sonra ne oldu anlatmaya devam etmelisin. Enheyecanlı yerinde bırakman haksızlık değil mi?

-Saat geç oldu öyle değil mi? Yarın okulunun ilk günü. İlkokulhayatın başlıyor. Biliyorsun biraz daha geç yatarsan annen bizi çok kötü birşekilde azarlayacak bunu ikimizde istemeyiz öyle değil mi?

-Her şeye kızıyor. Haksızlık.

-Herkesi olduğu gibi kabullenmelisin.








-Peki baba ben büyüyünce prenses olacak mıyım?

-Olacaksın. İnandığın sürece her şey olabilirsin.



-Ama sen bir kral değilsin.

-Ben bu evin kralı sayılırım öyle değil mi? Süreklihomurdanan güzeller güzeli bir kraliçe ile pamuk gibi bir prenses adayınasahibim. Benden ala kral bulamazsın. Bunu biliyorsun.



-Evet sen bir kralsın. Meşgul kral.



-Kralında yaşaması gerek öyle değil mi? Bir ülke kolayyönetilmiyor. Bir prenses kolay yetişmiyor. Şimdi uyumalısın. Annen üstünü örtmek için ve iyi geceler öpücüğü içingelecektir.

-İyi geceler.



Büyük camlardan odaya sızan ışık mor duvarlarda oyunoynuyordu. Kare odanın bir köşesi boydan boya camdı ve duvar beyaz rengeboyalıydı. Diğer üç duvar mor renge boyanmış üstündeki yapıştırmalarlasüslenmişti. Odanın sağ köşesinde geniş tek kişilik bir yatak vardı. Diğerköşesinde ise gardırop ve geniş bir kütüphane vardı. Camın karşısında bulunanduvarda ise kapı ve hemen yanında çalışma masası ve laptop duruyordu. Kitaplarboy sırasına göre istiflenmişti ve çalışma masasının üstü notlarla çevriliydi.Genç kız odasına göre oldukça toplu ve temiz bir oda sayılırdı. Yine degirişteki kapının kenarındaki t-shirt tozdan oldukça kirli bir görünümsergiliyordu.

İçeri vuran ışık güneşlikle dahi engellenemiyordu. Gerçi bununpek önemi de yoktu. Tüm gece zaten uyuyamamıştı. Bugün üniversitenin ilk günüdiye düşündü. İlkler hep heyecanlanmasına sebep oluyordu. Saatine baktı daha07.00’dı ve bilinmezliğe yol almasına daha tam 5 saat vardı. Bu hiç hoşdeğildi. Annesi ve babası iş için ayaklanmışlardı bile onlarla şimdilikkarşılaşmak istemiyordu. Derin bir nefesalarak yatağa tekrar uzandı. Sabahın bu saatinde bile sıcak kendini iyideniyiye hissettiriyordu.



Uykusuzluk… Ne zaman heyecanlı olsa uyuyamazdı. İlkler iseher zaman heyecanlı olurdu bu bir kural. Yeni bir ortama girmek işkence. Tam daher şeye alışmışken yeniden farklı bir ortama adım atmak… Beyaz tavana vuranışık oyununa takıldı gözleri ve izledi. Sonra yüzüne yansıyan kocaman gülümsemeile kapının kapanışını duydu. Anne ve babası iş için gitmişlerdi. Abisi iseartık yurtdışında yaşıyordu. Onu özlüyordu evet ama işler şimdi çok dahakolaydı. Yalnızlık o kadar çekilmez değildi. Hem artık yalnız da sayılmazdı.Yatağından kolay bir hamle ile doğruldu. Üzerinde yazın sıcağının halageçmediğinin kanıtı olan kısa şort takımı vardı. Saçlarını toparladı. Kıvırcıkaslan yelesi kafası terlemesine sebep olmuştu. Duş alması gerektiğine iyideniyiye emin olmuştu.



Güne soğuk bir duşla başlamaya karar verdi. Şeftali kokuluşampuanı ve köpüğüyle kendi kokusuna hayran oldu. Aynaya baktığında ufalmışyüzünün ıslak saçları arasında nasıl da komik gözüktüğüne odaklandı. Beyaztenli olmak kesinlikle bir dezavantajdı. Soğuk suyla alınan duşta dahiyanakları bölge bölge kızarıyordu. Saçlarını köpükle şekillendirdi. Kokusunuiçine çekerek kurumaya bıraktı. Üzerine temiz bir askılı ve pantolon geçirdi.



Normal şartlarda iyi sayılırdı. Kendisini güzel görmesedahi… Beline kadar gelen kıvırcık kumral saçları vardı. Beyaz teninin tek kötüyanı ne zaman utansa hemen yanakları kızarıveriyordu. Kahverengi gözleriiriydi. Yüzünde beğendiği tek şey gözleriydi zaten. Balık etli dediklerihatunlardandı. İnce bel ve J.Lo poposu ile idare ederdi. Yaşadığı ev oldukça büyüktü yine de kendiodası annesinin ütü odası olarak düşündüğü ama kendisinin el koyması ile kendiküçük sarayı haline gelmişti. Bulgurlu’da 4+1 dubleks bir evde yaşıyordu. Birsitenin içerisinde… Sitede yaşamaları sadece vakit kaybı sayılırdı. O çokkorumalı gözüken siteler aslında felaketten ibaretti. Yani güvenlik kabini heryerde vardı ama içerisinde güvenlik olduğunu bir kez olsun görmemişti. Beyazmobilyalarla süslenmiş salona girerek klimayı açtı. Saçlarının ıslak oluşuhasta olmasına sebep olacaktı büyük ihtimalle ama saçlarını şekle sokmasınınbaşka yolu yoktu. Mutfağa geçerek kendisine güzel bir kahvaltı hazırladı.Salonda masaya kurularak televizyonun sesiyle yemeğini yedi.



Yalnızlığı seviyordu ve sessizlik uzun zamandır hayalinikurduğu bir şeydi. Bunun için yapması gereken tek şey ilaçlarını eksiketmemesiydi. Bu konu hakkında düşünmek istemiyordu. Hayır düşünmek yenidenyaşamak demekti. Yaşadıklarından öğrendiği en büyük ders eğer ileriye dönmekistiyorsa geçmişi oldukça gerisinde bırakması gerektiğiydi ve buna uzun zamanönce karar vermişti.



Çizgi film kanallarının birinde Şirinler’e rastladı. Sütünüalarak ekran karşısına gitti ve çocukluğunda kayboldu. Gözlerini kapayıp o günüçağrıştıran bir kokuyu aklına getirmeye çalıştı. Ne zaman çocukluğundan kalmabir anıya dönmek istese o günden kalma bir kokuya odaklanırdı. Bu o anadönmenin en iyi yoluydu. Kelebek Etkisi… Değiştiremediğin sürece o ana gitmeninpek bir manası olmadığını kendisi de biliyordu yine de o günkü heyecanı yaşamakilerlediğini ve ilerleyecek çok yolu olduğunu gösteriyordu. Asla kabuletmeyeceği ve kabul etmekten uzak durduğu gerçekleri bir bir gerisindebırakmanın verdiği gururun yerini alabilecek başka bir duygu yoktu.



Televizyonu kapatarak mutfağı topladı. Annesininözensizliğinin üstünü kapatmak adına çevreye çeki düzen verdi ve masasınıyeniden gözden geçirdi. Anne ve babasının notları tüm çalışma masasınıçevrelemişti.



‘’Kahvaltı sofranı kaldırmayı unutma.Biliyorum yapıyorsunama hatırlatmak istedim.’’

‘’Bir de makinadaki çamaşırları asabilir misin? Sözveriyorum akşamki ütüleri ben yapacağım sadece ıslak ıslak kalırlarsa sonlarıkötü olur biliyorsun’’

‘’Temizlikçinin izne ayrılması hiç hoş olmadı farkındayımama son olarak evi havalandırmayı unutma ve sakın klimayı açık bırakma geçengün ev kutuplara dönmüştü.’’

‘’Bir de son olarak fazla heyecan yapma bu sadece bir okulhem lise gibi olmayacağından emin olabilirsin bol şanslar’’

‘’Not: O zibidiyi okulundan uzak tut.’’

Annesi demek istediği her şeyi post-itlere güzelceyerleştirmişti. Yapması gereken aslında sabah odasına dalıp bunları kafasınakazımaktı ama annesinin tarzı bu değildi. Yine de eskisine nazaran daha fazlaanne gibiydi. Sorumluluğu artık kızına yıkmak isteyen umursamaz bir görüntüçiziyordu. Yine de bu halini daha fazla sevdiğini biliyordu. Babası ise fazlabir şey yazmamıştı.

‘’Başarılar. Yapabileceğinden eminim.’’

Babası bu şekilde işlerini hallederdi. Tek bir söz ve herşey tamamdı. Babasının en sevdiği yönü buydu. Evet o bir kraldı meşgul birkral…. Yine de değişim güzeldi ve bu yeni değişimin ilk adımı bugün itibari ilebaşlıyordu.

Masanın üzerindeki beyaz ışığa gürültülü bir melodi eşliketti. Kalbinin yerinden çıkacağını hissetmişti koşarak masaya gitti vetelefonunu aldı.

1 Yeni Mesaj

‘’Annenin kaçırma fikrime neden bu kadar tepki verdiğinianlamıyorum. Benden iyisini bulamayacağın konusunda ısrarlıyım. Çok çalış Duru.4 yıl daha sabredebileceğim konusunda şüphelerim var. Yine de sana yetişeceğimbiliyorsun. Seni seviyorum. Başarılar.’’



Duru çalışma masasının yanındaki aynaya baktı. İkigülümseyen surat kendisine bakıyordu. Biri kendisiydi ötekisi ise buncazamandır yanında olan kişiydi. Kumral saçları ve çocuksu gülümsemesi ile ışıksaçıyordu ve onun bu ışığını yalnız kendisi görebiliyordu. Mutluydu. Geçmişisilip yeniden başlayacak kadar mutlu…

‘’Günaydın. Dikkatli ol. Bana yetişeceğini biliyorum. Keşkeyanımda olabilseydin. Seni özledim’’

Sessizlik güzeldi özellikle beyniniz sustuğunda ve kontrolüartık siz elinize aldığınızda yalnızlık çekilmez bir hal olmaktan çıkıyordu.Bunu en iyi Duru biliyordu. Hepsi bu.



"Nasıl bir şey sence, beynininburnundan çekilip çıkarılması?Somutlaşmış çığlıkla bağırıyorum, ürpertiler soluklaşıyor ve tatlı kirazadaletin üzerine eğiliyor kanatlar. Kafanı mı karıştırdım? Güzel. Kafasıkarışanları iki kişi yapar bu, ama sadece kendimden saklandığım zamanlarda.Güzel, kahverengi gözlerimde gördüğünü sandığın, verandandaki, gizli kalmasıçok daha iyi olacak bir şeyin temizlenmeyi bekleyen lekesi gibi durduğum muydu?Yoksa parçalanmış hayatımın geniş bir köşesinde beni çığlıklarımla yüzleşmemiçin yalnız bıraktığında seni affedebileceğimi mi düşünüyordun?Acının başladığı zaman önemli değil miydi sence? Veya fark etmeyeceğimi misandın?Kendi derinin kabarıp patladığını duyacak kadar yavaş eriyen bir tuzlanmışsolucan olmak nasıl bir şeydir sanıyorsun? Küçük parçacıkların son birgeceymişçesine cennetten düşüp teninde jilet gibi erimesi kızdırıyor mu seni?Veya mutlu musun benimle uğraşmak zorunda olmadığın için?Ama artık özgürüm, görüyorsun. Ve bir köşeye işer gibi fısıldıyorum kulağına vehayaletler gönderiyorum seni rahatsız etmeleri için.Kötü adam olmak, üzgün adam olmak ne hissettirir, biliyor musun?Hiç. Hiçbir şey hissettirmez."
-----------------------------------------

BÖLÜM 32-YOLCULUK

-Günaydın.

-Daha aymamış olmasını diliyorum. Uykum var.

-Dışarıdayım bekliyorum.

-Saat daha 05.30

-Bir önemi yok. Daha erken gelmeyi dilerdim.

-Annem görürse kesin delirir.

-Biliyorum bu yüzden bu kadar erken geldim ya.

-Sen delisin.

-Katil damgası yemesine ramak kalmış bir deli.

-Tamam biraz daha bekle geliyorum.

Eylül…

Eylül ölümün hayata verdiği son şanstır. Her yenidenbaşlangıçlar ve bitişler varışlar ve kayboluşlar kendisini Eylül’de bulur.Yazın sıcağı ve neşesi kendini Eylül’ün sakinliğinde ve yenidenliğinde bulur.Yazın tüm hareketliliği Eylül ile kışın hazırlığı halini alır. Eylülbaşlangıçların ve sonların ayıdır. Eylül benim ayım. Bense Eylül’ün çocuğuyum.Hep böyle midir bu? Tüm doğum günlerimde hava hep aynı tonda mı eser? Aynıyerden ve aynı hislerle?

05.30

Gözlerimi kapıyorum ve derin nefes alıyorum. Kapınınaltındaki t-shirtü katlayarak yerine koyuyorum. Bugün benim doğumgünüm. Eylülbaşlangıcı… Benim başlangıcım… Fazla arkadaşım olmasa da olan arkadaşlarım gece12’den bu yana mesaj yağmuruna tuttular. Bir de o tabi… Tek bir mesaj… Beni veonu anlatan… Kalbimi yerinden eden o mesajı okuyup uykuya daldım. Yılların epeybir ilerisinde bulunduğum şu an ve var olduğum bu dünya için minnettarım.Burnuma değen ılık rüzgar… Sabah serinliğinde üşümemek için elimde bir kazak.Mor eşofmanım üstünde siyah atletim. Üşüyeceğime eminim yine de kazak almayıakıl etmek oldukça mantıklı. Annemleri uyandırmamak için kapıyı usulcaaçıyorum. Kilidi çeviriyorum. Klik. Bir kez daha ve kapıyı usulca kendimeçekiyorum. Asansör kullanmak içimden gelmiyor. Üzerimde biriken heyecanıatmanın en iyi yolunun merdivenler olduğunu düşündüm ve kendimi merdivenlerdenhızlıca inerken yakaladım.



Nereye gidiyorum?

Ona…

Saat sabahın beşi… Biri bizi görebilir. Daha da kötüsüanneme yetiştirmek için asla vakit kaybetmeyeceklerdir. Annem ise sabahın bukör saatinde kalkıp dışarıya çıktığımı öğrenirse delirecektir. Spor yalanınıartık yutacağını hiç sanmıyorum. Doğum günümün hafta sonuna denk gelmesinelanetler saydırıyorum içimden bir yandan da bahsettiği bahçeye doğru hızlıadımlarla yürüyorum. Gözüm sitenin diğer dairelerinde…



9 bloktan oluşan bir sitede oturuyorum. Sitenin en güzelavantajı kocaman bahçesi… Hem çocuklar hem de yetişkinler düşünülmüş. Çocuklariçin oyun bahçesi ve yetişkinler içinse içinde akşamları mumların yakılabildiğiçardaklar. Sitenin gençlerinin çoğunlukla toplanıp birbirlerini çekiştirdikleriçardaklardan olabildiğince uzak durmaya çalıştım. En azından lise dönemimboyunca… Ergen muhabbetleri ve kimin elinin aslında kimin cebinde olmasıgerektiği gerçeği canımı sıkan bir gerçek evet. Bizim binadan bu büyük parkayürümek 2 dakika bile sürmüyor. Yine de kalbimin atışı vaktin aslında milyonyıl gibi geçmesine sebep oluyor. Nihayetinde parka giriş yapıyorum.Karşılaştığım kocaman bir boşluk. Yalancı…



Öfkeyle telefonu arama çabalarına giriştim haliyle. Telefonuyanıma almayı unutmuşum. Kazağı yanıma almayı akıl edecek kadar tedbirliyimancak iş telefon gibi önemli bir meseleye geldiğinde karnımdaki kelebeklerebaşımda esen kavak yelleri eşlik ediyor. Kendimi tokatlayıp hey istersenkendine gel ne dersin aptala benziyorsun ve kontrolü iyiden iyiye kaybettindemek için neleri vermezdim. Aklımdan geçen tam da bu. Hava aydınlanmış ancakbulutlar henüz dağılmamış. Küme küme olduklarından çardağın üstündekiaydınlığın koyuluğu devam ediyor. Sonrasında farkettiğim ise bir çardaktakimumlar.



Usulca o yöne doğru yürüyorum. Mavi kırmızı ve mor mumlarınışıkları titreşiyor. Hava karanlık olmadığından mumlar o kadar da dikkat çekicideğil ancak yine de farkedilebilir cılızlıkta hayatlarını devam ettiriyorlar.Çardağın içerisine girdiğimde minik bir zarf önümde duruyor. Uzanıyorum. Sonravazgeçiyorum.



Bana ait olup olmadığını bilmiyorum.

Kime ait olduğunu bilmiyorum.

Başkasının sürprizine bodoslama dalmış olabilirim.

Katil tipine bakacak olursak pek böyle işlerin adamı değil.

Olmasını dilerdim.

Peki ya bu zarfın sahibi uzaktan benim halime bakıpgülüyorsa?

Sonrasında esas kız gelir ve ben rezil olurum üstüne üstlükbeni bu şekilde görmesi de cabası?

Kesin çay almaya gitmiştir.

Kalkmalı mıyım?

Zarf mor…

Mor en sevdiğim renk…

5 dakikayı bu şekilde öldürüyorum.

Çevreme bakındığımda kimsenin olmadığı dikkatimi çekiyor.Buiyi yine de merakıma yenik düşebilirim. Sadece bir anlığına bakacağım ve sonrahiçbir şey olmamış gibi uzaklaşacağım.



Mor zarfı elime alıyorum. Hafif. Sonra aceleyle inceliyorum.Yapıştırılmamış olması iyi. Kurcalayıp yerine bıraktığımda çokta dikkat çekmeyecek.Zarfın içinden küçük beyaz bir kağıt çıkıyor. İçinde yazanı okuduğumda buzarfın benden başkasına ait olmadığını anlıyorum. Benden başkasına ait olmadığıgibi ondan başkasına da ait olamaz. Yüzümde oluşan kocaman gülümsemeyi birkenara bırakarak çevremde onu aramaya başlıyorum.



Alice yerleri rengarenk karolarla kaplıavluda buldu kendini. Avlunun etrafı kapılarla çevrilmişti ve avlununarkasından gelen ses; tavşanın kapılardan birinin arkasından ona seslenmekteolduğunu işaret ediyordu.Alice tavşanın hangi kapının arkasında olduğunu , ses yordamıyla buldu vekapının önüne geldi. Kapıyı çaldı sonra açmaya çalıştı; amâ kapı kilitliydi.Tavşan bağırdı:t: neden kapıyı çalıyorsun?a:çünkü içeri girmek istiyorum.t:neden?a:çünkü yanına gelmek istiyorum.Tavşan kapıyı açar; dışarı çıkar. Alice’in tam yanında durur.t:işte. Şimdi içerdesin.

Elinde küçücük pastayla bana yürüdü. Bu otek kişilik pastalardandı. Çikolata parçacıklı böğürtlenli pasta… İnsan birkere tadını aldığında damağında lezzet şöleni baş gösterirdi. Minik pastanınüstünde küçük kağıtta ‘Beni ye’ yazılıydı. Gülümsedim. Gözlerimin içine baktı.



-Bu kadar içten güleceğini bilseydim. Bunuçok önceden planlardım. Dedi. Pasta üzerindeki tek mor mumla üflenmeyibekliyordu. Sabahın beşinde ki tahminim artık altı olduğu yönündeydi karşımdaböyle bir pasta görmek aklımın ucundan dahi geçmemişti. Küçük zarfın içindendoğum günümü kutlayan bir dilek çıkmasını bekliyordum veya beni sevdiğini yazanufak şirin bir yazı. Bu oldukça hoş olurdu ama işte o zaman ona uygun olmazdı.Gülümsememin esas sebebi buydu. Karşımda tamamen kendisi gibi duruyordu ve benbununla çok eğleniyordum. Mumu üflerken dileyebileceğim en güzel dileğidiledim.

Uyanmamayı…

-Ne dilediğimi sormayacak mısın?

-Sorsam söylemezdin. Bu yüzdensormayacağım.

-Belki de seni dilemişimdir.

-O kadar basit birine benzemiyorsun.

-Bundan emin olamazsın. Yine de sabah sabahpasta yemeyeceğiz öyle değil mi?

-Yemeni istesem yemez miydin?

-Çatal dahi almamışsın.

Pastanın köşesinden ufak bir parçayı kopardı.Çatala ihtiyaç duymadığı belliydi. Sinsi sinsi sırıtmasından bir şeylerplanladığını bilmem gerekliydi. Sonra tadına bakmam için o minik parçayı banaverdi. Sonra bir diğer parçayı da kendisi için kopardı. Bu kadarının yeterliolacağını söyledim. En azından şimdilik yeterli olacaktı. Güne pastaylabaşlamak hiçte iyi bir seçim değildi. Sonrasında pastadan ufak bir parça dahaaldı ve tekrar bana uzattı. İstemediğimi söylemiştim. Bununla elbette kiyetinmedi elindeki pastayla burnumun çevresinde bir yuvarlak çizip harika birren geyiği modeli oluşturdu. Ne yapacağımı bilemeden yerimde kaldım. Sonrasındadurumu farkettiğimde ilk yaptığım göğsüne kocaman bir yumruğu indirip bununhesabını ona soracağım gerçeğiydi. Pastayı benden uzaklaştırdı ve kafamı ellerininarasına aldı. Böyle zamanlarda ondan nefret ediyordum. Lanet olası elleri ilebeni nasıl tutması gerektiğini oldukça iyi biliyordu. Kafamı avuçlarıylasabitledi ve temizlemesini isteyip istemediğimi sordu. Bu kurtuluşum olabilirdibuna inanıyordum. Sorun olmadığını ve bunu kendiminde halledeceğini söyledim.Ne zaman sözümü dinledi ki. Usulca eğilip burnumu öptü. Sonra eliyle temizledi.Diğer eli ise yanağımdaydı. Dizlerimin nasıl titrediğini düşününce hala nefesalıyor olabilmek ve hiçbir şey belli etmeden dimdik ayakta durabilmek kimsebana mucizeden bahsetmesin bundan daha iyi ne olacağını bilmek dahiistemiyordum. Nefesimi bırakarak kağıttaki nota değindim. Gözlerini gözlerimekilitledi ve konuşmamı dinledi.



-Bilerek yapıyorsun öyle değil mi?

-Neyi?

-Gözlerimin içine bakılmasındanhoşlanmıyorum ama sen ne zaman bir açık versem hemen gözlerimin içinekilitleniyorsun.

-Orada yalnız olmadığını bilmek hoşumagidiyor ve gözlerin gerçekten de saklambaç oynamak için harika bir yer. Derinve gizli. Çocuk olsam saklanacağım yer gözlerin olurdu.

-Tam da senden bekleneceği gibi…

-Sana bir sır vereyim mi?

Bir eli hala yanağımda. Elimlebileklerinden farketmeden tutmuşum. Sonra usulca kulağıma eğiliyor. Nefesinikulaklarımda hissedebiliyordum. Sıcacık. Hava sıcak nefesi sıcak. Terliyorum.

-Aslında burnunu yalayarak temizlemeyiplanlıyordum. Biliyorsun boşa giden krema hiç hoş olmaz ama sonra köşeden birteyzenin bizi izlediğini farkettim.

Derin bir nefes alıp o köşeye bakmayaçalıştım. Hiç tanımadığım yaşlı bir teyze bir köşeye gizlenmiş bizi izliyordu.Öfkeyle ondan uzaklaşmaya çalıştım. Beni tekrar yanına çekti.

-İçeri giremezdim. Annen benim serseri mayını olduğumu düşünüyor; amaseni yanıma çekersem içerisi artık dışarısı olacaktı ve sen benim yanımdaolduğun sürece ben hep içeride evimde olacaktım. Doğum günün kutlu olsun Alice…Harikalar Diyarı’na gitmeye hazır mısın?

-Bu çok tuhaf bir teklif oldu. Aslındaöğleden sonra gezebiliriz öyle değil mi? Hem anneme arkadaşlarımla kutlamayapacağımı da söylerim daha iyi olmaz mı ne dersin?

Gözlerini burnuna doğru getirdi ve benimalaycı ifademi takındı. Alaycı şaşı ifadem onda çok komik duruyordu ama yine debenden aldığı için onu oldukça benimsemişti. Bundan sonrasını biliyordum. Enazından tahmin etmiştim. Beklediğim tepkiyi verdi. Beni kollarımdan tutarakomzuna aldı ve arabaya taşıdı. Bizi köşeden izleyen teyzeyi görmüştüm.

-Emre teyze bize bakıp sırıtıyor. Kesinanneme gammazlayacak.

-Merak etme benim gibi bir damadı kaçırdığıgerçeğinin etkisindedir.

-Kendine bu kadar güvenmek zorunda değilsinbiliyorsun değil mi?

-Yine de seçimin benim. Kendimi alçaltacakkonumda olmadığımı düşünüyorum.

-Gıcıksın.

Alice sordu karşısında duran koca başlıgülümseyen kediye
- Lütfen buradan hangi yöne doğru gitmemgerektiğini söyler misiniz?- Bu nereye gitmek istediğini göre değişir dedi sırıtkan kedi.- Nereye gittiğimin pek bir önemi yok.- O halde gittiğin bütün yollar seni gideceğin yere götürecektir dedi kedi veortadan kayboldu.
--------------------------------------------
BÖLÜM 33-HARİKALAR DİYARI
Alice tatlım nerelerdeydin?

Çok yakın çok uzak veya her ikisinin de ortasında

Neler duydun neler söyledin?

Alice lütfen Alice

En azından büyük ya da küçük müydün onu söyle.

Hangisini denedin hangi yöne gittin?

Düşmek için ne kadar da uzun bir yol seçtin.

Hiçbir şey göründüğü gibi değil öyle değil mi?

Düş görüyordun o sadece bir rüyaydı peki ya senin mi?

Yolunu nasıl buldun? Yolunu nasıl buldular?

Ağlamanın zamanı değil biliyorsun ağlamaya zaman yok diyorlar.

Çok fazla kapı var nasıl seçim yaptın?

Ve kaybedecek ve kazanacak bir o kadar çok şey

Zamanın kalmadı zamanını harcadın Alice!

Dikkatli ol aklını kaçırmamalısın bu lazım olan en son şey.

Sadece onların ne söylediklerine kulak as Alice!

Yolunu bul yolunu ara Harikalar diyarından çık Alice!



Hadi ama geç kalacağız dedi. Nereye olduğunu hatırlamıyorum. Aklımda olan hayır aklımda olmasını istediğim tek şey ortamı saran çiçek kokularıydı. Bu onun kokusuydu ve iğrenç derecede başımı döndürüyordu. Odama koşarak gittiğimi ve üstümü değiştirerek dışarı çıktığımı hatırlıyorum. Bahçede oynuyorduk. Onunla… O kimdi? Bir önemi yoktu. Sonrasında düşüncelerim değişiyor. Düşüncelerim kararıyor. Karanlık beni kendisine çekiyor. Uykusuzum uyuyamıyorum. Sebep? Bilmiyorum. Tekrar bir görüntü karşıma dikeliyor. Nefret ettiğim gözler gözlerimin içine bakıyor. Benimle alay eden o bakışlardan nefret ediyorum. Birden vücudumun tüm kanı çekiliyor. Dizimin üzerine çöktüğümü hatırlıyorum. Bakışların kafama odaklanmış halini düşünüyorum. Hayır onları görmüyorum. Sadece o bakışları beynimin içinde kalbimin derinliklerinde hissedebiliyorum. Beni aşağılayan beni yok sayan bakışlar. İçim varlığını reddediyor. İçim ondan nefret ediyor. İçim onun yerinde olmak istiyor. Sahip olduğum bunca şeye ragmen benden üstün olmasını kabullenemiyorum. Onun ölmesini istiyorum. Gitmesini ve beni rahat bırakmasını. Sonra görüntü tekrar değişiyor. Havuzun başında bekliyorum. Havuza giren o çelimsiz kıza bakıyorum. Yüzmeyi deniyor ve başarıyor. Kendi tombul bacaklarıma bakarak içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyorum. Bir adım öne geçmeliyim. Sadece bir adım daha önde olmalıyım. Kendimi yetişkin havuzunun dibine bırakıyorum. Sadece yere değersem tüm sorun ortadan kalkacak. Yeri buluyorum. Yeri bulduğumda göğü göremiyorum ve tüm su boğazıma doluyor. Bilincimin kapandığını hissediyorum. Kulağımda duyduğum bir küfür ve beni kavrayan kollar… Annemin nefret dolu sesi ve telaşı. Sadece düştüm öyle değil mi? İçim dışıma bağırıyor. Kendim bilerek yaptım ölmek pahasına olması umrumda değildi sadece onu geçmek istiyordum. Yüzüme damlayan bir damla yaşı hissettim. Minicik avuçları ile başımı kavrayışını ve bana lanetler okuyarak nasıl korktuğunu anlatan o korkutucu sesini… Kulağıma eğilerek çok şanslısın deyişini düşünüyorum. Bunu beynim mi uyduruyor yoksa olan gerçekten de bu mu emin olamıyorum lanet olsun! Elleri yumuşak sözleri ise dikenli teller gibi. Yaralıyor. Yine de yüzünü göremiyorum. Adını hatırlayamıyorum. Görüntü yeniden değişiyor. Ellerim kanlar içerisinde. Korkuyorum. Gözlerimden akan tek damla yaş yere süzülüyor. Bana bakan keskin bakışları tekrar hissediyorum. Direniyor kanı ellerimden akıyor ama o gitmemek için direniyor. Sözleri yok. Sözleri sessiz. Göğüs kafesi kıpırdamıyor. O haliyle dahi benim kabusum olacağı müjdesini veriyor. Sonra her yer kararıyor ve tek cümle duyuyorum.

Sobe!

-Bu kadar uykucu olduğunu bilmiyordum.

-Özür dilerim uyuyakalmışım.

-Aslına bakarsan bu kadar erken uyandırmak benim suçum ama güne erken başlarsak daha fazla zaman geçireceğimizi düşündüm.

-Bu gerçekten güzel. Uzaklaşmak bana da iyi gelecek.

-Sen gerçekten tuhaf bir kızsın biliyorsun öyle değil mi?

-Horlamadım öyle değil mi? Gerçi bu tuhaftan ziyade utanç verici olurdu.

-Hayır sanırım rüyanda saklambaç oynuyordun ve birini sobeledin.

-Sahiden mi? Yine beni kekliyorsun her zaman ki gibi. Benimle uğraşmak yerine yola baksan iyi edersin. Bir genç hanımı sabahın köründe evinden kaçırıp bir de başına iş getirirsen annem seni öldürür.

-Buna sebep olursam annene fırsat vermem emin ol.

Karşımda duran saate baktım.

08.00

2 saattir yoldayız. Arabanın kime ait olduğunu bilmiyorum ama ön koltukta oturmuş yolculuğun keyfini çıkarıyorum. Yollar hakkında ve hatta nereye gittiğimiz hakkında dahi hiç bir fikrim yoktu. Sanırım arabaya bindikten yaklaşık 15 dakika sonar uyumaya başlamıştım. Köprünün o ılık havası ve güzel renkleri uykumun gelmesine yetmişti. Kıtalar arası yolculuk yapacağımızdan kastının bu olduğunu bilmeliydim. Dahası o tuhaf konuşmasıyla seni Avrupa’ya kaçırıyorum cümlesinin arkasından gelecek duruma hazırlıklı olmam gerekiyordu. Yine de ışıklar bu kadar parlak ve arka planda yer alan parça bu kadar huzurluyken uyumamak hakaret olurdu. Onun yanında güvenli hissediyordum ve aynı zamanda yapacağım yanlışlardan korkuyorum. Güneş iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı. İnsan ailesiyle seyahat ederken rahat oluyor ancak iş yanınızdakinin erkek arkadaşınız olduğu gerçeğine dönüştüğünde maalesef umumi meselelerden bahsedemiyorsunuz. Neyse ki yakıt göstergesi benim lehime işliyordu da bir benzincide durabiliyoruz. Kendimi arabadan attığım gibi en yakın lavoboda alıyorum soluğu. Almaz olaydım zira iğrenç kokuyor. Tipim öyle bir kayak ki Emre’nin nasıl gülmeden durduğunu tahmin bile edemiyorum. Uzun saçlarımı yola çıkmadan once tepemde topladım. Kıvırlarım akıl almaz bir halde isyan bayrakları çekmiş benden farklı bir açıda hayatlarını sürdürüyorlar. T-shirtüm üzerimde zavallı bir hal almış yine de güzel duruyor. Mor eşofmanımsa tüm bunların bonusu. Ayağımdaki spor ayakkabılarıma değinmek dahi istemiyorum. Rüküşlükte son noktadayım. Tüm kokuya ragmen yüzümü güzelce yıkıyorum. Emre’yi arabaya bindikten 2 dakika sonar ikna etmeyi başardığım için kendimi ayrıca tebrik ediyorum. Son anda eve sessizce girip telefonumu ve çantamı almayı başardım ancak evdekilerin uyanma korkusu öyle ağır bastı ki üzerimi değiştirmeye fırsatım olmadı. Çok fazla çanta kullanmadığım ve her haltımı tek bir çantada biriktirmenin o dayanılmaz güveniyle once yüzüme ufak bir renk gelmesini sağlıyorum. Şu Nivea’nın dudak nemlendiricisi ki varlığıyla yokluğu belli olmayan bir parlaklık sağlıyor. Bir de çok hafif siyah kalemi gözlerime sürüyorum. Akmasa da damlar. İdare eder bir hal en azından. Saçlarımı açarak ıslatıyorum çantamdaki en büyük kurtarıcım köpükten çok hafif alara saç uçlarımı yola getirmeye çalışıyorum. Sonrasında seyahat fırçamla dişlerimi fırçalamayı akıl ediyorum. Ne olur ne olmaz. Üzerime de çiçek kokulu parfümümü sıktıktan sonar ilk halimden daha iyi bir sonuç elde ettiğime en azından kanaat getirmiş oldum. Yalnız şöyle bir gerçek var ki gözlerimin altındaki şişlik arabadaki kısa uykumla iyiden iyiye kendini belli etmiş geçmesi için ettiği duaları şu an bile hatırlayamıyorum. Aceleyle arabanın yanına ilerlediğimde Emre’yi zavallı bakışlarıyla çevreye bakınırken buldum. Korktuğu her halinden belliydi. Sakınan göze çöp batar hesabı korkuyla başıma bir şey gelip gelmediğini merak etmişti anlaşılan. Sonra beni görünce her zaman ki gıcıklığını yaptı tabi ki.

-Oooooo. Sabahın bu kör vakti süslenmenize yardımcı olan kargalar mı acaba?

-Belli mi olur belki yaşlı teyzenin kızını merak edersin. Belki süslenirsem gözün benden başkasını görmez.

-Gözümün her şeyi göreceğini düşünüyorum ama boğazımın oralarda bir yerlerde senden başka bir şeyin olmadığına eminim.

-Gözünde başkasını görmesin.

-Söz veremem.

Her zamanki gibi karnının ortasına yumruğu yedikten sonar ciddileşmeyi başarıyor. Emre biraz daha yolumuz olduğunu söyledi ve tabi güzelllik uykuma devam edebileceğim konusunda da şahane bir iğneleme ile içimi rahatlattı. Onunkisi aşağılayıcı veya kırıcı şekilde olmasa da yine de iğneleme de sınır tanımıyor. O tüm dikkatini yola vermişken bende çevreye bakıyorum. Nerede olduğumuz konusunda en ufak fikrim yok ama şehir artık yerini köy hayatına bırakıyor gibi. Daha çok tatil yeri havası veriyor çevreye. Bir de radio frekansları karışıyor tabi. Zavallı radio kafası karışmış bir halde bir yunan müziği çalıyor bir türk. En nihayetinde masmavi denizen önümüzde çarşaf gibi uzandığı bir düzlüğe geliyoruz. Araba duruyor ve aşağı iniyoruz.

Hava o kadar temiz ve aydınlık ki temiz havayı içime çekiyorum. Sonra Emre beni kendisine çekerek bugünün tadını çıkarmamız gerektiğini söylüyor. Bulunduğumuz yer Erikli. Avrupa’da sayılırız bir nevi zira Edirne taraflarındayız. Hava o kadar güzel ki. Tabi böyle açık havaların ilk etkisini midemde hissederim her zaman.Birlikte kahvaltı edebileceğimiz küçük bir lokantaya gidiyoruz. Sabahın erken saatinin olmasının etkisi olacak ki ortalıkta kimseler yok. Başbaşa oturup kahvaltıya başlıyoruz. Hava karnımı o kadar acıktırdı ki saldırmamak için kendime sürekli telkinde bulunuyorum. Dünyanın tüm kibarlığı ile tabağıma azıcık ondan azıcık bundan koyuyorum ama tabağıma koyduklarımla kuş bile doymaz. Emre’nin surat ifadesi her zamanki gibi değişiyor ve bana o kaçamak gülümseyişi ile bakıyor.

-Tabağını boşaltman bitti mi?

-Ne alaka. Bunlar fazla bile bana.

-Peki öyleyse.

Ve sonrasında tabi ki Emre önümüzde bulunan tüm kahvaltılıkların yarısını tabağıma dolduruveriyor. Sonuç olarak en azından 4 hadi 3 olsun doyuracak kadar yemek önümde dikilmiş bir halde beni bekliyor.

-Ben taklitlerden hoşlanmam. Yemek buldun mu yiyeceksin ne öyle kibarlık edeceğim diye yemek yememezlik olur mu? Hayır sen öyle yaparsan ben aç kalacağım. Sana ilk tanıştığımızda da söyledim. Ben öyle entel geyiklere benzemem yerim. Sen de ye. Boşver şu normları kibar kız takıntılarını.

Gülüyorum ama öyle böyle bir gülme değil. Kahkahalarla rezil olup olmadığımı umursamadan gülüyorum. Nedenini bilmiyorum ama Emre üzerimdeki tüm o eğreti tavırları alıp götürüyor. Bu hallerini seviyorum onun. Onun yanında tek yapmam gereken normal olmak ama bazen onun için bile çok uğraşmam gerekiyor yine de eğleniyorum. Sonrasında kocaman bir ekmeğe domatesi peyniri doldurarak yemeye koyuluyorum. Gülümseyişime eşlik ediyor. Eğlendiğimi hissediyorum. Uzun süredir eğleniyorum aslında. Kahvaltı bittikten sonar çevrede geziniyoruz. Turistik yerleri gösteriyor bana. Yerleşim yerlerini. Deniz için kıyafetlerimiz olmadığından sadece ayaklarımızı sokabildik denize ve tabi filmlerdeki o romantic yürüyüş sahnesini yaparak. Her ne kadar sonunda tökezleyip suya bodoslama düşsekte sırılsıklam bir halde kumlar üstümüze yapışa yapışa günü bitirmiş akşam etmiştik.

Kahvaltı öğlen gezmesi ikindi ıslanması ve akşam yemeği arkasından Erikli’ye veda ederek kendi il sınırımıza doğru yola çıktık. Kendimi rahatlamış hissediyordum. Annemin aramalarını saymazsak güzel bir gündü. Gözlerime çöreklenen minnettar manayı kendim bile hissedebiliyordum.

-Teşekkür ederim bugün için ve her şey için.

-Gün daha bitmedi Duru hanım. Son bir yere daha gideceğiz.

-Vaaay doğum günü kızını fazla şımartıyorsun ben sonra sürekli bir yenilik beklerim senden.

-Bence farklı açıdan bakmalısın. Doğum günümde ne yapman gerektiğini düşünmelisin.

-Tam yerinden yakaladın. Bir pasta alırım olur biter.

Sonrasında sessizlik ve muzip bakışlarla karşısındaki aynadan beni süzmeler ve nihayetinde patlayan bomba.

-Pastanın boyutu veya neli olduğunun önemi yok. Sadece sunmayı bil yeter.

İmalı bakışlarından ne çıkarmam gerektiği gerçeğini anlamasamda onun bakışlarına kafamı dönerek kendimi değişen radio frekanslarına bıraktım. 2,5 saatlik yolculuğun arkasından sonunda İstanbul’daydık. Sonra sahile doğru yola koyulduk ve arabayı park etti. Gece iyice çevreye çökmüş tüm ışıklar etrafı aydınlatıyordu. İnsanlar sahil şeridinde yürüyorlardı. Köpeği olanlar köpeklerini gezdiriyor kimi ise aile gezintisi yapıyordu. Emre elimi sıkıca kavrayarak benimle sahil boyunca yürüdü. Tek söz etmedi. Birbirimize bakmadan çevreyi izleyerek yürüdük. Sonrasında sahilin tenha bir köşesine gelmiştik. Birden bana döndü.

-Biliyor musun? Burasının benim için bu kadar önemli bir yer olacağını düşünmemiştim.

-Nasıl yani?

-Yani bizim Memo-jo (zavallı çocuğa bu adı ben taktım) ile burada sürekli takılırdım ama hiçbir zaman benim için bir anısı olduğunu veya buraya her gelişimde kalbimin gerçekten bu kadar delice atacağını hiç düşünmezdim.

Hiçbir şey anlamamıştım. Yine de kaçırdığım bir şey olabilir korkusuyla belli etmek istemiyordum. Sadece gülümsedim ve söylediklerini onaylar bir ifade ile bakmaya çalıştım. Sonrasında gözlerimin içine baktı. Bunu genelde beni sinir etmek adına yapardı ve o zamanlar yüzünde hey naber bunu seni sinir etmek için yapıyorum çünkü biliyorsun bu çok zevkli ifadesi olurdu ama bu sefer o ifade yerini gerçekten manalı bir bakışa bırakmıştı ki bana bu şekilde çok nadir bakardı. Sonra eğildi ve beni yanağımdan öptü. Başını çekmeden kulağıma fısıldadı.

-Doğum günün kutlu olsun.

Sonrasında hissettiğim dudaklarımda oluşan ağırlıktı. Parfümünün kokusu boğazıma doluyordu. Nefesini burnumda dudaklarını dudaklarımda alevi ise tüm suratımda hissediyordum. Kısa süren minik bir öpücüktü yine de aklımın beynimden çıkıp uzay turu atmasını sağlamıştı. Emre beni sadece bir kere öpmüştü ve bu sadece 2.siydi. Bu yüzden beklemiyordum. Beklemediğim içinde deliler gibi şaşkındım. Bir an dengemi kaybedip düşeceğimi sandım. Sonrasında toparladım. Neyi kastettiğini anlamıştım. İlk öpüşünü düşündüm. Anlamını bilmiyordum. Yine de bilmek istediğimi düşündüm. Sonra kafamda oluşan tüm düşünceleri kovdum. Kendimi toparladım ve teşekkür ettim. Sonrasında Emre tekrar elimi tuttu. Arabaya bindik ve eve doğru yola koyulduk. Bize eşlik eden romantic şarkılarda sustuk. Tam o esnada çantamda parlayan ışığı gördüm. Annemin defalarca aramasına sinirlenmiş bir halde telefonumu sessize almıştım. Söylenerek telefonu elime aldığımd sadece mesajın geldiğini gördüm. Numara tanıdık değildi ve sadece tek bir şey yazıyordu.

‘Sobe!’
--------------------------------------------------
BÖLÜM 34-GERÇEK

Önümde duran kırmızı koltuğa eteğini düzelterek oturdu. Çevresine şöyle bir bakış attıktan sonra boğazını temizledi. Gözleri bana bakıyordu. Bana kilitlenmiş bakışları ile beni oyuna davet ediyordu. Şimdi dedi artık yalnızız sanırım. Evde bizden başka kimse yoktu. Evde yalnız kaldığımızda bu bizim zamanımız olurdu. Küçükken yalnız kalmamıza izin verilmezdi. Benim kek yapma merakım neticesinde fırın yerine gazı açık bırakmam ve nihayetinde erkenden fark edilerek tehlikenin önlenmesi başımızda bir ilgilenin bulmasına sebep olmuştu. Neyse ki bu çocukluğumuzda kalmıştı. Biz büyümüş işler değişmişken artık başkasına ihtiyacımız yoktu. Kafasına artık kullanılmayan fötr şapkayı geçirmişti. Tıpkı o filmdeki gibi… İzlediğimiz filmler asla beyaz ekranda kalmazdı. Bizler onları izlerken o filmi yaşardık yeniden ve yeniden aynı sahneyi oynardık. Benim en sevdiğim sahne Aşkın Büyüsü adlı filmdeki şu büyü sahnesiydi. Büyük çardağı çevreleyen güllerden ve diğer otlardan yaprak yaprak toplayıp her yaprakta ilerideki sevgilimin nasıl biri olması gerektiğini söylerdim.

-Uzun boylu olsun öyle uzun olsun ki yanında ufacık kalabileyim ve sonra çok akıllı olsun. Aynı zamanda o aptal ukala tiplerden olmak yerine esprili olsun. Beni güldürebilsin ve yüzüme baktığında gözlerimin içini görebildiğini ve hatta orada yaşamanın eğlenceli olabileceğine inansın. Sadece bana inansın. Bana…

Sonunda yaprakları dolunaya karşı fırlatır merakla dileğimin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini beklerdim. Zaman geçerdi ama dileğime denk pek bir durum gelişmezdi. Beklentiler endişeye, endişeler çocukluğa dönüştüğünde yeniden denerdim. Tekrar ve tekrar olana dek…

Sonra bir kahkaha attı. Burada olanları sadece sen ve ben biliyorsun dedi. Üstünde anneme ait mini bir elbise vardı. Onun diz hizalarına geliyordu. Başındaki şapka ve dudaklarından taşırdığı kırmızı ruj ile oldukça komik gözükse de kendisinin bir film yıldızı gibi parıldadığından ve hatta bir partide olsa tüm ilgiyi üzerinde toplayacağından emindi. Yine de gülmemek için kendimi zor tuttum. Onun eğlenmesi beni de eğlendiriyordu. Bu hep böyleydi. Biz ikimiz oyunların içindeki oyun aynanın ilerisindeki yansıma gibiydik. Birimizin etkisi ötekinde tepki oluşturuyordu. Biz birbirimizi tamamlıyorduk. Düşüncelerimden uyandırdı. Bacak bacak üstüne atmış yüzündeki aptal sırıtışı hiç bozmadan tekrarlıyordu.

-Sadece sen ve ben… Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Burada olacaklar ve hatta olmasını istediklerimiz sadece bizim etkimizde olacaklar ve gün doğup bu lanet gece sabaha vardığında buradan ikimizden yalnızca birisi sağ çıkacak. Şimdi söyle bana ölümden korkuyor musun?

Nefesini üstümde hissediyordum. Şeker kokuyordu ve öğlenden kalma patates kızartması kokusu… Bana düşen rol karşısındaki kadından korkan zavallı adamı oynamaktı. Başımı usulca önüme eğdim ve elbette dedim.

-Ölümden elbette korkuyorum.

Yeniden bir kahkaha attı. Oturmamış sesinden bu kadar komik bir kahkaha duymak irkilmeme sebep oldu. Bu oyunun bitmesini istiyordum. Her zaman keskin rolleri o alırdı banaysa kenarda kalmış arka plana itilmiş zavallı karakterler verilirdi. Bu haksızlık biliyordum yine de yalnız kalmaktan iyiydi. Öyle düşünmüştüm.

-Korkun yersiz. Öldüğünde orada olmayacaksın. Ne derler bilirsin. Bam. Ölürsün ve biter. Ben ölümden hiç korkmuyorum. Ölümden korkmak geride bırakacak bir şeyleri olanlar içindir. Benim geride bıraktığım hiçbir şey yok. Sadece… Ah kimin umurunda… Sen bir zavallısın. Geride bıraktıklarının korkusunda yaşayan bir zavallı… Senin için üzülebilirdim biliyor musun? Ama hayat hep böyledir değil mi? Her zaman kendisinden nefret eden insanların yerinde olmak isteriz. Hep onların karakterini almak isteriz onları öyle kıskanır öyle özenir öyle ölmelerini dileriz ki o kişilerin kendilerinden bu kadar nefret etmesi tam bir salaklık olur. Evet sa-lak-lık! Ölmekten korkuyorsun peki ya benim ölmem? Bu seni mutlu ederdi öyle değil mi?

Ellerinden önce boğazıma gelen sadece bir düğümdü. Kalbim susuyordu. Susan kalp kötüye alamettir. Atması için yalvarırsınız. Neden? Bir nedeni yok öyle değil mi? Sadece var olmanın ya da söylediklerinin doğru olmasının bir önemi yok. Hayır en derinde saklanan gizli utançlardan zerre utanç duymayız. Onların orada olması bize mutluluk verir. İçten içe bize kötü yanımızın olduğunu hissettirir. Adrenalin… Uğruna yapılmayacak bir şey yok. Hayır en can alıcı nokta bu en derin duygularımızın bir başkası tarafından tahmin edilmesidir. De-şif-re! Bam. İşte bu anda o duygularımızdan tiksiniriz. Gerçek oldukları için değil. Bu çok basit ve ahlaklı olurdu tam tersine artık bizden başka birine de ait oldukları için onları reddederiz. Birisi sizin gizli yanınızı keşfettiğinde artık sizin hayatınıza ortak olur. Artık karakterinizin bir parçası olur. İnsanların yabancılaştırılması, ele geçirilmesi tam da bu şekildedir.

-Tamam daha fazla oynamak istemiyorum. Hem bunlar filmde yoktu. Sen uyduruyorsun.

-Neden korkuyorsun Duru. Sadece doğaçlama yapmaya çalışmıştım. Eğlendiğini düşünmüştüm üzgünüm.

Hayal meyal hatırladığım gözlerini yeniden rüyalarımda görüyorum ve uykumdan her sıçrayışımda aynı çığlıkları duyuyorum. Susmuyor hiç susmadı. Yine de o aptal gülüşü aklıma geldikçe sakinleşiyorum. Annemin elbisesini sürüyerek odadan çıkmaya çalışıyor. Tam kapıda kafasını döndürüp bana bir şeyler fısıldıyor.

-Yine de biliyor musun Duru insanların rol yaparken mi gerçek yoksa gerçekken mi rol yaptığını asla bilemezsin. Tek bilebileceğin gerçek veya sahte kişiliğiyle yaptığı söylemlerdir. Oyun oynamanın en güzel yanı da bu asla sonu gelmez.

İrkildiğimi tüm bedenimde hissediyorum.

Uykularım genelde düzensizdir. Çoğu zaman rüyalarımı hatırlamam. Yine de geçmişe ait anılarım söz konusu olduğunda bölük pörçük anılar hafızama hücum eder ve o gecemi kabusa çevirir. Geçmişi unutma konusunda üstüme yok. Bunu içtenlikle söyleyebilirim ama yine de organlarım duygularımdan her daim bir adım önde gidiyor. En unutmak istediğim anlarda aklıma en unutmak istediğim olaylar düşüverir. Lanet… Bu rüyaların en büyük laneti... Bir keresinde eğer hiç rüya görmeseydik delirebileceğimizi okumuştum. Eğer bu doğruysa her iki türlüsü de zaten delilik… Usulca yatağımdan kalkıp her zamanki gibi yüzümü yıkadım. Okul başlayalı bir ay olmuştu. Üniversite liseden oldukça farklı. Gidip gitmemek veya takip edip etmemek sizin elinizde. Derslerin saatleri yayılmış belirli bir süreleri yok. Yine de bölümümü seviyorum. Birkaç arkadaş edinmiş bile sayılabilirim.

Okulun ilk günü heyecanla yanıma oturan kız var. İsmi sanırım Eda’ydı. Evet bende oldukça stresli sayılırım ama dışa vurma konusunda bazı sıkıntılar yaşıyorum. Eda bu konuda oldukça rahattı. Heyecanlı bir tonla yanıma oturup oturamayacağını sordu. Davet ettiğimde ise hemen konuşmaya başladı.

-19 yaşındayım. Beşiktaşta oturuyorum. Aslında şehir dışında yaşıyordum ama okumak için İstanbul’a geldim ailem burada bana ev tuttu. Eğer iyi birer arkadaş olursak belki birlikte yaşarız.

Konuşması sıkıcı olmak yerinde eğlenceliydi. Benden daha hevesli ve açık sözlü. Gözleri ve sözleri uyum içerisindeydi. Son zamanlarda Emre’nin ve tabi annemin baskısıyla yeni arkadaşlar edinme konusunda ilerleme göstermem gerekiyordu ve Eda iyi bir başlangıç sayılırdı. Sonrasında yemekleri beraber yemeye başladık ve tabi dersleri beraber takip ediyorduk. Artık telefonuma operatörüm annem ve Emre’den başka insanlardan da mesaj geliyordu.

Bir de Eda’nın tanışmamızı sağladığı birisi var. Şule benim gibi sessiz sakin. Ümraniye’de oturuyormuş. Bunu birlikte geçirdiğimiz 3. Gün öğrendim. Kendisinden veya hayatından bahsetmeyi fazla sevmeyen birisi; ancak iş eylem hususuna geldiğinde kızın dönüşümü inanılmazdı. Siyah saçlarını bandajla toplamış slogan atarken hiçte benim tanıdığım Şule’ye benzemiyordu. Onun harici aynı sessiz sakin kızdı.

Erkeklerle fazla diyaloğum olmadı. Dersler sebebiyle konuştuğum birkaç çocuk oldu hepsi bu. Bazen aynı sırada oturduğumuz insanlarla konuşuyordum. Onun harici Eda herkesle iç içeydi. O şımarık herkes benim arkadaşım triplerindeki kızlardan ziyade hiçbiriniz beni kız arkadaşı olarak görmek istemeyecek madem o halde arkadaş olalım diyen tiplerdendi.

Annem ve Emre tanışalı 2 yıl gibi bir süre olmuştu. İkisi de benim yoğun destek almam gerektiğini düşünüyorlardı. Emre’ye hiçbir zaman neden bu durumu kabul ettiğini veya neden annemle iş birliği yaptığını sormadım. Gözümün içine baka baka bana yalancı diyen adamın şimdi neden beni bu kadar korumaya çalıştığını hiç araştırmadım. İstedikleri doktora gidip sadece 5 dakika kadar konuşuyorduk. Doktor’da benim bir şeyim olmayacağını düşünüyor olacak ki anneme her seans en az bir saat konuştuğumuzu söylüyormuş. Annemi söğüşlemek için iyi bir yol bulmuş olsa da annemin bunu hak ettiğini düşündüğümden seansların aslında 5 dakika kadar sürdüğünü ve sadece o hafta neler yaptığımı anlattığımı asla söylemedim. Doktora da bunu belli etmedim. Yine de ilaçlar düzenli bir hayat sürmemi sağladı ve artık dikkatimi daha rahat toparlıyabiliyorum. Mimarlık okuduğuma göre dikkat unsuru oldukça işime yaradı.

Annemle anlaşmamıza göre hayatımı düzenleyip geçmişe ait tüm kötü anılarımdan –ki bana göre gayet hoş anılarımda vardı- kurtulduğum ve yeni arkadaş ortamı edindiğim takdirde o züppe ile görüşmeme karışmayacaktı. Buradaki züppe tabi ki Emre. Annem hastahanede Emre’yi gördüğü gün araştırmaya başlamış tabi.

Emre 21 yaşında gerçekten de mal alan taşıyan mallardan sorumlu bir adam. Annemin anlatışına göre bunu neden yaptığını sorduğunda sadece ücretinin iyi olduğunu ve kaslarını yorduğunda hayatına daha rahat odaklandığını söylemiş. Annem tabi biricik prensesiyle ilişkisinin ‘arkadaşça’ sürmesini istiyorsa hayatına çeki düzen vermesi gerektiğini tembih etmiş. Gerçekten işe yaramış olacak. Emre açık öğretimi bitirmekle kalmadı. Bana destek olmak için benimle birlikte çalıştı ve İstanbul’da Siyaset Bilimi’ni kazandı. Bu annemin çenesini biraz kapattı şükür ki. Artık ikimizde öğrenciyiz. Aynı yerde olmayı tercih etsem de böyle de mutlu sayılırım. Annem haftasonları görüşmemize izin veriyor. Tabi doğumgünüm gibi veya Emre’nin özel gün saydığı herhangi bir zamanda Emre beni kelimenin tam anlamıyla kaçırıp götürse de bu sadece annemin bize bir hafta görüşmeme cezası vermesiyle sonuçlanıyor. Hayatım normal sayılabilecek kadar güzel.

Benim için harika geçen annem içinse tam bir facia olan doğum günü mevzusundan sonra annemin sinirlerini yumuşatmak biraz zaman alsa da artık görüşmeye tekrar başladık ve bu cumartesi için güzel bir piknik planımız vardı. Takvim ekim demiş hava hala eylül kafasında yaşarken sahilde bunun tadını çıkarmanın harika bir fikir olacağını düşündük. Daha doğrusu böyle hayat dolu planlar genelde Emre’den çıkar. Bendense en bilindik teenage düşünceleri peydahlanır ancak. Ne yapalım? Sinemaya ya da tiyatroya gidelim. Emre gözlerini pörtleterek sıkıcısın bakışında sonra farklı bir şey önerir. Tabi bu her zaman eğlenceli olmaz. Mesela şu boyaların içinde savaş yaptığımız zamanki gibi. Adamı elli kere vurdum her renge boyadım yine de kurt adam oldu. Zombi oldu. Hatta hayalet bile oldu dirilmeyi başardı. En sonundan beyninden bir delik açtığımda ki kafası gerçekten acıdı sanırım. O zaman iyiden iyiye sinirlenip yol boyunca susmuştu.

Kot pantolonum onun üzerine uzun gömlek ve kemer uygun renkte çanta ve spor ayakkabı hem rahat hem spor hem de güzel görünüyordu. Piknik sepetine annemin hazırladığı sandviçleri içecekleri minik pastaları ve kendi ellerimle yaptığım kurabiyeleri ekledim ve sitenin önünde arabası ile gelmesini bekledim. Bu sırada telefonum yine o korkutucu sesiyle öttü.

1 Yeni Mesaj

Gerçek Nedir?

Tam o esnada Emre’nin arabasıyla artist hareketler yaparak gelişini izledim. Anında mesajı yok ettim. Farklı numaralardan sürekli mesajlar alıyordum. Bir tanesi ne yaptığımı soruyordu bir diğeri ne yapacağımı sonrasında tavşan deliğinde hayatın nasıl geçtiğini soran bir mesaj daha vardı. Numaraları araştırmaya kalktığımda hepsinin de sahibi isminin bilinmesini istemiyordu. Bunun sonucunda mesajları gönderenin tek bir kişi olduğuna emindim. En azından neredeyse…

-Sonunda telefonuna benden başka mesaj yollayanlar da oluyor ha. Kıskanmam gereken bir durum var mı?

-Kıskançlığın durumla değil duygularla alakalı olduğunu düşünmüştüm.

-Hayır sana olan güvenim tam. Yani duygularda sorun yok. Yine de bir erkek ve de haşin bir delikanlı olarak kıskanmam gereken bir durum olduğunda ne icap ediyorsa onu yapmayı tercih ederim.

-Peki o haşin erkek için de aynı durumlar söz konusu olacak mı?

-Erkek dediğin çok eşlidir bebeğim.

-İlla karnıma bir tane geçir Duru diyorsun yani.

-Yeah baby mazoşistim ben. Döv beni.

-Offf Emre. Sabah sabah kafa açıyorsun gerçekten.

-Öğlen oldu kızııım. Tabi hanımefendi yine uykulara daldığından öğleye kadar uyanamadı. Zaten bize temiz ev kızı diye kakaladılar. Bildiğin kartoloz bir şey çıktın sen. İş yok güç yok pehh. Almam kızım ben seni.

Gözlerimi kaydırarak arabaya bindim. Emniyet kemerimi taktım ve Emre’den Kaçış adını verdiğim karışık cd’mi takıp huzura kavuştum. Arka planda Tori şarkısını söylerken Emre’den gelen sadece ufak bir fısıldamaydı.

-Kes diyorsun yani. Peki.

Emre ile anlaşmak bu kadar kolaydı. Anlaması için konuşmam kelimeler kullanmam gerekmiyordu. Sadece bakmam yetiyordu bazen susmam bile yeterliydi. Bu huyunu seviyordum beni anlayışını aynı zamanda onu anlamanın bu kadar kolay oluşunu. Yine de Emre o sakin gözüken halinin altında gerçekten de bir canavar taşıyordu. Onunla baş etmek imkansızdı. Eğer bir şeye gerçekten kızdıysa bir şekilde intikamını alırdı. Onunda huyu bu şekildeydi. Yine de çok fazla kırıcı olmazdı. Eğer gerçekten alındıysa işte o zaman korkulurdu. Bunu o piknik günü anlamıştım. Müziğin sesini iyice açmış koltuğa zıt bir şekilde gömülmüştüm. Camdan dışarıyı seyrediyor Emre’den de oldukça uzak kalmaya çalışıyordum. Emre ‘yse müziğin sesini kıstı ve beni kendisine çekerek okulda neler yaptığımı anlatmamı istedi. Yüzü gülüyordu. Sonrasında konuşmak istemediğimi söyleyerek müziğin sesini açtım. Müziği tekrar kıstı. Bu sefer sinirlenmişti. Sadece bakmıştım hepsi bu.

-Nedne böyle yapıyorsun? Kötü bir şey söylemedim. Kötü bir şey istemedim. Sadece biraz konuşmanı hepsi bu kadar.

-Neden zaten doktorumla yeterince konuşuyorum. Seninde payın var bunda ve bırakmak istediğimde en çok sen karşı çıkıyorsun.

-Sorun bu mu? Dün gece mi yani? Bana trip atmak için tüm gece kendini tuttun ve bu anı mı bekledin. Gerçekten inanılmazsın.

-Benimle alay etmek için mi birliktesin? Gerçekten deli olduğumu mu düşünüyorsun Emre?

-Hayır böyle bir şeyi asla düşünmedim.

-O zaman neden beni o aptal kadına gitmeye zorluyorsunuz? Gitmek istemiyorum. İlaçlarımı alıyorum.Ben gerçekten iyiyim. Annem akşam sana fikrini sorduğunda neden Duru’nun deli olduğunu düşünmüyorum artık onu rahat bırakın demek yerine doktoru en iyisini bilir diyerek kısa kesmeyi tercih ettin.

-Öncelikle gerçekten en iyisini doktorun bileceği için. Bir diğeri de eğer annenin istediğinden aksi bir düşünce paylaşırsam bunun seni görmemi engelleyeceğini düşündüm. Senin şu anki tribinin seni görmemekten daha iyi olacağını düşündüm. Yanımda istediğin kadar trip at. Bağır çağır kız ama bunları yanımda yap.

-Neden alışkanlıklarının değişmesinden mi korkuyorsun? Aptal alışkanlıkların değişirse sonra nasıl tekrar adapte olursun öyle değil mi? Benim iyiliğimi kendi alışkanlıklarının önünde tutuyorsun. Kendi düşüncelerini benden değerli tutuyorsun. Bu nasıl sevgi anlamak mümkün değil.

-Bir şey demiyorum Duru gerçekten böyle düşünüyorsan.

-Bırak beni inmek istiyorum.

Sadece blöftü. Beni bu şekilde bırakacağını düşünmemiştim. Durdu. İnişimi ve çantamı alışımı izledi ardından bastı gitti. Arkasına bakmadı bile. Peşimden geleceğini sanmıştım. Yapmadı. Yine de gururuma yenilmek istemedim. Gittiği yöne bakmadım bile. Aksi istikamete yürüdüm ve kendimi Üsküdar sahilinde bir bankın üstünde bıraktım. Oturdum. Düşünmek istiyordum. Düşünmeye çalıştım. Yaptığım buydu ama esasında istediğim onun geri gelmesi ve beni almasıydı. Özür dileyip o aptal esprilerinden yapsa da olurdu. Kabul edebilirdim; ama o gelmedi. Piknik sepetinden sandviçi yedim. Sonra bir diğerini… Saatler geçmiş akşam olmuş ama o gelmemişti. Piknik sepeti boşalmış ve mideme ince sızı olarak dönmüştü. Gözümden süzülen yaşları silerek yerimden kalktım ve otobüs duraklarının olduğu yere doğru yürüdüm. Gözlerimi sildikçe siyahlık iyice yayılıyordu. Siyah göz kalemim yayıldıkça daha çok ağlıyordum. Artık yoldaki insanların dikkatini çekecek duruma gelmiştim ki omzumda bir el hissettim. Tüm vücudumun hazır ola geçtiğini ve beynimin tehlike sinyalleri verdiğinin farkındaydım. Korkuyordum. Korkmaktan canımın yanmasından korkuyordum. Sonra kulağıma onun sesi geldi.

-Özür dilerim.

Kafamı çevirdim. Pişmiş kelle gibi sırıtan suratına kocaman bir tokatı geçirmek istiyordum. Onun yerine yapmam gereken son şeyi yaptım ve onu öpmeye çalıştım. Dudaklarıma verdiği karşılıkla dizlerim çözülmüştü. Sonra nefes almak için ayrıldığımda karnına okkalı bir yumruğu indirmiştim. Hem mutluydum hem de sinirden geberiyordum. Emre’yse gülüyordu. Yine de beklediğim o gıcıklığını yapmıştı. Saçlarımı düzeltti. Gözlerimi temizledi. Sonra yanaklarımı öperek kulağıma fısıldadı.

-Biliyor musun Duru öpüşme konusunda kötü olduğun kadar yumruk atma konusunda iyisin. Sepetteki her şeyi silip süpürdüğüne göre artık bana da yiyecek bir şeyler bulursun.

Tüm zaman boyunca beni izliyordu. Ben sinirime yenik düşmüş iştahla tıkınırken sinirden defalarca göz yaşı dökerken elime telefonumu her alıp onu aramak istediğimde telefonu yere fırlattığımda o hep arkamdaydı ve lanet olası kıçını kaldırıp yanıma gelememişti. Tüm bunları farkettiğimi anlamış olacak ki sinirimi daha fazla yansıtmama izin vermeden beni omzuna alarak arabaya taşıdı. Sonrasında o güzel bir yemek ben de midemi bastıracak bir kahve içtim. Fazla vakit geçirememiştim ama bugün Emre’nin gizli bir yüzünü daha öğrenmiştim. Emre beni eve bırakıp geri yola koyulduğunda telefonumun ışığı tekrar yandı. Bunun Emre’den olduğunu düşünmüştüm ama değildi.Tamamen farklı bir numaraydı.

1 Yeni Mesaj

Gerçek nedir biliyor musun? Gerçek asla var olmayandır.
--------------------------------------

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
22 Eyl 2012 14:52, Değiştirme: 23 Eyl 2012 11:16 (Toplamda 3 kere)
jandark
Ay Savaşçısı
Ay Savaşçısı



Yaş: 36
Kayıt: 17 Ağu 2007
Mesajlar: 728
Nerden: Kristal Tokyo
Teşekkür: 261

Durumu: Çevrimdışı

jandark
Ay Savaşçısı
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi/ Devam..
Alıntıyla Cevap Gönder
Amannn daa amann kızımaa bak sen ...

Ayy şurda şunu yazdım yaa ...
Forumda çıldırabilirim mutluluktann ...

Ehhem ...
Nese Ladyin artık burdan diyorum devamını bekleriz, şu kızıda çok ağlatma zaten psiklerimi bozdun ... Kendimin çok kişilikli olduğunu hissettim, bide Behzat Ç. bölümü kafam karışştı yanii ...

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
23 Eyl 2012 11:04
LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi/ Devam..
Alıntıyla Cevap Gönder
spoiler kullanınca sayfalar kayıyor resmen nasıl ekleyeceğimi şaşırdım ben şimdi Üzgün ya da Ağlıyor

BÖLÜM 35-PLAN

Acıyor.

Acıyor.

Acıyor.

Derin bir nefes alıyorum. Gördüğüm tek şey karanlık. Tuhaf… Sanki gözlerimi açarsam tüm bu hissettiklerim gerçek olacakmış gibi. Derinlerde bir yerlerde içimi olduğundan farklı bir hale sokan o duygunun gözlerimi açınca daha da derinleşeceğine derinden inanıyorum. Derin bir nefes al ve rahatla… Sesi kulaklarımda yansıyor. Gözlerimi açarsam göreceklerimden utanıyorum. Bağırırsam onu utandıracağımdan korkuyorum. Tam da bu anda burada kendim gibi olmayı ilk defa bu kadar çok isterken kendimi dizginlemek zorunda olmak işte bu canımı daha da acıtıyordu. Derin nefes al. Al al ve al sesin geldiği yöne lanet olsun nefesimi vermeye korkarken nasıl tekrar ve tekrar alabilirim diye bağırmak istiyordum. Kıpırdayamıyorum. Beynimi ele geçiren korkunç bir sarsıntı. Böyle olmaması gerekirdi. Ellerimle gözlerimi sıkıca kapatıyorum. Gözlerim acıyor. Gözlerimin üzerinde eli geziniyor. Kulağıma sadece rahatlamam gerektiğini söylüyor. Birkaç saniye daha ve bitecek. Sesim çıkmıyor. Ellerimi açmaya çalışıyor. Açmasını istemiyorum. Etrafa bakınmak istemiyorum. Karanlıkta kalmak ve asla görünmemek istiyorum. Bu çok acınası…. Ellerimi daha hızlı bir şekilde çekiyor ve göz göze geliyoruz. Üzerime eğilmiş bakışlarındaki korkuyu buna rağmen yüzündeki gülümsemeyi görebiliyorum.

-Kendini hiçbir konuda ispatlamak değildin. Bunu kendin istedin. Keşke denemeseydik. Üzgünüm benim hata.

Derin bir nefes alıp konuşmaya çalışıyorum.

-Kendine acımayı keser misin? Gerçekten canım acıyor.

-Birkaç dakika sonra geçecek inan bana sadece biraz daha dayan.

Sözlerine inanmak istiyorum. Tam o anda her şey değişiyor. Bacağımı kendisine doğru çekiyor. Acımdan daha minik bir acı sızlıyor. Derin bir nefes alıp kendimi olduğum yere bırakıyorum. İnatla açtığı gözlerimi bir kez daha kapıyorum. Acı yavaş yavaş bedenimi terk ederken bu sırada duyabildiğim tek şey Emre’nin rahatlamış nefesi oluyor.



Tüm haftayı okulda yoğun bir şekilde geçirdikten sonra Cuma akşamını ailemle yemek yiyerek geçirmeye karar verdik. Her ne kadar bunun yerine Emre’yle msn muhabbetini tercih etsem de ayarladığımız ufak kaçamağımız ailemle biraz ilgilenmemi gerektiriyordu. Birbirimizle vakit geçirdiğimiz nadir zamanlardan sayılırdı. Annemin seçtiği bir yerde yemeğimizi yer annem ve babamın haftanın ekonomi olaylarından bahsetmelerini dinlerdim. Bu gecede farklı olmamıştı. Sessizlikle yemeğimizi yedikten sonra tatlı servisinde gündem ve ekonomiden konuşmalarını dinledim. Sonrasında okul hakkında ufak bir konuşmamız oldu. Ardından yeniden evimize geldik. Ertesi gün için anneme ufak bir yalan söylemiştim. Bu beni rahatsız etmese de yüzünde oluşan gülüş az da olsa tuhaf hissetmeme neden olmuştu.

22.00

Elimde telefonum büyük bir sükünete gömülmüş bekliyordum. Her gece bu saatte mesaj gelirdi. Yine geleceğine emindim. Bunun hiç hoşuma gitmediğini itiraf etmem gerek. Günde 3 kez farklı numaralardan mesaj alıyordum ve sonuncu tekrarlamalara bakarsak sadece 10 farklı numara söz konusuydu. Numaralar sırası ile başa dönerek teker teker mesaj yazıyordu. Her mesajın geliş saati belliydi. Sabah 09.00 öğlen 15.00 ve akşam 22.00 her gün aynı saatte farklı şeyleri soran mesajlar geliyordu.

1 Yeni Mesaj

Uykunun en korkunç yanı bir daha uyanamamaktır. Gerçeğe…

Birisi tarafından çok kötü işletildiğimin farkındaydım ama sorun şu ki kimin olabileceği hususunda bir fikrim yoktu. Telefonu yatağıma fırlattım. Bilgisayar ekranına gömülüp Emre ile konuşmamıza devam ettim.

-Pişştttt aloooo uyudun muuu?

-Yok burdayım.

-Ansız sessizliklere bölünüyorsun. Uyursun falan maşallah uyuyunca bir haltı duymuyorsun beni burada sabahlamak zorunda bırakma.

-Her şeyin şikayet Emre her şeyin. Hep bık bık bık…

-Hayret kızdın? Sonunda normal insan tepkileri göstermene seviniyorum.

-Teşekkür ederim. Biraz daha insancıl tepkiler gösterirsem hiç hoşuna gitmeyecek ama.

-Bu tepkilerini nerede gösterdiğine göre değişir…

-Her şeyi sapkınlıklarına çekmek zorunda mısın?

-Değilim ama hoşuma gidiyor. Yüzünün aldığı kırmızılığı düşünüyorum. Sonra kafanı önüne eğişini ve sonrasında eğer gerçekten utandıysan karnıma yiyeceğim tepkiyi. Bunu düşündükçe gerçekten eğleniyorum.

-Beni kendi soytarın olarak görüyorsun gerçekten harika.

-Seni soytarım olarak görmüyorum. Daha önce bir soytarıyla hiç beraber olmadım; ama hayat arkadaşım olarak görebilirim. Ben Orhan baba olurum sen onun zevcesi.

-BradAngelina falan örneği de kabul görürdü ama tabi ki sen böyle bir örnek verirsin.

-Ah be bir de minibüsüm olacak mavi mavi. Açacağım müziği… Serçe parmağımda yüzük radyoda arabeskin Allah’ı. Bıyıklarım terlemiş böyle kara kara. Geleceğim okulunun kapısına. Duru da isim mi be ben seni Şukufe olarak çağıracağım. Şukuuuf kalk kız gel.

-İşkence. Bu yaptığın tam bir işkence…! Sen onu bunu bırak. Sıcak mı oralar? Ne alemdesin. Dökül.

-Buralarda hava yer yer çok sıcak bilhassa Rusların takıldığı kısımlar cayır cayır yanıyor. Onun harici nem olmadığı için sıcaklık çok olsa da İstanbul’daki gibi rahatsız etmiyor. En azından akşamları ölü gibi uyudum.

-Yorulduğun için olmasın o?

-O da var tabi. Burada beni çok yoruyorlar sorma. Böyle olacağını bilseydim gelmezdim.

-Ah işte Ruslar yok mu Ruslar. Sahi Rusya’da erkek mi yok neden sürekli yağız türk kırolarının peşindeler.

1 fotoğraf paylaşılıyor…

-Bebeğim bak bir şuna. Tenin esmerliğine kasların gelişmişliğine. Göbeği salla bu arada… Şu boyun uzunluğuna bak. Rus olsam bende gelirdim.

-Emre o kadar çalışıp nasıl yandın böyle?

-İlk kıpkırmızıydım kız. Sonrasında amele yanığı kıvamında yanınca birkaç kez denize gitmek zorunda kaldım. Tuzlu su ile aram olmasa da burada çok güzel bir koy var. İskelesinden atlıyorsun acayip zevkli.

-Ben gelemem öyle şeylere. Ufaktan ufaktan yüzer açılırım.

-Sana bir şey diyeceğim.

-Söyle.

-Ama kızmayacağına söz ver.

-Söz veremem elin Rus’unu yatağa kaldırdıysan bu saçma salak bir söz olur dökül canım istersen.

Kalbim küt küt atıyordu. Neden olduğunu bilmiyorum. Ona güvenim tamdı bunda sorun yok ama yine de insanlar gerçekten yüzde yüz güvenilmesi gereken varlıklar mıdır? İşte buna kendim bile cevap veremiyordum. Kendimden emin gibi hissediyordum. Çevremde ondan başka insanların olup olmadığına daha önce hiç dikkat etmemiştim. Onunla veya onsuz çevremde olan bitenler dikkatimi çekmiyordu. Çekmesini de pek istemiyordum ama aynı şeyin Emre için geçerli olup olmadığı konusunda ise sıkıntılar taşıyordum. Kendime yalan söylemeyeceğim tek konu kesinlikle Emre’ydi. Söz konusu o olduğunda kendimi tutmak istemiyordum. Sanki o hep beni yanlış tanımış gibi geliyordu. Sanki onun tanıdığı kişi ben değilmişim gibi hissediyordum. İşte bu duygu her seferinde bak ben başka neler yapabiliyorum nelere cesaret edebiliyorum dürtüsünü de beraberinde getiriyordu. Ona karşı çizdiğim sümsük sessiz kız portresindense cesur kendinden emin ve korkusuz kız daha çekici geliyordu. Onun sadece bana bakmasını istiyordum ve sadece benim olmasını. Hayallerimde ve gerçekte sadece onun olmasını istiyordum. Bir gün birinin gelip bu hayali gerçeğe gerçeği eziyete dönüştürmesinden korkuyordum. Korkularım her sessizlikte bana her sırtını dönüşünde ve hatta beni her öpüşünde giderek artıyordu. Hayatta kimseyle yarışmadım. Yarışmayı sevmezdim. Eğer biriyle yarışırsam kendimi iyi hale getirmek zorundaydım. Eğer herkesi görmezden gelir ve sadece kendi halime kalırsam olduğum yer ne beni ne de kimseyi rahatsız etmezdi-annem hariç tabi.- ;ancak şimdi iş Emre olunca konu Emre’yle olan duygulara gelince karşımda duran rakip sadece bir kişi değildi bana göre tüm dünyaydı ve bu midemi bulandırıyordu. Nefret... Çevresinde gördüğüm onlarca arkadaşından nefret ediyordum ve onun tanımadığı milyonlarca kadının ölmesini istiyordum. Bu duygu beni çileden çıkaracak derecede kuvvetli ve beni olduğum kişiden farklı hale getirecek kadar baştan çıkarıcıydı.

Kutay bir titreşim gösterdi…

Onu sevmek defterin son sayfasına onun soyadıyla kendi adımı birleştirmek gibiydi. Yakışmasa da yakışmak zorunda olan…

-Diana burda… Bugün karşılaştık. Sadece ayaküstü konuştuk. Ona senin buraya geleceğini söyledim. Gerçekten başka bir şey yok. Bizi yemeğe davet etti.

-Sen ne dedin?

-Sensiz karar veremeyeceğimi ama zaten büyük ihtimalle buna vaktimizin olmayacağını söyledim.

-Sorun değil. Onu görmek istiyorum. Belki bu sefer ‘’kazara’’ ölmesine tanıklık ederiz.

-Duru gerçekten hiç gereği yok.

-Sorun değil Emre… Neyse saat 11’e geldi. Daha bavul hazırlayacağım ve sabah erken kalkmam gerek.

-Kızmadığına sevindim. Gerçekten… Ben kızardım. Yarın 10da görüşürüz. Dikkatli ol.

Lütfen…

Duru çevrimdışı oldu.

Öfkeyle yerimden kalkıp söylenerek dikkat çekmeyecek bir çanta alıp içini öylesine doldurmaya başladım. Sinirle sayıyordum. Bir yandan da beynim yüksek ses çıkarmamam gerektiğini haykırıyordu. Söylenmek sinirimin geçmesini sağlamamıştı sadece çantamdakilerin ne kadar gereksiz olduğunu fark etmiştim. Hepsini geri boşaltarak bu sefer sakince seçim yaptım. Uzun bir elbise aldım. Siyah bikini takımımı ve mor pareomu çantama yerleştirdim. Lens kabı solüsyon makyaj malzemeleri derken küçük bir çanta doldurmuştum. Sabah için rahat bir kot şort üstüne de askılı bluz düşünüyordum. Yatağıma uzanıp gözlerimi kapattığımda sürekli Emre’nin bana gülümsediği gibi bir başkasına gülümsediğini hayal ediyordum. Bu deli olmama sebep oluyordu.

Emre elini uzatıyor ve kadının biri onun tenine dokunuyor. Bana ait olan tenine… Sonra onu yanağından öpüyor. Mideme yediğim en büyük tekme ise aklıma sonradan düşmüştü. Elini uzatan kadın daha önce de onun elini onun tenini çok iyi biliyordu. Benden bile iyi… O kadın Emre’ye dokunan kadındı. Emre’nin sırf bu yüzden birlikte olduğunu iddia ettiği kadın… Ondan nefret ediyordum. Onun gerçekten ölmesini istiyordum. Hiçbir zaman onu geçemeyecektim. Benim bir adım ötemde bana gülecekti. Bana bakıp benim bilmediğim bir çok şeyi bildiğini ima edecekti ve belki de tıpkı filmlerde olduğu gibi Emre yanımızda yokken Emre’yi yeniden elde etmek istediğini ima eden cümleler kuracak ve onun en ayıp şeylerini yüzüme çarpacaktı. Gözlerimden süzülen yaşlar çığlıklarıma karışıyordu. Annem beni kontrol etmeye dahi gelmişti. Ona sadece kabul olduğunu söylemiştim. Öyle olmasını dilediğim korkunç bir kabus… Gerçek olmayan…

Sabahın 5inde gözlerim şişmiş bir halde uyandım. Ses çıkarmadan üzerimi değiştirip usulca evden çıktım. Bu saatte taksi bulmam zor olacağından yakındaki taksi durağından bindim. Hava alanına giderken dün geceki hislerimin hepsini yok saymanın en iyisi olduğunu kararlaştırmıştım. Şişmiş gözlerim her ne kadar aksini ispatlasa da en iyisi bu olacaktı.

Emre bir haftadır iş için Antalya’daydı. Orada bulunduğu süre boyunca hiç böyle hissetmemiştim. Planımıza göre anneme arkadaşımda kalacağımı söylemiştim ve cumartesi sabah erkenden Antalya’ya uçacak ve ertesi gün beraber dönecektik. Emre orada havanın tam deniz havası olduğunu söylediğinden bikinim dahil tüm deniz ürünlerimi yanıma almıştım. Günlerce bunun hayalini kuruyordum. Beraber uyumanın ve ona sarılmanın nasıl olacağını… Uykusunda horlayıp horlamadığını ve sonra nasıl yattığını aklımı bu sorular her akşam kurcalıyordu ve sonra yüzümdeki kırmızılık ile uykuya dalmamı sağlıyordu. Dün gece hariç tabi…

Tüm uçak yolculuğu süresince beni karşılamaya beraber geldiklerini düşündüm. Kafamda kurdum. Emre bana doğru yürüyor. Yanında başka bir kadın. Benden uzun bacaklı… Kadın gibi kadın benim gibi çocuğumsu bir şişkocuk değil. Emre’nin uzun boyuna yakışacak şekilde birisi. Ben yerin dibine girerek boydan daha da kaybediyorum. Emre beni arkadaşı olarak tanıtıyor… Tüm kapılar açık. Odalarımız ayrı… Beni odasında istemiyor. Midem bulanıyor. Kız onun elini sıkarak bana gülümsüyor. Benimle tanıştığına sevindiğini söylüyor. Emre şikayetçi… Ecnebiler çok rahat esprisi ile ortamı rahatlatmaya çalışıyor çaresi yok. Ortamın elektriğini hissedebiliyorum ve bu midemi daha da alt üst ediyor. İniş anonsu ile gözlerimi açıyorum. Sinir bozucu ve sıkıcı…

Gözlerim uyuduğum için biraz olsa inik. Uçaktan inip zorlu bir bagaj alma çabasından sonra dışarı adım atıyorum. Hava yaz havası sayılmasa da oldukça sıcak. Tenime değen güneş ışınları rahatlamamı sağlıyor. Emre bana doğru yürüyor ve tek. Bana sıkıca sarılıp hoş geldin diyor ve her şey normal. Tüm düşündüklerimi bir yana atıp ömrümde hiç olmadığım kadar rahatlıyorum. Sıkıca sarılıyorum ona sımsıkı… Öyle sıkı ki kemiklerinin kırılacağından dahi şikayet ediyor. O an öyle içten gülümsüyorum ki ona onu gerçekten özlediğimi o da fark ediyor. Sevmek güzel… Özlemek… Karşılıklı olduğu sürece harika…

Otele gidip giriş işlemlerini yapıyoruz beni odasına götürüyor. Beklediğimden daha toplu. Kıyafetleri dolabına özenle yerleştirilmiş ve oda tıpkı onun gibi kokuyor. Bana uyumak mı istediğimi yoksa yemek yiyip yemeyeceğimi soruyor. Uyumakla vakit kaybetmek yerine tüm vakti onunla harcamanın en iyisi olacağını düşünmüştüm.

Böylece otelin açık büfesinde kahvaltı etmeye gidiyoruz. Her zamanki gibi Emre tabakları tıka basa doldurup onun bunun her şeyin tadına bakmamı istiyor.

-Dünya küçük öyle değil mi?

-Kesinlikle değil. Seni bana getirmesi yıllar sürdü sanki.

-Diana’yı getirmesi ise anlık…

-Üzgünüm istersen başka otele geçeriz. Gerçekten hiç sorun değil gerçekten. Onu görmek benim de hoşuma gitmiyor. Sadece kendi başıma hareket edip senin gözünde sanki bir şeylerden kaçıyormuşum izlenimi çizmek istemiyorum. Çok lanet durumlar bunlar. Bu yüzden en iyisinin sana söyleyip seninle karar almak olduğunu düşündüm.

-Sorun değil gerçekten. Eğer bu oteldeyse onu göreceğiz demektir. Bu da bizim lanetimiz.

-Aslında onu tanımamazlıktan gelebiliriz. Gerçi ben denedim. Pek sonuç vermedi ama belki seninle başarılı oluruz ne dersin?

-Sorun değil benim çekincem yok.

Gergin gibi gözüken ama eğlenceli geçen sabah kahvaltımızın arkasından üstümüzü değiştirerek kumsala doğru gidiyoruz. Denizin dibindeki çakıl taşları gözüküyor öyle berrak öyle temiz. İskelede puflar yatmak için ideal. Burada günlerce uyuyabilirim. Kendimize bir yer seçip oturuyoruz. Ben her şeyi yerleştiriyorum. Telefonları çantaya ve kitapları şemsiyenin altında duran masaya. .. Emre içecekler ile geri dönüyor tam bu sırada bozuk bir Türkçe ile arkamda tiz bir kadın sesi duyuyorum.

-Merhaba Emre. Yeniden karşılaştık.

-Ah evet ne tuhaf değil mi? Lanet gibi.

-Lanet… O ne demek ben bilmiyor; ama dilerim iyi bir şeydir. Arkadaşın gelmiş.

Tam o esnada tüm Akdeniz bir olup sırtımdan aşağı boşalıyor. Arkadaş… Ben onun arkadaşı değilim. Beni arkadaşı olarak anlatmış olamaz. Belki de kuzeni bile demiş olabilir. İçimden milyonlarca lanet sallıyorum. Kaşlarımla çatılmamaları için amansız bir mücadele veriyorum ve nihayetinde kazanan ben oluyorum gibi gözüküyor. Yüzüm poker surat. Hiçbir şey belli olmuyor; ama içim tsunami… Şu ana kadar hala kusmadığıma milyonlarca kez şükrediyorum. Beynimin kavgasını Emre’nin sesi bölüyor.

-Seni geleceğimle tanıştırayım. Duru. Duru bu da Diana. Sana bahsetmiştim.

-Benden bahsettin ne hoş. Ben memnun oldu Duru.

-Bende teşekkür ederim.

-Emre mutlu gözüküyor. Sevindim adına. Ben denize giriyor siz de gelin eğleniriz.

Parlak turuncu bikinisinin içinde bronz teni ve uzun kumral saçları ile önümde süzülerek yüzüyor. Gözüm Emre’ye kayıyor. Emre ise sadece kitapları ve içecekleri düzeltmekle ilgileniyor. Diana’nın önümüzde süzülen vücuduna karşı en ufak bir ilgisi yok. Bilinçsizce mırıldanıyorum.

-İnsan zaten bildiği vücuda zaten bakmaz.

Emre’nin sesi kahkaha atmamak için kendini zor tutuyormuş gibi.

-Doğru bilmediklerim daha çok ilgimi çekiyor. Şimdi soyun bakalım…

Üzerimdeki elbiseyi çıkarışını sessizce izliyorum. Kendi üstünü de çıkarıyor. Yüzüm o bahsettiği kırmızıdan.

-İşte şimdi oldu. Gerçek bir hatun görmeyeli uzun zaman olmuş.

Bu kez kahkahalarını bırakarak kulağıma fısıldıyor.

-İşimi zorlaştırmadığın için de teşekkür ederim. İleride işim daha kolay olacak.

Sadece dönüp denize doğru yürüyorum. Kumsaldan girmeyi denediğimde su çok soğuk geliyor. Sonra gözüm iskelede süzülen lanet olası Diana’ya takılıyor. Emre yanımda ve Diana ileriden iskeleden atlıyor. Emre elimden tutmuş denizde ilerlerken onun ıslanan saçlarının vücuduna yapışmasını izliyorum. Emre ise beni ıslatmakla meşgul kendime geldiğimde Emre’nin koluna yapışıp iskeleden atlamayı öneriyorum. Bunun çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Yine de ikna ediyorum. El ele tutuşuyoruz ve bir iki üç…

Her şey normal…. Sudan kafamı çıkarıyorum. Ona bakıyorum. Vay be harikasın deyişini duyuyorum tam kulaç atıp ileriye yönelecekken bacağımdaki ağrı tüm bedenimi ele geçiriyor. Sonra Emre’nin kolları beni belimden sararak dışarıya çıkarıyor. İğne, iğne yok mu diye bağırıyor birisi çantasından iğne getirmeye gidiyor ve ben o lanet utanç ile yerde öylece yatıyorum.
------------------------------------
BÖLÜM 36-Lâ/ GECE
Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.

Sonra döndü Âdem’e,

Aklına bir şey gelmişti.

Sesi, bengisular gibiydi.

Bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun.

Durdu, aklından yeni bir şey geçti. bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.

Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.

Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.

Bir "ile" koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.





GECE

Denizde geçirdiğim büyük rezilliğin ardından derin sessizliğe büründüğüm bir öğleden sonrası geçirmiştim. Konuşmaya halim yoktu. Utanç boğazıma çöreklenmiş içten içe bana sırıtıyordu. Tabi tüm bunların üzerine tam da o anda Diana’nın tatliim tatliiim ne oldu sana nidaları eşliğinde doktora götüreliiiim doktor yok mu havaları beni iyice deli etmişti. Sanki kalp krizi geçirmişim gibi… Olayı abarttığımı biliyordum. Kadında Emre’ye karşı en ufak bir ilgi yoktu. Aksine deniz kenarındaki tüm o yakışıklı turistlerle alelade flört dahi ediyordu. Buna sevinmiş olsam da yine de kuşkunun içimi bu kadar ciddi bir şekilde kemirmesini hazmedemiyordum. Emre ise benim sessizliğime sessiz kalmıştı. Ara sıra denize girip çıkıyor sonra yanıma uzanıp güneşleniyordu. Bu sessizliğimiz saat 3e kadar devam etmişti. Daha fazlasına dayanamamıştı tabi.

-Böyle sessizce oturacak mısın?

-Evet.

-Neden?

-Konuşacak bir şey yok.

-Sana bunun senin için sorun olup olmadığını sordum öyle değil mi? Yapmamalıydım. Sinsi bir şekilde oteli değiştirip bundan sana hiç bahsetmemeliydim. Buna daha çok sevinirdin öyle değil mi? Bu içini rahatlatırdı.

-Nasıl senin toplumda sergilemen gereken davranışlar varsa bir kadın olarak benim de var.

-Kadın…

-Beğenemedin mi? Tabi Diana kadar diri bir vücut vaat edemiyorum. Bu daha çok hoşuna giderdi değil mi?

Sanki tüm sahil bize bakıyormuş gibi hissetmiştim. Şezlongda uzanmış elimde kitabımı okuyor bir yandan da aklım sıra ona laf yetiştirmeye çalışıyordum. Kadın? Kadın nedir ki zaten. Bir obje, bir figür? Sadece lanet olası bir cinsiyet… Ben benim ben sahip olduğum insandan ötesi değilim. Bu yetmiyorsa onun sorunu? Ama bu kadar kolay mıydı bilmiyordum. Susmak en iyisiydi ve düşünmemek ve belki de bu saçma yarıştan bir an önce çekilmek… Tam o esnada yüzüme vuran nefesini hissettim ve bedenime çöreklenen bir ağırlık… Yüzümün rengi kırmızıdan daha da koyu bir tona çalıyor olmalıydı. Yanaklarımı alev basıyordu. Oturduğun yerden bir anda kalkıp üstüme doğru gelmişti. Bir eliyle bacağımı tutuyor diğer eliyle yüzüme düşen saçı alıyordu. Kulağıma eğilip fısıldadı.

-Senden başkasını görmüyorum. Bunu anlayabiliyor musun?

-İn üstümden rezil oluyorum.

-Neden her şeyi buna çekiyorsun?

Tüm gücümle üstümden inmesini sağladım. Ter sırtımdan boşalmıştı. Söyleyecek pek bir şey yoktu. Usulca kitabıma gömüldüm. Sadece sessizlik istiyordum ve kitabıma kaldığım yerden devam etmek. Ne düşündüğü umurumda değildi. Bana milyon tane gerekçeyle de gelse bir o kadar fazla bahane bulacaktım. Beynim bunu reddediyordu kalbimse hala diretiyordu. Kendimi kitaba vermeye çalıştım. Emre usulca yerine tekrar oturdu. Güneş gözlüğünü taktı ve yanımdan kayboldu. Nereye gittiğine dair hiçbir fikrim yoktu bilmekte istemiyordum. Tek istediğim ondan uzak durmaktı.

Hayatla barışık bir insan olmadığımı kabul edeli uzun yıllar oldu. Bu bir sorun değil ancak birisinin gelip beni bu denli olağanüstü tepkiler vermeye zorlaması içten içe sinirlerimi geriyordu. İçimde kilitlenmiş bir oda… Kapının nasıl açılacağını ben bilmiyorum. Kimsenin bilmesini de istemiyorum; ama Emre inatla o kapıyı zorluyordu. İlk defa ondan kurtulmak istediğimi farkettim. İlk defa onun varlığı benim üzerimde bir ağırlıktı. Onu üzerimden atmak istiyordum. İnsanların varlığını yeniden görmemezlikten gelmeyi ve eski yaşantımı arıyordum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Beynimin muhabbetini bölen Diana’nın sesi oldu.

-Sen kitap okuyor. Ne güzel.

-Teşekkür ederim. Türkçeyi öğrenmişsin. Uzun zamandır mı İstanbul’dasın?

-Sadece bir yıl kadar.

-Emre’yle nasıl tanıştınız?

-Arkadaşım vardı onu tanıyan. Sonra biz tanıştık. Her şey çok hızlı ilerledi ve bir o kadar hızlı bitti. O sürekli şikayet ediyordu.

-Neyden?

-Bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Bu çokta problem değil. Onunla ilgili büyük hayallerim yoktu. Buralarda insanlar eski sevgilileri ile arkadaş olmayı doğru bilmiyorlar biliyorum. Ozür dilerim.

-Sorun değil gerçekten. Rahat olabilirsin.

-O sensin değil mi?

-Kim benim?

-Benden ayrıldığı gün. Geldi ve bana o olmadığımı söyledi. Kim diye sorduğumda aradığı insanın ben olmadığımı dile getirdi. Buna ben üzülmedi. Sorun değildi. Yine de mutlu olduğunu gördüm. Uzun bir sessizlik vardı. Sonra bir şeyler düşünmeye çalışıyor gibiydi ve nasıl derler karar vermeye çalışıyordu. Sonra bana birini bulduğunu söyledi. Gerçekten üzgün olduğunu ama yapacak bir şeyi olmadığını… Sonra bana oyun oynamaya gittiğini söyledi. Yeniden çocuk olmaya… Kocaman adamın çocukça gülümseyişi… Bu yüzden üzülmedim. Ben biliyor o mutlu… Bu yüzden mutlu olmalı sende.

-Teşekkürler Diana.

-Ben gidiyor. Biraz uyku gerek. Size iyi eğlenceler.

-Hoşça kal.

Diana’nın sesi kulaklarımda çınlıyordu. Oyun oynamaya gidiyor… Tekrar ve tekrar… Beynim bir kapalı kutu… Beynim seslerin anlamını algılamakta zorlanıyor. Bir ünlem işareti. Bir soru işareti… Uyan! Lanet olası uykundan uyan! Tehlike? Tehlike varmış gibi hissetmiyorum. Kalbimi ve beynimi zorluyorum. Aklım o günlere geri gitmemek için direniyor. Sadece ileriye bakmamı istiyor. Sorun yok öyle değil mi? Kalbime oturan fil kalkmak nedir bilmiyor. Vakit geçirmek için telefonumu açıyorum.

2 yeni mesaj…

Ölüm nedir bilir misin?

Ölüm sadece bir oyundur. Asla ölmezsin.

Lanet ederek telefonu fırlattım. Bu mesajlar ve bilgimi sınayan sorulardan nefret etmeye başlamıştım. Görmemezlikten geldikçe daha da sinir bozucu bir hal almışlardı. Tüm çantamı toparlayarak kumsala veda ettim ve odamıza gittim. Emre yatağa serilmiş uyuyordu. Saçları tuzlu sudan sertleşmiş. Yüzünü yastığa gömmüş. Yanağının köşesinde çarşafın izi… Derin nefes alıp veriyor… Ellerim istemsizce saçlarına gitti. Yüzüne baktığımda bir an onu gördüm. Çocukluğumu… Benimle oyun oynamak isteyen kocaman bir adam…Yanağını okşadım ve duşa doğru gittim. Havanın sıcaklığına rağmen beynimi rahatlatmak için sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Gecenin yorgunluğu üzerine bir de bugünkü aksiyon dolu kumsal serüveni eklenince iyiden iyiye yorulmuştum. Sıcak suyun altında gerginliğimi atmaya çalışırken kafamda hala sorular uçuşuyordu. Duştan çıkmış saçlarımı havluya sarmıştım. Yatakta Emre’den kalan boşluğa kıvrılmayı başarıp uzun bir uykuya merhaba demiştim. Kafamda ise aynı şey dönüyordu. Benimle oynamak isteyen koca bir adam… Benimle oynayan koca bir adam… Benimle oynayan… Benimle oyun oynayan…

Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Karnımda bir ağırlık hissediyordum. Yeniden… Benim kare odamdan eser yoktu. Çevrem açık renk duvarlarla çevriliydi. Duvarlarda bana ait en ufak bir şey yoktu. Nerede olduğumu idrak ettiğimde karnımdaki ağırlığı da anlamıştım. Emre kafasını karnıma koymuş uyuyordu. Ara ara derin nefes alıyor ve hatta horladığına dahi yemin edebilirdim. Bu duygu gerçekten garipti. Kalbimin yerinden kalkıp geziye gitmesini sağlıyordu. Onunlayken yer gökte ve gök boşluktaydı. Ben bulutlarda oyun oynuyordum oysa benim oyuncağımdı. Sonra aniden gözlerini açıp yerinden sıçradı. Tabi beni de o minnacık alandan aşağı yuvarlaması bir oldu.

Öfkeyle kalkıp ne yapmaya çalıştığına bakıyordum ki garip bir suratla beni inceliyordu. Sonra o da nerede olduğunu anlamış olacak ki yüzündeki gülümseme ile özür diledi. Saate baktığımda gece 11 olmuştu. Yemek yememiş ve bu saate kadar uyumuştuk. Dışarı çıkıp çıkmak istemediğimi sordu. Canım bir şey yapmak istemiyordu. Emre bir süreliğine dışarı çıkacağını söyledi. Bende balkonda olan pufları düzenledim. Kendimize denize bakan balkonda güzel bir köşeye yer ayarladım. Kısa bir süre sonra elinde poşetlerle gelmişti. Cipsler, dondurma, kekler ve kurabiyeler… Karışık bir poşet ve içeceklerle masamızı donattık. Hava sıcak olmasına rağmen esen rüzgar üşümeme neden oluyordu. İnce bir pikeyi alarak üstümüze attık. Birbirimize sarıldık ve manzaranın tadını çıkarmaya başladık.

-Bugün için bana çok kızdın mı? Seni bırakıp gitmemeliydim; ama o zaman bu en iyi çözüm gelmişti.

-Sorun değil. Zaten Diana beni yalnız bırakmadı.

-…

-Merak etme. Yani üzgünüm ama hatunun senin peşinde olduğu falan yok. Aksine yabancılarla ne de güzel flört ediyordu. O yakışıklı caziben bir anlıkmış demek ki.

-Gözlerimin içine bak.

Elleri ile çenemi tutup kafamı kendisine çevirdi. Bu sayede gözlerinin içine bakmaktan başka şansım yoktu.

-Bir erkeğin aşık olması çok komik değil mi? Onlar hissedemezler. Onlar kadınların duygularını yaşayamazlar. Neden? İnan bende bilmiyorum. Yani buna katılıyorum. Benim bir vücut saatim var. İsteklerim arzularım var. Ben ayı mizacıyla yaratılmışım. Afrodit bize uğramamış bize bildiğin Ali Baba’nın kırk haramileri uğramış. Erkek dediğin böyle bir şey işte; ama biliyor musun…

Bir elimi alıp kalbinin üstüne koymuştu.

-İnanması güç ama benim de kalbim var buralarda bir yerlerde. Tek görevinin kan pompalamak olduğunu düşünüyordum. Bu kesin olan şey; ama seni tanıyınca orada bir yerlerde öyle bir şey hissettim ki bunu sana kelimelerle anlatamam geriye hiçbir gerçek kalmadı.

-Neden? Neden ben? Ben onların karşısında hala çocuğum. Ben hala aptalım. Ben onların karşısında hiçim.

-Bende öyleyim. Sen her gün okula gittiğinde aynı duyguları bende yaşıyorum. Benden daha genç benden daha iyi insanlar. Kot pantolonu benim gibi olmak yerine dar paça alttan converse’li insanlar… Saçlarına şekil veren ve kendine dikkat eden erkekler… Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyorum ama bunun ağırlığını sana yıkmak istemiyorum. Bunlarla yorma beni. Ne beni ne kendini… Seni seviyorum. Gerçekten… Hem bu öyle içi boş bir cümle de değil.

-Ben de seni seviyorum.

Güldü. Bir erkek nasıl gülebilirdi? Öfkeli… Nefret dolu… Kaba… Sakin… Acı… Bilmiyordum. Filmlerde ya da o aptal dizilerde bunlardan yoktu. Orada olan bir anlıktı. Orada olan geçiciydi. Şimdiyse karşımda sonuna kadar kusurlu bir adam duruyordu. Gözlerinin çevresinde minik çizgiler oluşmuş ve kaşları komik bir şekil çiziyordu. Burnu kız burnu gibiydi. Dudakları ise ince… Güldüğünde ise tüm dünya onun yüzündeydi. Komik ama aynı zamanda çekici. Gerçek ama aynı zamanda saçma… O ne zaman gülse o kalkık burnunun ucunu sıkmak ve yanaklarını ısırmak istiyordum. O ne zaman gülse onun benim olmasını istiyordum. Benim nefesime onun nefesinin karışmasını. Karşımda gülümsüyordu ve ben onu öpme hakkına sahiptim. Hakkımı sonuna kadar kullandım. Ellerimle önce yanaklarını okşadım. Sonra saçlarını ve nazikçe tuttum. Gözlerinin içine baktım. Gerçekten… Gözlerinin içinde karanlık vardı. Karanlığın içinde ben. O an ilk defa bir insanın gözlerimin içine bak derken ne kast ettiğini anlamıştım. Onun gözlerinin içinde yalan ya da doğru yoktu onun gözlerinde ben vardım ve o gözler ben inandığım kadar yalan ben inandığım kadar doğruydu. Sonra dudaklarına dudaklarımı değdirdim usulca. Gerisini ona bırakmam yetiyordu. Nefes almak kadar kolay… Ellerim saçlarında geziniyordu. Elleri ensemde… Beni kendisine çekti. Elleri kulaklarımda. Elleri boynumda… Kendimi geri çektiğimde yüzünde oluşan gülümsemeyi gördüm.

-O kadar da sapık değildim.

-Ben işimi riske atmayı sevmem dostum.

Sonrasında birbirimize sarılarak yıldızları izledik. Bir yandan da geçmişten ve gelecekten bahsediyorduk. Olmasını istediklerimiz ve olmasından korktuğumuz şeylerden… Gerçek ondan ve bilmediğim benden… O bendi benim içimdeydi. O benim içimdeki aynadan kendisini izleyendi.

-Kitap okumayı çok seviyorsun öyle değil mi?

-Evet rahatlatmamı sağlıyor. Böylelikle düşündüğüm tek şey kitaptaki olaylar olmuş oluyor. Sen seviyor musun?

-Okurum yani bazen. En çok hangi kitabı seviyorsun?

-Sekiz. Satranç hakkında ve Petrol krizi zamanında geçen bir hikaye… Oldukça zevkle okumuştum. Peki senin?

-Gülmeyeceksin ama.

-Söyle söz gülmeyeceğim.

-La Sonsuzluk Hecesi.

-Hani şu Adem ve Havva hakkında olan mı?

-Gülme demedim mi kızım. Ayrıca o evet ama gayet güzel kitaptır.

-Bilmiyorum hiç o tarz okumamıştım.

- Ey ismimin bütün harfleri, ey benim benliğim, benliğimin sen'i.

İçimde tecelli bulan latif esmasınca, her anımın şimdisi. Her gecikmişliğimin telafisi.

Artır kelimelerimi. Göster yüzünü, cennetlik et beni.

Dünyanın son gününe kadar yaşasam, bambaşka bir gözle görmüşlüğüm, görülmüşlüğüm.

Çünkü cennette gördüğüm, görüldüğüm.

Gençliğini gördüğüm, gençliğine görüldüğüm.

Bir esenlik bahçesinde zorlamışlığım, zorlanmışlığım. Sınadığım, sınandığım.

Sınavım. Kaybım. Kaybımda kazancım.

Yani kârım, kârgâhım. Nihayetinde kararım, karargâhım.

Bu nedenle yeri hiç kimseyle dolmayacak olan ve yerimi doldurmayacak olanım.

Etin etimden, kemiğin kemiğimden.,, Ay ışığında oku harflerimi, ay ışığında yaz nameni. Senden önce öleyim ki ölümden korkma. Benden evvel öl ki ölümden korkmayayım.

Öyleyse dirimim gibi ölümümde de arkadaşım.

Ey benim yaradılışım, yolunu kaybetmiş yol arkadaşım.

Kimin bağrındaki kemikten yaratılmışsan ona gel. Eksik parçamı arar gibi seni arıyorum ben. Sen de beni ara. Boşluğunu doldur, eksiğini tamamla.



Dünya dediğin bir kaza ertesi.

Aç kapılarını.

Elinle koymuş gibi bıraktığın yerde bul beni.

Gel neredeysen.

Cennet olsun yeniden...



Şaşırmıştım ondan böylesine güzel bir şiir duymak beni şaşırtmıştı. Sesinin yumuşaklığı ve yüzünün aldığı o hal başlarda gülmemek için kendimi zor tutsam da sonrasında okuduğu o şiir ve gözlerimin içine bakması bana gerçekten romantizmi öğretmişti. Tabi sonrasında dizime vurup hadi sende patlat bakalım bir tane demeseydi iyiydi.

-Emre en çok neyi merak ediyorum biliyor musun?

-Söyle bakalım?

-Neden ben. Yani az önce biliyorum anlattın ama yine de duymak istiyorum. Bu defa gerçekten içinde olanları…

-Sende bana anlatacak mısın?

-Cevabını beğenirsem evet.

-Pekala. Başlarda seninle konuşmalarımız öylesineydi. Bunu yanlış anlama yine sana değer veriyordum ama hiç bu şekilde düşünmemiştim. Sonuçta senin yaşın benden küçüktü ve ne bileyim bu pek doğru gelmiyordu. Tabi seni konuşabileceğim biri olarak sevmiştim gerçekten. Hatta o salak forumda kimseyle konuşmazken senin verdiğin cevaplar ilgimi çekmişti. Forumda troll çok olduğundan seni de o fake üyeliklerden sanmıştım. Belki bizim Memo’sundur diye yazdım sana ilk. Sonra sonra olmadığını anladığımda hayal kırıklığına uğradım yalan yok. Adamla alay etmek gibi büyük hayallerim vardı. Neyse sonra sen öyle açık kitaptın ki yazdığın her cümleden hissettiğin duyguları okuyabiliyordum. Üzüntünü, neşeni, ailenden yana hissettiklerini, içinde yaşadığın yalnızlığı… Sende birini arayan bir kızı gördüm. Korktuğunu… Kendini kendinden korumak isteyen birisini… Bunun ne demek olduğunu biliyordum. Aynaya her baktığımda aynı şeyleri kendimde görüyordum. Sonra duygularında o gerçeği okudum. Bana olan duygularını açıkladığın gerçeğini. Kaçtığımı söylemiştim. Düşünmek için kaçtığımı. Bunlara alışık olmadığımı sözcüklere dökmekte nasıl zorlandığımı… Bu etik gelmemişti bana. İnsan emin olamıyor. Beni oyununa davet eden bir çocuğun oyuncağı olmaktan kırk yaşında da olsan korkuyorsun sanırım. Yine de içim beni oyunu kabul etmeye zorluyordu. Sen bana açılmadan çok önce ben kararımı vermiştim. Oyununda var olacaktım. Bu beni mutlu kılıyordu çünkü bu beni iki kişi yapıyordu. Sanırım ben seninle iki kişi olmayı seviyorum. Beynimin içinde yer etmeni ve beni o yalnızlıktan alıp çıkarmanı… Yeterince süslü oldu mu? Ortama uysun istedim. İleride çocuklarım anamı nasıl tavladın baba dediklerinde onlara bu hikayeyi anlatacağım.

-Sonunda batırdın yine Emre.

-Mızıkma. Sıra sende. Neden ben Duru?

-Bilmiyorum.

-Bu mu o kadar süsledim be sırf sen anlat diye. Saymam bunu düzgün anlat.

-Gerçekten bilmiyorum. Sen sadece beyaz bir ekrandın benim için. Sonrasında alışkanlığım haline gelmiş bir beyaz ekran. Ben kendimi sürekli seninle konuşmak isterken buluyordum. Bir şeyler hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Hissetmek istemiyordum. Acı mutluluk sevgi nefret bunlardan ve insanlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum. Oyunlar bana göre değildi ben yalnızlığı seviyordum. Annem bana kendime yarattığım bu dünyada yalnız başıma öleceğimi söyler durur. Bunun bir önemi yok eğer canım acımayacaksa yalnızlığa katlanabilirim. Her şeyin bir bedeli olmalı öyle değil mi? Sanırım senin dediğin gibi benim içimdeki kapıyı açmayı zorlayan tek kişi sensin. Seninle ben yeniden hissetmeye başladığımı farkettim. Ağlamanın ve kıskanmanın kalbinin acımasının ne demek olduğunu anladım. Anlamadım yaşadım. O gidişinde beynimin acıdığını beynimdeki krampların ölümüm olacağını düşündüm. Acının tarifi yok anlamı boştu. Yalnızlık en büyük gerçek şimdiyse en saçma yalandı. Ben buradan çıkmak istiyordum bu karanlık kuytudan. İçim derin bir kuyu sende iptin sen beni tuttun ben hala deniyorum. Hissettikçe yaşıyorum. Yaşadıkça var olduğuma şükrediyorum. Bu gerçekten güzel bir duygu teşekkürler her şey için…



Tüm geceyi konuşarak geçirmiştik. Güneşin doğuşunu izledikten sonra birbirimize sokularak uyuya kalmışız. Gözlerimi açtığımda yatakta yatıyorduk. Emre yine o deli yatışlarını sergiliyordu. Güldüm ve yatağımdan kalktım. Telefonumun ışığı parlıyordu. Alışmış bir ses tonuyla fısıldadım. Saat 9 olmalıydı.

2 yeni mesaj…

Kaçamadığın tek şey nedir biliyor musun? Sadece kendinsin.

Sen kendinden dahi kaçmayı becermişsin ama üzgünüm ben geri geldim…
-----------------------------
BÖLÜM 37-KABUS
Alice, "dünyada inanmam buna!" dedi.



Kraliçe ona acır gibi baktı:



"-inanmam mı dedin? Bir kez daha dene öyleyse. Önce derin bir soluk al, gözlerini yum."



Alice güldü.



"-denemekte hiç bir yarar görmüyorum. İnsan olmayacak şeylere inanamaz ki."



Kraliçe, "anladığıma göre sen bu işte biraz acemisin," dedi. "ben senin yaşındayken her gün yarım saat inanma denemesi yapardım. Bu işi öyle ilerletmiştim ki bazı günler daha kahvaltımı bile etmeden tam altı inanılmaz şeye birden inandığım olurdu.



Her kahvaltıdan önce kendimi imkânsız olan tam 6 şeye inandırırdım. Tıpkı onun söylediği gibi… Dene Alice. Say onları.

1.Seni küçültecek bir iksir var.

2.Seni büyütecek yiyecekler söz konusu.

3.Hayvanlar konuşabilir.

4.Kediler kaybolabilir.

5.Yeraltı dünyası dedikleri bir yer var.

6.Ve ben onu yenebilirim.



Beynimin içinde bir solucan… Geçmiş ve gelecek arasındaki köprü. Beynimin derinliklerinden bir ses bağırıyor. Uyan. Nereden? Kaçıyorum. Ayaklarımdan tutuyor ve sürükleniyorum. Korkunun ecele faydası yok. Nefesin kesildiğinde ve kaçacak dermanın kalmadığında artık çok geçtik. Ka-ça-maz-sın. Yakalandın. Yakalanmaktan veya olacaklardan korkmuyordum. Hayır korkuyordum. Derin bir nefes al ve ver. Bunu yapmayalı uzun zaman oldu. En son ne zaman? Hatırla en son ne zaman bu denli korktun? En son ne zaman elinde olmayan birisine elinden gelse anında yardım edecekmiş ama yapacak bir şeyin yokmuş gibi hissettin. Sonbahara en çok ne yakışır? Yağmur? Yağmur gökten yağar yalan. Külliyen yalan. Her yağmur damlası gökyüzünden insanın akıttığı şelale…

Kadın yalnız yaşadığı evine ufak bir adım atıyor. Çevresini kolaçan etme gereği duymuyor. Zaten halihazırda yaşadığı ve her karesini aklına kazıdığı bu evde korkması gereken hiçbir şey yoktu. Kandırmaca. Çantasını yatağın üstüne savurdu. Mutfağa gidip birkaç parça bir şey atıştırdı. Sonrasında saçlarını çözdü. Aynanın karşısında soyunup son zamanlarda edindiği göbeğine acınası bir bakış attı. Sıra banyoya gelmişti. Suyu ne sıcak ne soğuk tam kıvamında bir ılıklıkta bırakmıştı. Yarım saat süren duşun ardından kıyafetlerini almak için dolabına yöneldiğinde onu bekleyen sürprizden haberi yoktu. Belki vaktini başka bir yerde geçirse veya o evde oturan o olmasa başına gelecek felaketten haberi olmayacaktı. Gerilim müziği yükseliyor. Sadece birkaç saniyelik bir süre… İlk darbe… Ardından ikincisi ve sonrasında yenisi. Tam 35 darbenin arkasından ortalık kan gölü olmuş çığlıklar susmuş ve maskeli adam olay yerini terk ediyordu.

Tam da bu esnada kalbimin atışını kulaklarımda hissedebiliyordum. Korku filmlerinden nefret ederim. Yine de başını yaslayacağın bir omuz olduğunda gözlerini yumup tüm bu vahşetin geçmesini beklemek sorun değildi. Ani geçişler ve parlak ışıklar gözümü aldığından sinemadan nefret ediyordum. Bunun sonrasında da başımda derin bir ağrı oluşacak. Yine de önemi yok. Başımı onun kafasına koydum ve 3e kadar saydım. Sonrasında başımın üstünde gezinen ellerini yanağımda hissettim. Yüzündeki o aptal gülümseme olmasa her şey çok daha güzel olacaktı. Her zamanki gibi kulağıma fısıldadı. ‘Gıdak!’

Sinema bitişinde ki benim filmle ilgili anılarım toplasan 15 dakika geri kalan sürede ise Emre’nin montu ile derin samimiyetim söz konusuydu yemek yemeye karar verdim. Burger King’e gidip enfes patates kızartması ve soslar ile ziyafeti uzun zamandır nasıl da çok istediğimi farketmiştim. En büyük menüden 2 adet aldık. Emre’nin endişelenmesine gerek yoktu. Bu en sevdiğim yemek sayılırdı ve en sevdiğim yemek karşısındaki iradesizliğimi gördüğünde gerçekten şaşırmıştı.

-Neden sürekli arkama bakıyorsun? Birisi mi var?

-Sanmıyorum ama yine de emin olmak istedim. Arkandan kovalayan birisinin olduğuna emin gibisin veya annen seni gerçekten aç bırakıyor. İlk defa beni şaşırttın.

-Şaşıracağın çok şey var dostum. Sadece beni yaşaman lazım.

-Bunlar küçük bir hanımefendi için oldukça büyük cümleler.

-Ne önemi var? Seninle olduğum sürece büyüklüğü önemli değil öyle değil mi?

-İşleve bak diyorsun yani. Bu sohbette gerçekten ters giden bir şeyler var ama emin olabilirsin. Benimleyken her ikisi de önemlidir.

-Sohbetin gidişatını etkileyen senin enteresan metaforların. Aklınla uçkurun yer değiştirmiş gibi davranmak zorunda mısın?

-Elimde değil. Yapabileceğimin en iyisi bu.

Sonra gülümsedi ve zaman yeniden durdu. Gün 24 saat. Ayıl dostum gün 24 saat falan değil. Onun yanında olduğum her an zaman duruyor. Başkaları için akan zaman o gülümsediğinde duruyor. Pislik yaptığında takındığı gülüşü saymazsak olağan bir zamanda takındığı o gülümseme için ölebilirim. Bir elinde patates kümesi diğer elinde hamburger… İkisini de aynı anda ağzına doluşturmaya çalışıyor. Ağzının kenarında ketçap lekesi. Eğilip peçete ile siliyorum. Sonra teşekkür ediyor. Kibar erkek. Sonra gülüyor. Elleri dolu… Yapış yapış… İğrenç olması mı gerekiyor? Yemin ederim ki değil. Sonra kumral saçları yüzüne düşüyor. O kadar uzun değil yine de ilk tanıştığımız zamana kıyasla biraz uzun sayılır. Sonra kafasını öne eğip ardından saçlarıyla birlikte geriye atıyor. Kahkahası kulağımda…. Erkeksi bir ses kulağımda çınlıyor. Sadece bir saniyelik bir an öyle değil mi? Değil. Bana bir ömürmüş gibi geçen bir an. Sonrasında onun yanında ne kadar rahatladığımı hissediyorum. Kocaman hamburgeri ketçapları elime akıta akıta yiyorum. Daha da beteri pisliğin en beterini yapıp parmağımdaki mayonezi yalayarak temizliyor. Tüylerim diken diken… Yüzüm her zamanki gibi koyu kırmızıdan mora doğru renk kartelası kıvamında bir yayılım gerçekleştiriyor. Lanet!

Yemeğimizi yedikten sonra beni erkenden evime bıraktı. Sinema ve yemekle geçen güzel bir günün ardından telefonuma gelecek mesajı umursamadan telefonu yatağıma atıyorum ve derin bir uykuya doğru yola çıkıyorum. Ertesi gün erkenden dersim var. Eda telefonumu mesaj yağmuruna tutan 2. Kişi ve maalesef ki ilk kişi elbette Emre değil. Emre gerekmedikçe mesaj yollamayı sevmeyen tiplerden. Sadece sapığım ve Eda bu konuda oldukça iyi. Sabah erkenden gidip birlikte kahvaltı yapacağız. Bu yüzden salonda sohbet eden anneme ve babama aldırmadan tüm evi didik didik ettikten sonra banyoya giriyorum. Yine de temkinliyim. Sanki biri her an arkamdan çıkıp beni öldürecekmiş gibi. Korkunç bir korku dizlerimi titretirken sıcak suya kendimi bırakmış rahatlamayı deniyorum. Sonrasında üzerimi değiştirip ışıkları açık bırakarak uyumaya devam ediyorum. Saat 10u geçtiği halde çoktan öttüğünü düşündüğüm lanet olası telefonuma bakmadım bile. En başından beri umursamadığım mesajları umursamama kararımı hala devam ettirme çabasındaydım.

Rüya görmekten nefret ediyordum bu bilinen bir gerçek; ama bu sefer gerçekten bir rüyanın içerisindeydim. Sözlerden oluşan bir havuzun içerisinde çıkmaya çalışıyordum. Çıkış yolunu arayarak yüzüyordum. Elimi attığımda sürekli bir sözcüğe takılıyordu. Bana hesap soran sorular ve durum içerisinde anlamsız olabilecek kelimeler. Hepsi çevremdeydi. Sonrasında sözcükler dalgalanıyor ve beni içerisine çekiyordu. Atmaya çalıştığım her kulaçta bu sözcük havuzunun derinlerine batıyor ve boğulacak gibi hissediyordum. Sesimi çıkarmayı denediğimde kesinlikle başarısız olmuştum. Kendime bunun bir rüya olduğunu ve eğer yeterince denersem uyanabileceğimi söyleyip duruyordum. Telkinler… Uyan… Uyan… Uyan… Sonra derinlerden gelen bir ses duymuştum… Tanıdık… Onun sesi…

-Uzun zaman oldu öyle değil mi? Sadece burada çok sıkılıyorum biliyor musun? Artık oyun oynanmıyorsun. Artık benimle ilgilenmiyorsun. Beni burada hayır bizi burada derin bir sessizliğe hapsettin. Yine de doktoruna bilinçaltını yani burayı o telkin ettiği aptal ilaçlarla iyileştiremeyeceğini bizi öyle kolay silemeyeceğini söylemen gerekir. O çok aptal biliyorsun.

Ses birden histerik tiz bir ağlamaya dönüşüyor. Sonra yumuşak hıçkırıklar diğer sesin bağırtısını bölüyor.

-Bizi bırakmamalıydın? Sana anlatacağım çok şey vardı. Boğuluyorum biliyor musun Duru? Zamanın ötesinde anı beklemekten öyle yoruldum ki. Sen var oldukça beni çalıyorsun. Sen benden bir parçayı beynine ve kalbine gömüyorsun. Beni yok ediyorsun Duru. Halbuki ben senin en yakın arkadaşındım öyle değil mi? Senin bana asla zarar vermeyeceğini düşünmüştüm. Bunu yapmamalıydın öyle değil mi?

-Lanet olası seslerinizi kesin. Sadece biraz sükunet istiyorum. Sızlanmalarınızdan ve yakınmalarınızdan bıktım. Bir arkadaş uğruna ölüm feda olunacak bir şeydir. Gerekirse öleceksin. Bundan korkmamalısınız.

Sonra ilk ses sonuncu sesin lafını yarıda kesip kontrolü eline aldı.

Denizin içerisinde çırpınmaya çalışıyordum. Her ses kalbimde bir ağırlığa sebep oluyor ve iyice derine daha da dibe batmama neden oluyordu.

-Arkadaşlar ölürler mi Duru? Sen hiç bizim için öldün mü? Sen bizim için çabaladın mı? Ne yaptın Duru? Bize neden sırt çevirdin? En başından beri bu işte beraber değil miydik? Sahi Duru arkadaşlar birbirlerini öldürürler mi? Sen beni hiç öldürdün mü Duru? Uyan!

Sonsuz boşluğuma hoş geldin. Dilediğin şekilde yolu arayabilirsin. Çıkışı bulduğun an gitmekte özgürsün. Ancak bu zamana kadar ben hiç bulamadım. İşte benim gerçeğim. Hoş geldin.

Uzaklardan zil sesi geliyordu. Sıçrayarak rüyadan gerçeğe uyanmıştım. Ne ses çıkarabiliyordum ne de çevremdeki nesneleri görebiliyordum. Boğazıma bir sancı saplanmış hıçkırmamı engelliyor parmaklarıma acı çökmüş kıpırdamama izin vermiyordu. Uzun bir uğraştan sonra yerimden kalkıp yüzümü yıkama gücünü gösterdim. Aynaya baktığımda akan yaşları ve kalbimde hissettiğim derin acıyı hatırlıyordum. Sonra tüm sinir boşaldı.

Yıllardır bunu çekiyorum. Benim diğerlerinden farkım neydi. Kalkmak istiyorum ve uyanmak… Neye uyanacağım gerçek yok ki. Her uyanış kabus. Her uyku intihar. Ölüme yatıp kabusa kalkıyorum. Mutlu olmak istiyorum lanet olası hayatımda belki de bir kez mutlu olmak istiyorum. Hayır mutluyum. O zaman mutluluğuma neden kast ediyorlar? Neden beni yalnız bırakmıyorlar? Normal olabilirdim. Olmak istiyordum sadece bir anlığına o hatayı yapmasaydım. Eğer nefes alsaydı ve ben oradan kaçmasaydım. Elimde ondan kalan son anılarla orada yalnız kalmasına izin vermeseydim. Uyan? Peki neye? Elimde kalan? Peki Kimin? Beynim içinde kaybolduğum sonsuz cehennem. Bu benim gerçeğim. Yıllar önce kabul ettiğim ve içini kimseye göstermediğim gerçeğim. Kayboluyorum. Batıyorum.

Yaşlar gözlerimden istemsizce süzülüyordu. Her akan yaş kalbimin daha da acımasına sebep oluyordu. Beynimde onun sesi vardı. Her hareketimde öldüğünü söyleyen Duygu’nun sesi… Onlarla görüşmüyordum. Her şey gibi onları da hayatımda yok saymıştım. Herkes gibi onlara da yüz çevirmiştim. Sadece o kadar gerçekti ki orada olduğuna yemin edebilirim.

Derin bir nefes alıp hazırlanmaya başladım. Eda beni bekliyordu. Geç kalmak istemiyordum. Hayır bu cehennemden kaçmak kendimden kaçmak istiyordum. Normal insanların arasında normalmiş gibi davranmak istiyordum. Sonra Emre’yle konuşup her şeyden kaçmak istiyordum. Yüzümün kızarmış haline bakıp onun şu anda yanımda olmasını istedim. Evet bir çok şeyi ona anlatamayacak ve ne olup bittiğini ona açıklayamayacaktım ama önemli değildi. Kafamı koyduğum o omuzun daim olması en büyük isteğimdi.

Eda okulun karşısında bulunan öğrenci kafesinde beni bekliyordu. Yanında hiç tanımadığım bir adam. Beni görünce aşırı bir sevinç göstergesiyle adımı haykırdı ve tüm kafe sakinleri adımı öğrenmiş oldu. Kafamı öne eğerek yanına gittim. Usulca selamladıktan sonra adamla tanıştırıldım. Okulda sadece 2. Ayımızdı ve Eda çoktan kendisine uygun bir sevgili bulmuştu. Erdem de bizim gibi mimarlık okuyordu bizden bir sınıf üstteydi. Zaten bu sayede tanışmışlardı. Uzun boylu zarif yapılı bir adamdı. Yanında şişko bile kalıyorum diyebilirdim. Emre’nin o kaba saba vücuduna öyle alışmıştım ki başka herhangi birinin yanında bulunduğumda onları kendi çocuğummuş gibi görüyordum. Sanki yanımda minnacıklarmış gibi… Sarı saçları dağınıktı ve yeşil gözleriyle yakışıklı olduğu bile söylenebilirdi. Güzel bir gülümsemesi ve tıpkı Eda gibi düşük çenesi vardı. Onlarla sohbete dalmış kendimi kaybetmiştim. Dersi bir kenara bırakıp öğleye kadar sohbet ettik. Sonrasında Kabataş sahilinde çiseleyen yağmurun altında onlar el ele yürüyüp saçma sapan şeyler anlattılar. Bense telefonumda Emre’ye cevap alamayacağım halde mesaj yolluyordum. Kendimi bıraktığım tek yer buydu. Özgür olmak istediğim tek alan.

Sen bunu ne zaman okursun bilmiyorum ama arkadaşımla kahvaltı ettik biliyorsun. Yanında kendimi minik bir kuş gibi hissettirdiğin için teşekkür ederim. Seni seviyorum.

Mesaj gönderildi.

Akşamüzeri eve gelmiştim. Eğlenceli sayılabilecek bir gün geçirdikten sonra yeniden kabuslarımın merkezine dönmek canımı sıksa da yapacak başka bir şeyim yoktu. Evi kontrol ettikten sonra yemekleri ısıttım ve annemin geliş saatine hazırladım. Son bir yıldır akşam yemeği hazırlamak görevi de üzerime yıkılmıştı. Bunda sorun yoktu kafamın rahatladığını hissediyordum. Annemler geldiğinde yemeğimizi yedik ve nihayetinde odama çekilmiş msn başına geçmiştim.

Kutay oturum açtı.

-Seni seviyorum.

-Hay bismillah hayırdır.

-Minik serçe.

-Dalga geçiyorsun.

-Geçmiyorum lan seviyorum kız seni.

-Lan mı dedin sen bana?

-He ya sen gelmeden biraz Memo ile konuştuk alışkanlık olmuş. Sorun olur mu kırçıllı salyangozum.

-Bana nasıl hitap ediyorsun sen allasen.

-Anlat bakalım benim solucanlı yahnimin günü nasıl geçmiş?

-Güzel geçti. Arkadaşlarımla takıldım ve ilk kez ders ektim. Güzel bir duyguymuş.

-Vaaay sen artık motor alıp deri cekette giyersin.

-Pislik yapma Emre ya. Eğlenceliydi işte.

-Bana hep böyle mesajlar yolla tamam mı kendimi mutlu hissediyorum.

-Tabi sen sakın yollama aman eline yapışır.

-Valla elime o yapışmaz da mallar yere yapışır o konuda rahat olabilirsin.

-Ah sana bir şey yazacaktım. Dur çantamda.

-Ah romantik kız bana şiir mi yazdın?

Hayır sadece geçen gün istediği adresi verecektim. Şu yemeklerini çok beğendiğim ve gitmek istediğim yer. Çocukluğumdan kalma bir hatıra… Annemden adresi geçen gün almış ve defterime yazmıştım. Çantamı açtım ve köşeden yere düşen kağıdın süzülüşünü izledim. Kağıdı yerden aldım ve içindekileri okumaya başladım.

Sonsuz boşluğuma hoş geldin. Dilediğin şekilde yolu arayabilirsin. Çıkışı bulduğun an gitmekte özgürsün. Ancak bu zamana kadar ben hiç bulamadım. İşte benim gerçeğim. Hoş geldin.

Ellerimin titrediğini ve mideme ağrıların girdiğini hissediyordum. Kağıt elimden yere düşmüş. Boğazıma yeniden bir hıçkırık oturmuştu. Ağlamamak için kendimi tutmayı bırakalı dakikalar olmuştu. Beynim zonkluyor ve midem bulanıyordu. Kaçmak istiyordum bu duygulardan bu anlamsızlıktan bu sulu gözlülükten bir kez daha sonsuza dek. Gerçek olamaz. Gerçek olamayacak. Sonra Emre titreşim gönderdi. Sonra onun kocaman yazılı cümlesine baktım. Seni seviyorum. Beni seviyordu. Ayağa kalktım. Notu buruşturup çöpe attım.

Telefonumda bir yeni mesaj parıldıyordu. Mesajları birkaç gündür okumadan siliyordum ama bu sefer açıp okumaya karar verdim.

1.yeni mesaj

Hoş geldin…

Sonra hatırladım.Onu hatırladığım en sevdiğim kitabı… Kendime hatırlatacağım 6 imkansız şey…
Gerçek olamayacak her şey kesinlikle gerçek olacaktır.
Mutsuzluk sonsuza dek devam edecek peşimi hiç bırakmayacak
Yine de beni bu halimle sevebilecek insanlar var
O döndü.
Elif beni yeni bir oyuna çağırıyor
Bu sefer kaçmayacağım![/i]

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
23 Eyl 2012 11:06
LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi/ Devam..
Alıntıyla Cevap Gönder
BÖLÜM 38-TERAPİ
Oldukça uyanığım. Beynim bende ve ben aklımdan geçenleri kontrol edebiliyorum. Klasik Çarşamba öğlenleri ve ben otobüs içerisinde vaktin geçmesi için dua ediyorum. Oturduğum yerde yaşlı bir amca yer vermem için gözlerimin içine bakıyor. Çok bekler. Oldukça yorgunum. Kabuslarım artık yeniden benimle. İçimde sıkışan kalbimi yerinden çıkaran bilinmezlikler kaldığı yerden aynı sessizlik ve acıyla devam ediyorlar. Sorun değil. Alışığım. Bir şeye alışmak için onu 3 kere yaşamak yeter sonrası alışkanlık.

İlk öpüşmem bana ait olan ama benim olmayan ve ikincisi tamamen benim ve hatırladığım üçüncü tarafımdan olan yalnız benim olan gerisi alışkanlık… Kalp atışlarım susuyor. Her alışkanlık beraberinde minik heyecan adlı küçük bir çocuğu öldürüyor. Daha da kötüsü insan alışmaya da alışıyor. Günler aynı günler hep aynı… Sorun yok dedim ya. Şimdi yapacağım belli gideceğim ve konuşacağım.

Midem bulanıyor. Bunun anlamını o bilebilir mi? Bilemez. Boğulduğum suları yuttuğum kelimeleri ve konuştuğum sessizliği ona anlatsam beni anlar mı? Anlamaz. İnsan eğitimini aldığı için insanı anlar mı? Benim hislerim onun kitabında yazar mı? Bir kitaba sığacak kadar basit miyim? Hem benim gibiler çok mu? Değil. Ben tekim. O yüzden sadece susuyorum ve işkencenin bitmesini bekliyorum.

Hiçbir sorunum yok. İnsanlara baktığımda onların sorunlarının ve acılarının benden ne kadar da fazla olduğunu fark ettiğim de tek aklıma gelen çocukça şımarıklık. Sanki aptal bir hikayenin ortasına bırakılmış zavallı biriyim. Mutsuzluğum çok ama hiç mutlu olamıyorum. Hiç şikayetçi değilim gibi ama sürekli şikayet ediyorum. Alışkanlarına alışmış yalnız bir kız çocuğuyum. Tek yönlü bir hayata bırakılmış aptal bir karakterim. Sığ ve aptal düşüncelerin içinde gerçekten insan olmaya çalışıyorum. Bana yazılan bu hikayede gerçekten var olmaya çalışıyorum. Bana yazılan…

Hep öyle midir? Kader dedikleri yazılan dedikleri ne yapalım kadermiş dedikleri başkası tarafından geleceğimize mi yazılıyor? Benim geleceğim benim hayatım kaderin ellerinde. Ben birinin elinde kuklayım. Bana yön veriyor. Beni yönlendiriyor. Kalbimi kırmak istediğinde yerlerdeyim ve midemi bulandırdığında gerçekten canım acıyor. Mutsuzluklarım hep tam ama mutluluklarımda hep korku hakim. Neden izin vermiyor benim de gerçekten hak ettiğim gibi mutlu olmama. Hem mutluluk nedir ki? Pahalı değil paralı değil bir değil tek değil. Mutluluk çoğul.

Sonra başkası tarafından yazılan kaderime gülüyorum. Beceriksizlik… Eğer geleceğime bir başkası yön veriyorsa gerçekten çok başarısız. Elimde ne var? Neden yanımda olduğunu anlamadığım sevgili. Üstelik son derece mükemmel ve klasik roman mantığı ile zavallı kıza birkaç beden büyük. Duygularını tanımaya çalışan kıskanç bir kız; ama hep yarım hiç tam değil. Duyguları uçlarda normal değil. Sorunlu bir aile ve var olmayan geçmiş.

Otobüsün içerisinde tüm bu düşüncelere gülmeden edemiyorum. Kafamı dışarıya uzattığımda yeşil ağaçlarla çevrilmiş yola geldiğimi ve 2 durak sonrası ineceğimi fark ediyorum. Düşüncelerimden sıyrılıp kapıya yaklaşıyorum. Birbiri arası iki kısa mesafe. İndiğimde artık iyiden iyiye soğumaya başlamış kış havasını içime çekip montumun şapkasını düzeltiyorum. Sonra bir an için gökyüzüne dalıyor gözlerim. Uçsuz bucaksız maviliğin içindeki griliğe… Açık ve koyu… Belli ve belirsiz… İçimden geçiriyorum.

‘Lanet olası kimin umurunda? Bana yön verdiğin için oldukça beceriksizsin ve yerinde sayıyorsun farkında mısın? Artık ilerle. Bunu ben bile istiyorken sen yerinde sayamazsın. Tabi varsan eğer ordaysan ve bana gerçekten sen yön veriyorsan’’

Bakışlarımı farkettiğini düşünüyorum. Aklıma gelen ise tüm bunları söylerken yüzünün aldığı şekil… Yine de eğlenceli. Ben bile onun için bir tehlikeyim. Eğer inansaydım eğer tüm bunları bilseydim gerçekten mantıklı olurdu.

Kapıdan içeri girip sekretere gülümsedim. Tek kelime etmeden her hafta oturduğum kırmızı deri koltuğa oturup seans saatimin gelmesini bekledim. Sekreter kadın da benim sessizliğime alışık olduğundan sadece limonatamı söyledi ve beni sessizliğime bıraktı. Her hafta bunu yaşıyorduk. Yüzündeki bakışta bana karşı ne acıma ne de empati duygusu vardı sadece işini yapma gayesi ile uğraşıyordu. Onun için umrumda değildi. Seansıma her seferinde 15 dakika erken gelir bu sessizliği orada bulduğum aptal psikolojik kitapları okuyup gülerken geçiriyordum. Uzun zaman öncesinden kalma bir alışkanlık…

Sonrasında turuncumsu kızıl kısa saçları ve buz mavisi gözleriyle psikoloğum kabuğundan çıkar ve beni odasına çağırırdı. Hiçbir zaman şaşmaz. Bugünse üzerinde krem dizlerinde bir elbise ve siyah topuklu ayakkabıları vardı. Saçları gözleri ve kıyafetleri renk cümbüşü beni yorsa da ses etmezdim. Terapi saatleri benim için yıllardır uyku saatleri olmuştu. Her seferinde ne zaman özelime girmeye kalkışsa direkt uykuya yatardım. İlk başlarda şaşırdığına eminim ama sonraları ben uyanana kadar yanımda bekler ve 5 dakika kadar günlük sohbet ederek beni yollardı. Aileme bunu söylemememin sebebi ne onu sevmem ne de seansların bana yarar sağlamasıydı sadece onları bu şekilde kazıklaması beni mutlu ediyordu.

Beni küçük odasına davet etti. Bir köşede kendisine ait bir masa ve arkasında diplomaları ve hastalarıyla olan yakın fotoğrafları vardı. Diğer köşe kitaplarına ayrılmıştı ve tabi kapının yanındaki köşede koltuk vardı. Uzanıp bir yabancıya içini döküp medet umduğun bir koltuk… Psikoloğum aynı zamanda psikiyatri diplomasına sahip bir doktordu da ama psikiyatriyi hiç sevmiyordu. İnsanları dinlemek onun için para kazanmanın daha kolay bir yolu olsa gerek.

Kendime ait olan yere oturdum ve karşıma oturup günümün ve haftamın nasıl geçtiğini sormasını bekledim. Bu sefer beni şaşırtmıştı.

-Hayır Duru bugün senin psikolog olmanı istiyorum. Bunu benim için yapar mısın?

-Ben ne? Hiç işim olmaz. Her zamanki gibi yapsak ve gitsek olmaz mı?

Gözlerini eğerek yer değiştirmemizi sağladı ve bugün onun için çalışmamın ikimiz içinde yararına olacağını söyledi.

İlk kural senin konuşmana ve hatta dinlemene dahi gerek yok.

İkinci kural tek yapman gereken uyumamaya çalışmak bu kadar basit…

Üçüncü ve son olarak bugün sen benimle ilgileniyorsun ve ben bir hasta oluyorum.

Bu harikaydı çünkü doktorculuk oynamak gerçekten çok gereksiz vaktimi çok değerli bir işe harcamamı sağlayacaktı(!) Telefonumu sessize almamı söyledi. Dediklerini aynen yaptım ve şimdi karşımda uzanmış bu ince kadının konuşmasını dinlemek zorundaydım ve evet elbette ki dinlemeye de alışıktım. Gözlerimi onun gözlerine dikerek hayallerin içine rahatlıkla bu oyunu oynayabileceğimi düşündüm. Uyumamaya özen göstermeliydim ve arada onun yaptığı gibi anlıyorum ve peki sonra ne oldu gibi tepkiler vermeliydim. Uzandığı yerden düşüncelerimi böldü.

-Peki ne olacak şimdi?

-Ah evet. Yapacağımız şey belli. Sorunu çözmek için çocukluğuna ineceğiz.

Tam o sırada horlamaya başladı. Gürül gürül bir horultu odayı dolduruyordu. Uyuduğunu düşündüm. Nefesi hızlanmıştı. Sorumun ardından gözlerini kapamış ve kafasını yana yatırmıştı. Yavaşça yanına giderek onu dürttüm. Bir anda bu şekilde uykuya dalması hem komik hem de garipti. Derin bir uykuda gibiydi. Tam yüzüne eğilmiş gözlerini kontrol ediyorken yüzüme doğru böö diye bağırdı. Neye uğradığımı şaşırarak iki karış geriye sıçradım ve onun tek yaptığı gülerek şakaa demek oldu. Lanet olası kadın… Beni kandırdığı yetmiyormuş gibi bir de korkutmuştu ve şimdi karşımda kıkır kıkır bana gülüyordu. Ona karşı içimde oluşan nefreti bastırmaya çalışıyordum öyle düşünmüştüm ve sonra birden gülme krizine tutuldum. Bu komikti çünkü bendim. Bu komikti çünkü ben uykuya daldığımda onun suratının aldığı hali şimdi hayal edebiliyordum. İlk uykuya daldığımda o da benim gibi bir tepki vermişti. Onun gibi numara yapıp yüzünün aldığı ifadeyi görmek isterdim. Kısa saçlarını düzelterek yerine tekrar oturdu.

-Tamam tamam ciddi olacağım.

Çocukluğum… Orada anlatılacak bir şey yok. Benim annem Türk değil bu yüzden buz mavisi gözlerim ve bu garip turuncumsu saçlarım var. Türkiye’ye on yaşımda geldim. Buraya taşındığımızda tek kelime Türkçe bilmiyordum. İnsanlar beni turist olarak görüyordu ve bana söledikleri ilk kelime hello ilk cümle ise fuck you idi. Bu gerçekten can sıkıcıydı. Önce Türkçe öğrendim. Bu gerçekten benim için çok zor olmuştu. Yani insanın gözüyle kapının gözünün nasıl bir olduğunu anlamam tam 1 yılımı aldı. Zaten aynı da değilmiş. İngilizcem aksanlıydı ve ne Türkçe ile ne de İngilizce ile insanlarla anlaşamıyordum. Bu yüzden çok yalnız kaldım. Sonraları konuşmamla dalga geçmeye başladılar. Gözlerimle ve saçlarımla… Kınalı kuzu oldum kenafir gözlü dediler yığınla lakabım vardı anlayacağın ve ben bu yalnızlığın içerisinde öylece kalakalmıştım.

Dinliyordum. Anlattığı şeyler oldukça basitti. Anlattıkları her çocuğun başına gelecek şeylerdi. Yine de onu dinlemek istiyordum. Bir başkasının acısında kendimi teselli etmek ve otobüste düşündüğüm gibi gerçekten acısı olanları gördükçe içinde bulunduğum duruma iyiden iyiye acımak istiyordum. Benim neyim vardı sadece kendisine ilgi göstermeyen aile ve yalnızlık… Üstelik bu yalnızlık kendi seçimimle olmuştu. Şimdi karşımda gerçekten yalnız kalmak zorunda olan bu zavallı kıza baktığımda aslında ne kadar da şımarık olduğumu düşünüyor ve içimdeki tüm nefreti ve kini bastırıyordum.

Gözlerindeki yaşları silerek anlatmaya devam etti. Anlattıkça daha da rahatladığını fark ettim.

12 yaşıma geldiğimde artık idare eder derecede Türkçem vardı ama yalnızdım. Devlet okullarının birinde ortaokula yazıldım. Okulun ilk günü bana kızıl cadı lakabını taktılar. Fen bilgisi dersinde bu kalem ile elektriklendirme zımbırtısını arkamda oturanlar saçlarımda deniyordu kafamda tel tel olmuş saçlarla geziyordum ve benimle alay ediyorlardı. Sonrasında bana ecnebi kızıl cadı deyip durdular. Ecnebi’nin ne demek olduğunu bile bilmiyordum. Öğretmenlerim beni koruyorlardı. Onlar beni korudukça arkadaşım olacak varlıklar benim üzerime daha çok geliyordu.

-Peki tüm bunlar sana ne hissettirdi?

Sordum. Sordum çünkü bir psikoloğun gerçekten ne hissettiğini merak ediyordum. İçinde bulunduğum yalnızlığın yalnızca benim abartım olmadığını gerçekten büyük bir acı olduğunu bir başkasının ağzından duymak istiyordum. Bilmek istediğimin hep kendimin ne kadar aşağılık olduğumu görmek için olduğunu düşünürdüm ama değildi sadece benim gibi hisseden birini arıyordum. Benim anlatmama gerek kalmadan benim duygularımı paylaşacak birisi.

-Kötü. Yalnızlık gerçekten çok zor… Yani çocukken daha da zor… Beni hiç umursamasalar daha iyi olacağımı düşünmüştüm. Böylelikle herkesten uzaklaştım. Benim geldiğim yerde insanlar bu kadar acımasız değildi; ama sizin memleketinizde çocuklar dahi o kadar kırıcılar ki. Hep bunun nedenini merak ettim ve bir gün bunun sebebini bulacağımı düşündüm.

-Peki hiç arkadaşın oldu mu?

-Aslında bir tane vardı. Tabi arkadaştan sayılırsa. Orta son sınıfa gidiyorduk. Yan dairemizde benimle aynı yaşta bir kız yaşıyordu. Farklı okullara gidiyorduk ve her okul dönüşü birbirimize rastlıyorduk. Annem annesiyle arkadaş olmuştu ve bizim de arkadaş olmamızı sağlamıştı. Sarı saçları vardı ama benim gibi soluk kızılmsı asla değil. Parıl parıl parlayan açık sarı saçları ve beyaz teni vardı. Gözleri derin yeşillikteydi. Yemyeşil gözleri ile parlıyordu. Onda bende olan her şey daha da canlıydı. Ben ölümdüm onun yüzünde ise hayat vardı. Lider olmayı seven birisiydi. Her zaman en iyisi olmak istiyordu. Onun arkadaşları yoktu. Onun sadece köleleri vardı. Beni de o kölelere ekledi. Her istediğini yaptırabileceğini düşündü.

-Yaptırdı mı peki?

-Aslında evet; ama sonra büyük bir kavga ettik. Beni tüm okulun önünde rezil etti. Benim yarı çıplak fotoğrafımı okula cadının düşü diye yaydı. Günlerce utancımdan okula gidemedim. O zaman yalnızlığın ne kadar da şahane olduğunu düşündüm. Kendime farklı roller yarattım. Kibar güçlü isimler… Onlarında bir karakteri bir yüzü ve gücü vardı. Onlar benim en yakın arkadaşlarımdı.

Tam o anda neler döndüğünü anladım. Ona karşı duyduğum güvenin bir anda tuzla buz olmasını izledim. Beni deniyordu. Beni basitçe sınıyordu. Bana karşı anlatılan ve benim asla inanmayacağım bu aptal öyküyle beni ağına çekip kendimi ona açacağımı düşünmüştü. O an yaşadığım düş kırıklıklarına bir yenisi kendisi tarafından eklenmişti ve o bunun farkında bile değildi. Yüzümde oluşan düş kırıklığını fark etmesini sağladım ve benim aptal olmadığımı anlamasını…

-Sonrasında onlarla takılmaya başladım. Yani en yakın arkadaşlarım hayali arkadaşlarımdı. Onlar benim dünyamdı. Her çocuk bu evrelerden geçer biliyor musun? Ama ben onlardan kurtulmayı başardım.

Ona inanmıyordum. Bu sadece yalandı. Beni kendi düşüncelerinin içine çekmek istiyordu. Beni kendimle avlamak istiyordu. Bu çok aptalca bu kadar basit olduğumu düşünemez. Ben yönetilecek biri değildim. Ben yönetmeyi seviyordum. Ben yönetmeyi ve insanlara yön vermeyi seviyordum. Bu pisliğin bana ne yapacağımı nasıl yapacağımı söylemesi midemi bulandırıyor. Allah belasını versin. Gerizekalı sürtük. Ona patronun kim olduğunu gösterecektim eğer oyun oynamak istiyorsa. Oynayacaktım.

-Peki onlardan nasıl kurtuldun?

-Onların sahibi bendim. Yani hiçbir zaman kontrolü ellerine almalarına izin vermedim. Bunun bir palavra olduğunu biliyor musun? Tüm bu hikaye bir palavra. Hiçbir zaman farklı karakterlere sahip olmadım; çünkü her zaman onların bana ait olduğunu ve asıl olmak istediğim kişi olduklarını bildim. Bir tanesi o gözleriyle arkadaşım dediğim kızdı. Bir tanesi gerçekten olmak istediğim bir başkası… Hiçbiri ben değildim ama hepsi bendim. Bunu bildikçe yalnızlığımdan sıyrıldım. Zorundaydım çünkü bundan başka hayat yoktu. Kimseden eksiğim veya fazlalığım yoktu. Eninde sonunda ölecektim. Mutlu olarak…

Saate baktığımda bir saat dolmuştu. İçimde köpüren öfke bana ait değildi. Konuşmasını bitirmesini beklemeden çantamı aldım ve kapıya doğru yöneldim.

-Biliyor musun Duru aslına hepsi sensin ama hiçbiri sen değilsin. Sen çözersen çözülür. Unutma.

Kafam bir milyon bir şekilde odadan çıkmıştım. Her seferinde bana anlatılan bu hikayeye inanmak istemiştim; ama hiçbir zaman inanmamıştım. Yine de çözüm vardı yine de bir yol vardı. Ben ben olacaktım ben o olacaktım ve bir yeniden hep olacaktı. Tek yol buydu.

Eve gittim ve uyudum. Yeniden uyanmak için…
-------------------------------------------------
BÖLÜM 39-MASKELİ BALO
Annemin diğer odadan bağırışı kulaklarımı çınlatıyordu. En azından böyle bir şeye yanımda o hödüğü götürmemem gerektiği hususunda tembihler edip duruyordu. Her zaman ki gibi… Aralarındaki iletişime hayrandım. Annem bulduğu her fırsatta Emre’yi yerin dibine geçirmeyi görev aşkı edinmişti ama diğer yandan onu bana ulaşabilmek için bir araç olarak kullanıyordu. Bana empoze edemediği düşüncelerini Emre’ye anlatıp onun vasıtasıyla kabul ettireceğini düşünüyordu. Yine de bu çıkar ilişkisi annem için yeterli olmamış olacak ki onu insanların arasına çıkarmam hiç te hoş karşılanmıyordu.

Söylenmesine kulak tıkayarak akşam yemeğinin bulaşıklarını yıkıyordum. Bir yandan babam ve kendisine kahve hazırlıyor diğer yandan da salonda açık olan ekonomi haberlerini dinliyordu. Kahveyi taşırması her zamanki gibi an meselesi olsa da yine her şeyde olduğu gibi bu konuda da son dakika kurtarmasını elbette ki yapacaktı. Söylenmesi iyiden iyiye yaklaşınca mutfağa yöneldiğini anlamıştım ve adımlarının hızından mutfağa koştuğu sonucunu çıkarabiliyordum. Son anda kahveyi taşmaktan kurtardı ve avını başarıyla yakalamış aslan misali gururla bardaklara koydu. Bir fincanı babama götürdükten sonra kendi fincanı ile mutfaktaki masaya kuruldu. Onu pijamalı elinde kahve ile gördüğümde gerçekten tam bir anneye benzetiyordum. O süslü halinden eser yoktu ve bu duruşu tek bir mesaj içeriyordu.

-Hadi biraz dedikodu yapalım.

Tam da beklediğim gibi… Annemin sevip sevmediğime karar veremediğim bir diğer özelliği de buydu. Olağandı oldukça hem de. Yani onu anlamak zor değildi. Yaptığı her şey rutindi. Duyguları düşünceleri belirliydi. Çok nadir beklenen dışında tepkiler verirdi o zamanlar annelik duygusunun kendisi olma duygusunun ötesine geçtiğini bilirdim. Her şeyine rağmen o anneydi o benim annemdi ve konu ben olduğumda tüm o mantık zırvalarını hakkaniyetle kenara koymayı iyi biliyordu.

Sessizliğimi koruyarak onu duymamazlıktan geldi m. Buna alışık olduğunu biliyordum. Elbette ki pes etmeyecekti. Beni konuşturana kadar zorlayacaktı. Onunla oturup her şeyi konuşmayı ve hatta iki yakın arkadaş gibi davranmayı çok isterdim ancak benim arkadaştan ziyade bir anneye ihtiyacım vardı gerçekten beni toparlayacak ve yön verecek… Arkadaş konusundaki şansıma bakacak olursak bu konuda da elbette ki başarılı değildim.

-Anlat bakalım şu balo işini…

Balo kelimesini elleriyle yaptığı tırnak işareti içine almıştı hani şu Amerikan filmlerinde olan… Sonra içten bir gülümseme ekledi konuşmasına. Bu çok hoşuna gitmişti. Bir partiye davet edilmem üstelik bir arkadaşım tarafından ve ona kalırsa gerçek bir insan tarafından ayrıca bu parti bir maskeli baloydu. İlk söylediğimde harika senin maske takmana dahi yok esprisiyle her ne kadar ortamı olmayacağı kadar soğutsa da elinden geleni yapıyordu. İstediğim kadar gitmek istemesem de beni zorlayacağından emindim. Asosyal bir aptal olmamdansa sosyal bir aptal olmamı tercih ederdi.

-Yani sonuçta yeni bir ortam onunla gitmek zorunda değilsin.

-Eğer gidersem ki gitmek istemiyorum onu da yanımda götüreceğim. O olmazsa zaten gitmem.

Annemin yanında Emre’nin adını nadiren kullanıyordum. Yani bu çok utanç verici… Annem görüşmemize izin verecek kadar büyük bir medeniyet sergilemiş olsa da bu fikir bana hiç ılımlı gelmemişti. Sanki annemin yanında onun adını ağzıma alsam saygısızlık yapacakmışım gibi hissediyordum. Bu yüzden sohbetimizde annem Emre’den hödük olarak bahseder bense sadece o derdim. Annemle aramızda söze dökülmemiş gizli bir anlaşma daha…

-İnadım inat diyorsun yani şaşırmadım. Peki ne giyeceksin yani gidersen?

-Ona daha sormadım. Eğer böyle aptal bir şeye gitmek isterse düşüneceğim belki de kendim gibi giderim dediğin gibi maskeye lüzum yok.

-Bu okulun etkinliği değildi sanırım.

-Anlattım ya anne dinlemedin mi? Eda’nın arkadaşlarının düzenlediği saçma bir parti. Partide para toplayıp gelirle hayır kurumuna bağış yapacaklar sanırım. Eğlenceli olması içinde maskeli olmasını sağlamışlar. Yani hayır işi olması sadece düşünmemi sağlıyor. Aksi halde gitmek aklımın ucundan geçmezdi.

-Anladım. Kuralları biliyorsun. Alkol ve sigara yok. Eve 12den sonra gelmek kesinlikle yasak. Telefonuna da bakacaksın.

-Tamam eğer gidersem elbette ki kuralları biliyorum.

Annem kahvesini içmiş asla bakmadığı falını kapamıştı. Sonrasında kalmaya yöneliyordu ki bir an duraksadı ve seansımı sordu.

-Neden soruyorsun bunu bana?

-Sadece merak ediyorum. Nasıl gidiyor. Bir yararını görüyor musun?

-Bunu bana neden soruyorsun ki. Psikoloğumun sana rapor verdiğini ikimizde biliyoruz ama şu kadarını söyleyeyim yerinde olsam ona bu kadar çok güvenmezdim.

-O nedenmiş?

-En basiti müşterilerinin gizliliğine saygı duymayan bir psikolog herkesi çok rahat kandırabilir.

-Bana bir şey anlatmıyor. Sadece seansları tıkadığını söylüyor ve hiç yardımcı olmadığını…

-Seanslar hakkında bilgi vermiyor öyle mi?

-Evet vermiyor.

-O yüzden mi tam da son seansın üzerine bu soruyu sordun? Lütfen anne ikimizde çocuk değiliz.

-Seans hakkında bir şey söylemedi. Ayrıca ikimizin de çocuk olmadığını bilmene sevindim. Bunu sadece söyleme buna inansan iyi edersin.

-Anne sen hiç başkası olmak istedin mi?

-Elbette istedim bu nasıl bir soru?

-Yani kendine karakter yarattığın oldu mu?

-Herkesin olmuştur. Bunu ne zaman nasıl yaptığına göre değişir. Yani çocukken bile evcilik gibi oyunlar oynardık. İnsan kendisi olmaya o kadar alışmıştır ki her zaman yeni bir karakter ister. Olmadığı kişiler daha cazip gelir. Önemli olan kendini onlara alıştırmamak sonrasında vedalaşmak zor olur. Hem kim istemez ki tüm dertlerini sadece bir kişide toplayıp güzel bir hayat yaşamak; ama bu kaçmak olur. Kendinden ve gerçeklerden… Kalıp savaşmak en güzeli…

-Teşekkürler anne. Ben yatıyorum iyi geceler.

Bu konu son zamanlarda fazlasıyla kafama takılmıştı. 2 yıl önce hastahanede ilk gözümü açtığımda bana aynı hikaye anlatılmıştı. Beynimde bir sorun vardı. Ben bir şekilde kendime farklı karakterler yaratmış ve sorunlarımı onlara yüklemiştim. Psikiyatristim ve psikoloğum önceleri ayrı olmasına rağmen sonraları bu iki görevi de yeni kızılşın hallediyordu. Her seansta bana bu konunun üzerinden gelmem için yollar gösteriyordu ama söylediği tek şey onları neden yarattığımı konuşmaktı. Tüm seansların amacı buydu. Bu yüzden konuşmak istemiyordum çünkü bu bana inanılmaz saçma geliyordu. Yani kimse bana Elif’in aslında var olmadığını söyleyemez. Duygu ve Hatice’nin yaşamadığını iddia edemezdi. Hele ki Elif sürtüğü yerime hareket etmişken… Bu konuyu yeniden kapamış ve uzun süre açmamıştık. Annem ve babam bilmiyormuş gibi yapıyorlardı ama elbette ki biliyorlardı. Aptal doktorum ise beni sürekli zorluyordu ve kabuslarım beynimde garip bir şeylerin döndüğünün kanıtıydı. Doktora bunlardan bahsettiğimde ilaçların dozunu artıracağından emindim. Halihazırda almam gerekenden düşük dozda ilaçlar kullanıyordum bu şekilde hayatımı devam ettirmeme rağmen bu konuyu açtığımda dozu kat be kat artıracağından emindim. Bu da beni daha da ruhsuz bir odun yapacaktı. Olmak istemediğim bir gerçek…

Annemle geçen kısa konuşmamızdan sonra odama girdim. Saat 8i gösteriyordu. Bilgisayarımı açtım. Odamın kapısını kilitledim. Üstümü değiştirip kalın bir şeyler giydim. Ayağıma Emre’nin hediyesi olan pofuduk terlikleri geçirdim ve msn’im açılana kadar mutfakta kendime güzel bir sahlep hazırladım. Emre bugün benden erken davranmış ve çoktan online olmuştu. Kişisel iletisinde de bunu çok güzel dile getirmişti.

Emre Kutay- Köklerimi vermişim ağacın dibine elmalarım olmuş kıpkırmızı o yardan haber yok…

Duru bir titreşim gönderdi…

-Fazla söyleniyorsun.

-Nihayetinde bir an için uyuyacağımı sandım.

-E ancak. Bulaşıkları yıkadım. Annemle konuştuk. Hem senin ancak yemek yemen falan lazım ne laf yapıyorsun. Allah vere yeni açtın.

-O kısım seni ilgilendirmez küçük hanım. Beni hep bekletiyorsun Duru. Kadın milleti değil misiniz?

-Genelleme naptım şimdi aşk olsun. Özür dilerim.

-Neyse ver bakayım kocana kocaman bir öpücük belki affederim.

-Ayıp ediyorsun. Senden öpücüğümü saklayacağım Sayın Kutay. Nasıl geçti efendim gününüz.

-He ya hep aynı indir kaldır. Taşı yerleştir. Hiç değişmiyor. Hayatı olan sensin sen anlat bakalım nasıl geçiyor kampüs güzeli. Var mı benim pampişimin peşinde bir erkek?

-Pampişin temiz Joseph rahat ol. Bende haberler var ama vereceğin tepkiyi bilmiyorum.

-Dökül bakalım Adrian.

-Şimdi Eda’yı biliyorsun. Bizi bir partiye davet etti.

-Güzel gideriz.

-Ama öyle siz İngiliz asilzadelerinin sütlü çay içip dünyayı kurtaracakları parti değil. Bir maskeli balo… Yani gitmesek olur. Bir hayır kurumu için arkadaşları düzenliyormuş. Eda bizimde gitmemiz için çok ısrar etti. Hem seni Erdem’le tanıştıracak hem de seninle tanışmış olacak. Ayrıca eğlenecekmişiz. Çocuk gibi kıyafetlerin içinde nasıl eğleneceğimizi her ne kadar bilmesem de.

-Ben her türlü dünyayı kurtarırım. Slip giyip süperman olmama izin verirsen gelirim.

-Hayır slip falan olmaz. O ne öyle ya…

-Oha Batman bile giyiyor kro işi mi sandın?

-Olmaz dedim.

-Sen ne olacaksın peki?

-Gidersem Persephone olurum.

-O ne lan öyle?

-Höh. Lan mı dedin bana ayıp ayıp.

-Affedersin sayın lady’im bilemedim ben sizin avratları. Biz de var ayşe Fatma o ne öyle .

-Hadesin zevcesi. Ayrıca onunla evlenip dünyasına ayak uyduran bir deli… Uygun bir tanrıça olur diye düşündüm. Kostümü de eğlenceli olur.

-O halde bende Hades olurum. Benim kostüm de kolay mı?

-Tabi çarşafı üstüne dolayacağız olacak bitecek.

-Ne zamana peki bu parti?

-Haftaya cumartesi.

-Peki o halde gidiyoruz. Kostüm konusunda sana güveniyorum. Lütfen çarşaf olmasın ama. Beni öyle görmeni istediğim yer bir balo değil.

-İğrençleşme.

-Bunun iğrenç bir şey olacağını mı düşünüyorsun? Yanımda uyurken öyle demiyordun ama? Hani kollarım yumak yumaktı. Yastık gibiydim. Unuttun mu o geceyi. Beni beni Behlülünü?

-İnanmıyorum o diziyi izlediğine. İğrençsin ayrıca çarşafa bürünmüş haline iğrenç demedim. Onu yazarken kurduğun fantezi kötü.

-Aşk olsun diyorum sana. Şimdi izninle uykuya gitmek istiyorum.

-Alındın mı? Özür dilerim gerçekten kötü hissetmeni istemem.

-Aşk olsun şekerim. Sana hiç alınır mıyım ben? Seni seviyorum Duru. Önemli değil gerçekten.

-Tamam o halde bende seni seviyorum. Gerçekten…

Kostüm hazırlıkları için bir haftam vardı aslında aklımda bana garip duracak ama ona uygun şahane bir fikrim vardı. Ertesi gün aklımdaki eskizleri alarak terzinin yolunu tuttum. Kendim için yeşil göğüs kısmı hafif dekolteli straples ama kol kısmında minik tül olan diz üstüne kadar yırtmaçlı ve bllerinde çiçek olan ki aynı çiçekler ile taç yapacaktım bir elbise düşünmüştüm. Hades içinse tam bir şövalye kıyafeti. Emre’yi onun içinde görmek şimdiden beni mutlu ediyordu. Önceleri bu fikir oldukça saçma gelmişti ama şimdi onunla böylesi bir oyuna kalkışmak gerçekten eğlenceli geliyordu.

Eda ise kedi kadın olmaya karar vermişti. Ona yakışacağından emindim. İşin kötüsü Erdem’de Batman olacaktı. Bir tanrı ve tanrıça süper kahraman bir çiftle yemekte… Oldukça komik bir görüntü olacağından emindim. Tüm hafta kostüm hazırlıkları ve balo muhabbeti ile geçmişti. Eda Şuleyi de davet etmesine rağmen Şule işini ve sınavları bahane ederek ki sınavlara sadece 2 hafta kalmıştı bu işten sıyrılmayı başardı. Emre ile terzide provaları yapıyorduk ama birbirimizi hiç öyle görmemiştik. Kocaman adamın benim için böyle şebeklikler yapacak olması akıl almaz bir olaydı ama o benim için yapıyordu işte. Bu beni mutlu ediyordu gerçekten.

Cumartesi günü geldiğinde Emre akşam beni evden aldı. Kıyafetler arkada duruyor bizde önde oturuyorduk. Yüzünde kaçamak bir gülüş vardı.

-Benim güzel tanrıçam bugün parlayacak.

-Tanrısıyla beraber. Benimle böyle aptallıklara katlandığın için teşekkür ederim.

-Ben parti adamıyım ve senin içinde bulunduğun her şey benim için zevktir. Bir sürü anımız olsun istiyorum. İyi, güzel, çirkin… Bize ait anılar….

-Bunu bende istiyorum gerçekten…

Parti mekanı İstiklal’de bir yerdeydi. Arabamızı otoparka park ettikten sonra kıyafetlerimizle mekana girdik. Kıyafet değişimi için minik odalar hazırlanmıştı. İkimizde ayrılan kabinlerde üstümüzü değiştirdik. Kabinden çıktığımda kıpkırmızı olmuş bir şekilde gözlerimi kapatıyordum. Emre usulca yanıma geldi ellerimi aşağı indirdi. Yanağıma öpücük kondurarak gerçekten güzel olduğumu söyledi. Her ne kadar sonundaki fazlasıyla kelimesi biraz imalı olsa da beni beğenmesi gerçekten mutlu etmişti. Utancımdan fırsat bularak ona baktım gerçekten şövalye gibiydi. Benim şövalyem… İri cüssesine her şey yakışabilirdi. Sevimli de olmuştu. Çarşaflar içinde çokta kötü durmayacağını düşündüm. Sonra onun beni beğendiği aklıma geldi. Beni beğeniyordu. Kendime baktığımda iğrenç birisini görüyordum. Manken değildim güzel hiç değildim hatta bu zamana kadar dikkat çektiğim bile söylenemezdi; ama o beni beğeniyordu. Gerçekten bunu hissediyordum. Aşkın böyle bir şey olduğunu düşündüm. İnsanın evladının en güzel varlık olması gibi sevgilisi de ona en güzel gelen kişiydi. Yüzümdeki gülümseme ile kedi kadının yanına gittim. Dörtlü takıldığımız ilk zamandı. Gerçekten gergindim. Telefonumu özenle yanıma aldığım minik hasır çantanın içine yerleştirmiş sesini sonuna kadar açmıştım. Bir masaya oturduk ve konuşmaya başladık.

Emre ve Erdem gerçekten iyi anlaşıyorlardı. Emre ile anlaşmak gerçi kolaydı. Ukalalığı sadece banaydı ve benim çevremdeki insanlarla gerçekten iyi geçinmeye çalışıyordu. Onu bu şekilde görmek hoşuma gidiyordu. Benim çevremden insanlar ve Emre… Yakışıyordu. Kafamdaki her resme güzel gidiyordu. Sonra telefonumun mesaj sesini duydum. Annemden olacağını düşünerek mesajı açtım

1 yeni mesaj…

Bir kimse ihanete uğramayı beklerken korku olmaz.Asıl korkutucu olan, beklenmedik anda gelen ihanettir

Tenine değen nefesimi hissediyor musun? Arkandayım. Daha fazla saklanamazsın.

Heyecandan dizlerim titriyor.

Normallik...?

Anlamsız...?

Konuşmalar kulağıma geliyor. Duyuyorum ama anlamsız. Yüzümdeki gülümsemenin devam etmesine izin vereceğim ta ki konuşma sırası gelene kadar.

Sahte...

Telefonum elimde. Huzursuzca bekliyorum.

Neyi?

Telefonun sesini kıstım. Titreşimden aldım. Yine de ışık... Ufak bir ışık onun dikkatini çekebilir. Bunun içerisinde yer almasını istemiyorum. Kendi hakimiyetimi kuramadığım bir konunun içerisinde onunda bulunmasını istemiyorum.

Korku....?

Üzerimde hissettiğim bakışlar... Konu neydi? Ne değildi? Stres yanaklarımdan minik ter damlacıkları olarak süzülüyor. Titrediğimi hissediyorum. İçten içe bir titreme bedenimi kaplıyor. Sadece minik kasılmalar.

Endişe...?

Yine de beni rahatlatmak için omzuma elini koyup sıkması ve kimse farketmeden boynuma düşen minik ter damlasını alması içimi rahatlatıyor. Sadece bir anlık. Korku filmlerinin o iğrenç heyecan müziğinin sessizliğe bürünmesi gibi. Yalnız o irkilme bitmiyor. Sadece yeni bir müzik çalana kadar pusuda kalıyor.

Tetikleme?

Sonra ensemde beliren nefesi hissediyorum.

Uzak...?

Hayal...?

Bana doğru geliyor.

Korku şakaklarımda.

Bunun sadece şaka olması gerektiğini biliyorum. Yine de kalbimin atışı benden ileriye gidiyor. Nefesim ve kalbimin birbirini yakalaması imkansız bir durum içine bürünüyor. Adımlar yaklaşıyor.

Tak tak tak.

Tek bir hamle.Omzumdaki elin beni sıkıca kendisine çektiğini biliyorum.

Siyah saçları lle bir adam bana eğiliyor. Sadece bana...

Herkes endişe ve anlamayan bakışlarla bu adamı süzüyor. Omzumdaki el beni sıkıca kavrıyor. Nefesim durdu.

Sonra kulağımda onun sesini duyuyorum. Bana haykırışını.

Sadece bir kaç saniye...

O bir kaç saniyede uyanıyorum.

İçimde bir yerlerde.

Beni çağırıyor.

Yeniden.

Ve sonra elimde bir kolye beni kavrayan elin sahibine bakıyorum.

''Uyan...Ben geldim... Ben döndüm... Sen nerdesin? Sen ne yapıyorsun? Buraya ait değilsin. Benim olmadığım hangi masalın içerisindesin?

Son bir el daha oynayacağız.

Sobeleme sırası şimdi sende''
------------------
BÖLÜM 40-YÜZLEŞME
Aklımı karıştıran sorular var.

Anlamını bilmediğim.

Yıllar öncesine gitmiş kafam. Aptal kızılşının sözleri kulaklarımda çınlıyor. Eğer eline bir kalem alıp başını ve sonunu düşünmeden sadece yazmak için yazarsan çıkan sonuca kendin bile şaşırırsın. İçeride saklanan düşünceler sana haber dahi vermeden dışarıya çıkmış olur. Ne yazdığını asla okuma. Yazdığımı ona okutmak… Kendim okumamalıyım ama ona okutmamda sorun yok. Neden? Kendi yazdıklarımdan utanabilirim onları silebilirim ve hatta onları yok sayabilirim ama onun eline bu kozu verdiğimde kendisinde beni eleştirme hakkını çok rahat bir şekilde bulabilecek.

Kafam son zamanlarda çok karışık… Milyon tane olay her seferinde tek bir soruda birleşiyor. Sebep? Şimdi oturduğum yerde derin bir nefes alıyorum. Bunu yazmam çok tuhaf değil mi? Evet üzerimde pijama takımım… Odamın tüm ışıkları kapalı bir tek gece lambam açık… Onu da fark etmesinler diye kapının altına tıkılmış t-shirtüm her zamanki uygunluğunda. Yazmak nedir ki hem? İnsan duygularını yazıya daha kolay döker. Ben dökemiyorum. Hep bir yerden sonra tıkanıyorum. Aslında iyi bir yazar olabilirim öyle değil mi? Yazmak nedir ki? Yaşarsan yazarsın. Eğer yazdıklarını okuyanlar bunu beğeniyor ama aynı duyguları kendileri yazamıyorsa senin yaşadıklarından yoksun kalmışlar demektir. İnsan hep acıya meyilli.. İçimizde sadist bireyler yetiştiriyoruz. Öyle büyük bir sadistlik ki bu dışarıda mazoşistliğe adım atıyor. Acı çekmeyi seven ruhlarız. Acı ve kibir insanın topraktan değil de ihanetten yaradılışının sadakası… Her neyse ne diyordum evet olaylar şimdi yaşadıklarımızı özetleyecek olursak bunu yapmalı mıyım kendim dahi bilmiyorum ama kafamı toparlayıp düzgün bir karar almamı sağlayacağına inanıyorum.

Madde 1. Elif Duygu ve Hatice

Üç yakın arkadaşım. Onlarla tanıştığım zamanı hatırlıyorum. Ya da öyle olmasını mı umut ediyordum. Her neyse… Olayı dramatikleştirmenin lüzumu yok. Uzun süreli psikolojik tedavim neticesinde sahi o yaz ne olmuştu? Bir büyük delik. Bu deliği bir yere not etmem gerek. Esas sorun zaten bu. Her neyse ağır geçen tedavim neticesinde bayan kızılşın benim iyileştiğime kanaat getirmemesine rağmen toplum arasına karışmamda sakınca görmemişti. Ya da buna zorlandı. Annem tarafından… Bu şekilde aptal bir okula yazılmayı başardım. İlk senem hazırlık senesiydi. Okula ilk adımımı attığımda yeni bir yer diye sevindiğim gerçeğini saklayacak değilim. Beni tanıyan eden kimsenin olmadığı sıfırdan başlayacağım bir yer… İnsan yaşı kaç olursa olsun yeniliklerden o kadar korkuyor ki. Yersiz bu korkuyu hiçbir zaman anlamıyorum. Halbuki her yenilik benim için bir kaçış. Kendimden ve beynimden yavaş yavaş uzaklaşmak… Bunun ne önemi olabilir elbette çok basit. Her yeni yerde yeni bir karakter yaratmak her zaman daha kolaydı. Eski hatalardan ders çıkarmak ve en başından tekrar başlamak. Tam isabet. İşte benim de aradığım buydu.

Okulun kapısından ilk girdiğimde çevreme bakındığımı hatırlıyorum. Koca taş bina tüm ağırlığıyla önümde duruyor. İnsanlar karşımda sıraya diziliyordu. Sonrasında tanımadığım insanların arasında sıraya girdim. Anma törenleri ve giriş yapıldıktan sonra benimle birlikte 120 kişilik bir grubu ki bu sayıyı kontenjanlardan biliyorum alt bahçeye topladılar. Onları ilk orada gördüm. Ancak gördüklerimin birer hayalden ibaret olduğuna yemin edebilirim. Farklı yerlerde beliren üç farklı siluet… Şekilleri tam anlamıyla belirgin değildi ama buna rağmen o bir saniyelik görüşümde dahi içimde tanıdık duyguların uyanmasını sağlamışlardı. Tuhaf. Birisi kaderinizde varsa sizi kendisine çekiyor sanırım. Sonrasında ne olmuştu. Kendi sınıfımı öğrenip arkadaşlarımın arasına katıldım. Sınıfıma çıktığımda benim gibi sessiz olan bir kızın yanına oturdum. Histerik bir şekilde sürekli önüne bakıyordu. Boş mu diye sorduğumda sadece evet sesini duyabildim. Oturabilir miyim sorusunda ise çantasını kenara çekti. Renkli gözleri temiz bir suratı vardı. İkimizinde konuşmaktan hoşlanmadığı apaçık ortadaydı. Yanına usulca oturdum. Onun orada oluşu bana tuhaf bir huzur veriyordu. En arkada oturmanın tadını çıkarabiliyordum. En arkada herkesten kopuk… Kimseyle konuşmak istemediğim bir gerçekti ama şimdi şu dakikada o kızı tanımak isterdim.

Onu tanımam tam 1 ayımı almıştı. Her öğretmen ismimizi geldiğimiz okulu vs soruyordu ve ben onun bilgilerini o zaman öğrenmiştim. İsmi Duygu’ydu benden oldukça uzakta oturuyordu. Hepsi bu… Sonrasında kızararak yerine oturuyordu. Bir gün birbirimize kaçamak bakışlar yollarken bunun daha fazla sürmemesi gerektiğine karar verdim ve ilk konuşmayı başlattım.

-İsmim Duru zaten duymuşsundur. Senin gibi bende oldukça çekingenim ama bir noktadan sonra konuşmaya başlamamız gerek.

-…

-Ya da sen nasıl istersen ama konuşmak istersen ben burdayım. Zaten fazla da kimseyle konuşmuyorum. Rahat olabilirsin.

-Üzgünüm benim ismim de Duygu sadece biraz fazla utangacım ve konuşma konusunda iyi değilim.

-Emin olabilirsin hiçbirimiz iyi değiliz. Bilhassa ben.

-Yine de konuşmayı oldukça seven bir tipe benziyorsun.

-Sanmam. Memnun oldum Duygu gerçekten.

-Teşekkürler. Bende.

Sonrasında Hatice ile tanışmıştık. Onunla tanışmam daha doğal bir şekilde gerçekleşmişti. Arkamda oturuyordu. Yalnız başına oturan tek kişi oydu. En arka sıranın bir arkası… Hani şu hep görünmez olan boşluk. Dersleri pür dikkat dinler ve şahane notlar alırdı. İngilizce’ye doğal yeteneği yoktu kesinlikle ama sistemli çalışması ile şahane sonuçlar elde ettiği bir gerçekti. Onun notlarına ihtiyaç duyduğum bir gün konuşmaya başladık. Öylelikle arkadaşlığımız devam etti.

Sıfırdan iki arkadaş edinmiştim. Benden farklı iki kişilik zamanla benim için değerli iki insan olmuştu. Bir de sınıfın diğer köşesinde sürekli uyuyan mız mız mıymıntı bir kız vardı. Sık sık yer değiştiriyordu. Sınıfta bizi kimse umursamazdı. Benimle konuşan olsa dahi onlarla konuşan kimse olmazdı. Gerçekten yalnız asosyal tiplerdi. Lisede şu meşhur gruplardan birisine sessiz bir şekilde katılmıştım. Asosyal evde kalmış kızlar grubu… Bunu sorun etmiyorduk. Genel ritüeller umurumuzda değildi. Sonra bir gün tüm sessizlik bozuldu.

Kantinden yemek almış sınıfa doğru yürürken sırtımda derin bir el hissettim. Tüm gücüyle sırtıma vurmuş ve benim gibi birini dahi olduğu yerde zıplatmıştı. Şaşırdım. Kızdım. En önemlisi böyle bir şeye kimin cesaret ettiğini gerçekten merak ettim. Daha önce bana bu şekilde davranan olmamıştı. Grubumuzun kızlarından da böyle bir hareket beklemezdim. Sonra onun enerjik sesini duydum.

-Duru şak şak şak.

-Sende kimsin be.

-Ben senin kaybettiğin arkadaşınım ve gerçekten çok yalnızım. Sizin de benden farkınız yok. Bu yüzden grubunuza katılmaya karar verdim.

-Hayır.

-Neden?

-Hayır.

-Lütfen. Söz veriyorum sessiz olacağım. Hem bak o ölü gruba benim gibi birisinin katılması gerek. Hep öyledir. Ben olmadan asla tam olamazsınız. Lütfen benim de var olmama izin ver.

Sözlerini gerimde bırakarak sınıfa girdim. Öğle teneffüsünü yemek yiyerek ve kitap okuyarak geçirdim. Son derse girdiğimizde Hatice’nin yanında oturmuş kocaman ablak suratıyla bana bakan kedi sırıtışlıyı gördüm. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle tek kelime etmeden bana bakıyordu. Hiçbir şey demeden önüme döndüm ve onu görmezden gelmeye devam ettim. Tam o sırada ondan gelen kuvvetli ses ile irkildim.

-Evvet. Başardım. Artık benimde bir grubum var.

Elif’in aramıza katılması bu şekilde olmuştu. Onun hiçbir zaman grubumuza katılmasını istememiştim. Tam tersine ondan uzak durmak istiyordum ve hayatımda var olmaması için elimden geleni yapmıştım; ama o bir şekilde açtığı minik deliği büyüterek hayatıma sıkıca tutunmuştu. İstemesem de onun hayatımda büyük bir yer edinmesini sağlamıştım. Bu konuda hepsinden başarılıydı.

Duygu ve Hatice’ye baktığımda kendimi dingin bir denizde hissediyordum. Çevrem onlarla çevrili olduğunda başıma gelecek her şeyden habersiz bir koyun gibiydim ve mutluydum. Gereksiz heyecanlar yoktu abartı konuşmalar ve abartı söylemler yoktu. Hatta çoğu zaman dingin bir sessizlik hakim olurdu. Onlar benim tamamlanmasını istediğim bir yanımdı. Beni olduğum konumdan alıp bambaşka duygulara çekiyorlardı. Onlarla gerçekten mutluydum. Hiçbir zaman olmadığım kadar. Yine de içimde kocaman bir boşluk vardı. Nasıl doldurulması gerektiğini bilmediğim bir boşluk… Günden güne büyüyen ve benim içimden çıkıp beni içine alacak kadar kuvvetli bir boşluk. Acı ve hüzün…

Elif tüm dengenin bozulduğu yerdi. Elif’in aldığı her nefes bir riskti. Elif kart oyunları şans oyunları gibi bulaşıcı lanet bir hastalıktı. Elif oyun peşinde koşan küçücük bir çocuktu. Sahip olduğu kabuğun içerisinde asla ne sakladığını bilemezdiniz. Bir gün iyi diğer gün oldukça kötüydü. Oyun oynamak onun nefesiydi insanlarsa oyuncağı… Kırılan kalpleri veya onu kıranları asla umursamazdı. Lanet olası kurallar derdi oyunu daha da eğlenceli hale getirir eğer kuralları gerektiği gibi kullanmayı bilirsen. Sessizdi. Beynimin içindeki urdu. O benim hayatı sorgulama biçimimdi ve benim diğerlerinden kat kat fazla ihtiyaç duyduğum ama varlığından nefret ettiğim diğer yarımdı. O benim en yakın arkadaşımdı.

Bir şekilde hayatımızı yoluna koymuş birlikte bir sene geçirmiştik. Sonrasında Elif’ten ayrılmak zorunda kaldık. Neden sadece Elif başka sınıfa gitti bilmiyorum. Belki yeterince iyi olsaydı ve gerçekten idare edebilseydi bizimle kalabilirdi; ama ona teneffüslerde bile tahammül etmek kimi zaman imkansız bir hal alıyordu. Yine de tüm günü birlikte geçirmektense sadece belirli bir zaman ona katlanabilirdim.

Birlikte geçirdiğimiz nadir zamanlarda onun neden zevk aldığını öğrenmiştim. İnternet üzerinden çakma kimlikleriyle birilerini kandırıp onlarla oyun oynuyordu. Kimi zaman ayarı o kadar çok kaçırıyordu ki zavallı adamların bekleyişini uzaktan izleyip olan bitene gülüyorduk. Bunun eğlenceli olduğunu itiraf ediyorum. Asla adil değildi ama inanılmaz eğlenceliydi. Benim yapmayacağım ve hatta yapmaya cesaret edemeyeceğim şeylere o cesaret ediyordu. Sıfır risk… Eğlenmemi sağlayan en güçlü etken onun varlığıydı. Tüm her şeyi o yapıyordu ben sadece uzaktan izleyip eğleniyordum. Yine de bazen onun gözlerinin içine baktığımda ne kadar masum olduğunu fark edebiliyordum. İçindeki yalnızlığı iliklerime kadar hissettiğim anlar dahi olmuştu ama hemen sonra bakışları değişirdi. Bakışları o korkunç ben oynamayı seviyorum ve herkesle oynayabilirim bakışına bürünüyordu. Gözlerini gözlerime diktiğinde bir gün benimde onun oyuncağı olacağım gerçeğini biliyordum.

Sonra o lanet olası günde yeni bir oyuncakla geldi. İlk defa kendisini tanıttığı bir oyuncak. Bundan pişman değildi. Aksine bununla gurur duyuyordu. Söylediğine göre bu zavallı çocuk onu kendi haliyle sevmişti. Bu aramızda sırdı. Kara kaplı deftere sadece ikimizin adıyla döşenmiş bir sır… Sonra bu çocuğun aptal bir sitesi olduğunu öğrendik. Hepimizi fake hesaplarla siteye üye yaptı. Olan biteni bir tek ben bildiğim için siteye girmemde sorun yoktu. O Mert ile bilinmezliğe sürüklenirken beni de beraberinde Emre’ye sürüklemişti. Elif’in iğrenç planları bana Emre’yi getirmişti. Onunla konuşmalarım ve onun bana davranışı hiç beklemediğim kadar içtendi.

Elif’in planı aslına oldukça basitti. Ömründe ilk defa aptallık edip bir erkeğin karşısına kendi kimliğiyle çıktığı için kesin zafer bekliyordu ve kaybetmeye gücü yoktu. Onun için üzülüyordum. Bense Emre ile işi msn muhabbetine kadar sürüklemiş güzel bir abi kardeş ilişkisi yaşıyordum. Onun Diana’sı vardı. Yattığı birlikte olduğu bir Diana ben ise hiçtim. O beni kardeşi gibi görüyordu bense ona karşı hiç olmadığı kadar büyük kıskançlık besliyordum. Her gece onunla konuştuktan sonra gözlerimi kapatır Diana aşüftesinin ne kadar mide bulandırıcı olduğunu düşünürdüm. Bu gerçekten hoşuma gidiyordu ama sonra görüntü değişiyordu. Emre’nin hiç görmediğim elleri beyaz pürüzsüz bir tende geziniyordu. Gözleri bir başkasının gözlerine şehvetle bakıyordu. Benim hiç duyamayacağım sözleri onun kulağına fısıldıyordu. İşte midemi daha da bulandıran bu görüntüler olmuştu. Daha fazla dayanamıyordum.

Elif Mert’i bir şekilde onu sevdiğine ikna etmiş ve çıkmaya başlamışlardı. Onun dediği gibi şah ve mat… Mert ile işi bitmişti. O artık elindeydi. Elif’i ilk defa bu kadar kendinden emin görüyordum. Gözleri parıldıyor ve hayatta her şeyi elde edebilirmiş edasıyla geziniyordu. Kendisine yeni hedef arayışındaydı. Sonra birden bana Emre’yi sordu. Onunla konuşup konuşmadığımı merak ettiğini ve neler konuştuğumu öğrenmek istiyordu. Başımdan aşağı kaynar kazanlar Diana ve Elif’in parmaklarından dökülüyordu. Çifte tehlike… Beynim alarm zilleri çalmaya başlamış ve o bir saniyelik kısa bir tereddüt dahi Elifîn yeni bir oyuna davetiye aldığını farketmesine yetmişti. Yeni oyuncağı bendim.

Sonrasnda Emre’nin Elif ile konuştuğunu öğrendim. Tahmin ettiğim gibi. Mert ile işinin bittiğini düşünüyordu. Kalıbıma sığamaz bir halde tek bir şey bekliyordum beni bu durumdan kurtaracak bir gerçek… O gerçek Emre tarafından kucağıma konulan saatli bombaydı. Okula gidip Elif’in vezirini üzerime sürmüş bakışlarıyla karşı karşıya gelmiştim. Tam o esnada aynı surat ile hamlesini gördüğümü ima ettim. Henüz değil… Mert’in aslında ona aşık olmadığını sadece kendisine bir şey yapmasından korktuğu için bu teklifi kabul ettiğini söyledim. Mert’in Emre’ye anlattığı buydu ve Emre, Elif ile gerçekten kafa bulmuştu. Bunun Elif’i Emre’den uzaklaştırıp Mert’e yönlendireceğini düşündüm. Yanılmıştım. Elif’in oynamak istediği bendim. Emre üzerinden benimle oynuyordu. Yeni hedefinin Emre olduğunu açıkladı. Buna izin veremezdim. O aptalın Emre’yi benden almasına tahammül edemezdim. İster istemez oyuna dahil oldum. Emre’yi kendim tavlayacaktım ve yeri geldiği zaman onu Elif’in kollarına bırakacaktım. Elif’in uğraşmasına gerek yoktu.

O akşam tüm duygularımı önüme alarak Emre’ye her şeyi anlattım. Sustu ve gitti. Beni içimle beni göz yaşlarımla ve mide bulantılarımla yalnız bıraktı. Sonra geri geldi. Beklemediğim bir anda…

-Diana artık yok ve seninle ben bir oyun oynayacağız.

İşte bu şekilde başlamıştık. Elif beni aptal yerine koyduğunu düşünerek gizliden gizliye Emre ile konuşuyordu. Emre’de Elif’in bu düşüncesine izin veriyordu ve bana rapor sunuyordu. Bu şekilde bir süre Elif’i kendimden uzak tutmuştum. Onun kabuğuna çekilişini büyük bir zevkle izlemiştim. Emre’yle olan konuşmaları onu kamçılamıyordu onu kendisine beynine geri çekiyordu. Bu kadar kolay olamazdı. Benimle uğraşmasının bedelini ödeyecekti. Onu bu oyuna kendi ellerimle geri çektim. Ben kazanmışken onun çekilmesi olmazdı.

Yaptığım en büyük hata Elif’i asla kazanamayacağım bir oyunun içine çekmek olmuştu. Meydan okumamı kabul etti. Emre’nin doğum gününde bana yapabileceği en aşağılık şekilde cevap verdi. Emre ve ben birbirimizi hiç görmemiştik. O benim kimliğimi çaldı ve Emre’nin karşısına ben olarak çıktı. Ben o akşam Emre’nin hayalini dinlediğimi sanırken Emre bana aslında benimle yaşadığını sandığı bir hikayeyi anlatıyordu. Benim yerime geçmiş bana ait olan öpücüğü çalmıştı. Onun gözlerinin içine bakmıştı.

Sonra Elif’in gelişini ve kara kaplı defterin üzerine söz yüzüğünü bırakışını hatırlıyorum. Kalbimin artık atmadığı o anlar… Ardından gelen derin bir depresyon ve yalnızlık…

Sonrasında bir şekilde Emre her şeyi öğreniyor ve karşıma gelip bana hesap soruyor. Tuhaf Elif nerede? Hatice nerede? Duygu nerede? Onlar yoklar.Hepsi senin yazdığın bir senaryo… Emre’nin suçlamaları ve gözümün içine bakışı aklımda beliriyor. Karanlıklar içinde yalnızım.

Uyan.

Uyuduğum derin uykuya bir yaz daha yatıyorum. Hikayeler kulağıma anlatılıyor.

‘’Duru sana bunu defalarca anlattım. Bu kabul etmen gereken bir gerçek… Onun ölümü seni bu kadar etkilemiş olamaz. Neler olduğunu hatırlamazsan sana asla yardımcı olamayız. Bak tatlım kendine yarattığın karakterlerin arkasına sığınıyorsun. Onlardan kurtulmanın yolu çok kolay.’’

Yüzleş Duru

Korkularınla yüzleş.

Artık kaçma.

Yaşamak istiyorsan kaçmamalısın.

Neden var olduklarını hatırla.

Mutlu olmak istiyorsan yüzleş

Kendin olmak istiyorsan yüzleş

Beynimin içini dolduran çığlıkları susturuyorum. İlaçlar Elif’i benden uzaklaştırıyor. İlaçlar kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Sonra yine bir sonbahar sabahı hayata hiçbir şey olmamış gibi sıfırdan başlıyorum. Bu sefer yanımda Emre… ve hayat devam ediyor.

Şimdi oturduğum bu yerde beynimde kocaman bir delikle geleceğe sahip olamayacağımın farkındayım.

Yüzleşmem gereken bir geçmiş var.

Görmem gereken bir arkadaş.

Bulmam gereken bir ölü.

Yüzleşme sırası bende…
-----------------------

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
23 Eyl 2012 11:33
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): elaaa

LadyinDeath
Lanetli
Lanetli



Yaş: 34
Kayıt: 18 Ekm 2011
Mesajlar: 896
Teşekkür: 401
Uyarı: 3

Durumu: Çevrimdışı

LadyinDeath
Lanetli
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi/ Devam..
Alıntıyla Cevap Gönder
BÖLÜM 41-HESAPLAŞMA
"tek başına ne ‘duru’ iyilik ne de saf kötülük sensin. ne baştan ayağa cennetsin ne de tümüyle cehennemsin. Aynı anda birbirine zıt iki şeysin. İçinde iyilik ve kötülüğü büyütecek yeteneğe aynı andâ rastlayacaksın. hataya da sevaba da aynı derecede ehliyetli olacaksın. Bir yanın yükselmeye çekecek seni bir yanın düştükçe düş diyecek. Zirvelerle çukurlar arasında gidip geleceksin..."





1.gün, 2.gün ve 3. Gün… Tam 1 haftadır lanet olası ilaçlarımı içmiyordum. Tam bir haftadır etrafta ne hissedeceğimi bilmeden dolaşıyorum. Aklımda hep ya doğruysa sorusu… İlaçları bırakışım tüm bunların geçici olduğunun ve diğerlerinin haksız olduğunun en büyük kanıtı olacak. Artık mide bulanıklığı veya baş ağrıları yok. Uyumam gerektiğini bildiğim anlar var. Annemin yanında uyuyorum. Sadece onun yanında uyuma imkanım olduğunda uyuyabiliyorum. Üzerimde sadece yorgunluk var gerisi diğer olağan günlerden sadece bir kaçı… Değişecek biliyorum. Sorun değil. Bekleyeceğim. Günler geçiyor ve kimse beni anlamıyor. Sınavlara giriyorum. Sınavlar bitiyor. Evime gidiyorum geliyorum uzaklaşıyorum. Yok oluyorum. Adım adım takipte… Kokumu hafızasına kazıyan bir köpek gibi beni her anımda her hareketimde takip ettiğini biliyorum. Bir başkasının saplantısı günden güne korkum olmaya başlıyor. Beni uyanmaya çağıran mesajlar. Bana ne kadar korkak olduğumu hatırlatan mesajlar ve bana ona uyanmamı hatırlamamı dikte eden lanet olası mesajlar. Mesajlar, mesajlar, mesajlar. İçinde bulunduğum dışına çıkamadığım bir dünyanın içerisine çekilmiş ne yapacağımı bilemez halde dolanıyorum.



Tuhaf… Yeniden görmek istiyorum ama aynı zamanda korkuyorum. İçimde sadece onun adını haykıran yüksek bir ses var. Sadece o başkası değil… Gün yüzüne çıkmasını istediğim bir tek onun sureti. Eğer ben oysam ya da o bense her neyse bir şekilde sonucu görmek istiyorum. Yalnızca iyi ya da yalnızca kötü… Kaybeden olduğu sürece kazananı umursayacağımı asla düşünmüyorum. Saçma… Biri kaybedecek.





tyler bana bir garsonluk işi buluyor, sonra ağzıma bir silah sokmuş ve diyor ki,

sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın.



Kendi film sahnelerimdeyim. Gözlerini gözlerime dikmiş içime bakıyor. Kendi kabuslarımdayım beni içimden içime çağırıyor. Kendi gerçekliğimde yalnızım. Ben nefes aldığım sürece onun nefes almaya hakkı yok. Ben birini sevdiğim sürece o kimseyi sevemez. Ben var olduğum sürece o asla var olamaz.



Aynı bedende üç kişiydiler. Prenses,üvey anne ve prens...Anne öldürürken elmayla prensesi, prens kurtardı hep prensesini ölümden. Ölmeyi bile beceremeyen üç kişiydiler.Zaman aktı. Kadının dökülen yaşlarına karşılık devam ettiler yaşamaya. Bir bedende 3 hayat yok olurken yavaş yavaş bir hayatın 3 perdesi oluverdiler ve hayat başlasın.



Duru ve Elif Arasında:



-Orada olduğunu biliyorum. Artık saklanamıyorsun. Kalp atışlarını hissedebiliyorum. Saklanma. Saklanma. Çık artık ortaya.



-Defteri nasıl buldun? Beni nasıl buldun?



-Okulun son günü… Defteri gömdüğümüz yer ve verdiğimiz o söz… Hiç tutulmayacaktı hepiniz biliyordunuz. Hepsi pes etti biliyorsun. Duygu ve Hatice onlar pes ettiler. Bir tek sen pes etmeyecektin. Son anıma kadar yaşayacaktın. Seni bulmam gerekiyordu. Seni bir şekilde bulmam ve artık kaçmamam gerekiyordu.



-Defteri nasıl buldun? Beni nasıl buldun?



-Kendini tekrarlıyorsun. Bilinçsiz bir aptal gibi… Onca zaman sonrası biraz olsun değişeceğini düşünmüştüm. Yemin etmiştik birbirimizi bir daha asla görmeyeceğiz. Birbirimize verdiğimiz sözlerin hepsini buraya bu defterle birlikte gömeceğiz. Birbirimizin geçmişinde tıpkı bu toprak gibi ebedi bir şekilde örtülmüş olarak kalacağız. Biz birbirinden nefret eden 4 insan biz birbirine bağımlı birbirine bağlı 4 insan farklı yollarda yaşamaya devam edeceğiz. Ne yaptım biliyor musun? Okula gittim. Seninle yürüdüğüm sessizliğe gömüldüğüm yollara gittim. Her anın her hatıranın beynime hücum etmesine izin verdim. Bu sefer kaçmadım. Bu sefer hiçbir hatıradan utanmadım. Hala düşünüyorum da gerçekten canımı yaktığın anlar oldu biliyor musun? Kolumu tuttun ve Şah… Sen de ben de bunun ne demek olduğunu iyi biliyorduk. Başkalarına karşı savaşan başkalarından nefret eden iki dost şimdi birbirine karşı savaşıyordu ve amacımız belliydi. Amacımız tek olmaktı amacımız bir olmaktı amacımız lider olmaktı. Ben kazandım. Öyle düşündüm. O koridorda yürürken ve o alt bahçeye inerken bundan o kadar emindim ki. Yüzümdeki gülümseyişi tahmin dahi edemezdin. İleriye attığım her adım benim için zaferdi. Herkes yanılıyordu. Seni bastıran bendim. Senin gitmeni senin susmanı sağlayan bendim. Kazanan bendim. Ailemi sevgilimi geri alan okul okuyan nefes alan yaşayan bendim sen değildin. Sonra toprağı kazdım. Her zerreyi kenara ayırdım. Ellerim avuçlarım acıyordu. Gözlerimden yaş akıyordu. Ben kazanansam içimdeki bu sıkıntı neydi bilmiyordum. Eğer düşüncelerim doğruysa lanet olası deliğinde sonsuza kadar kalacaktın bende normal insanlar gibi yaşayacaktım mutlu bir şekilde biliyorsun değil mi? Merak ediyorum sen hiç mutlu oldun mu? Şu an bile yüzündeki ifadeyi görebiliyorum. Artık silinik bir silüet halindesin. Karşımda… Gözükmeyen suratın yavaş yavaş belirginleşiyor neden? Sonucunu benim kadar iyi bildiğin için mi? O defteri o toprağın içinde buldum. Yıpranmıştı nemlenmişti. Yazıları yer yer okunmuyordu bile. Hiç üşenmeden tüm sayfaları tek tek ayırdım. Her birini okudum. Satır satır… Senin üzerimizdeki hakimiyetini, senden nasıl korktuğumuzu ve canımızı ne kadar yaktığını okudum. Sonra son sayfaya geldim. Orada bir şey yazmaması gerekiyordu. Son sayfanın boş olması gerekiyordu. Başında veya sonunda tek bir isim bile yoktu sadece satırlar parlıyordu ve göz yaşlarım akıyordu.



Yaşıyorum

Şimdilik tadını çıkar.

Döneceğim.

Biliyorsun.

Eğleniyorsun öyle değil mi?

Son bir el daha ne dersin?





Lanet olası yazı gözümün içine baka baka parlıyordu. Oyun bitmemişti. Ben son verene kadar bitmeyecekti. Artık nefes almak istiyorum ve artık özgür olmak istiyorum. Beynimde gülümseyişin yankılanıyor. Belirginleşiyorsun dönüyorsun.



-Hata ettin. Beni o çukura gömerek benden kurtulacağını düşündün. Hataydı. Ben gitmedim. Beni o kadar kolay yenemezsin. Sonuçlanmamış bir savaş ve kazanılmamış bir ödül var. Birimizden birimizin ödemesi gereken bir bedel var. Gidemezdim.



-Neden beni yalnız bırakmıyorsun? Neden ölmüyorsun? Neden gitmiyorsun? Cevap alamadığım yığınla soru var ve tek gördüğüm senin fareyle oynar gibi benimle oynayışın. O kadar mükemmel şeylere sahibim ki ama mutlu olamıyorum. Sen beni engelliyorsun. Kalbime oturan kocaman bir ağırlıksın. Var olduğun sürece mutlu olamıyorum.



-Olamayacaksın. Bunun için varım. Bunları iltifat olarak mı almalıyım? Beni bulman senin hatan. Geleceğim zamanı beklemen gerekirdi. Şimdi sözlerine bakıyorum da beni özlemiş gibisin. Normal bir hayat o kadar da eğlenceli değil sanırım.



-Lanet olası gerizekalı. Benimle oynuyorsun. Kazanmıştım ama hiçbir zaman vazgeçmeyeceksin. Bu sefer izin vermeyeceğim. Söylediğin gibi kazanmamız gereken bir savaş ve almamız gereken bir ödül var. Senin ve benim…



-Ne istiyorsun?



-İş birliği…



-Eski zamanlardaki gibi…



-Eski zamanlardaki gibi…



-Seninle iş birliği yapmam.



-Benimle istesen de istemesen de birlikte çalışacaksın. Saklandığın delikten çıkacaksın ve benim yokluğumdan yararlanmayıp benimle birlikte olacaksın. Bunun ne demek olduğunu anlıyorsun değil mi?



-Ben senin yönetebileceğin bir güç değilim. O aptal inançların değilim. Benim üzerimde hakimiyet kuracağını mı sanıyorsun aptal. Yapılması gereken bir şey varsa ben yaparım ve sen sadece izlersin. Her zaman yaptığın gibi kork ve kaç. Benim işime karışma. O pislikle ben ilgileneceğim.



-Biliyorsun. Neyin ne olduğunu nasıl olduğunu her şeyi biliyorsun. Benimle savaşacaksın anlıyor musun? Bu işe son vereceğiz her ne pahasına olursa olsun ve bildiğin her şeyi benimle paylaşacaksın.



-Her şeyi elbette biliyorum sen korkup kaçtığında ben oradaydım. Ben gördüm ben yaşadım. Sen yoktun. Sana asla yardım etmem etmeyeceğim. Benim dostluğum da düşmanlığım da senin elindeydi. Kaybettin.



-Hayır.



-Neden biliyor musun Duru? Bu benim seçimim değildi. Kendine neden hiç böyle olduğunu sordun mu? Kendinde sadece yargılama gücünü bulabiliyorsun. O lanet olası aynayı kendine çevirmeye o kadar korkuyorsun ki gerçekleri göremiyorsun. Yaşadıkların ve canını yakanlar umurumda dahi değil. Hiçbir zaman kazanmadın. Hiçbir zaman kazanamayacaksın. Kaçtığın sürece korktuğun sürece neden olduğunu değil neyin sebep olduğunu araştırmadığın sürece bir halt elde edemeyeceksin. Bizi yönetemezsin çünkü biz sana öyle bir hak vermedik. Biz istediğimiz zaman geliriz istediğimiz zaman gideriz. Buranın hakimiyeti senin elinde değil. Sen tek başına zavallı karakterlere inandın. O karakterler artık senden daha güçlü. Şimdi onlardan yardım isteyemezsin.



-Benimle oyun oynamanı istiyorum. Korkmadan, kaçmadan.



-Kanıtla.



-Neyi?



-Korkmayacağını… Seninle oyun oynamanın bana zarar vermeyeceğini kanıtla.



-Bana geçmişi aç. Bana tüm bildiklerini kanıtla karşılığında istediğin her şeyi yerine getireceğim.



-Sonucu ne olursa olsun?



-Sonucu ne olursa olsun bu işte seninle birlikte olacağım ve katlanacağım bir şey olduğunda seninle birlikte savaşacağım.



-Sana güvenmiyorum. Sana güvenerek iş yapmayacağım. Yine de senin sürünüşünü izlemek hoşuma gidecek.



-Var mısın?



-Şartlar değişmediği sürece.



-Şimdi söyle. Gerçekten beynimde mi yaşıyorsun? Sen ben misin?



-Hepimiz seniz. Sen de bizsin. Ne sanıyordun aptal.

tyler diyor ki, ben henüz dibe vurmaya yaklaşmamışım bile. ve eğer sonuna kadar düşmezsem,

kurtarılmam olanaksızmış.

İsa çarmıha gerilerek yapmış bunu. Sadece para, mülkiyet ve bilgiden vazgeçmen yeterli değil,

diyor tyler.

Bu bir hafta sonu tatili değil. Kendini geliştirmeye sırt çevirmeli ve felakete doğru koşmalısın.
-----------------------------
BÖLÜM 42-DEĞİŞİM
Sus dedi.



Anlamını biliyor olmalısın. Burasının çıkışı yok. Kapalı bir kutu. İnsan kapalı kutu içinde yaşar mı? Yani şimdi dur ve düşün bakalım. Birinin beyninin içerisindesin. İnsanlar birbirinin gözlerine vücutlarına ve hatta asla görmedikleri kalplerine inanarak aşık oluyorlar. Aşık olduklarını sanıyorlar. Bir insana gerçekten aşık olmak istersem önce onun beynine bakarım. Hayır öyle açıp içine bakmama gerek yok. İnsan kendini belli eder. Beyin milyonlarca hayranı olan aptal sarışın gibidir. İlla ki birisi tarafından okunmak ister. Bir beyni okumak istiyorsanız ona ilgi gösterin. Sonra işte yeni bir dünya…



Her ne haltsa… Bir insanın beynine girdiğinizde orası bulunmaz bir evrendir. Yalan ve doğru yoktur. Sınır yoktur. Eğer beyniniz bir şeyin gerçek olduğuna inanıyorsa gerçek odur. Beyniniz bir şeyi reddediyorsa o aslında yoktur. Basit ve net… Hayallerin sonsuzluğu beynin sonsuzluğundan gelir. Orada hem hayalleri hem korkuları hem geleceği hem geçmişi görürsünüz. Bir insanın beyninde sesi yankılanan kalbi görürsünüz. Bir insanın beyninin içini gördüğünüzde o insanın ölümünü görürsünüz. Mutlak son.





-lütfen söyler misiniz bana, buradan hangi yola gitmem gerek?

-bu nereye gitmek istediğine bağlı, dedi kedi

-neresi olursa olsun, umurumda değil dedi. Alice.

-o zaman hangi yoldan gittiğin fark etmez, dedi kedi.

-yeter ki bir yere varayım, diye ekledi alice sözünü açıklamak amacıyla.

-tabii varırsın, dedi kedi, eğer yeterince çok yürürsen…



-"işe bakın!" diye düşündü alice, sırıtması olmayan kedi çok görmüştüm, ama kedisiz bir sırıtmaya hiç rastlamamıştım!



Varlık ve yokluk karşılığında iyi ve kötüyü barındırdığı zaman bir sonuç getirmiş oluyor. Yani kimse masum değil. Her hikayenin bir başlangıcı bir de sonu var. Her insanın hem başlangıcı hem de sonu var. Ne tarafında olduğunu asla bilemezsiniz. Hayatınız elinizde tuttuğunuz bir hediye paketi… Yani bu birisinin düzenlediği aptal bir eşek şakası da olabilir. Daha da ötesi gerçekten güzel bir hediye sepeti de. Ne önemi var ki. Hayatı ucundan yakalarsan bırakma! Hayatı ucundan yakaladığın takdirde olacak şey sadece düğümdür. Hayatı ucundan tutman sadece kurdelanın düğümlenmesine sebep olacak. Kurdalenin iki ucundan da nazikçe tutmalısın. Ancak bu şekilde hayatı açabilirsin. Ancak bu şekilde içindekileri görebilirsin. Eğer görmek istersen. Kaçmak yok. Korkmak yok. Hayat korkmayacak kadar güzel. Hayat bir başkasına teslim edilemeyecek kadar iyi.



-Geçmişe karşılık gelecek isteğim.



-Biliyorum bunu en başından kabullendim.



-Öyleyse kanıtla.



-Ne istiyorsun?



-Kurtulmanı…





-Neyden?



-Seni bağlayan zincirlerinden. Bu saçma ergenlik triplerinden… Sadece bir günlüğüne kontrolü ele almama izin ver. Dünyayı yalnız bir şekilde görmeme izin ver. Konuşmama yeniden hissetmeme izin ver.



-Bunu yapamam. Sana kontrolü verirsem bir daha geri dönebileceğimin garantisi yok.



-Bana güvenmiyorsun. Ben senim. Sen kendine güvenmiyorsun. Daha laf aşamasında kaçıyorsun. Acınası bir korkaksın.



-Uzatma. Sadece bir günlüğüne… Sadece bir gün için seni rahat bırakacağım. Sadece bir gün her ne halt ediyorsan yapacaksın ve sonra tüm kontrolü bana bırakacaksın. Beni hapsettiğin karanlıktan beni içine tıkıldığım derin uykudan uyandıracaksın.



-Sadece bir gün. Söz..



-Elif…



-…



-Sana güveniyorum.



Sonrasında üzerime çöken korku dolu derin bir uykuydu. Benliğim uzun bir uykuya gömülmüştü. Omzumdaki yüklerin hafiflemesini hissedebiliyordum. Nefes alışverişim düzene giriyordu. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Bedenimin mi ruhumun mu? Yoksa ben mi böyle hissediyordum. Kontrolün elimden gittiğini anlayabiliyordum. Kalbimin üzerine çöken derin bir hüzündü. Onun yuvasına misafirliğe gidiyordum. Kendi gerçeklerimden kaçıp düşler alemine yolculuğa çıkıyordum. Bu sefer zorlama yoktu. Beni derin denizlerin dibine iten bir güç yoktu. Kafamı suyun içine sokup beni bastırarak yüzeye çıkmaya çalışan birisi yoktu. Sadece derin bir denizde sakince savruluyordum. Sessiz ve derin… Hep böyle midir bu?



Gözlerimi açtığımda hayat aynı yerden devam ediyordu. Odam bana bakıyordu. Yerimden kalktım. Kara kaplı defteri aldım ve yazılmamış bir sayfasına ufak bir not bıraktım. Sadece minik bir h

atırlatma. Üzerimde yük yoktu. Kalbim boştu. Kütüphaneme gittim. Tüm kitaplarıma tek tek dokundum. En köşede kalmış kitabı elime aldım.

Alice Harikalar Diyarı’ndaydi. Ben kendi Harikalar Diyarımda yeniden nefes alıyordum. Ben yeniden dokunabiliyor yeniden hissedebiliyordum. Güldüm. Kahkahalarla. Sesim kulaklarımda çınladı. Kitabın o sayfasını açtım.



Edi: "-rüya görüyor," dedi, "rüyasında ne görüyor dersin?"



Alice: "-bunu kimse bilemez ki!" dedi.



Edi: "-canım bunu bilmeyecek ne var! Elbette ki seni görüyor," diye bağırdı. Sevinçle ellerini çırptı. Sonra, "kral rüyasında seni görmekten bıkınca kendini nerede bulacağını sanıyorsun sen?" diye sordu.



Alice şaşkın şaşkın, "-şimdi bulunduğum yerde tabii," dedi.



Edi Alice'e küçümseyerek baktı: "-öyle mi sanıyorsun?" dedi. "kral seni rüyasından çıkaracak olsa, sen hiç bir yerde olmazsın. Sen ancak onun rüyasındaki bir şeysin. Gerçek bir varlık değilsin ki."



Okudu. Gözlerinden bir damla yaş akmıştı. Sadece o hepsi bu. Sadece bir günlüğüne özgürdü. Üzerindeki aptal kıyafetleri çıkardı ve dolapta köşede kalmış mini elbisesini giydi. Babasının ona hediye ettiği o elbise. Şimdilerde üzerinde mini bir elbise şeklinde duruyordu. Göğüs kısmı biraz zorlasa da yine oldukça güzel duruyordu. Hem artık insanlar bu şekilde giyiniyordu. Kalın kıvırcık saçlarını yan taraftan topladı ve yüzüne uygun renkte makyaj yaptı. Aynaya baktığında gözlerinin içinde sadece kendisini görüyordu. Korku yok. Pişmanlık yok. Acı yok. Sadece o vardı. O ve gerçek dünya. Kendisini uzun süre pusuda bırakmış. Kendisini uzun sessizliğe mahkum etmişti. Şimdi burada gerçek bir anda olmak ve her şey bu kadar mükemmelken her şey bu kadar iyiyken ve yıkacak o kadar şey varken… Hayat gerçekten eğlenceli olmalıydı. Görecekti. Kendi gözleriyle olan ve biteni…

Telefonunu eline aldı ve hızlı arama tuşuna bastı. Karşısında yabancı olduğu bir erkek sesi vardı. Kendisine sıcak bir selamlama ile seslenmişti. Sonrasında görüşmek istediğini söyledi. Sahilde görüşeceklerdi. İşten erken çıkacak ve onun yanına gelecekti. Sahile gitmek için sadece bir saati vardı. Evdeki kimseye bir şey söylemeden evden usulca çıktı. Otobüse bindi. İnsanların suratına baktı. Yaşlı kadının teki uyukluyordu. Adamın biri bir kızın kalçalarını dikizliyordu. Şöför uyuklayacak bir halde yola konsantre olmaya çalışıyordu. Parkların önünden geçtiler. Ağaçların önünden geçtiler. Okulların… İnsanların… Görüntü değiştikçe eski anıları canlanıyordu. Sonrasında otobüs sahile gelmiş kendisi de inmişti.



Deniz kokusunu içine çekti. Uzun zamandır uğramadığı simitçinin önünden geçti. Hava soğuktu. Geride birkaç simit kalmıştı. Yine de bir tanesini aldı. Elindeki yuvarlak şeye baktı. Yanına üçgen peynirlerden istedi. Sahildeki çay bahçelerinden birinden çay aldı ve kararmaya yüz tutmuş havayı izledi. Kuşları… Her zaman böyle miydiler? Hayat hep bu kadar farklı mıydı? Yani şimdi gördüğü şeyler o zaman da bu kadar eğlenceli o zaman da bu kadar parlak mıydı? Bilmiyordu. Bildiği tek şey uzun bir sessizliğin derin bir karanlığın ardından gördüğü bu dünyaydı. Sonra kendisine doğru yürüyen adamı gördü. Yanına yaklaştı. Yanağından öptü. O ana kadar kim olduğundan emin olamıyordu. Kendisi bu yüze yabancıydı ama kalbi bu yüzü kendisinden iyi biliyordu. Öyle hızlı atıyordu ki susmayacak gibiydi. Yanağının kızardığını hissediyordu. İçini kaplayan bu sıcak duyguya şaşırdı. Anlamadı. Bunları sadece aptal oyunlarda hissediyordu. Sonra birkaç kez de birisiyle konuşmasında. O birisi karşısında duran adamdı.



Duru’nun sevgilisi…



-Buzlar kraliçesi bu soğuk havada fazla iddialı giyinmemiş mi?



-Sadece değişiklik olsun istedim. Bu elbiseyi uzun zamandır giymiyordum.



-Çocukluğundan beri sanırım?



-Nereden bildin?



-Oldukça dar ve minik… Sadece giymek istedim. Bugün eski günlerimi yaad ediyorum.



-Benim bilmediğim eski günlerin. Yine de üşürsün ceketi bacaklarına ört.



-Sanmıyorum. Böyle iyiyim.



-Ört.



-İstek değildi. Tamam. Çocukluğumdan neyi duymak istiyorsun?



-Bilmem ne anlatmak istersen. Bir çay da ben alayım. Simiti yuvarlamışsın. İnsan ayırır.



-Üzgünüm oturup simin yiyeceğimizi düşünmedim. Bir şey anlatmak istemiyorum. Yani böyle söyleyince

aklıma pek bir şey gelmiyor.



-İlk oyuncağın neydi.



-Ayıcık.



-Anladım. Sende ayıcığına sarılıp uyuyanlardan mısın?



-Belki. Yani bulursam bu gece sarılabilirim. Atmadıysa…



-Kim? Annen mi? Aman sende madem değerli sahip çıksaydın.



-Fazla konuşuyorsun.



-Sinirlenme. Gününde misin?



-Ne gibi anlamadım.



-Yani siz kadınlar o zamanlar fazla sinirli oluyormuşsun. Geldiğimden beri ateşli bir buz kraliçesi gibi karşımda oturuyorsun. Üstüne gelmek istemiyorum; ama bence fazla zorluyorsun.



-Üzgünüm.



Adam kendisine bakıyordu. Gözleri öyle sıcak öyle içtendi ki. Sonra bir an oldu. O bir an içinden geçti. Kalbine akan kan değildi. Kalbine o akıyordu. Kalbinden onun o anı saniye saniye tekrar oynatıyordu. Kafasını eğdi. Saçları gözlerinin önüne döküldü. Sadece minnacık bir an için. Sonra kafasını kaldırdı. Saçlarını geriye attı. O gülen gözleriyle gözlerinin içine baktı ve yanağını sıktı. Sonra yanağına minik bir öpücük kondurdu. Beyni tüm bunları algılıyordu. Sadece gerçek olup olmadığını sorguluyordu. Kendisine bu kadar içten bakan gözler var mıydı? Yaşıyor muydu? Bilmiyordu. Sonra kalbi beyninin önüne geçti. İlk defa… Sadece bir gün… Sadece bir günü vardı ve bugün son derece tuhaftı. Demek o her gününü bu şekilde geçiriyordu. Tüm eziyet kendisine çektiriliyordu ama o hayatın tadını çıkarıyordu. Her şeyi unuttu. Kendisine bakan o gülen gözleri gözlerine kenetledi. Kollarıyla başını sardı. Nefesini burnunda hissediyordu. İkinci kez onu öptü. Bu sefer karşılığı vardı. Dudaklarında onun dudağı hareket ediyordu. Onun nefesini hissediyordu. Bir anlık değildi. Kalbine ve beynine yüklenen kanı hissediyordu. Tüm bunlar kendisinden fazlaydı.



Sonra birden uyandı. Gerçeğe…



-Kalkalım mı? Yürümek istiyorum. Sahilde…



-Üşürsün.



-Peşimden gel.



Emre’nin gözlerinin içine bakıyordu.



Bir gün öleceğim dedi ona. Sesi hüzünlüydü. Hüzün minik bir kuştu. O şarkıdaki hüzün kovan kuşu yalandı. Hüzünün kendisi baştan aşağı aptal bir kuştan ibaretti. Şimdiyse kalbine pusu kurmuş bir acı misali çırpınıyordu. Kalbi kuştu. Kuş hüzündü. Hüzün batıyordu. Derine ve derine… Ölmeyi dilerdi. Emre’nin kendisine yönelen bakışlarının nasıl da değiştiğinin farkındaydı. Öfke Emre’nin gözlerinden okunuyordu. Üzüldü. Ölmem seni üzer mi diye sordu. Cevap yoktu. Bu sefer yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. Biliyor musun dedi sen de öleceksin. Ayağa kalktı ayağındaki ayakkabıları çıkararak sahilde yürümeye başladı.



Bak dedi bu hayat. İşte bu kadar basit… Bizler burada ip cambazıyız. Eğer dikkatli yürürsem düşmem. Kimse bana bu ipten başka seçenek olduğunu söylemeyecek. Ya da kimse arkamdan kenardan yürüme aptal diye bağırmayacak. Ben başka çare yokmuş gibi ben başka bir yol yokmuş gibi bu dipsiz kuyu ve normal hayatın tam ortasından yürüyeceğim. Hayat dedikleri aptal şey beni hep bu tarafa itecek… Çünkü hayat orada… Kocaman bir boşlukta… Mideme giren acının yeni adı olacak. Gün gelip düşmeyi kendim isteyeceğim.



Sahilin en ucuna doğru yürüdü ve kendisini suyun dibine atmak üzere bıraktı. Sonrasında hissettiği belinde güçlü bir kavrayıştı. Yüzünü yeniden gülümseme kapsadı. Arkasına döndü. Karşısında korkudan titreyen bir adam vardı. Yüzünü okşadı. Sakinleşmedi. Bakışları daha çok öfkeye çalıyordu.



Korku yerini bırakıyordu.



Rahatlama dedi. Henüz bitmedi. Kollarından kurtuldu koşarak ileriden tekrar denedi. Son anda bu sefer omuzlarında hissediyordu ağırlığı. Sorun değildi. Atlatılmayacak bir şey yoktu. Korktun mu diye sordu adama. Bileklerinde o kadar sıkı bir ağırlık vardı ki. Acıyı hissediyordu. Gözlerdeki öfke gittikçe artıyordu. Kalbine bir acı yüklendi. Sustu kafasını önüne eğdi. Sonrasında duyduğu kulaklarında çınlayan kalp atışıydı. Şimdi burada onun göğsünde onun kalp atışlarında kelimenin tam anlamıyla huzurluydu.



Kafasını öfkeyle kaldırdı ve onun gözlerinin içine baktı.



Emre dedi.



Bu isim ne kadar güzel.



Keşke dedi.



Keşke benim de bir şansım olsaydı.



Ama yoktu…
-------------------
BÖLÜM 43-KİM

24 saat hiç uyumadan ayakta kaldınız mı hic?48 saat? Daha uzun? Bu kadar saat hiç uyumadıktan ve ayakta kaldıktan sonra ne hissettiniz? Görünüşünüz nasıldı?



- birkaç saniye uyuklayıp, aniden uyanıp nerede olduğunuzu hiç bilemediğiniz oldu mu? Nasıl ve ne hissettiniz? Ya bunları bir gün, bir hafta, birçok haftalar boyunca hissetseydiniz neye benzerdi hayatınız?



- gözlüklerinizi veya araba anahtarlarınızı kaybedip, ne yaparsanız yapın onları hiç bulamadığınız oldu mu? bu problem size neler hissettirdi? Avaz avaz bağırmak istediniz mi?



- Yolda araba kullanırken aniden yon duygunuzu kaybettiniz mi? kuzeye mi güneye mi nereye gittiğinizi hiç bilemediğiniz oldu mu? Neler hissederdiniz?



- Kafanızın içinde birkaç saattir veya bütün bir gün bir ses var ve ne yaparsanız yapın hala bu ses sizi rahatsız etti mi hiç? Ayni ses beyninizde 3 gün, bir hafta veya bir ay devam etse neler hissederdiniz? Ve bu sesler keyif aldığınız sesler değil de, sizi korkutan, ürküten, devamlı konuşan, emirler veren, hakaret eden ve size gerçek gelen ve sonsuz korku ve sürekli ızdırap yasamanıza sebep olan seslerse ne yapardınız???





Şimdi bu yukardaki konuların 3 veya daha fazlasının bir arada olduğunu düşünün... Diyelim ki 3 gündür uyumadınız, kafanızın içinde bu arada ayni müzik, ses kesintisiz devam etmekte ve arabanızın anahtarlarını da bulamadınız hala. Neler hissederdiniz? görünüşünüz neye benzerdi? Başkaları ile ailede, dışarda komünikasyonunuz, iletişiminiz nasıl olurdu? Başkaları size karsı nasıl davranırlardı?



Yatağımda ya da onun yatağında uzanmış düşünürken saatin saniyelik kıpırtısı beynimi kemiriyor. Akrep ve yelkovan arası garip yarış. Tıpkı bizim gibi. Arada sırada bir araya gelse de hep ayrı. Uyumaktan Allah gibi korkuyorum. Uyursam geri gelebilir. Geri gelirse yeniden karanlıkların içinde hapis hayatına gömülmüş olurum. Bu çok korkutucu öyle değil mi? Sadece birkaç dakikalığına sizin yapmadığını şeylerin sürekli bedelini ödediğinizi düşünün. Hayatıma hoş geldiniz. Ben sorumsuzların sorumluluğunu taşımak için geldim. Ben korkakların korkuların bedelini ödemek için yaratıldım. Sadece bir düşünceyim. Öyle diyorlar. Tek taraflı bir düşünce… Bir saatli bomba… Her an patlamaya hazır…



Korkuyor musun? Korkuyor muyum? Kimin umurunda? Bize biçilen rollerde ölene kadar oynayacağız. Nefes aldığım her an hayatı yaşamadan sadece onun hakkında genel geçer bilgiler paylaşarak üzerinde düşünerek zaman dolduracağım. Bir başkasının düşünmediklerini hayır onun düşünmediklerini benim düşünmem gerekecek. Ben karanlıklar arkasına sığınmış bir ruhum. Yalnız yapayalnız. Öyle ki nefes almak için dahi tek bir neden bulamadan sadece yaşamak için yaşayan. Artık yorulduğumu ve gitmek istediğimi hissediyorum. Buramda ve buramda. Göremediğiniz ama var olduğuna inandığım duygularda.



Kızıl saçlı çilli kadın bana doğru yürüyor. Adımı soruyor. Benim adım. Benim bir adım yok. Hayır benim bir adım var. Duru diyorum. Benim adım Duru. Gülümsüyor. Sırf onunla aynı bedende yaşadığım için onunla aynı isme sahip olmadığımı söylüyor. Ağzımı aramak için bahane… Aynı timsah suratla gülüşüne karşılık veriyorum. Dalga geçip geçmediğini tiksinerek soruyorum. Bacak bacak üstüne atıyor. Karşıma geçmiş gözlerini gözlerime dikmiş bir halde gerçeği söylememi bekliyor. Psikolojik etki… Birisi uzun süre gözlerinizin içine baksa rahatsız olursunuz. Yani en azından ben olurum. Yine de madem benimle oynamak istiyor aynı bakışlarla oyununa katılıyorum. Piyona karşı piyon…

Anlat diyor. Anlatabilirsin. Onun hakkındaki hiçbir şeyi sana anlatmadım ve biliyorsun seni de ona anlatmayacağım. Bu çok saçma olur. Sadece bilmek istiyorum. Orada kaç kişisiniz. Yani bu normal bir durum. Kekeliyor. Kendisini sonuca yakın hissettiğini hemen farkediyorum. İki tatlı söze ve iki masum bakışa kanacak kadar aptal olduğumu düşünüyor. Saçma… O kadar değilim. Eğer olsaydım şu an o burada ben uykuda olurdum. Tüm bunların yöneticisinin kim olduğunu soruyor. Sorular… Hakkımda merak… Sebebi o mu? Onun öldüğünü bilmen mi? Senin bir hatan yoktu biliyorsun. Onun ölümü senin suçun değildi. Konu bir anda ona geliyor. Ben farketmeden… Geveliyorum. En mükemmel insanın dahi soru işaretleri ve zayıf noktaları vardır. Nereden biliyorsun ki diye sormak geçiyor içimden. Nereden biliyorsun? Bağırıyorum. Avazım çıktığı kadar. Bilemezsin ki. Sonrasında susuyor. Tekrar gözlerimin içine bakıyor. Susması kısa süreli. Lanet olası aptal… Gözlerinin bebeklerinin büyüdüğünü görüyorum. Adın ne diyor tekrar. Sadece bunu paylaşabilirsin öyle değil mi? Ben de seni rahat bırakırım. Sıkılıp geri çekildiğimde bilincinin açılmasına izin veriyorum. Uykulu gözlerle bakışını hissedebiliyorum. Sonra cevap verişini…

-Üzgünüm yeniden uyuyakaldım.

Bir kez daha içim nefretle doluyor.

Sonrasında onu sesi geliyor derinlere. Gülüşü ve içten bakışı… Çok sıcak. Bir insan sizden bağımsızken ve hatta içinizde bulunan milyonlarca hücreden siz başlı başına nefret ederken size karşı bu kadar iyi davranıyorsa bu işte bir gariplik var demektir. Ben hep aynı anda kaldım ve hatta aynı acıda… Bana hayat hiç değişmedi. Bana hayat hiç ilerlemedi sanırım. Ne tuhaf onun için hayat ölüme doğru akan bir nehir benim içinse dibi gözükmeyen aptal bir kuyu. Zıtlıklar birbirini tamamlıyor. Onunla ben, onunla o birbirini tamamlıyor. Saçlarımı okşayışı ve elleri… Benim olmayan ama bana ait olmasını istediğim eller. Mide bulandırıcı bir düşünce aşk… Yine de karnımın defalarca kasılmasına ve bir elini dizime koyduğunda ölecekmişim gibi hissetmeme engel olamıyor.



İnsanlar yanılıyorlar. Sadece bir anlık olabilirim. Ya da tamamen ona bağımlı olabilirim. Onun kendisinden nefret eden bir tarafı beyninin kendisini korumak için yarattığı bir hayal ürünü de olabilirim ve hatta başkası gibi davranan o bile olabilirim. Yine de tüm bunların ötesinde yanıldıkları bir şey var atan bir kalbiniz olduğu sürece ne olursanız olun sevginin ne demek olduğunu sizde anlıyorsunuz.

Sevseniz de sevilmeseniz de…

Yatağın baş köşesinde yanan ışık kapının aralanmasıyla giderek cılızlaşıyor. Benden habersiz gözümden süzülenleri toparlayarak ışıktan bana doğru yürüyen kadına bakıyorum. Annem hayır onun annesi. Benim hikayem ondan farklı çok farklı. Öyle olması daha güzel… Yanıma geliyor. Kafamı yastığa gömüyorum. Konuşursam anlamasından korkuyorum. Eğilip beni yokluyor. Saçlarımda bir ağırlık… Onun da kafasını böyle okşar mıydı? Tüm bu sevginin içerisinde nasıl bu kadar sevgisiz kalabiliyor şaşıyorum ve ona üzülüyorum.

-Bir sorun mu var Duru? Sen hiç bu saate kadar uyanık olmazdın.

Neye uğradığımı şaşırmış bir halde kafamı iyiden iyiye gömüyorum. Kalbim hızlı bir şekilde atıyor. Soru cevap bekleyen bir soru değil daha çok hesap sorar bir havada. Sanki gerçekten ciddi bir şey olmasa o ışık açık olmazdı der gibi. Sonra aptalın annesiyle gizli bir anlaşması olduğunu fark ediyorum. Gerçekten ilgiye muhtaç olduğunda ışığı açık bırakıp annesinin ilgisini çekmeye çalışıyor. Akan göz yaşlarımın arasında bir de şu an onu soktuğum durumu düşününce kahkahama engel olamamıştım. Annesi sıkılarak tekrar saçlarımı okşadı. Bu sefer saçıma yapıştı ve yastığa başımı bastırdı.

-Ne..fes… Yap…ma

-Derdin ne senin! Boğulmak üzereyim.

-Bana anne demiyorsun farkında mısın?

-Bu yüzden mi boğuyorsun? Ayrıca menapoza mı giriyorsun? Ömrün boyunca benimle oynaşmamışsındır.

-Fena mı? İlkleri yaşatıyorum sana. Gerçekten bir sorun var mı?

-Rahat olabilirsin. Işığı kapatmayı unutmuşum.

-Eşek kadar kız oldun. Hala yalan mı söylüyorsun?

-Lütfen gider misin?

-Biliyor musun Duru? Bazen kafam karışıyor. Yani gerçekten hata yaptığım çok şey var biliyorum. Yine de düzeltmek istiyorum. Belki bir gün yardım edersin diye bekliyorum ama işte. Sen de bana çekmişsin işte. Birbirimize birer adım gelemiyoruz. Ben yetişkin olmanın avantajıyla unuttum sanırım bazı şeyleri… Senin için de çabaladığımı düşündüm ama artık bilmiyorum. Elimden geldiğince yanında olmaya çalışıyorum.

-Önemli değil gerçekten. İdare ediyorum ben. İyi geceler.

-Pekala eğer konuşmak istersen.

-İnsan hiç mi büyümez? Yani ilerlemek çok mu zor?

-Büyümediğini düşündüğün an aslında büyümüşsün demektir. Mühim olan senin değişmesini istediğin düşüncelerinin olmasıdır. Hepimiz hatalar yaparız. Telafi edilebilir veya hata kabul edemez durumlarla karşılaşırız. Bunun sonucu ne olursa olsun yapılacak şey bellidir. Devam etmek… Bunu başardığın sürece ilerlersin. Ölüm veya yaşam… İkisinin arasında ne istersen ne dilersen yaşamalısın.

-Teşekkürler.

-İyi geceler Duru. İlerlediğine ve daha iyi olacağına eminim. Buna sen de inan.

Onun annesi olabilirdi. Ya da dolaylı da olsa benim… Herkes bir şekilde uğraşıyor. Herkes bir şekilde ilerliyor. Oyunların hataların yorgunluğunda olduğumu fark ettim. Sonra onunda çabaladığını ve sonuca ulaşmak istediğini anladım. Mühim olan bir şeyler için çaba sarf etmekti. Yeniden ve yeniden denemek…

Sonunda uyuyabilmiştim. Bu sefer korkmuyordum. Bu sefer korkmak istemiyordum. Birilerine güvenmem gerekiyordu buna inanıyordum.



Ertesi gün biraz da olsa üzerimde huzur vardı. Telefonun saati çalıyordu. Akıllılık edip bana yapılacakların listesini yazması iyi olmuştu. Zira tüm günü bilgisayar başında geçirmeyi planlıyordum. Kalkıp duş aldım. Saçlarımı tepeden topladım ve kabarmalarına izin verdim. Bir günlük kötü imaj sorun değildi. En azından daha havalı olacağına emindim. Kotların ve giysilerin arasından en giyinebilir olanları seçmiştim. Bir tayt ve gömlek… Altına botlar ve uygun çanta. Yüzüme de biraz bir şeyler sürdükten sonra çıkmaya hazırdım.



Vapur yolculuğunun sonucunda okula doğru yürümeye başladım. Hava iyiden iyiye soğumuştu. Üşüdüğümü hissedebiliyordum. Yanımdan geçen insanlar gülerek selam veriyorlardı. Hepsine tek tek gülümsedim. Sonra okulun kapısının önüne geldiğimde bu da bir başarıdır diye içimden geçirdim. En azından okuyordu/okuyorduk. Okula girdiğimizde adının Eda olduğunu bildiğim süslü kız yanıma geldi. Boynuma kocaman sarılarak bugünün oldukça eğlenceli geçeceğinden fark etti. Kollarında sürüklenirken telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim.

1 Yeni Mesaj

Hepimiz öleceğiz… Yine de benimle yaşayabilirsin.

Cevap yazmam gerektiğini düşünmemiştim; ancak kendimi ister istemez cevap yazarken bulmuştum.

Gönderiliyor

Güzel olacağından eminim. Üzgünüm.

1.Yeni Mesaj

Sorun değil. Seni seviyorum

Gönderiliyor

Bende.

Eda’yla birlikte bugünkü derslere girmiştik. Duru’nun burada olup tüm bu işkenceye katlanması iyi olurdu. Bazı zamanlar mesela bunun gibi varlığı oldukça işe yarıyordu. Bunun için şükredebilirim sanırım. Sonrasında isminin Erdem olduğunu öğrendiğim sevgilisinin yanına gittik. Onlar yanımda vıc vıc yürürken bende son saatlerimin tadını çıkarıyordum.

Sahilde yürüdüm. Temiz havayı burnuma çektim. İstanbul’a kar atıştırıyordu. Burnuma değen minik sulu kara sevinçle bakıyordum. Eda’nın koluma yapışarak beni içeri çekmesini umursamadım. Sonrasında sinemaya gittik. Saçma bir filmdi ama yine de değişik efektler güzeldi. Ayrıca filmi eleştirmeme sebep olacak sulugözlü Duygu ve aptal Hatice’de yoktu. Bugün yalnızdım. Bugün sadece ben vardım. Lanet olası hayatımın en güzel gününü geçiriyordum. Sonra közlenmiş mısır aldık. İş çıkışı Emre’de geleceğinden sahilde bir köşeye oturduk. Eda koluma yapışıp lavaboya gitmemizde ısrarcı olmuştu.

-Biliyor musun Duru? Okul başladığında gerçekten ne yapacağımdan nasıl insanlarla karşılaşacağımdan korkuyordum. Sonra seni buldum ve tabi Erdem’i. Gerçekten memnunum. İyi bir arkadaşsın.

-Teşekkürler ama yerinde olsam herkese bu kadar çok güvenmezdim ve gerçekten bazen tuhaf olabiliyorsun.

-O da nereden çıktı şimdi?

-Bilmem benimki sadece tavsiye. Yerinde olsam dinlerdim.

-Bugün bir yönünü daha öğrendim. Rahatladığında gerçekten sivri dilli ve eğlenceli oluyorsun. Aslında göründüğün kadar utangaç değilsin galiba.

-İnsanları anlaması çok zor öyle değil mi?

Tüm bu konuşmalardan sonra bir şey oldu. Eda tatlıları gözden geçirirken Erdem’in çantamı karıştırdığını fark ettim. Sesimi çıkarmadan usulca bekledim. Fermuarı çekti ve hiçbir şey olmamış gibi çevresine bakınmaya başladı. Eda’nın koluna girerek neşeyle yürümeye başladım. Çantamla ne işi olduğunu görmem gerekiyordu. Yerime oturdum. Hemen dikkat çekmemek için beklemem gerektiğini düşündüm. Biraz sohbetten sonra telefon edeceğim bahanesiyle çantamı aldım. Erdem’in arkamdan sinsice bakışını görebiliyordum. Çantamı açtım küçük bir not yüzüme bakıyordu.

‘’Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol’’

Kağıdı buruşturup attım. Yüzüme her zamanki ifadeyi geçirip yerime oturdum. Emre’nin gelmesine yarım saat vardı onun uyanmasına izin vermeme ise sadece 10 dakika. Çay içip sohbet ediyordu. Eda yeniden lavoboya doğru sürüklemeye çalıştı ama onu reddettim. Orada Erdem ile baş başaydık. Onun uyanmasına bir şeyleri görmesine izin verdim. Konuşma hakkı yoktu sadece dinliyordu.

-Sen kimsin?

-Anlamadım.

-Seni çantamı karıştırırken gördüm. Çantama o notları sen koydun. Bugün seni yeterince inceledim. Ancak seni tanımadığıma hatta tanımadığımıza eminim. Şimdi söyle sen kimsin?

-Kimse değilim. Çantanla ben uğraşmadım.

-Yalan söylüyorsun farkında mısın? Gözlerin tanıdık ama siman değil. Beni tehdit eden o mesajları yazan sensin. Geçmişin hayaletlerini sevmem. Eğer hayaletsen seni avlarım.

-O zaman kendin bul.

Çakmağını aldı ve yanımdan uzaklaştı. Duru’nun merakını hissedebiliyordum. Konuşmak istiyordu. Sorgulamak istiyordu. Ona her şeyi anlatacaktım. Sadece ona gerçekten güvenip güvenmeyeceğime emin olmam gerekiyordu. Son bir oyun daha.

İkimizin de şansının olmasını istiyorum. Sadece bir istek.

Güçlü bir istek.



Kızıl saçlı kadın gözlerini gözlerime dikerek tekrarlıyordu. Neden söylemiyorsun? Neden kaçıyorsun? Gerçekleri onun bilmesine neden izin vermiyorsun? Tüm hataları tüm pişmanlıkları üzerine alamazsın. Senin bir hatan yoktu. Onun ölümünden sen sorumlu değilsin. Orada olsan ve sen sorumlu olsan dahi bedeli sadece senin ödemen gerekmez. Elif senin yüzünden ölmedi. Elif’in katili şu an hapiste. Seni cezalandırmasına izin verme. Kendi pişmanlığını kendisinin de hissetmesine izin ver. Şimdi söyle bana adın ne?

Gözlerinin içine bakıyordum. O an için her şeyi itiraf ettiğim gerektiğini düşünmüştüm ve onun haklılığına inanıyordum. Sessizliği sesimle böldüm. Sorusuna cevap verdim.

-Elif. Benim adım Elif…

Adım tıpkı onun gibiydi.

Ben Elif’tim.

Duru’nun içinde yaşamaya devam edendim.
-------------------
BÖLÜM 44-AYRILIK
Adam ellerini kızın saçlarına uzattı. Ellerinin altından kayabilecek cinste bir saç değildi bu. Her bir kıvrım başka bir yol her bir yol başka bir kıvrıma sapıyordu. İçine girildiğinde çıkılmaz bir orman gibiydi. Adam tenine değen sıcak nefesi tekrar farketti. Kendini kıpırdamamaya ikna etmenin bir kez daha yolunu bulmuştu. Ellerinin gezindiği saçlara tuhaf bir bakış attı ve içinde oluşan şefkate yüzünde oluşan gülümseme eşlik etti. Saçları karmaşıktı çıkılmaz yol girilmez bir orman gibiydi bu doğru. İşin tuhaf yanıysa tüm bunların onun karakteriyle birebir örtüşmesiydi. İnsanın mizacında sıfatında fıtratında kendi karakterini yansıtan bir şeyler muhakkak vardı.



Adam birden irkildi. Derinden gelen inilti karşısında şaşırmıştı. Göğsünde uyuyan kızın kabus gördüğünü sandı. Korktu. Usulca kolunu tuttu başını daha yumuşak bir tarafa çekmeye çalıştı. Uyanmasını engelleyerek kabusundan kurtulmasını amaçlıyordu. İniltiler yerini sessizliğe bırakmıştı. Kız gözleri kapalı derin bir uykunun eşiğinde geziniyordu. Sonra birden eli adamın koluna gitti. Kolunu sıkıca kavradı. Adamın içini kaplayan tarif edilemez bir sıcaklık ve sevgiydi. Şimdi göğsünde yatan bu kızı içine daha derinlerine kapatmak istiyordu. Orada aynen bu şekilde kalmasını ve kimsenin ona dokunmamasını diliyordu. Aşk tuhaf bir duyguydu. Bir erkeğin dünyasında aşk nasıl anlamlandırılır bunu hiçbir kadın bilemezdi. Erkekler hayır onun gibiler öyle kadınlar gibi değildiler. Onlar için bir ölme zamanı vardı bir de aşık olma zamanı ve aşk hayatın aniden aydınlanmasıydı. Tek bir bakış tek bir dokunuş dünyanın değişmesine günün farklılaşmasına yetiyordu.



Adam kafasını göğe kaldırdı. Gökyüzündeki yıldızları tek tek saydı. Sonra onun yüzüne tekrar baktı. Minik bir dokunuşla yanağını okşadı. Yumuşacıktı. Sonra saçlarını tekrar elledi ve dudaklarının çevresinde gezindi. Boynunun kıvrımlarını hissetti. Hepsi minik anlaşılamayacak dokunuşlardı. Yine de ona dokunmak varlığını meşrulaştırıyordu. Adam derin bir nefes aldı. Yıldızlar ve o bu an mükemmel bir andı. Tam o esnada bu sessizliği bölen çalan telefonu oldu. Göğsündeki kız derin bir uykudan sarsılarak uyandı. Etrafına bakıp olan biteni anlamaya çalıştı.



Kız için çevre oldukça tuhaf bir haldeydi. Yeniden bir kabusun içerisinde çıkış yolunu arıyor bir haldeydi. Yolu gösterense şimdi hatırlayamadığı aptalca bir şarkı olmuştu. Başını salladı. Dağılan saçlarını toparladı. Çevresine dikkatle bakındı. Sonra adamın kendisine bakan üzgün gözlerini gördü. Üzgün gözlere eşlik eden mütevazi gülüş… Adam konuşuyordu. Çalan telefon onun olmalıydı. Kız için görüntü netleşiyordu. Adamla birlikte bir kış pikniği planlamışlardı. Sahilde battaniye kahve ve çerezler… Tam da bu soğuk havaya uyuyordu. Kızın sınavları yeni bitmişti. Hepsi de oldukça iyi sayılırdı ve yarım dönemi gerisinde bırakmıştı. Adam bunu kutlamanın bir yolunu önermiş ve kız bu öneriden oldukça memnun olmuştu. Kendisine gülümseyen adamın konuşmalarına dikkat etmedi. Bir an önce yüzüne bakma gereği duydu. Çantasını bulmak üzere ayaklandı ve telaşla çevresinde gezindi. Kız bilmiyordu. Kız fark etmemişti kalktığı anda adamın kalbine çöken anlamsız üzüntüyü görememişti. Adam derin bir nefes aldı ve telefonu kapadı.



Sakin olmalısın dedi kıza. Sakin bir şekilde ararsan ne arıyorsan bulursun; ama izin ver sana yardım edeyim çantan burada ve yüzünde utanman gereken bir şey yok. Kız adamın gözlerinin içine bakarak gülümsedi. Yine de kontrol etmenin zarar vermeyeceğini söyledi. Kız adamın muzip şakalarını bildiğinden ona bu konularda fazla güvenmiyordu. Yüzü iğrenç bir halde olsa da ona güzel görüneceğinden emindi. Adam yüzündeki gülümsemeyi bırakmadan kıza çantasını bulmada yardım etti. Saat çok geç olmamıştı ama kız temiz havanın ve yiyeceklerin ağırlığıyla adamın göğsünde uyuklamıştı. Adam kızın yüzüne düşen kıvrımını geriye atarak ona ne kadar sevimli uyuduğundan bahsetti. Aynen şöyle uyuyorsun diyerek devam etti. Gözlerini kapadı. Ağzını kocaman açtı ve hırıltılılara horultularla eşlik ederek tuhaf bir orkestra yarattı. Kız adamın açık ağzına minik bir tokat attı. Sonrasında yanağından öperek ona teşekkür etti. Bu güzel piknik için sonra yanağına fısıldadı.

Her şey için…



Adam yerin göğe çıktığına yemin edebilirdi. Bilmediği bir duyguydu bu yıllardır anlam veremediği ama her seferinde kalbine büyük işkenceler veren bir duyguydu. Kendisini kaybetmemesi gerektiğini biliyordu. Kızın kulağına eğildi ve bir şey diyecekmiş gibi yaparak yaklaşmasını sağladı. Kızın kulağına önce sıcak nefesini verdi. Sonrasında boynundan minik minik öptü. Kız neye uğradığının farkında değildi. Kulağında hissettiği sıcaklık tüm bedenini kaplıyordu ve öpücükler gıdıklanmasına sebep oluyordu. Yine de bu duygu tarif edilemez derecede güzeldi. Kız utanarak kendisini geri çekti yine de bir yanı devam etmesini istiyordu. Kendisini engelleyen tek şeyse koruma mekanizmasıydı. Adam kıza gülerek korkmamasını söyledi. Ona hiçbir şey yapmayacaktı. Kızı tekrar kendine çekti ve boynuna minik bir öpücük kondurdu. Kız kendini geri çekmek istese de buna engel oldu ve kendisini adamın kollarına bıraktı. Adam kızı boynundan tekrar öptü ve kulağına fısıldadı.

Eğer birini gerçekten seviyorsan ona dokunmaya dahi kıyamazsın.

Kızın aklı bu cümle üzerinde döndü. Bu güzeldi dokunmaya kıyamamak… Yine de biraz eğreti duruyordu. Adamın kendisine dokunduğunu çok iyi biliyordu. Onu öpüyordu saçlarını okşuyordu boynunu öpüyordu ki adamın bunu sevdiğini biliyordu. Hem de çok… Bu söze biraz kırıldığını hissetti. Adamın kendisine dokunduğunu biliyordu. Bu cümleyi öyle nazik öyle kibar kurmuştu ki içinde o muzip iğnelemeleri kesinlikle yoktu. Tamamen sahiplenmeden ibaretti ve içini kaplayan kocaman bir sıcaklığa sebep olmuştu. Ona bunun anlamını soracaktı. Kız kendi düşüncelerinde gezinirken adamın kendisini yerden kaldırmak için uzanan elini farketti.

İstersen yürüyebiliriz dedi adam. Böylelikle yerden kalktılar. Piknik sepetini toplayarak sahilde yürümeye başladılar. Adam kızın hemen yanındaydı. Koluyla kızı kendisine çekmiş göğsüne bastırıyordu. Kız ise kollarıyla adamın belini sarmıştı. Başını göğsüne yaşlaşmış temiz havayı içine çekiyordu. Bir süre sessizlik olmuştu ve bu sessizliği kız lehine çevirmeyi planlıyordu.

Bana dokunuyorsun.

Kız bunu nasıl diyeceğini nasıl soracağını bilemedi. Direkt sormayı tercih etti. Eğer dokunmaya kıyamasaydı dokunmazdı ve adam ona dokunuyordu. Bu tezatı açıklığa kavuşturma isteğini duydu. Sonra adamın kollarından ayrılarak durdu. Tam karşısına geçti ve gözlerinin içine baktı. Cevap bekleyen bakışlarını onun muzip bakışlarına dikti. Neden diye sordu. Adam cevap vermek yerine kızı tekrar kendisine çekti. Kollarını beline sardı ve dudağına minik bir öpücük kondurdu.

Bu dokunmak değil dedi. Öpmek…

Kız saçmalama bakışını takınarak ikisinin aynı şey olduğunu söyledi ve hatta o boyun hareketinin oldukça kışkırtıcı olduğunu da adı gibi biliyordu. Herkes bilirdi ki bu dokunmaktı ve bir şeylere çağrıydı. Adam bunu kendisinden çok daha iyi biliyor olmalıydı. Adamı kendisinden uzaklaştırdı ve doğruyu söylemesini istedi. Ona dokunduğunu biliyordu.



Adam kızın gözlerine tekrar baktı. Anlamayışına şaşırdı. Dokunmak çok aşağılıktı. Dokunmak sadece dokunmaktı. Birine dokunduğun zaman bir şeyler hissetmek zorunda kalmazdın. Adam kızın demek istediğini anlamadığını biliyordu; çünkü kız hiç soğuk bir vücuda sırf dokunmak için dokunmanın ne demek olduğunu anlamamıştı. O anı hiç yaşamamıştı. Sadece dokunmak için bir şeyler hissetmek için bir araya gelen iki insan arasında hiçbir duygu olmazdı. Sahte sözcükler ve iniltiler olurdu hepsi bundan ibaret. Yine de kıza bunu söylememeyi tercih etti. Kendisi de bunu biliyordu. Kızın gözlerine baktı gözleri gülüyordu.

Kız iyice sinirlenerek ne zaman ciddi bir şey konuşsa adamın kendisine hep gülerek onu alaya alarak karşılık verdiğinden yakındı. Hızlıca yürümeye başladı. Adamı gerisinde bırakıp oradan uzaklaşmak istiyordu. Kız adamın niyetinin kötü olmadığının farkındaydı. Yine de bu şekilde davranması kızın canını sıkmıştı. Adamın bu tavırları kız için kendisini önemsemediğinin ve hatta alaya aldığının bir göstergesiydi yalnızca. Adımlarını daha da hızlandırdı adamın ona yaklaştığını biliyordu. Sonra bileğinde onun dokunuşunu duydu.

Adam kızı bileğinden yakalamıştı. Onu bir kez daha kendisine çekti. Yine gülen suratıyla kızın gözlerinin içine baktı. Kızın gözlerindeki öfkeyi çok net okuyabiliyordu. Böyle zamanlarda yani kızgın olduğunda başına buyruk davranır yanındakini düşünmezdi. Kızdığını bile bile bunu yapardı. Bu sefer umursamadı. Adam kıza yeniden sarıldı ve kulağına fısıldadı. Biliyor musun dedi. Bilmeni isterdim ve bil.

Bir insan evladının kokusunu nereden tanır? Benim annem beni boynumdan tanır. Onun yalnızca bana has bir koku olduğunu söylerdi. Senin boynun benim evim gibi kokuyor. Bu seni mutlu etti mi?



Kız şaşırmıştı. Aldığı cevap adamdan hem beklenecek kadar romantik hem de beklenmeyecek kadar ciddiydi. Sadece elini tutabildi. Sonra eğilip adamı boynundan öptü. O an dudakları adama dokunmuyordu. Adamın niyetini düşündüğünde aklına gelen sadece onun kokusuydu. Adam haklıydı boynu ona ait bir kokuyla kokuyordu. Kız o zaman adamın ne demek istediğini çok iyi anladı. Adam onun olmayı en çok istediği yer gibi kokuyordu. Evi gibi…



Adam kızı evine bıraktıktan sonra arabasını yolun kenarına park etti. 2 ekmek alarak evine gitti. Yüzünde her zamanki neşesi vardı. Evi kalabalıktı abileri ve yengeleri toplanmış hep birlikte yemek yemişlerdi. Adam ise çay vaktine yetişmiş olmalıydı. Tüm aile hep bir ağızdan adamı görünce kaynanan seni sevmiyor diye bağırdı. Adam bu söze güçlü bir kahkaha attı ve çayını alarak bir köşeye çekildi. Artık tüm ailenin ilgisi küçük oğullarının üstündeydi. Herkes ne zaman evleneceğini soruyordu. Anne ve babası iyice elden ayaktan düşmeden oğullarını evlendirmenin derdindeydiler. Kızla yaşıt olan yeğeni gülerek amcasına laf attı. Hiçbir kızın onu almayacağını ve bu kızınsa kaçırılmayacak kadar güzel olduğundan bahsetti. Ailesi kızı daha görmeden benimsemişlerdi. Bir gün diye düşündü adam acaba onunla aynı evi paylaşmak nasıl olurdu. Sonra derin bir nefes aldı. Adam ne yapacağını biliyordu ve bunun için erken olduğunu da…



Kızın tatili tüm günü evde ve bilgisayar başında geçmişti. Nihayetinde merakla beklediği okul açılmış ve farklı yüzler görme zamanı gelmişti. Adam kızın adına seviniyordu. Kızın arada sırada nasıl içine kapandığını nasıl mutsuz olduğunun farkındaydı. Okula gitmek yeni yerler görmek aklını oyalamak kızın kendisini iyi hissetmesini sağlıyordu ve kız iyi olduğunda adam da iyi oluyordu. Aklındaki düşüncenin üstünden tam bir ay geçmiş ve o sevgililerin özel günü gelmişti.



Adam kızın evinin önüne park etmişti. Bugün için hiç rahat etmese de siyah dar kesim bir gömlek ve koyu renk bir kot pantolon giymişti. Altındaki botları ve uzun kabanı ile oldukça modern bir görünüm çiziyordu. Aynada kendi haline kendisi de gülmüştü. Hediyesini özenle yokladı. Sonra beklemeye başladı. Kız gecikmişti. Telefonundan iki kere aradı. Cevap yoktu. Evinin çevresinde dolanmaya başladı. Olan biteni anlamıyordu. Dakikalar akıyor ama ondan ses çıkmıyordu en sonunda kızın evine yönelmişti ki kızın koşar adımlarla kendisine doğru yürüdüğünü farketti. Kızda bir tuhaflık vardı. Gözleri şiş gibiydi.Yine de arabaya binmesini bekledi ve sesini çıkarmadan hareket etti.



Kız öncelikle özür diledi. Adam yüzündeki gülümsemeyle önemli olmadığını ama onu çok merak ettiğini ve neredeyse evine kontrole gelmek üzere olduğunu söyledi. Kız endişeyle bir sorun olmadığını sadece annesiyle biraz atıştıklarını söyledi. Adam kızın gözlerinin ağlamış halinin sebebini ve neden bu kadar huzursuz olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Yine de bir şey sormadan gidecekleri yere sürdü arabasını. Biliyordu eğer kız anlatmak isterse anlatırdı.



Sessiz bir yolculuğun ardından boğazdaki şık restorana varmışlardı. Adam şimdi kızın güzelliğini görebiliyordu. Üzerine siyah dar kesim mini bir elbise vardı. Kızın stili olmasa da arada sırada bu tarz giyinmeyi sevdiğini biliyordu adam. Altında çizmeleri vardı. Ten rengi ince çoraplardan giymişti ve oldukça güzel gözüküyordu. Saçları dağınık topuz şeklinde toplanmıştı. Öylesine bir görüntü gibi dursa da yüzüne sevimlilik katıyordu ve yüzündeki tek renk kırmızı rujuydu. Kız tüm yemek boyunca konuşmadan adamın elini tuttu. Adam olup biteni anlamıyordu. Kız her zamankinden daha sıcak davranıyordu. Yine de kıza aynı sıcaklıkta karşılık verdi.



Yemek bitip tatlıya geçildiğinde adam kızın hiç beklemediği bir hareket yaptı ayağa kalktı ve o filmlerdeki gibi yere diz çöktü kızın ellerini tekrar eline alarak konuşmaya başladı. Biliyorum bunun için çok erken ama yine de etmek istedim. Ben dedi hayatımı seninle geçirmek istiyorum.

Hep merak ettim seninle hayatın nasıl bir şey olduğunu..

Düşündüm ve çok güzeldi.

Yıllarca bekleyebilirim.

Hem cevabın hem de senin için yine de bu yüzüğün sende kalmasını isterim.

Sonsuza kadar…



Kızın yüzü parlıyordu yanağından yaşlar süzülüyordu. Karşısında duran yüzüğe baktı. Adamın gözleri gözlerine kilitlenmişti. Ellerini kutuya uzattı. Gözleri yaşlara boğulmuştu. Adam bu kadar yoğun bir tepki beklemiyordu. Kız hıçkırıklarla ağlamak üzereydi. Adam o an bunun mutluluk göz yaşları olmadığını bunun sadece acıdan ibaret olduğunu anladı. Kız elini uzatarak yüzüğün kapağını kapadı.

Kızında adamla konuşmak istediği bir şey vardı. Kızın sesi fısıltı halini almıştı. Sen gül dedi ve gül…

Ama üzgünüm ben seninle olamayacağımı anladım. Seni sevmiyorum. Bu yüzüğü hak edene vermelisin.



Kız kalktı ve tıpkı o filmlerdeki gibi koşarak uzaklaştı. Adam yerinden kıpırdayamadı. Elinde yüzük sadece bakakaldı. Kız onu öylece bırakmıştı. Kız ona hep gül demişti. Kız bilmiyordu adam hayatı boyunca somurtmuştu. Kız bilmiyordu adam onunla hep mutlu olmak istiyordu ve yine kız bilmiyordu adam onu hep mutlu görmesini o çirkin tarafını hiçbir zaman görmemesini istiyordu. Kız onu onu ne kadar çok sevdiğini de bilmiyordu. Kız gitti ve bir adam olduğu yerde kaldı. Adamın gözünden süzülense kızın bilmediği göz yaşıydı…



Duru koşar adım taksi ararken iliklerinde soğuğu hissetmişti. Canı acıyordu canı çok acıyordu. Kulaklarına ise Elif fısıldıyordu.



Sana inanmam için bir hamle daha. Kurtul ondan ve sonra tüm hikaye senin…
-----

he's like fire and ice and rage. he's like the night and the storm in the heart of the sun. he's ancient and forever. he burns at the centre of time and can see the turn of the universe and... he's wonderful.

En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger  
23 Eyl 2012 11:36
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): elaaa

elaaa
Süper Üye
Süper Üye



Yaş: 30
Kayıt: 17 Oca 2012
Mesajlar: 824
Cinsiyet: Kız
Nerden: Bermuda.
Teşekkür: 280

Durumu: Çevrimdışı

elaaa
Süper Üye
Çikolatalı Aşklar Tarifesi Konu: Yanıt: Çikolatalı Aşklar Tarifesi/ Devam..
Alıntıyla Cevap Gönder
"Adam yerin göğe çıktığına yemin edebilirdi"

Aslında bir çok alıntı çıkarırdım buradan ama en çok bunu sevdim Gülücük Dağıtıyor
Adam-kız anlatım tarzı çok yakışmıştı son bölüme..
Aslında tekrar okuyup uzuuunn bir destan yazmayı planlıyordum ama malum dersler felan sonra yapıcam.Şimdilik bunu yazmadan edemedim.
Ellerine Sağlık Gülsüm..
Çikolatalı Aşklar Tarifesini buradan okumayı dahi özlemişim Hayranlık Besliyor



Alıntı:
“Bende seni hatırlatan şey narin kar tanesi....Gökteyken bir kar tanesi ve soğuk ama eline konunca ince sıcaklık hissettiren bir gökyüzü damlası”
En Yukarı Git
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder  
23 Eyl 2012 19:47
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 7, 8, 9, 10, 11, 12, Sonraki
8. sayfa (Toplam 12 sayfa) [ 175 mesaj ]  

 
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız