Etraf sessizdi, fazla sessiz... Ne bir kuşun cıvıldaması, ne bir araba gürültüsü ne de çocuk sesleri. Spor ayakkabımın yürürken tabanda çıkardığı sesi bile duyamıyordum. Burası hep böyle miydi yani? Fazla sıkıcı...
Bu sessizliği bir anda kafama şap şup diye damlamaya başlayan yağmur bozmuştu. Başladığı anda fazlalaşan bir yağmur. Burası gerçekten sıkıcı... Beni hiç mi düşünmediler yani lütfen bir ses verin!
Ama doğru, siz olayı bilmiyorsunuz. Sanırım anlatmaya üç gün öncesinden başlamalıyım...
Okuldan eve geldim ve gördüğüm şey ne mi, koca bir hayal kırıklığı! Evimizin kapısı ardına dek açık, bahçedeki tek bir süs bile yerinde değil ve kapının önünde devasa bir nakliye arabası. Terden üstlerine yapışmış atletleriyle, güneşten yanmış yüzleriyle birkaç adam eşyalarımızı kapıdan dışarı taşıyordu. Hava çok sıcaktı tabii burası gibi değil. Adamlardan birinin elinde kapıdan çıkarken koyu mor renkte etrafı inci süslemeli tülleri lambasının yanından sarkan abajurumu görünce deliye döndüm. Hemen koşarak adamın yanına gittim.
"Hey, dikkat et ona!"
Adam beni şöyle bir süzdü sonra yoluna devam ederek arkasına bile bakmadan "İşimi bana öğretme küçük kız." dedi.
Küçük kız öyle mi? O neydi lafını düzgün seçemeyen kötü adam mı? Arkasından hızlı hızlı yürüyüp tam kapının çıkışındaki pembe pembe açmış Güneş'e doğru yönelen çiçeklerin yanında, adamın önünde durdum.
"Onu ver bana kendim hallederim."
Adam hiç diretmeden verdi ve eliyle alnındaki terleri sildi. Belli ki bıkmıştı o da. Aldım ve hızlı adımlarla evin kapısına yöneldim. Tam kapıda adamlardan biriyle konuşan babamı gördüm.
"Hayır hayır sadece Washington'a kadar siz götüreceksiniz. Bunun için 100 $ biraz fazla değil mi?" diyordu babam.
"Hayır beyefendi kesin kararım bu." diyordu adam.
"Peki o zaman daha fazlası kâr ettirmeyecek."
Adam kafasını zafer kazanmış bir edayla salladı ve kapıdan bana sürtünerek geçti çünkü zaten geçmesi için fazla yer yoktu . O iri yarı vücudu nasıl sığmıştı bilemiyordum ama geçmişti. Bunları boşverip sinirle babama döndüm.
"Baba bu ne demek oluyor?"
Beni yeni fark etmiş gibi elindeki kağıttan başını kaldırdı.
"Taşınıyoruz."
Taşınıyoruz, bu mu yani bu kadar kolay mı? Lütfen lütfen şaka yapıyorsun. Yüzünü yine elindeki kağıda çevirmişti sanırım bir haritaydı.
"Baba yüzüme bak!"
Yüzüme umursamaz bir tavırla baktı ve dedi ki:
"Evet baktım."
Bu benim babam olamazdı, olamazdı bu kadar umursamaz, düşüncesiz, asla... Bu evde ne kadar anım olduğunu o da biliyordu. Annemle birlikte bu evde o kadar şey yapmıştık ki... Annem öldüğünde babam başka bir kadınla evlendi. Beni annesiz bırakmamak içinmiş. Lütfen yani annemin yerine nasıl geçebilirdi ki? Kendi başımın çaresine de bakabilirdim. Babam beni bu tavırlarıyla çileden çıkarıyordu. O kadınla evlendiğinden beri değişmişti zaten. Sadece 10 yaşındaydım. 5 yıl geçti aradan ve babam gerçekten çok değişti. O kadını da asla sevmemiştim. Mia, korkunç bir kadındı. Yani en azından bana göre öyle. Annem gibi olamadı asla, gerçi buna çabalamadı da. Sadece parası için evlendi babamla o kadın. Düşündükçe geriliyorum.
"Baba bunu sen söylüyor olamazsın. O kadın mı istiyor taşınmamızı, onun isteği benimkinden daha mı önemli? Lütfen baba burayı terk edemeyiz. Asla bırakmam..."
Bunları söylerken elimdeki abajurun kadife zemini gözyaşlarımla ıslanıyordu. Bunu bana annem hediye etmişti 7. yaş günümde. Bana iyi şans getirmesi için... Bu yüzden ona çok, hem de çok değer veriyordum.
Babam sanki sinirlenmiş gibi yüzüme hışımla baktı:
"Taşınıyoruz o kadar!"
Elindeki kağıdı yandaki masaya bıraktı ve hızla merdivenleri tırmandı. Artıkyere çöküp kendimi koyvermiştim. Ağlıyordum, hem de hüngür hüngür. Açık pembe boyalı evimi terk edemezdim. Delirmişlerdi onlar. Olamazdı...
Masanın üstündeki haritaya baktım. Altında yazıyordu:
Mairo, Washington
-----
Arabada yağan yağmurun altında ilerliyorduk. Washington'ın sınırları içine girmiştik, girer girmez de yağmur başlamıştı zaten. Hiç sevmemiştim burayı. DC de değildi zaten ne özelliği varsa artık...
Mia önden sesleniyor. O kadın bana hep yapmacık gelmiştir.
"Lian, tatlım yeni evimize çok yaklaştık beğeneceğinden eminim!"
Ya, ya ne demezsin? Sesinde öyle bir yapmacıklık vardı ki zorla gülümsüyordu ve tatlım kelimesi de ağzından zorlukla çıkmıştı. 'Nefret edeceğinden eminim..' dermiş gibi hissetmiştim.
Eve yaklaştıkça artık arabanın ısıtıcısı da işe yaramıyordu. Hava çok soğuktu. Bir yaz günü bu kadar soğuk olması mantıklı mıydı? Bence hayır. Bir terslik vardı ve bence bu üvey annemden kaynaklanyıordu. Yeni girdiğimiz şehri bile benim için çekilmez yapıyormuş gibi düşünüyordum. Aslında her şeyin o kadar kolay olmadığını sonradan anlayacaktım.
Eve gelmiştik. Kargo aracı da arkamızdan. Ev çok eski gibi duruyordu. Boyaları sökülüyordu. Evlerin ve pencerelerin dışındaki demir parmaklıklar çeşitli desenlerdeydi. Daha çok siyah-gri renkte olan bina soluk renkteydi ve görenin tüylerini ürpertiyordu. Üvey annemin çirkin sesi yine peşimi bırakmamıştı.
"Tatlım bu ev 50 yıldan beri hiç ev sahibi konuk etmemiş. Çeşitli hayalet hikayeleri varmış. Hahahaha çok komik değil mi?"
Evet ne demezsin türünden bir şeyler homurdandım. Sonra yeni odama geçtim. Adamlar istediğim gibi yerleştirdi eşyalarımı. Yalnız mavi-mor renkteki mobilyalarım gri-siyah ve boyaları sökülen odaya hiç uymamıştı. Mia kontrole gelmişti. Çaresizce dudağımı büküp ona buradan nefret ettiğimi göstermek istedim. Hareketimi anlamamazlıktan geldi, veya gerçekten anlamadı, çünkü saçma sapan şeyler söyledi sanki tüm sorunum buymuş gibi.
"Hayatım..." Hayatım mı, ilk kez duymuştum bunu. "...odana ve tüm eve badana yapmak için 2 hafta sonra gelecek işçileri çağırdım. Bence o çirkin abajuru odana koyma çünkü odanın düzenini bozuyor."
Yumruklarımı sıktım. Kapıya kadar gidip,
"Bu seni hiç mi hiç İLGİLENDİRMEZ!" diyerek kapıyı çarptım. Sonra kendimi yatağa attım. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Uyumuşum.
Rüyamda annem eski evimize geliyordu, içerileri teker teker dolaşıyordu, sessizce, hayalet gibi... Hatırladım, o zaten ölmüştü ama orada gerçekten varmış gibiydi, o güzel kokusunu duyabiliyordum. Odaları gezdi. En son benim odama geldi ve camdaki satılık ilanını gördü. Ellerini ilana sürttü. İlandan cama, oradan da duvarlara sürterek, bir yandan da gözlerine akın eden yaşları engellemeye çalışarak odamda dolaştı durdu. Birden dışarıda her zaman iyi olan havada şimşekler çakmaya, gök gürlemeye başladı. Annem koşa koşa aşağıya indi. Kapıyı açınca yerde kanlar içinde bir kız gördü. Kız benden çok daha küçüktü. Kestane rengi saçları yüzüne yapışmıştı. Ela gözleri son kez anneme bakıp:"Anne..." diyebildi sonra sonsuza dek kapandı. Bu kız benim 10 yaşımdaki halimdi. Birden etrafta kime ait olduğunu bilmediğim bir çığlık yankılandı ve her şey birbirine karışarak karanlıkta yok oldu.
Uyanmıştım.
Çığlık sesi rüya değildi gerçekten vardı ve kesik kesik bağrıyordu. Ne yalan söyleyeyim gördüğüm rüyadan sonra çok kormuştum ve hemen yorganın altına saklandım.
---------------------------------
İlk bölüm arkadaşlar umarım beğenmişsinizdir. *rol tanrısı* yani Aslı'm ve ben birlikte fanfic yazmaya karar verdik bu da ilk bölümümüz, umarım beğenirsiniz =D
!DİKKAT!
Oyunuzu kullanırken ve yorum yaparken bunun ilk bölüm yani giriş bölümü olmasına, fantastik bir hikaye olacak olmasına ve alanında değerlendirilmesine dikkat ediniz. Çok mu akademik oldu ya asdasdfadsa xD
Bu arada ben Hotaru_Usagi =D
Edit: Bu da FanFicimizin ilk acemi kapağı. Arkadaşlar özenemedim gomen ne =D Hikayeyi yazmaya dalmışım aceleye geldi çok sade oldu ve güzel olmadı ama bu ilk idare edin sonra Aslı^mla beraber yine yaparız
Spoiler:
Yorganın altında hiçbirşey düşünemiyordum.Dişlerimin birbirine değme sesinden başka...Bir süre öylece bekledim.Ses kesilmişti.
Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladılar.Çok yorulmuştum.Annemi düşündüm bir an fakat göz kapaklarım inatla daha da ağırlaşıyor ve düşünmeme izin vermiyordu.
Tekrar bir ses duydum.Feci bir çığlıktı.Yerimde duramazdım normalde bu sesi duyduktan sonra , gözlerimi bir an bile kırpamazdım.Kimse yapamazdı.Fakat neden hala gözlerimi
açmakta zorlanıyordum?O an bunun yorgunluğun verdiği bir durum olmadığını anladım.Tuhaf birşey vardı.Feci ses hala kulaklarımı tırmalıyordu.Sonra ses yavaş yavaş zayıfladı
ve sonunda tamamen kayboldu.Uyumuş olmalıyım daha sonrasını hiç hatırlamıyorum.Uyandığımda hasta gibi hissediyordum.Kalkmak istedim fakat bedenim sanki çok yavaş hareket
ediyordu.Güçlükle hazırlanabildim ve aşağı indim.Babam sofradan kalkıyordu.Kahvaltısını çoktan yapmıştı.Mia ise büyük ihtimalle son lokmalarını yiyordu.Evet,hayat
benim için daha güzel olamazdı herhalde.Öz babam kahvaltı için beni beklememişti.Üvey annem ise bana karşı buz gibiydi.
''Küçük hanımlar sonunda gelebildi demek'' dedi ve yine yapmacık kahkasını bastı.
Bu kadar neşeli olduğuna göre dün gece benim yaşadıklarımı yaşamamışlardı.Fakat nasıl olabilirdi ki bu ? Aynı evde benden başka çığlıklar duyan yok muydu ...
Aklımı kaçırmış olmalıyım diye düşündüm.Canım birşey yemek istemiyordu.Ağzıma birkaç zeytin atıp evden çıktım.Mia ile yalnız kalmaya hiç tahamülüm yoktu.Yeni okuluma doğru
yürümeye başladım.Daha şimdiden eski arkadaşlarımı özledim.Sanki yıllar olmuştu görüşmeyeli...Kendimi çok yaşlı hissettim.Neyseki okul eve oldukça yakındı.Daha fazla
sürüklenerek yürümek zorunda olmadığıma sevindim ve sınıfımı buldum.Sınıfta her yer dolu olduğu için arkalarda bir yere geçtim.Kimseyle konuşacak halim de yoktu tabi.İlk ders
neredeyse kimse varlığımı farketmedi.İkinci ders matematikti.Matematik öğretmeni beni sınıfla tanıştırdı.Bizim sınıftan sorumlu hocamızmış ve sonra konuya geçti.Eski
okulumda daha ileride olduğumuzdan bu konuyu çok iyi biliyordum ve tahtadaki soruların hemen hepsi yaptım.Bayan Deale buna sevindi ve beni tebrik etti.İlk günüm için
güzel birşeydi bu.Gülümseyerek bu okulu da sevebileceğimi düşündüm ve sınıfa göz attım.Ön sıralardan birkaç kız bana buz gibi bakıyordu fakat aldırmayıp dersi dinlemeye
devam ettim.Bugün hep sevdiğim dersler vardı ve okul çabuk geçti.Hazırlanıp çıktım.Eve doğru yürürken içim yine sıkılmaya başladı.Mia'nın sabah benimle alay edişi gözümün
önüne geldi.Sonra babam...Bana karşı çok kayıtsızdı.Sanki tüm sevgisi annemle birlikte mezara gömülmüştü.Üstelik hava da kararıyordu.Gece olmasından korkuyordum,o sesi
tekrar duymaktan,uyuyamamaktan...Ya da hiç uyanamamaktan.
Umarı beğenirsiniz tabii beğeneceksiniz çünkü bu bölümü Aslı^m yani *rol tanrısı* yazdı
Spoiler:
Hava kararmıştı. Eve gittiğimde üvey annem ve babam evde yoklardı. Çantamı yatağımın üstüne attım ve koltuğa oturup gözlerimi kapattım. Elimi alnımın üzerine koyup pencereden dışarısını seyrettim. Bir-iki çocuk yağan yağmurdan kaçmak için hızla koşuyorlardı.
Kalkıp üstümü değiştirdim. Havanın soğukluğuna aldırış etmeden üstüme kahverengi bir tişört geçirdim. Üzerinde en sevdiğim hayvanlar olan kediler vardı. Kedileri çok severim, ufak tefek olurlar ve şirindirler. Aslında bir kedim vardı ama geçen kış benimle onca yılı geçirdikten sonra evden kaçıp sırra kadem bastı. Sanırım öldü, yoksa geri dönerdi. Bunun bir daha olmasından korktum, başka kedi almadım. Ama ondan sonraki her gün bilgisayarımdaki çizim programından kedimin resimlerini çizmeye başladım. Ne yalan söyleyeyim çizimim güzel sanırım, en azından etrafımdaki insanlar böyle söylüyor. Ben sadece içimden geldiği gibi çizerim halbuki, pek özenmem ama güzel oluyormuş demek...
Neden yaptığımı bilmeden kalkıp merdivenlerden indim. Üstüme kaban bile almadan dışarı çıktım. Yağmurlu havada kirlenmesine aldırış etmeden beyaz babetlerimi giydim ve elimi kaprimin cebine sokup başımı öne eğerek yürümeye başladım. Anahtar da almamıştım. Eve gidince nasılsa babamlar evde olurlardı. Olmasalarda umurumda değildi zaten eve girmesem ne olurdu ki? Peh boş versene!
Yoluma çıkan çalı çırpıları eze eze ilerliyordum. Sanki arkamdan bana nutuk çekiyorlarmış gibi geliyordu ama ardıma bakınca sadece ezilmiş dal parçaları görüyordum. İlerledim, ilerledim... Yağmur daha da şiddetlendi. Yaz yağmurları kısa olurmuş. Kim demiş? Buradaki yağmurlar bıkkınlık verecek derecede fazla yağıyor.
İlerlerken önüme bir su birikintisi çıktı. Kendi yansımamı dağınık olarak gördüm ama sanırım uzun, kestane rengi saçlarım yüzüme yapışmıştı. Çok perişan görünüyordum. Ruh halim de görüntüme uyum sağlıyordu zaten. Gittim parka inen taşlı basamakların birine oturup kollarımı dizlerimin üzerinde kavuşturdum. Sonra kafamı da kollarımın üzerine koydum ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Benim çok güçsüz olduğumu düşünebilirsiniz ama normalde ben böyle durup dururken veya zor durumlar dahi olsa pek ağlamam. Sanırım aklıma Mia, babam ve annemle ilgili kurgular gelmişti. Bir süre sonra sustum kafamı kaldırdım ve yine yerde bir su birikintisinde kendimi gördüm. Bu sefer gözlerimin rimeli akmıştı. Durun bir saniye rimel mi? Ben rimel kullanmam ki. Korkmuştum. Hızlıca arkama döndüm. Birikintideki kız ben değildim. Doğru, nasıl anlamamıştım, görüntüdeki kızın saçları siyahtı. Mavimsi siyah. Nedense ben birikintide hiç görünmüyordum. Arkamı döndüğümde gördüğüm kızın yansımasıydı o. Siyah uzun, yağmurdan düzleşmiş gibi duran dalgalı saçları at kuyruğu yapılmıştı. Mavi gözleri ışıltıyla parlıyordu. Üzerindeki siyah tişört ve altındaki lacivert kot birbirine inanılmaz uyumluydu. Kızın kakülünden te gözü görünüyordu. Onun da rimeli akmıştı. Elini omzuma koydu sonra bana sarıldı. Sonra Washington'daki değil, New York'taki evimizin yakınındaki parkta olduğumuzu anladım. Ben de kendimi o kadar büyük hissetmiyordum. 8-9 yaşlarındaydım galiba. Nereden bildiğimi bilmyordum ama biliyordum işte. Sonra birden gözlerimi açtım. Rüyaymış. Bense büzüştüğüm yerde uyuyakalmışım. Rüyamdaki kişinin kim olduğunu çok iyi biliyordum: Ablam, Misaki...
-----
Eve döndüğümde kapıyı Mia açtı. Üstündeki kıyafetten bir gündüz kokteylinden yeni geldiği belli oluyordu. Soluk pembe ve ufak ufak çiçek desenleri olan bir mini elbise giymişti. Yakışmıştı diyemeyeceğim çünkü o kadın bana hiç güzel gelmiyor. Sanırım güzele ne yakışmaz sözünün tersi bu.
Neyse Mia bana pis pis bakıyordu. Toz pembe farları gözlerinin yeşil rengini açmıştı ama yine de hiç güzel değildi. Bakışlarından kaçtım.
"Neredesin sen? Babanı ve tabii ki beni çok endişeye soktun! Üstünün başının haline bak bu kılık hiç bir hanımefendiye yakışıyor mu? Yakışmıyor! Bir de bizi rezil edecek. Üstüne başına dikkat etsene."
'Komiksin,' diye düşündüm ama söyleyemedim. O sırada babam gelip bana nutuk çekmeye başlamıştı çünkü.
"Neredesin sen Lian? Ha, söyle bana! Üstüne başına bak, sudan çıkmış balığa dönmüşsün. Hasta olacaksın yahu. Mia bana haplarımı getirir misin, kızım sen de yukarı çık çabuk."
Mia:
"Ayy tabii hayatım." diyerek hemen mutfağa koştu. Mia'nın arkasından kötü kötü baktım, aynı ona baktığım gibi babama da baktım. Kızı olduğumu hatırlamıştı demek.
"Kızın olduğumu hatırladın sonunda a-fe-rin." diyerek onu alkışladım. Sonra koşa koşa yukarı, odama çıktım. Kapıyı kilitleyip kapının arkasında aşağı doğru kaydım ve başımı ellerimin içine aldım. Olanlar gözümün önünden geçiyordu. Çok sinirliydim bulduğum ilk şeye çatabilirdim ama bir şey beni sakinleştirdi. Saat yaklaşık 22.30'du. Demek o kadar dışarıda kalmıştım ha... Zaten okulun bitmesine bir-iki hafta kaldığı için ödev de vermiyorlardı. Kendi kendime zaman öldürüyordum işte. Çantam bıraktığım yerde, yatağımın üzerindeydi. Beni sakinleştiren şey devam ediyordu. Bir kızın şarkısıydı bu. İnce sesli bir kızın... Sözlerini tam anlayamıyordum ama ritmi çok huzur vericiydi. Sonra birden kendime geldim. Yerden kalkıp elimi kapı kulpunun üzerine koymuştum tam kapıyı açacak haldeydim. Kendime geldiğimde aklıma dank etti. Bu ses gecenin bu yarısı nereden gelebilirdi ki? Sonra müzik gittikçe bir çığlığa dönüştü. Yine aynı şey. Hemen saate baktım. 00.09'u gösteriyordu. Nasıl ya? O kadar zaman nasıl geçebilirdi ki? Çok garipti. Ayrıca yine aynı şey oluyordu o çığlık. İmdat! Çok korkuyorum.
Ben yazdım güzel olmadı Neyse yine de yorum yaparsınız umarım
Spoiler:
Korkuyordum, korkmaya devam ediyordum... Eğer işe el koymazsam bu sonsuza dek böyle sürecekti. Ben ömrüm boyunca her gece bu çığlığı duymak istemiyordum. Ne kadar korksamda halletmek zorundaydım ben. Hafif loş ışığın içinde el yordamıyla masama yürüdüm. Odanın bir köşesinden diğer köşesine gitmiş oldum yani. Bu çığlıkları bir hırsız her gece hayalet süsü vererek bir şeyler çalmak için kullanıyor olabilirdi. Veya bir manyak evlerine dadanmış olabilirdi. Ama o zaman babası ve Mia neden duymasındı ki? Ben yine de her ihtimale karşı masamın altındaki çekmeceden biber gazını aldım ve gerisin geriye kapının olduğu yere döndüm. Kapının kulpunu sessizce çevirdim. -Ben çok sessizimdir. Genelde insanlar beni fark etmezler.- Uzun koridorda yankılanan çığlık artık daha sessizleşmişti ancak yine de rahatsız ediciydi. Sanki bir opera gibi... Çığlık koridorun solundan geliyordu. Yavaş yavaş ilerledim. Ancak hala çığlığın kaynağına gelememiştim. Koridorun sonunda pencere vardı. Üstünde de birçok tablo asılıydı. Pencerenin olduğu duvara dik olan duvarlarda iki tane kapı vardı. Birisi babamın çalışma odası, diğeri ise henüz bomboş ama bej rengi duvarlarıyla içini doldurmamız için adeta yalvaran bir odaydı. Biz ise oraya ne koyacağımıza karar vermemiştik -henüz-. Ses bu boş odadan geliyordu. Korkudan bir an duraksadım. Ancak çığlığın şiddeti gittikçe arttı ve kulaklarımda uğuldamaya başladı. Sanki kafamın içinde hapis kalmış gibiydi. Dışarı çıkmak ister gibi. Kapı kulpunu çevirdim.
Kapıyı açtığınızda karşınıza çıkan ilk şey odanın karşı tarafındaki duvar olduğundan önce oraya dikkat edersiniz. İçeri girersiniz ancak kapının arkanızdan kapandığını da hissetmezsiniz. Hissettiğinizde çok geç olmuştur ve arkanıza bakmaya bir türlü cesaret edemezsiniz. Bunun yerine duvara daha da odaklanıp korkunuzu unutmaya çalışırdınız. İşte aynen öyle olmuştu. Ancak sonra keşke gözlerimi kapatıp öylece bekleseymişim diyorum. Çünkü gördüğüm şeyler yüreğimi hoplatmıştı. Duvara yavaş yavaş, kan kırmızısı mürekkeple, -bir dakika bu zaten kandı!- bir yazı yazılıyordu. Okumaya çalıştım tabii bazı bölümlerini okuyamadım her kim yazıyorsa yazısı iyi değildi bence. "Bu evin tüm laneti sizin üzerinize olsun. Bizi rahatsız ettiniz. Gitmezseniz................................." gerisini okuyamadım işte. Üzerime bir titreme geldi. Çok korkmuştum. Artık o cesaret nereden geldiyse arkamı döndüm. O anda hayatımın en büyük hatasını veya en iyi hareketini yapmıştım. Bunu o zamanlar bilmiyordum. Karşımda duran beyaz saçları -ortalıkta rüzgar olmamasına rağmen- arkasında dalgalanan ve gittikçe daha da uzuyormuş gibi görünen, çok zarif, çok güzel, bir gözü kırmızı diğeri ise mavi olan bir hanımefendi duruyordu. Aslında hanımefendi demek hem doğru hem yanlış olurdu. Benim yaşlarımdaydı ancak üzerindeki orta çağdan fırlama kıyafetler onu bir hanımefendi kadar narin ve alımlı gösteriyordu. Başında birçok değerli taşlardan -mesela yakut, zümrüt gibi- yapılma bir taç vardı. Gümüş kayışı karanlıkta parlıyordu. Dışarıdan giren ay ışığı kulağındaki gümüş küpeleri ve böğründeki, siyah bir altın gibi parlayan yarasa dövmesini görmemi kolaylaştırıyordu. Ah, ne yalan söyleyeyim o anda korkuyu bir kenara bırakıp kılığımdan utanmaya başlamıştım. Ancak suratımın ifadesi değişmemişti. Yani karşımda duran, ne ara oraya koyulduğunu bilmediğim aynadan anlıyordum. Aslında yanaklarım kızarmıştı ancak suratımda bir dehşey ifadesi vardı.
Birden kızın saçları iki tarafından uzayarak kollarımı yakaladı. Ardından beni kendine çekti. Çok hızlı çekmişti ve ben neredeyse yere yapışıyordum ancak dizlerimin üzerine düştüm. Dizlerimin üzerine düştüğümde başım mecburen aşağıya bakıyordu. Ayakkabıları elbisesine uyumlu gri kumaştandı. Üstlerinde birer fiyonk vardı. Ah, hayatımda böyle şık birini görmemiştim sanırım -yani annemden sonra.- . Bu moda merakım da ne zaman çıkmıştı? Ama şu an bunları düşünemezdim. Bakışlarımı yerden kaldırıp kızın yüzüne diktim. Korktuğumu belli etmemek ve onu korkutmak için için sert bir ifade takındım. Tabii ne kadar işime yarayacaksa... Kız yüzüme umursamaz bir şekilde bakıyordu. Gözleri insanı delip geçiyordu sanki... Birazdan saçları beni havaya kaldırdı. Ayaklarım yere basmıyordu. Kız konuşmaya başladı. Sesi hafif metalikti.
"Buraya n'için geldiniz?" çok sakin çıkmıştı sesi ama bir şey diyemedim. Dilim tutulmuştu. Kız bu sefer biraz daha duygularını kontrol edemeden konuştu.
"Cevap verir misiniz hanımefendi? Ah anlamıyorum bu yakın çağ insanları çok dilleri tutulkan oluyorlar. Bayan lütfen cevap veriniz. Biz burada yıllardır sakince yaşarken hangi sebeple bizi rahatsız ettiniz?"
"Bi-bi-bilmiyordum..." diyebildim ve bunun aptalca olduğunu o anda anladım.
"Çığlıklar da sizi kaçıramadı ha, neyse asıl konu bu değil. İstiyorsanız kalın ama düşünüyorum da bize bir özür borçlusunuz."
O sırada arkamdan hayatımda duyduğum en güzel sesi işittim. Ancak aynaya baktığımda kimseyi göremedim. Ses, çok, çok karizmatikti.
"Haydi ama Ann, kıza neden böyle davranıyorsun? Onu korumak için görevlendirilmedik mi?"
'Ne, ne görevi, ne koruması, be-ben mi?'
Arkama baktım, aman Allah'ım! O ne yakışıklılıktı öyle! Tamam erkeklerle pek ilgim alakam yoktur. Hala da yok ama kimse kimsenin hakkını yiyemez. O kız ne kadar güzelse o da o kadar yakışıklıydı işte. Koyu mavi gözleri çok, çok çekiciydi. Siyah saçları biraz dik dikti. Gece göğü renginde bir gömleği vardı. Pantolonu ise bembeyazdı. Üzerinde zincirler bulunuyordu. İşte bu oğlan orta çağdan fırlamış gibi görünmüyordu. Ancak yine de gözlerinde vahşi bir ifade vardı. Belki de hep o ifade oradaydı. Bense şaşkın bakışlarla bir Ann'e, bir de oğlana bakıyordum. Çocuk yaklaştı. Ann'a bakarak:
Sonra adı Ann olan kız ellerini kalçasına koyarak cevap verdi:
"Olsun eğlenmek istiyorum." ardından dudak büktü.
Ann, bu dünyada eğlenmenin de yasak olduğuyla ilgili bir şeyler homurdandıktan sonra bıraktı. Bileklerimi ovuşturdum. Çocuk yanıma geldi ve reverans yaparak:
"Özür dilerim kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Yukio Deralla. Arkadaşım da Ann de Yituo. Kendisi Fransızdır. Ben ise Japon'um. Sizi korumakla görevlendirildik. Çünkü biz..."
"Ya her şeyi hemen açıklayacak mısın?"
O anda fark ettim ki Yukio'nun arkasından Ann'ı görebiliyordum. Gözlerimi ovuşturdum. Tekrar baktım ama değişen bir şey yoktu. Kuşkuyla sordum:
"Eee, acaba neden Bay Yukio'nun arkasından Bayan Ann'ı görebiliyorum?"
Yukio öksürdü. Ann de elini alnına koyarak "Gel de açıkla şimdi" diye mırıldandı. Sonra Yukio sakince:
"Bak çığlık falan atma, bunu sen de yaşayabilirsin eğer o kadar şanslı olursan tabii. Neyse biz hayaletiz."
Hoppalaa, ne hayaleti ya? Neyse biraz korkmuştum tabii ancak bunu ben de yaşayabilirdim. Yani yaşamayadabilir miydim?
"Pe-peki yaşayabilirsin de ne demek?"
"Ee, hayalet olabilmek için bazı özelliklerin olmalı. İyi veya kötü gibi bir şey değil. Yaşayış tarzın gibi. Yani ne kadar dolu yaşadıysan o kadar hayalet olma şansın azalır."
Oh ne kadar güzel ben sadece etrafta dolanırım. Devam etti.
"Yani bu biraz saçma gelebilir ama dolu dolu yaşayanlar hak ettikleri yere giderler. Cennet-Cehennem gibi. Ancak dolu dolu yaşamayanlar birkaç milenyum hayalet olarak kalırlar Dünya'da yapamadıklarını yapsınlar diye."
Kafam allak bullak olmuştu.
"Peki neden beni koruyorsunuz?"
Ann, bir elini duvara yaslarken diğerini de beline koydu.
"Ama her şeyi bir kerede anlatamayız ki."
Yukio:
"Bence de. Sen bizi kimseye anlatma ve lütfen bu gece dinlen. Daha sonra yine geleceğiz. Sana daha çok şey anlatacağız, inan bana."
Neredeyse tamam diyecektim ki aklıma geldi:
"Peki neden beni korkutuyordunuz, yani o çığlıklarla?"
Ann kahkaha attı ve:
"Oh ama seni başka türlü nasıl çağıracaktık ki?"
"Birçok şekilde." dedim dişlerimi gıcırdatarak.
"Ama çok komik görünüyordun kabul et."
Bir de beni mi gözetlemişlerdi? Tamam yeter ama! Ben gidiyordum. Kalkıp kapıya yaklaşmıştım ki Ann'in saçları benim bileğime dolandı yine. Sonra Yukio geldi ve önüme gelen uzun kakülü kenara eliyle itti. Sonra:
"Unutma biz her zaman bu evdeyiz."
"Biliyorum." diye homurdandım.
Sonra gittim. Kapı arkamdan kapandı. Ben de yatağıma uzandım. Saat 01.00'ı geçiyordu. Ah olmaz! İki gün sonra sene sonu sınavım vardı!
Bu sefer bu bölümü de ben yazdım . Umarım beğenirsiniz. Kısa olmamıştır umarım. Çok uğraştım buna 2.30 saat falan Şey bu da bizim Lian Yanghee:
Bu da Ann de Yutio:
Resimleri sağolsun Aslı^m buldu
Umarım beğenirsiniz
Yeni bölüm yeni bölüüm Aslı^m yazdı bu bölümü de yeni bölüm de yolda İyi okumalarr
Spoiler:
Sınava çalışmak istiyorum ama kendimi masa başında düşünürken buluyorum hep.Dün geceyi,Ann'i ve Yukio'yu...
Duvardaki yazıları görünce aklıma, korku filmlerindeki gibi üstleri başları perişan halde korkunç yaratıklar gelmişti.Fakat Yukio ve Ann ilk
anda zihnimde canlandırdıklarımdan çok farklıydı.Garip.Bir hayaletin görünüşüne bu kadar düşkün olacağı hiç aklıma gelmezdi.
Herhalde perişan olan tek şey bendim.Yukio da bana besbelli acımıştı.
Bir de insan hayalet olmayı kendisi nasıl seçebiliyor ki...'İstersen sen de yaşayabilirsin' demişti.Yani onlar hayalet ol-
mayı kendileri mi seçmişti.Fakat karşılığında mutlaka birşey olmalı.Yani durup dururken hayalet olunmaz ki...
"Lian! saat 8.30 bilmem haberin var mı ? "
"İyi de bunu söylemek için biraz geç değil mi , okula geç kaldım..."
Mia ellerini beline koymuş tam homurdanmaya başlamışken deli gibi indim merdivenlerden.
Okulda da aynı sorular bütün gün zihnimi meşgul etmiş durmuştu.Nihayet eve gitmeme son bir ders kaldı.Fakat zaman hiç geçmi-
yordu sanki.Defterime birşeyler çizip oyalanmaya çalıştıysam da faydası olmadı.Başımı ellerimin arasına koyup tahtada yazı-
lanlara baktım boş boş.Fakat ne göreyim!Ann ... ba-bana bakıp gülüyodu.Hem de sınıfta!Çığlık atmamak kendimi zor tuttum.
Öğretmen tahtanın diğer ucuna geçerken Ann'in silüetini yarmıştı.Korkunç..Hemen gözlerimi kapattım.Ann'i bilinçaltımın derin-
liklerine göndermeye çalıştım.Fakat böyle korktuğumu görmek onu mutlu ediyor ve benimle daha çok uğraşmasına fırsat veriyordu.
En iyisi hiç yokmuş gibi davranmaktı.Kafamı kaldırdım ve defterime not almaya başladım.Şu Ann neden benimle uğraşıyor sanki...
Okuldan sonra tek başıma kalabileceğim bir yer aradım yol boyunca.Ann ile tekrar karşılaşmamak için olabildiğince hızlı koşmaya
çalıştım.Toprak bir yola girdim ve ayağıma dolanan ağaç kütüğüyle birlikte yere kapaklanıverdim.
Galiba ayak bileğim burkuldu.Elimle sızlayan yere bastırıp beklemeye başladım.Off gerçekten kötü oldu bu.Ayağa bile kalkamıyorum şimdi.
Kendimi daha fazla tutamayıp başım dizlerimin üstünde ağlamaya başladım.Kendimi hiç bu kadar güçsüz ve çaresiz hissetmemiştim.
"Lian,iyi misin"
Ses tanıdık ama beni nasıl bulmuştu ki.Elime geçen toprak,taş ne varsa sesin geldiği yere fırlattım.
"Ayağımı burktum..Git burdan!"
"Seni kızdıracak birşey mi yaptım.Eğer öyleyse çok özür dilerim.."
"Senin yüzünden..Ann sınıfa kadar geldi ve sen hiçbir şey yapmadın!Senin yüzünden şimdi burdayım ve kımıldayamıyorum."
Hıçkırarak ağlamaya devam ettim Yukio'nun da sesi kesilmişti.
"Birşeyler olduğunu tahmin etmiştim gerçekten özür dilerim"
Yukio'ya bakmadan omuz silktim.Tahmin etmiş...
"Ann'e aldırma kötü birisi değil sana zarar vereceğini sanmıyorum hem biz seni korumak için burdayız"
"O zaman söyle ona ... En azından okulda peşimi bıraksın"
"Denerim.Ayağına bakabilir miyim?"
cevabımı beklemeden elini bileğimin üzerine koydu.Bu çocuk da ne yapmaya çalışıyor derken bileğimdeki şişliğin azaldığını
gördüm şaşırarak.
"Sen yaraları mı tedavi ediyorsun? Çok şaşırdım."
"Evet bazen.Hayaletlerin kendilerine özgü özel güçleri vardır küçük hanım"
Güldüm.Ben hayalet olsaydım nasıl bir özelliğim olurdu acaba.Uçmayı isterdim.Ama hayaletler uçabildiğine göre zihin okumayı isterdim herhalde.Ya da geleceği çizebilmek...Yukio'yla eve çok yaklaşmıştık.Ben anahtarlarımı çıkarırken o
kapının içinden geçti.İçeri girdiğimizde Ann son derece sinirli bir şekilde bize bakıyordu.
Yeni bir bölüm daha. Günde iki bölüm oldu Aslı'ya teşekkür edin bakiyim xD Neyse çok güzel olmuş ben bayıldım İyi okumalar minna-san!
Spoiler:
Yukio her ne kadar Ann'in "zararsız" olduğunu söylese de benim için hep ürkütücü biri olarak kalmaya devam edecek sanırım.
"Siz nerelerde oyalanıyordunuz.Okuldan çıktığımdan beri sizi bekliyorum."
Yukio bana bakarak durdu nerede olduğumuzu söyleyecekti sanırım sonra aniden Hiiiç , dedi.
Bu Ann'i daha da sinirlendirmişti.Bu sefer gazap dolu bakışlarını benim üzerime çevirdi.Her ne kadar ürksem de umursamaz
görünmeye çalışarak Yukio gibi sessiz kalmaya devam ettim.Ann bu sefer daha ileri giderek kollarımı yakalamıştı ki Yukio ,
"Kızı rahat bırak,senin yüzünden zor bir gün geçirdi zaten ! " diye bağırmaya başladı.
Şimdi onların kavgalarının arasında kalmıştım.
"Ben onu kontrol etmeye gittim,zarar verecek değilim şu melek tavırlarından da gına geldi.Benim işime karışma!"
"Onu korkutuyorsun ama..."
"Hayır hayır korkmuyorum sadece okulda yanlış bişey yapmaktan çekiniyordum." dedim. Tabi Yukio böyle olmadığını çok iyi biliyordu.
Bal gibi de korkuyordum işte.Korkuyorum!!
"Lian,orada ne diye dikiliyorsun.Üstün başın ne hale gelmiş!!Baban seni böyle görmesin.Hem sen nerelerdeydin ?..."
Mia'nın sesi ilk defa benim için endişeli çıkıyordu.Yukio ve Ann ise hala kavga ediyordu.Mia o kadar soru sormuş ve odadaki
gürültü kafamı o kadar karıştırmıştı ki.
"Eve dönerken düştüm sonra ... sanırım ben ..."
"Neyse daha fazla oyalanma da akşam yemeğine kadar temizlenmiş ol."
Odama doğru yürürken Yukio ve Ann'in seslerinin kesildiğini farkettim.Etrafta da görünmüyorlardı.Yoksa bir yere gizlenmiş
beni mi izliyorlar ? Yok canım.Bence hala bir yerlerde tartışmaya devam ediyorlar.
***
(Hikayenin bu ikinci paragrafı tanrısal bakış açısı ile yazılmıştır.)
"Yukio bana hala o kızı nereye götürdüğünü söylemedin."
Az önceki Ann'den eser kalmamıştı sanki.Yukio'nun yanında oldukça sakin ve mutlu görünüyordu.
"Ann, o kızın bir adı var biliyor musun."
"Biliyorum ne oldu ki ?"
"Lian'dan neden bu kadar nefret ediyorsun ?"
"Neden nefret edecek mişim ki.Sadece acıyorum ona.Bir de benim senin gibi olmadığımı bilmesini istiyorum"
"İlk karşılaşmamızda sen de öyleydin Ann , hatta daha endişeliydin."
"Hiç de.Ben hep güçlüydüm."
Yukio güldü.(Bu kız gerçekten hafızasını yitirdi.)
Ann başını Yukio'nun dizine koymuş düşünüyordu.'Lian olmasaydı herşey çok
başka olabilirdi.Şimdi Yukio'nun gözü Lian'dan başka birşey görmüyor.Hatta eminim bensiz daha mutlu olacağını düşünüyor.O
yüzden bugün nerde olduklarını bana söylemedi.O kızı tekrar oraya götürecek.Fakat beni bu sefer atlatmalarına
olanak vermeyeceğim.'
Yukio'nun düşünceleri ise tam da Ann'in tahmin ettiği gibiydi.Lian'dan başka birşey düşünemiyordu.'Eğer Ann yine canını sıkarsa
onu bugünkü yere götürürüm.Orayı Ann bilmeyecek.Kızı hırpalamaktan öldürecek bir gün...'
O sırada Ann Yukio'nun kolundaki sargıları fark etmişti.
"Senin koluna ne oldu böyle nasıl yara aldın.Birisini mi tedavi ettin yoksa ?"
Evet,Yukio insanları tedavi edebiliyordu.Fakat bunu yaparken kendisi de yara alıyordu.Hayaletlerin güçleri sınırsız değildi.Eğer
yeteneklerini kullandıklarında farklı tepkimelerle karşılaşabiliyorlardı.Eğer çok sık kullanırlarsa uzun bir süre o yeteneklerinden
mahrum kalabiliyorlardı.
"Aaa.. o mu ? Heh! yolda yaralı bir kediyi tedavi ederken oldu ölmek üzereydi.."
***
Yukio ve Ann'in hala bana görünmemeleri garip.Beni koruyacakları şeyi bir türlü öğrenemedim.Nasıl birşey olabilir acaba...
"Bence bunları şimdi düşünme , zamanı geldiğinde öğreneceksin zaten"
Yukio ! ...
2. Paragraf için resim
Spoiler:
***
Arkadaşlar notepad'de ı'lar i olarak görünyüor imla hataları var özür dilerim
Spoiler:
Yukio? Ne isi var burada?! Çalistigimi görmüyor mu? A-ayrica, aklimdan geçenleri nasil bildi?! Tam konusmak için agzimi açmistim ki:
"Ah o mu, biz insanlarin aklindan geçenleri okuyabiliriz. Ancak sadece özel kisilerin."
Kendini begenmis bir ifade takinmisti. Ellerini beline koyup siritti. Bu hareketi hiç beklemiyordum dogrusu. Sanirim yüzüm kizarmisti çünkü Yukio'nun yüz ifadesi degisti ve ellerini iki yana sallayarak "Hayir, hayir." isareti yapiyordu.
"Yok onu demek istemedim. Meslea biz seni korumak zorundayiz ya ondan."
Yüzümdeki ifade kizginliga dönüsmüstü. Masamdaki kitaplara vurarak sandalyemden kalktim, Yukio'nun önüne geldim ve:
"Peki n'için hala nedenini söylemiyorsunuz?!"
"Zamani gelince ögreneceksin zaten. O zaman..."
Sinirlenmistim, çok sinirlenmistim çünkü en azindan saygi görmeyi umuyordum ama yoktu, o da yoktu. Yukio'nun sözü kesilmisti çünkü ben içinden geçip kapiyi açacaktim ancak içimden geçemeyip yere düstüm.
"Bizi görebilenler içimizden geçemez Lian." dedi.
Ters bir cevap verecektim ki kolundaki sargiyi fark ettim. Yerden hizlica kalkip elimi sarginin üzerine koydum. Demek ki görebilenler dokunadabiliyormus.
"Bu nasil oldu?"
Hemen elini çekip kafasinin arkasina koyup gülmeye basladi. Ama gülmeyi de beceremiyor sersem ne yazik ki.
"O mu, o... Biçak kesti."
"Yaa, hayaletleri biçak da kesiyor demek? Sizi görüyormus o zaman."
Ciddi bir ifade takindi.
"Dogrulari söyle." diye üsteledim.
"Eh, öyle olsun ama Ann'e söyleme."
"Pekala?" Sesim onaylar gibi degil de soru sorar gibi çikmisti.
"Bugün seni iyilestirdigimi hatirliyorsun degil mi?"
"Evet..." kollarimi birbirine doladim sabirsizlaniyordum artik.
O sirada kapidan içeri Ann geçti. Çok sinirli gözüküyordu.
"Demek onu iyilestirdin YUKIO!"
"Ann? Git buradan! Sonra konusacagiz."
Sonra Ann'e dogru elini salladi ve Ann kayboldu.
"Ne yaptin?" gözlerim fal tasi gibi açilmisti.
"Hiç, bir özel güç daha. Neyse iste biz hayaletlerin belli güçleri vardir." durdu ve bir süre düsündü. Sanki nasil açiklayacagini bulmaya çalisiyormus gibi. "Bu güçleri kullandigimizda da bir bedel öderiz. Mesela Ann'in gitmesi ve senin hafizani okumak için bir bedel daha ödedim..."
"Iki." diye düzelttim. çünkü hafizami iki defa okumustu.
"Hayir bir, çünkü durmadan devam ettim okumaya. Neyse konu bu degil, örnegin kolumdaki yara bunun bedelinin göstergesi."
"Iyi de hayaletler yaralanamaz."
Kalbi kirilmis gözüküyordu. "Bir zamanlar biz de insandik unutma. Ama evet haklisin, öyle. Bu, sadece..."
"Ne???"
"Aslinda sey, ben de bilmiyorum. Hayalet bilgeye sormak lazim."
"Harika!"
"Bence sen yarinki final sinavina çalismalisin."
"Ah, dogru ya!" Kafamda simsekler çakmisti. Ben onu tamamen unutmustum. Hemen masaya oturup haril haril çalismaya basladim. Ama sanirim yaklasik 10 dakika sonra kafam geri düstü ve sandalyeden düsüyordum. Bir sekilde uyaniktim. Ama hareket edemiyordum. Nasil oldu bilmiyorum. Her sey çok hizliydi. Ben odada çalisirken meger Yukio gitmemis. Ben sandalyeden düserken hemen kosarak geldi ve beni tuttu. Ikimiz birden yere düstük. Sonrasini, eh sey hatirlamiyorum.
***
Gözlerimi açtigimda Mia basimdaydi. Babam da.... Bana endiseli endiseli bakiyorlardi. Hayret, Mia da öyle bakiyordu. Ne oldu ya bu kadina? O zaman fark ettim ki yatagimda yatiyorum. Mia ile babamin arkasinda Yukio ile Ann tartisiyorlardi ama onlari duyamayacak kadar yorgundum. Babam:
"Kizim, bir gümbürtü duyduk ve odana çiktigimizda yerdeydin."
"E, sey sanirim sandalyeden düstüm."
Yorgunluktan bayilmis olmaliydim. Kaç gecelerdir çigliklardan uyuyamiyordum ki sagolsun Ann.
Mia -bu sefer sesi endiseliydi- :
"O zaman bugün dinlen ve okula gitme."
"Saçmalamayin iyiyim ben." Yataktan kalktim iyi falan degildim ama iyi gibi görünmeye çalisarak: "Bugün okulda final sinavlari var gidecegim, beni merak etmeyin olur mu?" Sonra yüzüme zoraki bir gülümseme yerlestirdim.
***
Üstümü degistirip evden çiktim. Arkamdan Ann ve Yukio'nun geldigini de pekala biliyordum. Ama onlara simdilik aldirmayarak okula gidecektim ve sinava girecektim. Onlarla evde görüsecektik.
***
Okula girip siraya oturdugumda, daha önce fark etmedigim bir seyi fark ettim. Siki durun igrenç bir durum, söylüyorum: Erkekler bana bakiyordu! Ama ben güzel degildim ki. Sirin de degildim. Ama sonra 'Oh be' dememe sebep olan bir seyi fark etmistim. -Benim oturdugum siranin yaninda bahçeye bakan pencereler var- Ögretmenimiz disarida duruyordu. Tabii erkekler 40 yasindaki ögretmenimize bakmiyorlardi tabii. Ögretmenin yaninda bir kiz vardi. Kiz çok güzeldi. Bizim sinifimiza dogru gözlerini kaydirdi. Gözleri beni buldu, dudaklari tebessüm etti. Kizin kestane rengi gözleri parliyordu. Saç rengi benimkinden daha koyuydu. Bir Amerika'liya pek benzemiyordu aslinda. -Bizim sinifimiz birinci kattaydi- Ögretmenimiz ve kiz okulun bahçe kapisinin önünde bir seyler konusuyordu. Sonra kapidan içeri girdiler ve giris kapisindan da. Sinifa girdiklerinde yine tüm gözler onlara çevrildi. Ögretmen:
"Kizim, kendini sinif arkadaslarina tanit bakalim."
Kizin gözleri isildadi ve konusmaya basladi. Sesi çok sirin ve mütevaziydi.
"Ben Vivian Ellenghor. Buraya Nidohryn Lisesi'nden transfer oldum. Lise ikinci sinifta okuyorum."
Yilin sonu gelmisti zaten ne transferi? Dogru ya, ben de son haftalarda tasinmistim. belli ki bu kiz da benimle ayni talihi paylasiyordu. Yoksa talihsizligi mi demeliyim?
Sonra ögretmen benim yanimdaki bos sirayi göstererek:
"Oraya oturabilirsin tatlim." dedi.
Kiz yanima geldiginde onu daha yakindan görebildim. Yüzü pürüzsüzdü. Benim yüzüme hiç mi hiç benzemiyordu. Ben sivilceli bir kizdim. Tamam çok da fazla degil ama onunki tamamen pürüzsüzdü. Yüzümden utanarak elimi alnima götürdüm -sivilceleri gizlemek için tabii ki-. Sonra kiz atesim çiktigini falan sanmis olacak ki:
"Hasta misin?" diye. Sordu.
"Ha-hayir sadece üsüdüm." dedim. Ne alakaydi ki? Elimi alnima götürüp 'üsüdüm' demistim. Aslinda kiz gülmemek için kendini zor tutuyor gibi duruyordu.
"Gülebilirsin." dedim. Aslinda kendimi aptal yerine koymus gibi hissediyordum ki öyleydim. Ama kiz kahkaha atmadi. Onun yerine tebessüm etti. Kendimi daha da aptal hissetmistim. Çok lanet bir his. Neyse ki ögretmen sinav kagitlarini dagitmaya basladi ben de konusmaktan kurtuldum. Neler diyorum ben? Sinav var diye seviniyor muyum? Yok canim.
***
Sinav beklenmedik bir sekilde güzel geçmisti. Ama yanimda oturan Vivi'nin ise yüzünden duygularini anlamak çok, hem de çok zordu. Son derste ögretmen notlarimizi okudu. Vivi'den önce beni okudu. Ben çaliskan ve zeki bir ögrenciyim yani öyle diyorlar. A+ almisim ^^ -Transfer olunca önceki okulumun notlarini aliyorlar.- Vivi ise, o A+ almisti. Çok iyi bir ögrenci.
"Adin neydi?" diye sordu Vivi. Ah dogru kendimi tanitmayi unutmustum.
"Lian. Yanghee Lian."
"Sen Japon musun?"
"Ah aslinda evet ama ben çok küçükken Amerika'ya tasindik."
"Anliyorum. Japonlari ve o taraftaki Asyalilari çok severim."
"Tesekkürler."
"Okuldan sonra bir planin var mi?"
Arkadan Ann kulagima fisildadi.
"Okuldan sonra çok planin var." Neredeyse yerimden firlayacaktim. Artik bunlari yapmasalar diye düsündüm.
"Eee, aslinda eve gitmem gerekiyor."
Tebessüm etti. "Pekala baska zaman gezeriz ^^." dedi.
"Elbette, tabii." diyerek esyalarimi toplamaya basladim. Siniftan çikip eve yürürken Ann ve Yukio'ya sordum:
"Ne isim varmis benim?"
Yukio ve Ann birbirlerine baktilar. Ann dudak büktü.
"Lian, o kizdan garip bir enerji hissettik."
"Nasil yani o bir hayalet mi?" diye sordum kollarimi iki yana kaldirip alay eder gibi. Bir yandan da yolun ortasinda durup degisik hareketler yaptigimi görenlerin bana acayip acayip baktiklarini fark edip yolumda ilerlemeye devam ettim. Ayagim hala aciyordu. Biraz topalliyormusum gibime geldi.
"Sahi sabah neden tartisiyordunuz siz?"
Yukio homurdanarak:
"Yok bir sey Ann'in gereksiz davranislari."
Ann sesini yükselterek:
"Ama sen kendi canini önemsemiyorsun Yuk Bey!"
"Ne önemsememesi?" telaslaniyordum. "Hayaletlerin cani yok ki..."
"Lian bunlari simdi anlayamazsin biraz daha sabir ögreneceksin elbet." dedi Yukio.
Ama ben simdi duymak istiyordum, hem de her seyi.
Kapinin önüne gelince içeriden babamla Mia'nin konusmalarini duydum.
"Bence onu doktora götürmeliyiz Dan."
"Bence de. Sandalyesinden düstü ve geçende de ayagini incitti."
Anahtari kapiya sokup çevirdim ve kapi öylece açildi.
kapak mı o da ne yuh yane eser çıkartmışsınız bu kadar mutevazıda olunmaz güzel yaptım hoş yaptım siz yapamazsınız özellikle sen Hoshi yeteneksiz hoshiii
Yeni bölümm =D Haftada iki kez falan koyacağız galiba =D Aslı^m yazdı bu bölümü buyrun:
Yorganın altında hiçbirşey düşünemiyordum.Dişlerimin birbirine değme sesinden başka...Bir süre öylece bekledim.Ses kesilmişti.
Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladılar.Çok yorulmuştum.Annemi düşündüm bir an fakat göz kapaklarım inatla daha da ağırlaşıyor ve düşünmeme izin vermiyordu.
Tekrar bir ses duydum.Feci bir çığlıktı.Yerimde duramazdım normalde bu sesi duyduktan sonra , gözlerimi bir an bile kırpamazdım.Kimse yapamazdı.Fakat neden hala gözlerimi
açmakta zorlanıyordum?O an bunun yorgunluğun verdiği bir durum olmadığını anladım.Tuhaf birşey vardı.Feci ses hala kulaklarımı tırmalıyordu.Sonra ses yavaş yavaş zayıfladı
ve sonunda tamamen kayboldu.Uyumuş olmalıyım daha sonrasını hiç hatırlamıyorum.Uyandığımda hasta gibi hissediyordum.Kalkmak istedim fakat bedenim sanki çok yavaş hareket
ediyordu.Güçlükle hazırlanabildim ve aşağı indim.Babam sofradan kalkıyordu.Kahvaltısını çoktan yapmıştı.Mia ise büyük ihtimalle son lokmalarını yiyordu.Evet,hayat
benim için daha güzel olamazdı herhalde.Öz babam kahvaltı için beni beklememişti.Üvey annem ise bana karşı buz gibiydi.
''Küçük hanımlar sonunda gelebildi demek'' dedi ve yine yapmacık kahkasını bastı.
Bu kadar neşeli olduğuna göre dün gece benim yaşadıklarımı yaşamamışlardı.Fakat nasıl olabilirdi ki bu ? Aynı evde benden başka çığlıklar duyan yok muydu ...
Aklımı kaçırmış olmalıyım diye düşündüm.Canım birşey yemek istemiyordu.Ağzıma birkaç zeytin atıp evden çıktım.Mia ile yalnız kalmaya hiç tahamülüm yoktu.Yeni okuluma doğru
yürümeye başladım.Daha şimdiden eski arkadaşlarımı özledim.Sanki yıllar olmuştu görüşmeyeli...Kendimi çok yaşlı hissettim.Neyseki okul eve oldukça yakındı.Daha fazla
sürüklenerek yürümek zorunda olmadığıma sevindim ve sınıfımı buldum.Sınıfta her yer dolu olduğu için arkalarda bir yere geçtim.Kimseyle konuşacak halim de yoktu tabi.İlk ders
neredeyse kimse varlığımı farketmedi.İkinci ders matematikti.Matematik öğretmeni beni sınıfla tanıştırdı.Bizim sınıftan sorumlu hocamızmış ve sonra konuya geçti.Eski
okulumda daha ileride olduğumuzdan bu konuyu çok iyi biliyordum ve tahtadaki soruların hemen hepsi yaptım.Bayan Deale buna sevindi ve beni tebrik etti.İlk günüm için
güzel birşeydi bu.Gülümseyerek bu okulu da sevebileceğimi düşündüm ve sınıfa göz attım.Ön sıralardan birkaç kız bana buz gibi bakıyordu fakat aldırmayıp dersi dinlemeye
devam ettim.Bugün hep sevdiğim dersler vardı ve okul çabuk geçti.Hazırlanıp çıktım.Eve doğru yürürken içim yine sıkılmaya başladı.Mia'nın sabah benimle alay edişi gözümün
önüne geldi.Sonra babam...Bana karşı çok kayıtsızdı.Sanki tüm sevgisi annemle birlikte mezara gömülmüştü.Üstelik hava da kararıyordu.Gece olmasından korkuyordum,o sesi
tekrar duymaktan,uyuyamamaktan...Ya da hiç uyanamamaktan.
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız