Saf Dilek (Bittii... ^^ ) Sayfaya git: Önceki, 1, 2, 3 ... 14, 15, 16 ... 20, 21, 22, Sonraki |
|
Yazar
Mesaj
Melez Kampı…
Melez Kampı, ebeveynlerinden birinin tanrı diğerinin ise insan, nymfe, su perisi, enerji varlık… vb. olduğu durumlarda oluşan melezlerin, canavarlardan saklanmaları ve kendilerini korumak için eğitim gördükleri yerdir. Melezler normal insanlardan daha güçlülerdir. Hem insan yapımı silahlarla, hem de ilahi bronzdan yapılan silahlarla yaralanabilirler. Öte yandan melezler kahramanlar olarak da bilinir. Tanrıların verdiği görevleri gerçekleştirerek bir saygınlık kazanmışlardır. Üç Büyüklerin (Zeus, Poseidon ve Hades) çocukları diğer melezlerden daha güçlü oldukları için bir adaletsizlik ortaya çıkmıştır ve tanrılar bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için Üç Büyüklere yemin ettirmişlerdir. Bu yemine göre Üç Büyüklerden birinin melez bir çocuğu olursa yüce Styx ırmağı onu cezalandıracaktır. Styx ırmağı verilen sözleri unutmaz.
Melez Kampı, batı medeniyetiyle birlikte yerini sürekli olarak değiştirir. Şu anda medeniyetin beşiği Amerika’da olduğundan Melez Kampı ve Olympos Dağı, Amerika’nın üzerindedir. San Francisco açıklarında Hades’in bölgesi, Empire State çevresinde Olympos Dağı bulunmaktadır. Ve ülkenin doğusunda Melez Kampı bulunur. İkisine de uzak olacak bir biçimde…
Melez Kampına tek giriş Melez Tepesinden gerçekleşir. Bu tepede Thalia’nın ağacı vardır. Thalia, Zeus’un 80’lerin pop yıldızı olan Mrs. Grace ile birlikteliğinden doğmuştur. Ve kampa gelmeden önce öldürülmüştür. Ölümüne üzülen Zeus onu kampa bir ağaç olarak vermiştir. Ve şimdi bu ağacın etrafındaki koruma kalkanından sadece melezler geçmektedir.
Melez Kampı olağanüstü bir yerdir. Çilek tarlalarından denize kadar uzanan her yer Melez Kampıdır. Büyük bir orman, Zeus Yumruğu adı verilen dağ, Nymfelerin yaşadığı ağaç kovukları Melez Kampına aittir. Asla yağmur yağmaz, arada bir bulutlanır. Bir de Zeus’dan bahsedilince şimşek çakar. Kampta 12 Olimposlu için kulübeler vardır. Ancak Hades sayılmadığı için 11 kulübe inşa edilmiştir. Hera, Artemis ve Hestia’nın hiç melez çocuğu olmamasına rağmen onları şereflendirmek için onlarında kulübeleri vardır. 11 Olimposlu: Afrodit, Apollon, Ares, Artemis, Athena, Hephaestus, Hera, Hermes, Hestia, Zeus ve Poseidon.
Kulübeler yarım daire oluşturacak bir biçimde dizilmişlerdir. Çilek tarlalarının olduğu tarafta 3 tane (Zeus, Hera, Poseidon.), Zeus Yumruğunun olduğu tarafta 4 tane (Athena, Artemis, Apollon ve Hestia.) ve deniz tarafında 4 tane (Afrodit, Ares, Hephaestus ve Hermes.) olmak üzere 11 kulübe inşa edilmiştir. Bu kulübelere melezler ebeveynlerine göre yerleştirilirler. Annesi Afrodit ise Afrodit Kulübesine, babası Ares ise Ares Kulübesine gibi… Ancak annesi veya babasını bilmiyorsa küçük melez, Hermes kulübesine gider. Çünkü Hermes yolcuların tanrısıdır. Ve kapısı herkese açıktır.
Kampı Dionysos yönetir. Babası Zeus ona ceza vermiştir. Ve bu yüzden cezası bitene kadar kampı yönetmek zorundadır. Ve yardımcısı at adam Kheiron’dur. Evet, evet şu Herakles (Herkül)’in eğitmeni. Birkaç yüzyıldır kampta kendileri. Ve öğrencilerin eğitmeni o, yani bu kamptan çıkan her melez kahraman unvanını hakkıyla alıyor.
Yöneticiler, yemek salonunun yanındaki Büyük Ev’de kalıyorlar. Büyük Ev’de önemli kararlar alınır ve kâhine danışılır. Ayrıca görev almak isteyen melezler buraya başvurur. Yemek salonunun yanında olduğundan içerisi bir hayli güzel kokar. Tabii kâhinin bulunduğu tavan arası hariç…
Yemek salonunda her kulübe için geniş masalar vardır. Herkes kendi masasında kendi arkadaşlarıyla yemek yemek zorundadır. Diğer bir kulübeden olanın yanına oturulamaz. Salonun ortasında tıpkı kampın ortasında olduğu gibi büyük bir ateş vardır. Bu ateşin içine her melez, yediği yemeğin bir kısmını atarak adak adamış olur.
Kampa gelen her melezin yanında bir satir bulunmaktadır. Satir ne midir? Bir insan düşünün, ancak gövdesinin alt kısmında iki keçi ayağı var ve başında da boynuzları… İşte bu kıllı canlıya satir denir. Satirler vahşi doğa tanrısı Pan’ın yardımcılarıdırlar ve Tanrı Dionysos’un her dediğini yerine getirirler çünkü Dionysos satirlere her zaman sahip çıkmıştır. Satirler koruyucu olarak bilinirler. Ve bir melezi sağ salim kampa getirmek satirlerin görevidir. Satirlerin haklarını savunan bir heyet var: İhtiyar toynaklılar heyeti. Ve bu heyet bir satirin görevini doğru yapması halinde o satire araştırma ehliyeti verir. Ve bu satir yüce tanrı Pan’ı araştırmaya başlar. Çünkü vahşi doğa tanrısı Pan 3000 yıl önce kaybolmuştur. Ancak ölmemiştir. Henüz…
İte burası Melez Kampı! Aklınıza takılan bir şey olmaz umarım…
Bu harita bir fan tarafından çizlimiş Melez Kampı haritasıdır, orjınal harita daha farklı bulursam koyarım (:

Melez Kampı, ebeveynlerinden birinin tanrı diğerinin ise insan, nymfe, su perisi, enerji varlık… vb. olduğu durumlarda oluşan melezlerin, canavarlardan saklanmaları ve kendilerini korumak için eğitim gördükleri yerdir. Melezler normal insanlardan daha güçlülerdir. Hem insan yapımı silahlarla, hem de ilahi bronzdan yapılan silahlarla yaralanabilirler. Öte yandan melezler kahramanlar olarak da bilinir. Tanrıların verdiği görevleri gerçekleştirerek bir saygınlık kazanmışlardır. Üç Büyüklerin (Zeus, Poseidon ve Hades) çocukları diğer melezlerden daha güçlü oldukları için bir adaletsizlik ortaya çıkmıştır ve tanrılar bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için Üç Büyüklere yemin ettirmişlerdir. Bu yemine göre Üç Büyüklerden birinin melez bir çocuğu olursa yüce Styx ırmağı onu cezalandıracaktır. Styx ırmağı verilen sözleri unutmaz.
Melez Kampı, batı medeniyetiyle birlikte yerini sürekli olarak değiştirir. Şu anda medeniyetin beşiği Amerika’da olduğundan Melez Kampı ve Olympos Dağı, Amerika’nın üzerindedir. San Francisco açıklarında Hades’in bölgesi, Empire State çevresinde Olympos Dağı bulunmaktadır. Ve ülkenin doğusunda Melez Kampı bulunur. İkisine de uzak olacak bir biçimde…
Melez Kampına tek giriş Melez Tepesinden gerçekleşir. Bu tepede Thalia’nın ağacı vardır. Thalia, Zeus’un 80’lerin pop yıldızı olan Mrs. Grace ile birlikteliğinden doğmuştur. Ve kampa gelmeden önce öldürülmüştür. Ölümüne üzülen Zeus onu kampa bir ağaç olarak vermiştir. Ve şimdi bu ağacın etrafındaki koruma kalkanından sadece melezler geçmektedir.
Melez Kampı olağanüstü bir yerdir. Çilek tarlalarından denize kadar uzanan her yer Melez Kampıdır. Büyük bir orman, Zeus Yumruğu adı verilen dağ, Nymfelerin yaşadığı ağaç kovukları Melez Kampına aittir. Asla yağmur yağmaz, arada bir bulutlanır. Bir de Zeus’dan bahsedilince şimşek çakar. Kampta 12 Olimposlu için kulübeler vardır. Ancak Hades sayılmadığı için 11 kulübe inşa edilmiştir. Hera, Artemis ve Hestia’nın hiç melez çocuğu olmamasına rağmen onları şereflendirmek için onlarında kulübeleri vardır. 11 Olimposlu: Afrodit, Apollon, Ares, Artemis, Athena, Hephaestus, Hera, Hermes, Hestia, Zeus ve Poseidon.
Kulübeler yarım daire oluşturacak bir biçimde dizilmişlerdir. Çilek tarlalarının olduğu tarafta 3 tane (Zeus, Hera, Poseidon.), Zeus Yumruğunun olduğu tarafta 4 tane (Athena, Artemis, Apollon ve Hestia.) ve deniz tarafında 4 tane (Afrodit, Ares, Hephaestus ve Hermes.) olmak üzere 11 kulübe inşa edilmiştir. Bu kulübelere melezler ebeveynlerine göre yerleştirilirler. Annesi Afrodit ise Afrodit Kulübesine, babası Ares ise Ares Kulübesine gibi… Ancak annesi veya babasını bilmiyorsa küçük melez, Hermes kulübesine gider. Çünkü Hermes yolcuların tanrısıdır. Ve kapısı herkese açıktır.
Kampı Dionysos yönetir. Babası Zeus ona ceza vermiştir. Ve bu yüzden cezası bitene kadar kampı yönetmek zorundadır. Ve yardımcısı at adam Kheiron’dur. Evet, evet şu Herakles (Herkül)’in eğitmeni. Birkaç yüzyıldır kampta kendileri. Ve öğrencilerin eğitmeni o, yani bu kamptan çıkan her melez kahraman unvanını hakkıyla alıyor.
Yöneticiler, yemek salonunun yanındaki Büyük Ev’de kalıyorlar. Büyük Ev’de önemli kararlar alınır ve kâhine danışılır. Ayrıca görev almak isteyen melezler buraya başvurur. Yemek salonunun yanında olduğundan içerisi bir hayli güzel kokar. Tabii kâhinin bulunduğu tavan arası hariç…
Yemek salonunda her kulübe için geniş masalar vardır. Herkes kendi masasında kendi arkadaşlarıyla yemek yemek zorundadır. Diğer bir kulübeden olanın yanına oturulamaz. Salonun ortasında tıpkı kampın ortasında olduğu gibi büyük bir ateş vardır. Bu ateşin içine her melez, yediği yemeğin bir kısmını atarak adak adamış olur.
Kampa gelen her melezin yanında bir satir bulunmaktadır. Satir ne midir? Bir insan düşünün, ancak gövdesinin alt kısmında iki keçi ayağı var ve başında da boynuzları… İşte bu kıllı canlıya satir denir. Satirler vahşi doğa tanrısı Pan’ın yardımcılarıdırlar ve Tanrı Dionysos’un her dediğini yerine getirirler çünkü Dionysos satirlere her zaman sahip çıkmıştır. Satirler koruyucu olarak bilinirler. Ve bir melezi sağ salim kampa getirmek satirlerin görevidir. Satirlerin haklarını savunan bir heyet var: İhtiyar toynaklılar heyeti. Ve bu heyet bir satirin görevini doğru yapması halinde o satire araştırma ehliyeti verir. Ve bu satir yüce tanrı Pan’ı araştırmaya başlar. Çünkü vahşi doğa tanrısı Pan 3000 yıl önce kaybolmuştur. Ancak ölmemiştir. Henüz…
İte burası Melez Kampı! Aklınıza takılan bir şey olmaz umarım…
Bu harita bir fan tarafından çizlimiş Melez Kampı haritasıdır, orjınal harita daha farklı bulursam koyarım (:

I'm the bone of my sword.


Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~

Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~


18. Bölüm
Güneşin ilk ışıkları göz kapaklarıma vuruyordu. Herhalde kampa varmıştım. Gözlerimi hafifçe araladım. Ambrosia ve nektar kokusu burnumu hafifçe gıdıklıyordu. Başucumda Kheiron vardı. Yaşlanmamıştı hala hatırladığım Kheiron vardı karşımda. Sıcacık gülümseyişiyle bana bakıyordu.
“En yetenekli öğrencim –Herkül ün kulakları çınlasın..- demek geri döndün Helen…” Hemen Kheiron’a sarıldım. Islak köpek gibi kokuyordu ama umurumda değildi.
“Sizi çok özledim, Efendim. Ben yokken başınıza ne gibi dertler açtınız?” gözleri hüzünlendi uzun boylu sentorun. At vücudundaki tüm kıllar diken diken oldu.
“Titanlar savaş başlatacak güzel Helen, hazırlık yapıyoruz. Bu sefer kurtulamayabiliriz…”uzun bir sessizlik oldu. “Seni hangi rüzgâr perisi yolladı buraya?” hüzünlenme sırası bendeydi.
“Endymion… Sevgilimi benden aldılar Kheiron… Onu bulmam gerekiyor.”
“Yüce Endymion’a ne oldu?”
“Uzun hikâye Kheiron… Lanete uğradı ve görev izni almam gerekiyor.”
“Biliyorsun ki, görev izni için en az 5 gün kampta bulunman gerek… Hadi anlat bana Helen neler oldu?” Endymion’un başına gelenleri anlatmaya başladım. Kirke’yi, yolladığı kara laneti, Nico’yla konuşmamızı. Can kulağıyla dinledi beni yaşlı sentor. Kıvırcık saçlarının ağarmış kısımlarını lastik bir tokayla topladı. Ben anlattım o dinledi. Konuşmam bittiğinde gökyüzü mavi serinliğini bırakmış yerini kızıl sıcaklığa bırakmıştı. Sentor bıkmadan dinlemişti beni. Arada bir yorum yapmıştı. Sözüm bitince “Erre es koragas!”demişti. Hatırladığım kadarıyla kuzgunlar alsın canını demek oluyordu bu. Elini yan taraftaki çekmeceye attı. Biraz karıştırdıktan sonra aradığını buldu.
“MAİA!” ilahi silahım Maia… Görmeyeli uzun zaman olmuştu. Maia, yağmur perisi anlamına geliyordu Eski Yunancada. İlyada’ da adı geçiyordu. Maia bir asaydı. Her şeye dönüşebilen bir asa… Bir kılıç, bir ok, bir kalkan, bir mızrak… O her şeydi benim için. Olympos’un zirvesindeki Zeus kartalının tüyünden ve ardıç kabuğundan yapılmıştı. Anka teleğiyle tutturulmuştu. Bir zamanlar Aegis ile birlikte kullanıyordum onu. Bir ara da Anaklusmos’u kullanıyordum. Ama huzuru Maia da bulmuştum.
“Teşekkürler Kheiron, bu inanılmaz hediyenin vaktiyle babam olduğunu bilmediğim zamanlardan Zeus’un gönderdiğini bilemezdim.” Kaşlarını çattı.
“O sen değilsin değil mi? Kehanetteki?” gülümsedim.
“Hayır değilim… Ben II. Dünya Savaşından önce doğdum Kheiron olamam…” başıyla onayladı.
“Önümde 16 yaşında dinç bir genç bayan duruyor ama…” güldü kocaman kahkahalarla. “Gidip Percy ve Annabeth ile tanış. Onlar sana yolculuk için yardımcı olurlar.” Onayladım ve Yaren’in psişik güçleriyle yolladığı valizimi alıp Büyük Ev’den çıktım. Biraz ilerde su çeşmesinin yanında durdum. Cebimden bir altın drahmi çıkarıp suya attım. (Drahmi: Para birimi)
“Ey Görüntülerin, Haberleşmenin tanrıçası İris, kabul eyle adağımı…” su parıldadı. Yumuşak bir jel halini aldı.
“Yaren Yumak, Tapınak, Trabzon.” Jel gibi olan su kaşıkla alışmışçasına yükseldi ve aşağı doğru aktı. Kaşıktaki su bitmeden onunla konuşmalıydım. Yaren belirdi. Elinde yazmalarıyla bir sağa bir sola koşuşturuyordu. Beni fark etti bir anda ve yazmalarını ateşgedesine attı.
“Peri, demek vardın! Nasıl gidiyor, iyisin değil mi?” başımı salladım.
“Evet, mükemmelim Missyline. Şey… Pardon, Yaren… Alışkanlık…”
“Önemli değil, saçlarına ne oldu senin? Berbat haldeler!”
“Ya evet sorma, eski bir tanıdığa uğrayacağım birazdan, o halleder kanımca…”
“Peki, güzelim… Kendine iyi bak seni çok seviyoruz. Luna seni çok özlüyor. Hatta bir ara valizinin içine girecekti zor ikna ettik.” Gülümsedim.
“Luna’ya söyle onu çok özledim. Öpüyorum sizi sanırım vakit doluyor…” Kaşıktaki suyun son damlası da yere düştü. Görüntü kaybolmadan önce tapınağa giren kahverengi kısa saçlı bir kız gördüm. Eda olmalıydı. Onu da çok özlemiştim. Valizimi sırtladım ve kulübelere doğru yöneldim. 11 numaralı Hermes Kulübesine girdim. Eski arkadaşım Annie orada olmalıydı. Çok güzel saç yapardı. Daha 6 yaşındaydı ben gittiğimde. Şimdi 16 olmalı. Ebeveynini tanımayanlardandı o da… Acaba bulmuş mudur? Kapının eski tokmağını elimde yavaşça çevirdim. Çevirmemle birlikte çilli, bronz tenli bir kız üzerime atladı.
“HELEN! Döndün demek ablacım! Seni çoooook özledim, bitanem… Muahh” beni öpücük yağmuruna tutmuştu küçük Annie.
“Ben de Annie, ama burada fazla kalamayacağım. Bir işim var.”
“Olsun, aynı kulübedeyiz sonucunda Heleeeen…”
“Şey… Annie, ben ebeveynimi öğrendim. Zeus…”
“İnanmıyorum ya, Percy de böyle yaptı!” şu Percy kim merak ediyorum doğrusu.
“Canım, üzülme sonucunda göreceksin beni…”
“Ama beraber yemek yiyemeyeceğiz.” O da doğru ya…
“Üzgünüm Annie…” bana dikkatle baktı küçük kız.
“Sana NE çarptı böyle? Minotorla mı dövüştün, yoksa Telekineler mi saldırdı?”
“Neden?”
“Şu güzelim altın sarısı saçlarının haline bir bak ne olur! Kahküllerin gözüne girmiş! Saçların omuz hizanda! Porsumuuuuuş! Kim çıkardı bu işi kim?” “Nico,” “Deliydi felan ama bu kadarını beklemezdim ondan! Otur bakiyim önüme! Seni şöyle bir elden geçireyim. Ayıptır yahu!” Saçlarımı bir matara dolusu suyla yıkadı. Çilek tarlarından topladığı birkaç çileği havanda döverek suyunu çıkardı. Orman perilerinin yardımıyla çilek losyonu yaptı ondan ve şampuan gibi kullandı saçlarımda. Sırtıma ve omuzlarıma bir havlu serdi. Hafifçe kuruttu saçlarımı. Biraz nemli kaldılar. İnce telli bir fırça tarakla narince taradı. Kahküllerimi ayırdı ve kesmek için bir makas çıkardı. Ama kesmesine izin vermedim. Bence böyle daha havalılar. Arka kısma bir şekil verdikten sonra uçlarından hafifçe kesti. Sonra da atkuyruğu biçiminde topladı. Serdiği havluyu omuzlarımdan aldı ve saçımın ıslak kalan uçlarını sildi.
“Eh, idare ediyorsun. Dur sana Melez Kampı tişörtü vereyim.” Of, şu kampın tek sevmediğim yanı turuncu melez kampı tişörtüdür. Elinde tişörtle geldi hemen.
“Al hemen giy.”
“Sevmediğimi biliyorsun.”dedim soğukça.
“Bana ne canım giy işte.” Üzerimdeki siviti çıkarıp melez kampı tişörtünü giydim.
“Berbat bir şey! Sentor kanı gibi kokuyor!”
“Ah, yapma bunu!” Annie’yi tersleyip Hermes Kulübesinden çıktım. Çok şımarmıştı bu kız. 11. kulübeden uzaklaşarak Athena Kulübesine gittim. Orada tıpkı Annie gibi bir arkadaşım olmalıydı. Dean… Tüm Athena çocuklarından farklı olarak zenciydi. Hemen kulübenin kapısını çaldım. Bir kız kapıyı açtı. Kahverengi saçları ve ela gözleri vardı. Şirin bir yüze sahipti, 14 yaşında gösteriyordu. Uzun, şık ve capcanlıydı.
“Merhaba, ben Helen, Dean içerde mi?”
“Merhaba, ben Cher… Bir dakika lütfen,” Zarif kız balerin gibi süzülerek içeri girdi. Gülümseyerek geri döndü ve beni içeri buyur etti.
“Teşekkür ederim Cher,”dedim beni Dean’ın yanına götürdüğünde.
“Ne demek Helen,”dedi kıkırdayarak. Bu kız dikkatimi çekmişti.
“Dean!”
“Helen!?” birbirimize sarıldık uzun uzun. Dean çok değişmişti. Kıvırcık kısa saçları uzamıştı ve düzdü. Vücut çalışmış gibiydi, kaslıydı. Suratının eski çocuksu havası gitmişti. 25 yaşında dinç bir adamın yüzüydü bu gördüğüm. Hele çenesinin dibindeki bir tutam sakal!? Moda kaçkınıydı resmen! Ona da hikâyemi anlattıktan sonra yanından 7 adet kamp kitabıyla ayrıldım.
“Lanet! Ne kadar da ağırlar!”
“Yardımcı olabilir miyim?” arkamı döndüm. Dean’dan daha kaslı acayip bir çocuk vardı arkamda. Aynı Dean gibiydi ama yemin ederim ki çok daha yakışıklı ve tatlıydı. Ve gözleri ışıldayarak bakıyordu bana. Dikkat ettim de her zaman bu kampta bana böyle baktılar. Alıştım artık.
“Te-teşekkür ederim, ben Helen,”dedim kitapları bırakırken kaslı kollarına. Kekelemiştim yahu!
“Ne demek,”diyerek beyaz, inci dişlerini gösterdi çocuk. “Ben de Hephaestus Kulübesinden Fajtor Bianco.” Gülümsedim. Kulübeme kadar gelmek istedi. Sessizce yürüdük. Hera’nın kulübesinin ordayken kitapları bırakmasını söyledim.
“Rahatsız mı oldun benden? Hem hangi kulübedensin bakayım sen?”
“Zeus,”
“Yüce Zeus adına! Kabalık ettiysem üzgünüm, Matmazel!”
“Yok, canım, Fransız asıllı mısın?”
“Şeyy, evet! Ben gideyim!” çocuk tabanları yağlayıp kaçtı resmen. O kadar mı korkunçtur, Zeus? Valizimi sırtıma tekrar oturttum ve kitaplarımı Zeus kulübesinin eşiğine dizdim. Derin bir nefes aldım.
‘ Hazırım… Hem neyden korkuyorum ya ben? Kirke yok ya kapının ardında! ’
Yavaşça kapıyı ittirdim. İçeriyi bile göremeden arkamdan bir ses geldi.
“Giremezsin!” Atkuyruğu saçlarımı savurarak arkamı döndüm. Siyah dağınık saçlı, mavi-yeşil gözlü, bir hayli yakışıklı (kampta gördüğüm Fajtor’dan bile yakışıklı tek insan!), uzun boylu bir çocuk vardı karşımda. Bana amaçsızca bakıyordu. Sanırım ağzı açık kalmıştı. Yok, kendi güzelliğimi vurgulamak için söylemiyorum. Cidden ağzı açıktı!
“Girebilirim bence,”dedim gülümseyerek. Çocuk bana kaşları havada bir bakış attı.
“Yeni geldin sanırım,” sanırım şimdi hava atacak
“ben Percy Jackson, Poseidon’un oğluyum. Ve sen şimdilik Hermes kulübesinde kalmalısın, orası Zeus’un kulübesi ve genellikle boştur.” Güldüm.
“Seninle böyle tanışmayı ummamıştım, Percy.”diyerek elimi uzattım. “Ben Helen Grace.” (Evet, soyadım Grace. Zeus çocuklarına hastır. Soyadını bilmiyorsan Grace de.) “Zeus’un kızıyım.”
Güneşin ilk ışıkları göz kapaklarıma vuruyordu. Herhalde kampa varmıştım. Gözlerimi hafifçe araladım. Ambrosia ve nektar kokusu burnumu hafifçe gıdıklıyordu. Başucumda Kheiron vardı. Yaşlanmamıştı hala hatırladığım Kheiron vardı karşımda. Sıcacık gülümseyişiyle bana bakıyordu.
“En yetenekli öğrencim –Herkül ün kulakları çınlasın..- demek geri döndün Helen…” Hemen Kheiron’a sarıldım. Islak köpek gibi kokuyordu ama umurumda değildi.
“Sizi çok özledim, Efendim. Ben yokken başınıza ne gibi dertler açtınız?” gözleri hüzünlendi uzun boylu sentorun. At vücudundaki tüm kıllar diken diken oldu.
“Titanlar savaş başlatacak güzel Helen, hazırlık yapıyoruz. Bu sefer kurtulamayabiliriz…”uzun bir sessizlik oldu. “Seni hangi rüzgâr perisi yolladı buraya?” hüzünlenme sırası bendeydi.
“Endymion… Sevgilimi benden aldılar Kheiron… Onu bulmam gerekiyor.”
“Yüce Endymion’a ne oldu?”
“Uzun hikâye Kheiron… Lanete uğradı ve görev izni almam gerekiyor.”
“Biliyorsun ki, görev izni için en az 5 gün kampta bulunman gerek… Hadi anlat bana Helen neler oldu?” Endymion’un başına gelenleri anlatmaya başladım. Kirke’yi, yolladığı kara laneti, Nico’yla konuşmamızı. Can kulağıyla dinledi beni yaşlı sentor. Kıvırcık saçlarının ağarmış kısımlarını lastik bir tokayla topladı. Ben anlattım o dinledi. Konuşmam bittiğinde gökyüzü mavi serinliğini bırakmış yerini kızıl sıcaklığa bırakmıştı. Sentor bıkmadan dinlemişti beni. Arada bir yorum yapmıştı. Sözüm bitince “Erre es koragas!”demişti. Hatırladığım kadarıyla kuzgunlar alsın canını demek oluyordu bu. Elini yan taraftaki çekmeceye attı. Biraz karıştırdıktan sonra aradığını buldu.
“MAİA!” ilahi silahım Maia… Görmeyeli uzun zaman olmuştu. Maia, yağmur perisi anlamına geliyordu Eski Yunancada. İlyada’ da adı geçiyordu. Maia bir asaydı. Her şeye dönüşebilen bir asa… Bir kılıç, bir ok, bir kalkan, bir mızrak… O her şeydi benim için. Olympos’un zirvesindeki Zeus kartalının tüyünden ve ardıç kabuğundan yapılmıştı. Anka teleğiyle tutturulmuştu. Bir zamanlar Aegis ile birlikte kullanıyordum onu. Bir ara da Anaklusmos’u kullanıyordum. Ama huzuru Maia da bulmuştum.
“Teşekkürler Kheiron, bu inanılmaz hediyenin vaktiyle babam olduğunu bilmediğim zamanlardan Zeus’un gönderdiğini bilemezdim.” Kaşlarını çattı.
“O sen değilsin değil mi? Kehanetteki?” gülümsedim.
“Hayır değilim… Ben II. Dünya Savaşından önce doğdum Kheiron olamam…” başıyla onayladı.
“Önümde 16 yaşında dinç bir genç bayan duruyor ama…” güldü kocaman kahkahalarla. “Gidip Percy ve Annabeth ile tanış. Onlar sana yolculuk için yardımcı olurlar.” Onayladım ve Yaren’in psişik güçleriyle yolladığı valizimi alıp Büyük Ev’den çıktım. Biraz ilerde su çeşmesinin yanında durdum. Cebimden bir altın drahmi çıkarıp suya attım. (Drahmi: Para birimi)
“Ey Görüntülerin, Haberleşmenin tanrıçası İris, kabul eyle adağımı…” su parıldadı. Yumuşak bir jel halini aldı.
“Yaren Yumak, Tapınak, Trabzon.” Jel gibi olan su kaşıkla alışmışçasına yükseldi ve aşağı doğru aktı. Kaşıktaki su bitmeden onunla konuşmalıydım. Yaren belirdi. Elinde yazmalarıyla bir sağa bir sola koşuşturuyordu. Beni fark etti bir anda ve yazmalarını ateşgedesine attı.
“Peri, demek vardın! Nasıl gidiyor, iyisin değil mi?” başımı salladım.
“Evet, mükemmelim Missyline. Şey… Pardon, Yaren… Alışkanlık…”
“Önemli değil, saçlarına ne oldu senin? Berbat haldeler!”
“Ya evet sorma, eski bir tanıdığa uğrayacağım birazdan, o halleder kanımca…”
“Peki, güzelim… Kendine iyi bak seni çok seviyoruz. Luna seni çok özlüyor. Hatta bir ara valizinin içine girecekti zor ikna ettik.” Gülümsedim.
“Luna’ya söyle onu çok özledim. Öpüyorum sizi sanırım vakit doluyor…” Kaşıktaki suyun son damlası da yere düştü. Görüntü kaybolmadan önce tapınağa giren kahverengi kısa saçlı bir kız gördüm. Eda olmalıydı. Onu da çok özlemiştim. Valizimi sırtladım ve kulübelere doğru yöneldim. 11 numaralı Hermes Kulübesine girdim. Eski arkadaşım Annie orada olmalıydı. Çok güzel saç yapardı. Daha 6 yaşındaydı ben gittiğimde. Şimdi 16 olmalı. Ebeveynini tanımayanlardandı o da… Acaba bulmuş mudur? Kapının eski tokmağını elimde yavaşça çevirdim. Çevirmemle birlikte çilli, bronz tenli bir kız üzerime atladı.
“HELEN! Döndün demek ablacım! Seni çoooook özledim, bitanem… Muahh” beni öpücük yağmuruna tutmuştu küçük Annie.
“Ben de Annie, ama burada fazla kalamayacağım. Bir işim var.”
“Olsun, aynı kulübedeyiz sonucunda Heleeeen…”
“Şey… Annie, ben ebeveynimi öğrendim. Zeus…”
“İnanmıyorum ya, Percy de böyle yaptı!” şu Percy kim merak ediyorum doğrusu.
“Canım, üzülme sonucunda göreceksin beni…”
“Ama beraber yemek yiyemeyeceğiz.” O da doğru ya…
“Üzgünüm Annie…” bana dikkatle baktı küçük kız.
“Sana NE çarptı böyle? Minotorla mı dövüştün, yoksa Telekineler mi saldırdı?”
“Neden?”
“Şu güzelim altın sarısı saçlarının haline bir bak ne olur! Kahküllerin gözüne girmiş! Saçların omuz hizanda! Porsumuuuuuş! Kim çıkardı bu işi kim?” “Nico,” “Deliydi felan ama bu kadarını beklemezdim ondan! Otur bakiyim önüme! Seni şöyle bir elden geçireyim. Ayıptır yahu!” Saçlarımı bir matara dolusu suyla yıkadı. Çilek tarlarından topladığı birkaç çileği havanda döverek suyunu çıkardı. Orman perilerinin yardımıyla çilek losyonu yaptı ondan ve şampuan gibi kullandı saçlarımda. Sırtıma ve omuzlarıma bir havlu serdi. Hafifçe kuruttu saçlarımı. Biraz nemli kaldılar. İnce telli bir fırça tarakla narince taradı. Kahküllerimi ayırdı ve kesmek için bir makas çıkardı. Ama kesmesine izin vermedim. Bence böyle daha havalılar. Arka kısma bir şekil verdikten sonra uçlarından hafifçe kesti. Sonra da atkuyruğu biçiminde topladı. Serdiği havluyu omuzlarımdan aldı ve saçımın ıslak kalan uçlarını sildi.
“Eh, idare ediyorsun. Dur sana Melez Kampı tişörtü vereyim.” Of, şu kampın tek sevmediğim yanı turuncu melez kampı tişörtüdür. Elinde tişörtle geldi hemen.
“Al hemen giy.”
“Sevmediğimi biliyorsun.”dedim soğukça.
“Bana ne canım giy işte.” Üzerimdeki siviti çıkarıp melez kampı tişörtünü giydim.
“Berbat bir şey! Sentor kanı gibi kokuyor!”
“Ah, yapma bunu!” Annie’yi tersleyip Hermes Kulübesinden çıktım. Çok şımarmıştı bu kız. 11. kulübeden uzaklaşarak Athena Kulübesine gittim. Orada tıpkı Annie gibi bir arkadaşım olmalıydı. Dean… Tüm Athena çocuklarından farklı olarak zenciydi. Hemen kulübenin kapısını çaldım. Bir kız kapıyı açtı. Kahverengi saçları ve ela gözleri vardı. Şirin bir yüze sahipti, 14 yaşında gösteriyordu. Uzun, şık ve capcanlıydı.
“Merhaba, ben Helen, Dean içerde mi?”
“Merhaba, ben Cher… Bir dakika lütfen,” Zarif kız balerin gibi süzülerek içeri girdi. Gülümseyerek geri döndü ve beni içeri buyur etti.
“Teşekkür ederim Cher,”dedim beni Dean’ın yanına götürdüğünde.
“Ne demek Helen,”dedi kıkırdayarak. Bu kız dikkatimi çekmişti.
“Dean!”
“Helen!?” birbirimize sarıldık uzun uzun. Dean çok değişmişti. Kıvırcık kısa saçları uzamıştı ve düzdü. Vücut çalışmış gibiydi, kaslıydı. Suratının eski çocuksu havası gitmişti. 25 yaşında dinç bir adamın yüzüydü bu gördüğüm. Hele çenesinin dibindeki bir tutam sakal!? Moda kaçkınıydı resmen! Ona da hikâyemi anlattıktan sonra yanından 7 adet kamp kitabıyla ayrıldım.
“Lanet! Ne kadar da ağırlar!”
“Yardımcı olabilir miyim?” arkamı döndüm. Dean’dan daha kaslı acayip bir çocuk vardı arkamda. Aynı Dean gibiydi ama yemin ederim ki çok daha yakışıklı ve tatlıydı. Ve gözleri ışıldayarak bakıyordu bana. Dikkat ettim de her zaman bu kampta bana böyle baktılar. Alıştım artık.
“Te-teşekkür ederim, ben Helen,”dedim kitapları bırakırken kaslı kollarına. Kekelemiştim yahu!
“Ne demek,”diyerek beyaz, inci dişlerini gösterdi çocuk. “Ben de Hephaestus Kulübesinden Fajtor Bianco.” Gülümsedim. Kulübeme kadar gelmek istedi. Sessizce yürüdük. Hera’nın kulübesinin ordayken kitapları bırakmasını söyledim.
“Rahatsız mı oldun benden? Hem hangi kulübedensin bakayım sen?”
“Zeus,”
“Yüce Zeus adına! Kabalık ettiysem üzgünüm, Matmazel!”
“Yok, canım, Fransız asıllı mısın?”
“Şeyy, evet! Ben gideyim!” çocuk tabanları yağlayıp kaçtı resmen. O kadar mı korkunçtur, Zeus? Valizimi sırtıma tekrar oturttum ve kitaplarımı Zeus kulübesinin eşiğine dizdim. Derin bir nefes aldım.
‘ Hazırım… Hem neyden korkuyorum ya ben? Kirke yok ya kapının ardında! ’
Yavaşça kapıyı ittirdim. İçeriyi bile göremeden arkamdan bir ses geldi.
“Giremezsin!” Atkuyruğu saçlarımı savurarak arkamı döndüm. Siyah dağınık saçlı, mavi-yeşil gözlü, bir hayli yakışıklı (kampta gördüğüm Fajtor’dan bile yakışıklı tek insan!), uzun boylu bir çocuk vardı karşımda. Bana amaçsızca bakıyordu. Sanırım ağzı açık kalmıştı. Yok, kendi güzelliğimi vurgulamak için söylemiyorum. Cidden ağzı açıktı!
“Girebilirim bence,”dedim gülümseyerek. Çocuk bana kaşları havada bir bakış attı.
“Yeni geldin sanırım,” sanırım şimdi hava atacak

“Seninle böyle tanışmayı ummamıştım, Percy.”diyerek elimi uzattım. “Ben Helen Grace.” (Evet, soyadım Grace. Zeus çocuklarına hastır. Soyadını bilmiyorsan Grace de.) “Zeus’un kızıyım.”
I'm the bone of my sword.


Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~
hava atmaya calısan Percy nın sonu
= Mort
Bir dahaki bölümü percyden dinleyecegız acaba cddn hva mı atıyordu? Bu arada yeni krakterlerimiz var.. Cher ve Fajtor (inanın isimleri cok aradım qooqle sağ olsunn) bakalım onların Helen e katkısı ne olacak? Bu Maia ne iş görür, Aegis ne Anaklusmos ne öğrenecegız

Bir dahaki bölümü percyden dinleyecegız acaba cddn hva mı atıyordu? Bu arada yeni krakterlerimiz var.. Cher ve Fajtor (inanın isimleri cok aradım qooqle sağ olsunn) bakalım onların Helen e katkısı ne olacak? Bu Maia ne iş görür, Aegis ne Anaklusmos ne öğrenecegız

I'm the bone of my sword.


ben hepsini biliyorum kıh kıh khıııııııııııııııııııııııııııııııııııhhhhhhhh
çok güzel olmuş tüm laflarımı geri aldım
işin içine perinin pardon helenin güzelliği karışınca süper oldu
çok güzel olmuş bu bölümmmm
gerçi sm de yunan ve roma mitleriyle bağıntılı o yüzden yadırgamamaya başladım
neyse ama lütfen sm ye geri dönelim ayrıca percy yüzünden mamoruyu unutmayalım

çok güzel olmuş tüm laflarımı geri aldım

işin içine perinin pardon helenin güzelliği karışınca süper oldu

çok güzel olmuş bu bölümmmm
gerçi sm de yunan ve roma mitleriyle bağıntılı o yüzden yadırgamamaya başladım

neyse ama lütfen sm ye geri dönelim ayrıca percy yüzünden mamoruyu unutmayalım

Tavuklar çiçek açmış ellerinde poğaça... Madem yüzme bilmiyon niye çıktın ağaca? Alakaya maydonoz bu ne biçim lacivert? Seni çok özledim, Yaşasın cumhuriyet!
FiRe SouL seni seviyorummmm <3


FiRe SouL seni seviyorummmm <3
Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~
mini-usagi yazmış:
sevindim ^^
percy taş gibi çocuk





bi dahaki bölüm 2-3 bölüm sonra, bu aralar çok yorum alamıyor hikayem bu yüzden gerçekten çok üzülüyorum..

I'm the bone of my sword.


Bu mesaja teşekkür edenler (1 kişi): Daisy~

DarChi yazmış:
puhahaaa

ben oraya tikat etmemişim



Tavuklar çiçek açmış ellerinde poğaça... Madem yüzme bilmiyon niye çıktın ağaca? Alakaya maydonoz bu ne biçim lacivert? Seni çok özledim, Yaşasın cumhuriyet!
FiRe SouL seni seviyorummmm <3


FiRe SouL seni seviyorummmm <3


15. sayfa (Toplam 22 sayfa) [ 330 mesaj ] |
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız |